6.Bölüm: Eftelya

86 13 147
                                    

6.Bölüm: Eftelya
"Hayatıma gitmemek üzere hoş geldin... "

"Hepsi... Benim... Suçum... Ayaz- " Gözleri kapanırken ve bedeni yere düşerken koşmayı bıraktım ve yerdeki hareketsizce duran bedenine baktım. Sadece donup kalmıştım...

Az önce neler olduğunu ve neden olduğunu bilmiyordum ama içimden bir ses Menekşe'nin içimi yakıp kavuran bu davranışlarının bir sebebi olduğunu ve geçmişte bunların önemli bir yere sahip olduğunu söylüyordu. Mantıken, bir insan "bir hiç uğruna" gecenin bu saatinde ıssız bir kumsalda tek başınayken, sözleri insanın içini adeta yakıp kavuran bir şarkıyı bir yandan yanaklarını gözyaşlarıyla yıkarken ve tir tir titrerken söylemezdi, değil mi?

Kendimi donmuş bir şekilde yerde yatan kızcağıza bakarken bulunca içimden kendime küfrettim. Karşısına dikilmiş ona bakarken ne halta yarıyordum ki? Bana ihtiyacı vardı. Hem de hiç olmadığı ve olmayacağı kadar...

Kendimden hiç beklemeyeceğim bir hızda, adeta uçarak yanına doğru depar attım. Dizlerimin üstüne öyle bir bıraktım ki kendimi, dizlerimin acısıyla yüzümü buruşturdum. Ama dizlerimin acısı umurumda bile değildi, çünkü o anda tek düşündüğüm Menekşe'ydi. Başını ellerimin arasına alırken bir yandan ağlıyordum. İnanın bana, neden ağladığımı bile bilmiyordum. Sadece kalbim ağlamam gerektiğini fısıldıyordu bana, bense ona boyun eğmekten başka bir şey yapamıyordum çünkü ağlamaya gerçekten ihtiyacım olduğunu biliyordum.

Ağlarken ve başını bir ileri bir geri sallarken "Menekşe, uyan! Babamı kaybettim ama seni kaybetmeyeceğim! Menekşe, aç gözünü! Lütfen..." gibi tonlarca cümle kuruyordum ama hiçbir faydası olmuyordu. Menekşe'nin başını kuma geri yatırdım ve kontrolümün dışında hareketlerle ellerimi saçlarımdan sertçe geçirirken "DELİRECEĞİM! ALLAH'IM, YARDIM ET!" diye feryat figan bağırıyordum. Ve tam bu esnada, kafamda bir şimşek çaktı:

"SU!"

Okyanusa delirmiş gözlerle baktım. Ancak balıklı ve tuzlu bir su Menekşe'ye hiç iyi gelmezdi. Zaten bu kumsala kimsenin gelmemesinin bir diğer sebebi de suda çok fazla çöpün olmasıydı. Yüzümü buruşturdum ve ağaçların arasındaki beni hiçbir zaman korkutamamış olan zifiri karanlığa baktım. "En fazla 5 dakika," dedim içimden. "En fazla 5 dakikada gidip gelebilirim."

Okyanustan vazgeçerek arkamı döndüm ve kumsalı çevreleyen ağaçların arasına son hızda daldım. Karanlık olduğu için gözüm o anki adrenalinle hiçbir şeyi göremiyordu. O panikle aklıma cebimdeki telefonun fenerini kullanmak bile gelmemişti, aslında bir nebze aklıma gelmiş olabilirdi, yalan söylemeyeceğim, ancak benim bir inanışım vardı ki ona göre karanlıkta koşmaktan başka bir harekette bulunursam mutlaka kötü bir şey olurdu, arkadan birisi saldırırdı ya da ölümümün habercisi olan sesler duyardım. Karanlıktan korkmuyor olmamla bu inanışım ne kadar da tezatlardı birbirlerine. Sinir bozukluğuyla güldüm, sanırım çok fazla korku kitabı okumuştum.

Koşarken ağaçların ve daha çok da dallarının saldırısına maruz kalmıştım. Dallar bir taraftan bacaklarımı derinden çiziyor, diğer yandan yüzümün her tarafıyla şiddetle ilgileniyordu. Her yerim kanamaya başlayınca daha da sinirlendim ve dalların bana yaptığı işkenceye rahatça izin vererek umursamazca ağaçlara çarpa çarpa koşmaya başladım. Ben de böyle biriydim işte, kötü bir şey oluyorsa tam olmalıydı ya da iyi bir şey oluyorsa her şeyiyle iyi olmalıydı. Madem ağaçlar ve dallar bana savaş açmıştı ve canımı yakıyorlardı, tam anlamıyla yakmalıydılar. Ve inanın bana acı, o anda zerre kadar umurumda değildi. Hatta acıdan zevk alıyordum o anda. Sanırım ağaçlarla olan savaşımı ben kazanmıştım, evet her yerim kanıyordu, evet yüzüm ve bacaklarım acıdan titriyordu ancak ben acıyı hissetmediğim sürece kimse bana 'Kaybettin!' diyemezdi. Şu anda neyden bahsettiğimi bile bilmiyorum, sanırım bu gece birazcık kafayı yedim.

DünmedyaWhere stories live. Discover now