"Biraz da mutluluk yok mu?" diyerek ayağa kalktım, onun yanına giderek yanı başında dikilirken elimi onun omzuna bıraktım. "Sadece biraz?"

"İstisnalar kaideyi bozmaz," diye yanıtladı. "Eğer keder benim kaidemse, senin huzurun sadece istisnam olur."

"Şairane," dedim. Acısını anlayabiliyordum ama sözlerinin gerçekliğine inanmıyordum. Ne keder onun kaidesiydi ne de huzurum onun istisnası. Benim yaptığım ya da yapmak istediğim şey, huzuru onun kaidesi haline getirmekti. "Uyumadan önce mi çalıştın bu söz üstüne?"

"Siktir git," diyerek kıkırdadığını duydum. Sesinde belli belirsiz bir neşe vardı, ama anlıktı ve hızlıca yok oldu. "Ciddiyim. Asla mutlu olamayacağım."

"Olmak istiyor musun ki?"

Başını çevirip bana baktı. "Neden istemeyeyim?"

"Kederin kaiden olduğunu söylüyorsun, boyun eğmiş gibi," diye yanıtladım. "Aksi için uğraşamaz mıyız? Birlikte?"

"Aksi için uğraşmadım mı sence?" derken geriye doğru ilerleyip yine benden uzaklaştı. "Hayatımın en kötü döneminde aşık olduğumu sandığım kişi beni terk etti, kendimi öldürmedim. Baba dediğim adam çekip gitti, kendimi öldürmedim. Bacaklarım tutmadığı halde ayakta durmaya çalıştım. Ödüm kopsa bile yine birine aşık oldum, o da gidecek diye korkudan uyuyamadığım geceleri ağlayarak geçirdim – kendimi öldürmedim." Kollarını iki yana açtı, sandalyesiyle birlikte etrafında döndü. "Her şeye rağmen seni hayatıma aldım, senin hayatım olmana izin verdim ve bütün bunların karşılığında, bütün bu bitmek tükenmez bilmez acının, hüznün ve sonu gelmez gözyaşlarının ardından hala kendimi öldürmedim."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Diyebileceğim bir şey kalmış mıydı ondan bile emin değildim, ama bir şey demek zorundaydım.

Boş bulunarak ellerini saçına daldırdı, saçını arkaya atar gibi elini sürdü ve indirdiğinde tutam tutam saç parmaklarının arasında kaldı. Kendini sıktı, yüzünü buruş buruş etti ve gözyaşları yanaklarından süzülürken ellerindeki saçlardan kurtuldu. "Anlayacağın o ki, Kerem, ben zaten uğraştım."

"Biliyorum, biliyorum –" diyerek ona yaklaşmaya çalıştım, elini kaldırıp beni durdurdu ve gelmememi söyledi. "İzin ver," dedim. "Neyi nasıl yapmam gerektiğini bilmiyorum, farkındayım, ama izin ver – izin ver sana yardım edebileyim."

"Yardım edebileceğin bir şey kaldı mı sanıyorsun?" diye karşı çıktı. "Hiçbir şey yok! Her günüm ilaç ve fizik tedavi almakla geçiyor, hiçbir işe yaramıyor! Saçım dökülüyor, kaşım dökülüyor, kirpiğim dökülüyor – ben parçalanıyorum ve etrafımdakiler de bunu izlemekle mükellef."

"Ben sadece izlemek istemiyorum."

"Ellerinden hiçbir şey gelmez."

"Sana iyi hissettirmek gelir."

"Gelmez."

Sonraki bir saat boyunca sessizce oturduk. Ne o konuştu ne de ben, ikimiz de tek kelime etmiyorduk. O yatağındaydı, bense çalışma masasının sandalyesine oturmuştum. Terden sırılsıklam olmuş olan tişörtünü görebiliyordum, ben siyah giyinmiş olduğum halde bile benim tişörtüm de terden ıslaktı ve görünebiliyordu.

Umut sinirli bir şekilde nefes verip doğruldu ve ıslanan tişörtünü bir çırpıda çıkarıp odanın diğer köşesine fırlattı. "Bakma," dedi yüzüme bile dönmeden. "Zayıflıktan bile utanıyorum."

"Utanılacak bir şey yok," diye yanıtladım.

"Utanıyorsam var demektir."

"Elinde olmayan şeyler yüzünden utanmana gerek yok," dedim ve çalışma masasının sandalyesini ona çevirerek doğrudan ona bakmaya başladım. "Gerçekten rahatsız hissediyorsan bakmam, ama benden rahatsız olmanı istemiyorum."

Son Defa - Texting // boyxboy [Tamamlandı]Where stories live. Discover now