"Aşağı iner ben.. "

Yine kayan aksanı beni güldüremeye yetmişti:"Ne oldu senin güzel aksanına." Diye sordum, kikirderken.

"Ah! Stavo intervistando ero confuso. " (görüşmeseydim, anlamadım)

"Okey! Gelsen mi artık." Diye söylendim.

"Geliyorum, geliyorum." Diye söylenmişti. Bir süre bekledikten sonra arabanın ön camından parayı taksicige uzatıp arabanın kapısını açtığında ilk kucağımdan uyuyan Liam'ı alıp garip garip yüzüme bakmaya başlamıştı.

"Aile nasıl kötü geçmiş." Demesi ile arka cebimde öten telefona baktım. Ekranı açtığımda bilmediğim bir numaradan mesaj gelmişti. "Hoş geldin, İstanbul'a Güzel kız. Hoş geldin hediyen partin black blood mekanda. Gel al, yoksa Aren ile göndermek zorunda kalacağım ya da direkt başı yeterli olur herhalde."

Bir gün ne kadar zalimce geçebilirdi, bunun karşılığı hayatımın içinde gizliydi işte. "Bella.."  Buraya gelerek almış mıydım göze her şeyi, evet!

"Sen Liam'ı götürsene gece gelirim." Diye söylenip arkamı döndüm ve unuttuğum şey ile ona dönüp uzandım:"Görüşürüz." Diye söylenip öperek gülümsedim.

"Yedi mi bu adam bunu, ı ıııhh yememiş küçük devil."

Elim arkada masumca ona yaklaşırken, karşısına geldiğimde sırıtıp arka cebindeki cüzdanı cebinden çıkarıp aldım
"Gece iki kadeh şarapla kandırırım belki, görüşürüz." Deyip cüzdanı eline tutuşturduktan sonra yeniden taksi çağırıp bildiğim o mekânın yerini söyledim, taksici genç bir çocuktu oranın neresi olduğunu biliyor gibi sordu: "Oraya gitmek istediğinizden emin misiniz?"

"Evet." Dedim durdum, üzerime baktığımda ise sadece braletim olduğunu anlamıştım!

Ah kafam!

"Evet ondan önce bir butik bulmalıyım." Diye söylenip saçımı karıştırdım, yol üzerinde bulduğum bir butikten üzerime uygun bir bustiyer aldıktan sonra yoluma devam etmiştim.

Hava gittikçe kapanırken, İstanbul'un da gerçek yüzü çıkmaya başlamıştı: Gündüzleri masal şehri, geceleri cehennemdi bu şehir. İki yüzlü, ikinci yüzünü bana ölüm meleği ile göstermişti İstanbul, ruhumu almak için gönderilmiş melek ile.. Ben meleklerin o gün kötü de olabileceğini anlamıştım. 

Taksi durdu ve ben inmek zorunda kaldım, kafamı kaldırdığımda dışarıdan bile ne kadar fersah fersah kan kokularının burnuma geldiğini seziyordum: Kan, gözyaşı acı, çığlık... hepsi birbirine karışıyor, çınlıyordu kulaklarımda. Duvarları kırmızı anlamını veren o renge boyanmıştı, insanların kanıyla boyadığına o kadar emindim ki.

İki koruma, gelip geçen insanları kontrol ediyordu, sanki doğru bir insan gelirdi bu bok bataklığına: Kapıda yazan o yazı, black blood yazısı ve 8 harfi yazılı blardo topu, ucundan kan akan. Ah pislik herif! 8 sonsuza kadar kötülüğü simgeleyen, hem kandan hem lanet adamların sofrasına, bilardosuna, daha doğrusu kumarına meze yaptığı kadınlardan sonsuza kadar para kazanacağını simgeleyen o işaret!

Yıllardır o işareti gördüğüm güne lanet okurken yıllar sonra buradayım işte, her şeyin başladığı o yerde bugün yeni bir level için geldim!

Çakılı kaldığım yerden ayrılıp emin adımlarla geldim durdum adamların karşısında:" Sahibiniz ile konuşacaktım!"

"Amine Hanım olmalısınız, geleceğinizi belirtmişti."

"Ne güzel." Diye söylenip içeri girmem ile birden kasvet aldı, buram buram içki ve sigara kokuları, bir yandan hapları ezip içine çeken insanlar, ilerledikçe yerini birlikte yiyişen insanlar alırken artık içeriye girip yaptığında kumar oynayan insanlar alıyordu sahneyi.

MASALIN SON ŞARKISIWhere stories live. Discover now