b

447 57 21
                                    

Jihoon bir cenaze törenine rağmen fazla gösterişli kır düğünü gibi duran ortama baktı. Çok kalabalıktı. Flaşlar patlıyor, saygın insanlar etrafta dolanıyordu. Bulunduğu yerden annesini göremiyordu. En arkada gözlükleri ve kapşonuyla kendini iyice gizlemişti. Buraya geldiğine kendisi de inanamıyordu ancak sabahın erken saatlerinde açtığı gözleriyle kendini burada bulmuştu. Merkezden gizlice çıkıp gelmişti.

Tören bitene kadar yerinden tek adım atmadı. Vasiyetname basına açık olmayacağı için tören bitimine saklandı. Annesi çıkıp ihtişamlı görüntüsüyle üzgün hali herhali belliydi. Gerçekten üzgündü bunu onun yüzünden rahatça anlayabilirdi. Bir kere olsun onun için üzülmüş müydü merak ediyordu.

Tören sonunda, yönetim kurulu, annesi ve bir deste kadar saygın iş adamı kalmıştı. Vasiyetnameyi okumak için korumalar etrafı boşaltırken biri yanına geldi ve gitmesini söyledi. Jihoon sadece gözlüğünü çıkarıp ona baktığında adam geri çekildi ve gidip kadına haber verdi. Artık geldiğinden haberi vardı.

Annesi şok içerisinde dönüp ona doğru baktığında Jihoon'un kalbi boğazında atıyordu. Bu kadının karşısında kendini üç yaşında bir çocuk gibi hissediyordu. Ondan felaket şekilde korkuyordu. Tıpkı o zamanki gibi yatağının altına saklanmak istiyordu.

"Ne hakla buraya gelirsin sen! Hangi sıfatla!"

Koşturarak üzerine gelen kadına karşı korkusunu bastırmak için ellerini cebinden santim ayırmadı. Artık ona hiçbir şey yapamazdı. Bunu sürekli aklında tekrar edip duruyordu ancak korkusunu yatıştırmak konusunda şanslı olduğunu sanmıyordu. Sıkıca tutup kaldırdığı çantası suratına ineceği sırada yanında beliren beden onu omzundan tutup kendine yasladı ve geriye çekti.

"Ona dokunma."

Hoshi'nin tıslayan sesi ile dumur oldu kadın. Hızla savurduğu çantası boşluğa düştü. Önce ona sonra da etrafında olan ekibe baktı. Yalnız değildi. Güçsüz değildi. Bu kadın artık ona hiçbir şey yapamazdı. Eski aciz çocuk değildi. Annesi acırcasına baktı ona.

"Bizim yerimize bu it sürüsünü mü tercih ettin! Birazcık akıllı olsaydın şu an yanımızda olurdun!"

Hiç değişmemişti. Halen aynı sözleriyle onu aşağılamaktan vazgeçmiyordu. Burukça gülümsedi. Birazcık aklı olmasını istemişti her zaman annesi. Şimdiye kadar yüzlerce kez babasını sekteye uğratacak ve batıracak hamleler yapabileceği fırsatları bilen aklı vardı.

Yetmez miydi?

Hiçbirini yapmadığı için annesinin gözünde yetmezdi. Ona kendini hiç kanıtlama gereği duymamıştı. İnanmazdı. Ne yaparsa yapsın gözünde hiçbir zaman bir dahi olamayacaktı. Dahi olmayı bırak gözünde hiçbir zaman iyi yerlere gelemeyecekti. Onu hiçbir zaman sevmeyecekti.

"Beni neden sevmedin?"

Kadın dediğine güldü. İğrenç kahkahası bile değişmemişti. Yüzünün annesine benzediği için gülmekten nefret etti Jihoon. Bu kadına benzemekten korkuyordu. Hayatı boyunca onlar gibi olmaktan korkuyordu.

"Biz buralara gelene kadar tüm hayatımızı verdik ve sen aptalın tekiydin. Tüm emeklerimizi hiç edebilecek kadar aptaldın."

Her zaman konu buydu. Annesi onun hiçbir zaman bir şeyler başaramayacağını ve onları yokluğa sürükleyeceğini düşünmüştü. Ailenin kara lekesiydi. Jihoon onlar yüzünden bir kere dibi görmüştü zaten. Gözlüklerini geri taktı ve onu sıkıca tutan Hoshi ile birlikte duruşunu dikleştirdi.

"Lee Sora, uzun süre ölmemelisin çünkü cenazene gelirsem yapacağım en iyi dua sana lanet okumak olacak."

Avukata baktı.

Social Phobia | SoonhoonWo Geschichten leben. Entdecke jetzt