4.7

1.6K 194 118
                                    

"Günaydın güzelim." Jeongin gözlerini kırpıştırıp uyanmaya çalışırken yanında onu izleyen Hyunjin'i görünce mızmızlanmıştı.

"Uf Hyunjin gün mü aydı?" Hyunjin bu sözlere kıkırdamış ve küçüğünü öpmek için uzanmıştı fakat Jeongin elleriyle onu engellemişti.

"Oynaşmadan dur ya. Ağrım var zaten." Jeongin arkasına dönüp Hyunjin'e bakıp kaşlarını çatmıştı.

"Gülmesene." Hyunjin ağzına hayali bir fermuar çekip ayağa kalkmıştı. Elini Jeongin'e uzatıp onu da çekip ayağa kaldırmıştı.

"Kahvaltımızı edelim yola çıkalım." Kısa gezilerinin bugün dönüş günüydü. İkisi de biraz buruk olsa bile geçirdikleri zaman onlar için çok özeldi.

Jeongin aynaya doğru adımladığında kendisine bakıyordu. Hyunjin de ona arkasından sarılarak çenesini Jeongin'in omzuna yerleştirmişti.

"Kusursuzsun." Demişti parmakları Jeongin'in belinde gezerken. Minik öpücüklerini omzuna bırakırken Jeongin nefesini tuttuğunu yeni fark etmişti.

"Hadi güzelim çıkalım." İkisi de hızlıca giyinip kahvaltı ettikten sonra yola çıkmışlardı. Hyunjin en sevdiği şarkıyı açmış ve gülerek şarkıyı söyleyen Jeongin'i izliyordu.

Ona gerçekten aşıktı.

"Hyunjin telefonun çalıyor." Hyunjin gözlerini yoldan çekip telefonunu açmıştı. Meraklı gözlerle ona bakan Jeongin'i fark etmişti.

"Seungmin arıyor, Lux'la ilgili herhalde." demişti fakat telefonu açtıktan sonra mimikleri anında değişmişti.

"Ne? Pekala geliyorum." Gaz pedalına bastığında Jeongin anlamaz bakışlarla ona bakıyordu.

"Sorun ne?"

"Taehyung gelmiş sanırım büyük bir şey olmuş ve beni çağırıyorlar." Yalandı. Çok büyük bir sorun vardı.

Cehennem'in başında kral olmamasından dolayı iblisler isyan etmiş ve dünyada başıboş geziyorlardı.

İnsanlık için büyük bir tehlike oluşturabilirdi.

Tekrar telefon çaldığında Hyunjin bir küfür savurmuştu ve telefonu açmıştı.

"Hyunjin seni lanet olası hangi cehennemdeysen derhal buraya gel!" Jen'in çemkirmelerine karşı sadece yüzünü ekşitmişti.

"Yoldayım geliyorum."

"Senin kanatların yok mu? Hemen gel!" Tabi ya kanatları vardı. Hyunjin'in aklına bile gelmemişti.

"Jeonginleyim."

"Sanki bilmiyor ikna et ve hemen gel." Jen, telefonu yüzüne kapatınca Hyunjin derin bir nefes alarak arabayı kenara çekmişti.

"Jeongin, biraz sonra gözlerini kapatacaksın ve ben geldik diyene kadar açmak yok tamam mı?"

"Neler oluyor?" Jeongin, Hyunjin'e her zaman güveniyordu fakat önce neler döndüğünü bilmesi gerekiyordu.

"Acilen Lux'a dönmeliyiz ve yaklaşık daha iki saat yolumuz var. Bu yüzden uçarak gitmemiz lazım." Jeongin şaşkınlıkla Hyunjin'e bakıyordu ve kabul etmekten başka şansı yoktu.

"P-pekala." Hyunjin yavaşça Jeongin'i çekmiş dudaklarına öpücük kondurmuştu.

"Kapa gözlerini." Jeongin sıkıca gözlerini kapattığında Hyunjin kanatlarını çıkartmış ve onu kucağına almıştı.

"Araba ne olacak?"

"Garajımda yedeği var." Jeongin kafasını sallamıştı.

Hızlıca havalandıklarında göz açıp kapayıncaya kadar çoktan Lux'a gelmişlerdi bile.

"Jeongin gözlerini açabilirsin." Jeongin yavaşça gözlerini açtığında Hyunjin'in yatağındaydı.

Yavaşça etrafa baktığında sırasıyla Jen, Bayan Hwang, Taehyung, Felix, Tarihteki ilk kadın olan Jisoo ve Hyunjin vardı.

"Pekala onunla beni yalnız bırakın da veda edeyim." Herkes odadan çıkarken Hyunjin, Jeongin'in elini tutup terasa çıkartmıştı.

"Ne vedası?" Hyunjin sessizce kalıp ellerine bakıyordu.

"Gözlerime bak ne vedası bu?" Jeongin sertçe tutup Hyunjin'in yüzünü kaldırdığında dolmuş gözleriyle karşılaşmıştı.

"Gitmeyeceksin değil mi?" Hyunjin hiçbir şey demeden sadece küçüğüne bakıyordu.

"Bana bir şey söyle!" Hyunjin dayanamayıp Jeongin'e sarılmıştı.

"Özür dilerim." diyebilmişti hıçkırıkları arasından.

"Özür dileme bana neler döndüğünü anlat." Jeongin kollarını ondan uzaklaştırıp bir açıklama yapmasını bekliyordu.

"Seni bırakmayacağım ama gitmeye de mecburum."

"B-bu da ne demek?" Jeongin'in de gözleri dolmuştu.

"Kısa bir süreliğine gitmem lazım yoksa insanlık tehlikeye girebilir."

"Ben gerçekten hiçbir şey anlamıyorum." Jeongin için bunları kavramak çok zordu.

"Şurada duran adamı görüyor musun?" Hyunjin'in dışarıdan işaret ettiği adama dönüp bakmıştı. "Birazdan oradaki kadının cüzdanını alıp kaçacak." diye devam etmişti. Dakikalar sonra söyledikleri gerçeklemişti.

"Şuradaki kadını görüyor musun?" Jeongin kadına dönüp kafasını sallamıştı. "Kucağındaki bebek onun değil ve büyük ihtimalle biraz sonra onu kaçıracak."

"Bu da ne?"

"İşte onlar aslında insan değil." Hyunjin yutkunup küçüğüne dönmüştü ve gözlerinin içine bakmıştı. "Hepsi iblis."

Jeongin kafayı yiyeceğini hissediyordu. Bu gerçekler ona çok ağır geliyordu. Birdenbire bütün hayatı değişmişti.

"Başlarında yönetici olmadıkları için isyan edip kaçmışlar ve düzene girene kadar başlarında durmam gerekiyor." Sonunda söylemişti.

"Ne kadar bir süre?" Jeongin'in sesi içinden çıkıyordu hatta Hyunjin'in duyup duymadığından bile emin değildi.

"Kısa bir süre." diye cevaplamıştı.

"Şimdi izin ver sana güzelce veda edeyim." Kemiğini ne ellerini ellerinin arasına alıp önce güzelce sarılmıştı. Saçlarını koklamıştı.

"Şşş ağlama ağlama." Baş parmaklarıyla Jeongin'in göz yaşlarını silmişti. "Ben her zaman seni izleyeceğim." demişti göz yaşlarından öperken.

Sonunda yavaşça dudaklarını birleştirdiklerinde ikisi de ağlıyordu. Vedalardan nefret ediyorlardı.

Hyunjin zar zor ayrılabildiği dudaklardan sonra kafasını Jeongin'e yaslamıştı. "Seni seviyorum." diye fısıldamıştı.

Artık gitmesi gerekiyordu.

Kanatlarını çıkartıp yavaşça gökyüzünde kaybolurken Jeongin arkasından bağırmıştı.

"Ben de seni seviyorum."

***

Sinner - Hyunin Where stories live. Discover now