66🔰 "Çiçero 2"

Start from the beginning
                                    

Gülümsedik ama kalıbımı basarım ki dışarıdan bizi gören biri her an tutuşmak üzere olan çıra ve alevden başkasını göremezdi. Bu elimizde değildi büsbütün böyle yetiştirilmiştik. İlmek ilmek işlendi bu roller bizlere.

"Tam bir adam olmuşsun. Çok kızın kalbini kırmış olmalısın." Hep benim hakkımda çok şey bilirdi. Hiçbir şey bilmediği halde. Hiç sevmediğim o gülüşünü görmemek için gözlerimi yere indirdim ve alt dudağımı ıslatırken gülümsedim.

"Muhtemelen öylesi daha normal olurdu. Ama bildiğin üzere pek normal biri değildim."

Dudaklarını topladı ve o da benim gibi sol elini pantolonun ön ceplerine koyup tüm vücudu ile hafif yana eğilip sağ eli ile ceketimi düzeltti. Hoş bozuk değildi. Nefret ediyorum benim için samimiyetsiz iyilikler yapmasından. Çocukken de böyleydi, daha gençken de. Asla bir işe yaramayan iyilikleri beni tiksindirmekten öteye geçmezdi.

"Doğru, unutmuşum. Haris Çelik hiçbir zaman normal olmadı. Olamaz da. Bağışla lütfen."

Omuzlarımı silkeledim. Alttan alttan laf soktuğunu biliyordum ama onunla laf dalaşına girecek değildim. Eskisi gibi benim suçlu çıkmam da büyük ihtimaldi. Her zaman kavgayı çıkaran ben olurdum. Suçlu ve kötü niyetli. Kimseyle anlaşamayan belki içine kapanık ama özünde psikolojisi bozuk bir çocuk etiketi ezelde yapıştırılmıştı üzerime. Aradan geçen yirmi sene sonra değişen bir şey de olmamıştı.

"Neyse, hadi girelim. Dedem bizi bekliyor olmalı."

Tüylerim ürperdi bir an için. Hala dedem diyor ve bu beni iğrendiriyor. Kulağımda yankılanan bazı cümleleri çağrıştırıyor.

"O bizim annemiz. Sen bizim ailemize ait değilsin. Benim dedem. Senin değil. Annem bu evde seni istemiyor. Sen bizden değilsin. Değilsin! Hiçbir zaman da olmayacaksın anlıyor musun?"

Başımı iki yana sallayıp sanki geçmişten yüklenen dosyaların ağırlığı ile titredim. İliklerime kadar işleyen kimsesizlik yakamı bırakmazken bir an için gözümün önüne Hacer'in gülüşü geldi. Böyle gri gökyüzünde açan pembe bir çiçek gibiydi. Mis kokusu burnuma dolarken içim ısındı. Güneş gibi, yıldızsız gecede ay gibi, ışık gibi, hoş bir rüzgar gibi. Güzel olan ne varsa o gibi. Baktığım yer koridordaki boşluktu aslında ama gördüğüm onun hoş gülüşüydü. Sonra silindi tüm o sesler ve kötü hisler. Yerini sadece o aldı. Benim dudaklarım da içten bir gülüşle kıvrıldığında "Gelmiyor musun?" diye sordu durup bana bakarak.

Evet. Kimse olmayabilir ama Heyzır var. Beni seven, beni gerçekten seven ve değer veren. O kadar da kötü değilim. Sevilmeyecek kadar kötü değilim.

"Geliyorum."

Birlikte geniş kapıdan geçtiğimizde toplantı odasına girmiştik. Normalde çok kişi olurdu ama bu sefer sadece ikimiz vardık. Belki de o yüzden gelmişti. Çünkü onu görmeyeli neredeyse on sene olmuştu. Oturacak hiçbir sandalye konmadığı için ikimiz de ayakta bekliyorduk. Bir geniş masa ve bir döner sandalyeden başka bir şey olmazdı bu odada. Sadece toplantıya gelecek kişi kadar sandalye konurdu o kadar. Sandalyesiz zamanlarda da ayakta duracağımızı bilirdik. Neden sonra içerideki kapı açıldı ve içeri iki kişi girdi.

"Dede!"

Ben geride kalırken o gidip sıkıca sarıldı. İkilinin sarılışı devam ederken ben ellerimi önümde bağlayıp beklemeye devam ettim. Artanları kabul eden bir köpek gibi bir adım geride beklemek zorundaydım. Bir adım alsam sınırı daha geri gitmekle cezalandırılıyordum her defasında.

"Hoş geldin oğlum."

"Anne."

Nefret ediyorum... Bir de annesi ile sarıldı. Sözde birlikte büyüdük işte. Annesi olan herkesten nefret ediyorum. Ve dedesi olan. Hayır aslında benim gibi kimsesi olmayan herkesten iğreniyorum.

PROFESYONEL  [F•]Where stories live. Discover now