- ben ne zaman büyüdüm?

226 22 4
                                    

Çocukluğumda annemle sık sık yalnız vakit geçirme fırsatını yakalayamamıştım fakat onun tarafından sevildiğimi her zaman hissettim.

Annen içine kapanık lâkin dolu dolu bir kadındı. Kendisini meşgul etmeyi, kitap okumayı ve yemek yemeyi severdi. Yapraklarını kendisi yaptığı kalın azur mavisi bir suluboya defteri vardı. Pürüzlü, puslu, tuz kokan yaprakları narin parmaklarıyla dikkatlice suluboya defterlerininin içerisine yerleştirirken vücuduyla o zamanlar benim asla ulaşamayacağım ahşap raflara uzanışını, adını hiçbir zaman öğrenemediğim yaşlıca bir kadından satın aldığı bej rengi, üzerinde kırık, koyu renkleri olan devasa kupasını ve ucunda kurutulmuş yıldızçiçeklerinin sarktığı ağır anahtarlıklarını zaman zaman anımsamadan edemiyordum. Kupasının içerisinde küçük kız kardeşimin kendisine verdiği, artık kurumuş olan bir deniz yıldızı ve buraya geldiği zaman denizden çıkarttığı, kabuğu pürüzsüz bir beyaz rengine sahip olan deniz kabuğu vardı. Deniz kabuğunun içerisinde de denizin sesi.

Her pazar sabahı ben ve Jeongguk için Bay Osaka'nın restorantında taze peynirli sandviç ve sütlü kahve sipariş eder, biz kahvaltı ederken o gözüne iliştirdiği birkaç küçük anın taslağını çıkarırdı. Bunları yaşlandığı zaman bana armağan etmek için yaptığını, onu asla unutmamamı isterdi. 

Annem boş zamanlarında pikap Because the Night çalarken bize kitap okur, günün sonunda anlamadığımız kelimeleri yazmamız için bize küçük not defterleri verirdi. (-Jeongguk'un defteri neredeyse bomboşken, ben bir gecede neredeyse bir sayfayı dolduracak kadar kelime yazıyordum.) Kahvesini sade içer, pazartesi günleri ortadan bir anda kaybolur, bize bir kez olsun danışmaksızın hepimizi ilgilendiren büyük kararlar alır ve asla gülümsemezdi, yalnızca Jeongguk'a onu sevdiğimi söylediğim zaman yüzünde silik bir tebessüm oluşur fakat daha sonra beni bu cümleyi ağzımda sakız etmemem gerektiğine dair tembihler ve her zamanki yüz ifadesini takınarak bir şeylerden itina ile iğrenmeye devam ederdi.

Eski evimizin üçüncü katında yalnızca annemin dizayn edebileceği uzun ve karanlık bir koridor vardı ve bu koridor annemin eli değdikten sonra vakit geçirmekten en çok keyif aldığım yerlerden biri haline gelmişti. Eskisinden biraz daha fazla ışık alan koridor duvara sabitlenmiş şapkalı abajurlar ve çeşitli suluboya tabloları ile kaplı, yerler boylu boyunca fazlasıyla uzun bir iran halısı ile örtülüydü. "savaştan sonra katledilmiş zengin bir ailenin evinden" demiş tüccar babama.

Koridor daima annemin lavanta kokusu ile tütsülenmiş halde olurdu. Lavanta kokusunun acılığından nefret ediyordum. Banyo ve misafir odasının bulunduğu iki kapı arasına kardeşimin antika olduğunu iddia ettiği ahşap bir büfe konumlandırılmıştı ve üzerinde ise asla kullanmadığımız çevirmeli, eski bir ev telefonu ile kristal vazoda biraz sahte petunya vardı. Evimizdeki tek cansız bitki o kristal vazodaki pörsümüş petunyalardı. Orada olmak annemle vakit geçiriyormuşum gibi, -korku filmlerini aratmayacak bir havaya sahip olsa da- bana güvende hissettirirdi ve ne zaman evdekiler ortadan kaybolduğumu sezmeye başlasa baktıkları ilk yer o koridor olurdu. Bazen orada uyuyakalırdım.

Bir keresinde o koridorda kağıttan uçaklar yaparken Jeongguk bana çiçekleri sevip sevmediğimi sormuş, ardından cevap vermemi beklemeden haki yeşili süveterimin yakasına pembe/kırmızı renkli, garip bir çiçek iliştirmişti.

''Sakın kaybedeyim deme,'' diyerek tembihlemişti beni. ''Bu çiçeği senin sayende yetiştirdim.''

Kasım ortasındaydık ve babamın işi için Swedenborg'a yolculuk etmek üzere hazırlık yapıyorduk. O yıl Jeongguk hiçbir şekilde haber bırakmadan ortadan kaybolmuş ve beni geri dönüşü olmayan bir boşluğun tam ortasına doğru acımasızca sürüklemişti. -Daha küçüktüm ama tek dostum oydu, benden bir parçayı da yanında taşıyordu sanki.- Daha sonra astımının ilerlemesi sebebiyle geçici olarak Kore'deki uzak akrabalarının yanına taşındığını işitmiş fakat buna inanmayı her ne kadar istesem dahi başarılı olamamıştım. Annem bunun Jeongguk için gerekli olduğunu öne sürdü, kalp ağrımı bastırmak benim için astımdan çok daha büyük bir sorundu.

Jeongguk yola çıktıktan birkaç hafta sonra, Swedenborg'a doğru yola çıkmadan bir gün önce annem ve kız kardeşim ortadan kayboldu.

O gün günlerden pazartesi değildi, pikap You Were Beautiful çalmıyordu ve kime ait olduğunu hiçbir zaman anlayamadığım salondaki kütüphanede duran kar küresi koleksiyonu ile evdeki tek cilt Yuhanna yerinde değildi. O gün babam arka bahçeye yerleştirdiğimiz tüm bavulları tekrar eve taşımak dışında bir şey yapmamış, ve uyumadan önce üçüncü kattaki koridorun ışıklarını kapatmam gerektiği dışında hiçbir şey söylememişti.

Jeongguk bana mektup dahi yazmadı, artık evim bir yuva değildi.

submarine, taekook.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin