AŞKSIZLIĞA MAHKUM BİR YOLCU, YOLLARDA...

47 3 0
                                    

Ah zaman. Nasıl da koca bir yalan! Hep derlerdi, “Zaman her şeyin ilacı.” diye. Şimdi yeni yeni anlıyorum. Zaman; ilaç değil, koca bir örtüymüş meğer. Meğer gün geceyi her kovaladığında, Güneş her doğup battığında, bu örtü daha fazla sararmış insanın etrafını. Ve insan, bu örtü gözlerini kapadığında kanarmış zamanın en büyük aldatısına. Çünkü insan, zamana bıraktığı her acının sızısını unuturmuş bir müddet sonra. Buna da zamanı bahane edermiş. İnsanın fıtratında varmış bir şeyleri bahane etmek. Bir şeylerin arkasına sığınmak. Bahanelerle gözlerini boyayıp hayata kaldığı yerden tutunmak gayesiymiş, “ilaç” dediği şey. Dedim ya, “yeni yeni anlıyorum” diye. Koca koca bahanelerin arkasına sığınıp susturduğum yüreğimin sesini tekrar duymaya başladığım şu günde anladım! Türlü bahaneler şu susmayan yüreğime kar etmiyormuş. Sahici bir sarsıntı, altı harften oluşan ve yüreğimde kor olan gül yüzlü sevdiğim; MEHTAP! Yüreğimin susmayan sesi…
Evet, Mehtap ile görüşmelerimiz azalmıştı. Son yaşadıklarımız ikimizi de yıpratmıştı. Ayrıca Mehtap Elazığ’a gelmişti. Lakin yeni girdiği bozkırdaki bu küçük şehre alışmak kolay olmayacaktı. Bense onu uzaktan izliyordum. Farkındaydım, görüyordum. Yalnızdı. Yalnızlık çekiyordu, bu yabancı olduğu şehirde. Şöyle bir düşünüyorum da; bildiği bir şehir olsaydı da değişen bir şey olmayacaktı. İnsan doğuştan yalnız değil miydi sanki? Yalnızlık, sahipliğini devredemediği tek gerçeği değil miydi? Yanlış mı düşünüyorum? Öyle olmalı. Etrafınıza bir baksanıza. Yalnız kalabalıklarla dolu caddeler sarmış şehirleri. Mehtap; o caddelerde, o kalabalıkların içinde dolaşıp dolaşıp aynı yere çıkıyordu. Bütün caddeler birbirini kesiyordu bu küçük şehirde. Yalnızlığını giderecek bir dost, hayata sarılmasına yardımcı olacak bir arkadaş arayışındaydı. O da biliyordu, kalbine başkasını alamazdı. Aradığı bir can yoldaşı değildi. Aradığı bir yol arkadaşıydı… Günün birinde nihayet buldu. İki yeni kızla tanışmıştı. Kızlarla kısa zamanda samimiyet kurmuştu. Öyle de olması gerekirdi zaten. Gözlerinizi kısıp uzaklara baktığınızda, koca bozkır dışında hiçbir şey göremediğiniz böylesi küçük şehirlerde bir dost bulmak, kolay iş değildi. Acele etmek gerekti. Mehtap’ta öyle yaptı. Yalnız, atladığı tek bir nokta vardı. Bir elin beş parmağının bir olmadığı bu hayatta, onları da kendi gibi görmekte erken davranmıştı. Biz ise, arada bir görüşüyor, sık sık mesajlaşıyorduk. Aramızdaki soğukluk halen devam ediyordu. Uzunca bir süre daha düzelmesine olanak yok gibi gözüküyordu…
Mehtap bulduğu her fırsatta Diyarbakır’a gidiyordu. Gel zaman, git zaman bu kaçışlar azalmaya başlamıştı. Şehre alıştığı oranda gitmeleri de azalıyordu. Arkadaşlarıyla geçirdiği süre arttıkça Elazığ’da kaldığı süre de artıyordu. Hatta bazen hep birlikte terminale giderek kendi memleketlerine gidiyor, dönüşte aynı yerde buluşup kısa bir şehir turu sonrası yurtlarına geçiyorlardı. Yine bir gün öyle olmuştu. Mehtap dönüş yolunda mesaj atmış ve kendisini almamı istemişti. Gittiğimde yanında bir arkadaşı daha vardı. Onu başka bir yurda bırakacaktık. Yola çıktık. Yol boyunca kızın gözleri üzerimdeydi. Mehtap’a söyleyemezdim ama korkmuştum. Kızın gözlerinin içinde bir alev görmüştüm. Bir hinlik yapacak gibiydi. İçimden bir ses; “ Bu kızdan bir zarar gelecek” diyordu. Yol bitti. Kızı yurduna bıraktık. Mehtap; tekrar yola çıktığımızda, kendi yurdunun kapanış saatinin geçtiğini bahane ederek benim evimde kalmak istediğini söyledi. Eve geçtik. Memleketten benim için getirdiklerini dolaba koydu. Güzel bir film seçtik. Saat gece yarısını geçmişti. Odaya geçtik. Mehtap, bulduğu bir anlık fırsatta odayı karıştırmaya başlamıştı. Merak ediyordu. Merak bir kadının en büyük silahıydı. Meraklı bir kadının yapamayacağı hiçbir şey yoktu. Meraklı bir kadın karşısında hiçbir erkeğin sığınabileceği hiçbir bahane yoktur. Çünkü böylesi bir kadın, cevabını bilmediği hiçbir soruyu sormazdı. Mehtap, o gece soru sormadı. Sarıldık ve uyuduk. Hiç bitmesini istemediğim o an çabucak bitti ve sabah oldu. Onu yurda bıraktım ve mesaiye gittim.
Bir başka gün Diyarbakır’a gideceğimi söyledim. Bana eşlik edeceğini söylemişti. Yolculuk günü geldiğinde onu almaya gittim. Yolculuk saati yaklaşmasına rağmen Mehtap ortada yoktu. Bir müddet sonra mesaj attım. Yola çıktığını ve yolda olduğunu söyledi. Yarı yolda bırakılan bir çocuk gibi hüzünlenmiştim. Çok canım yanmıştı. Oysa bu yolculuk için ne hayaller kurmuştum. Çok sonraları fark ettim ki, Mehtap, hem evde bu kadar fazla eşya olmasına takılmış, kendine dert edinmişti. Bana söyleme gereksinimi bile duymamıştı. Hem de aramızda geçenleri arkadaşlarıyla konuşuyor ve onların yönlendirmesiyle daha fazla benden soğumaya başlamıştı. Tahminlerim doğru çıkmıştı. Arkadaşlarından beklediğim kötülüğü beklemediğim zamanda görmeye başlamıştım. Mehtap’ın gözünde bir el gibi olmaya başlamıştım. Öylece elimden kayıp gidiyordu, sevdiceğim. Hiçbir şey yapamıyordum. Aramızda etten duvarlar vardı. Arkadaşları mahkemeyi kurmuş ve beni “aşksızlığa” mahkûm etmişlerdi. Yine mutlu olamamıştık…

Kalp atışıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin