*Ölü Piyon Şehri*

En başından başla
                                    

"Tanıyorsun?"

İçinde hüzün barındıran bir gülümseme yeşerdi yüzünde.

"Maalesef..."

Bu sefer gözlerimi terk ederek evin içinde gezdirdi harelerini. Bakışının dokunduğu her noktada bir iz bırakmak ister gibiydi. Kısa sürede izlenilmemiş yer bırakmadı. Soluğu yine gözlerimde aldı. Ne bende konuşacak hál, ne de onda cevaplayacak güç yok gibiydi. Üstelemedim bile. Dakikalarca ayakta bakıştık. Beni kim olarak tanıdığını bilmeden, esası onun kim olduğunu bilmeden...

Şakağından elmacık kemiğine doğru yol çizen ter damlasına takıldı gözüm. Korkuyordu. Ama neden?

"Gidiyoruz." Dakikalar sonra kurduğu ilk cümleydi. "Gitmeliyiz." Bunu daha çaresiz söylemişti. Daha da bir şey söylemedi. Aniden parmakları parmaklarıma kenetlendiğinde tepki vermeme izin vermeden kapıya sürüklendim.

Kapıyı açarak dışarı çıktığımızda bizi gecenin ayazı karşıladı. "Bekle beni burada. Sakın tek adım atma!" Parmaklarımızı çözdükten sonra hızlı bir şekilde karanlıkta gözden kayboldu. Bedenime sarılan soğuk ile titrerken, etrafıma göz gezdirdim. Köpek sesleri, uzaktan ışığı yansıyan ev, kilometrelerce ötedeki İstanbul'un şahşahalı gecesi, dışardan daha da beter gözüken döküntü ev...

Kaçmayı aklımın ucundan bile geçirmedim. Kafamı çalıştırdığımda bunun ne kadar mümkünsüz olduğunu tarta biliyordum. Kimliğimi belli etmiştim. Üstelik okuduğum üniversiteyi bilen, büyük ihtimalle babamla alakası olan birine. Şu an bana ne olacağı ile ilgili bir fikrim yoktu. Garip olan ise şuydu ki, korkmuyordum da.

Az öncekinin aksine kuru gözlerim, sadece soğuktan titreyen bedenimleydim. Tek istediğim yere çömelip oturmaktı. Adım bile atmadım. Beni nasıl bırakıp gittiyse aynı hizada, aynı pozisyonda bekledim dakikalarca. Uyuşan bedenimi sarmadım bile kollarımla. Sanki uymayacağım her emrin cezasını çekicekmişim gibi hissediyordum. Psikolojimin oyununa yenik düşmüştüm. Kaybettiğimi kabullenemeyecek kadar kaybetmiştim.

Her şeyi canımı, hayatımı sevdiğim için yapmıyormuydum zaten? Şimdi neydi beni bu kadar yaralayan? Kendimi koruyamamak mı? Evet, öyleydi. Yolun sonunda vurulmaktan korkuyordum ben. Gözlerimden akan her damlanın intikamını alamamaktan korkuyordum.

Soğuktan burnum akmaya başladığında yere çökmemek için zor tutunuyordum kendime. Baygın bakan gözlerim bulanıklaşmış, sisli havayı andırıyordu. "Yaşadıkların bir cezaydı. Peki, bu cezaları hak edecek hangi kuralı bozdun, Mihri?" dedi iç sesim. Gülümsedim. "Babamın kurallarını sanırım." Ağzımdan çıkan nefesim buharlaşarak geceye karıştı.

Islak toprak kokusu doldu genzime. Belki de göreceğim son yağmur, içinde kaybolduğum son geceydi. Sırayla dizilmiş yıldızlardan bir simâ canlandı. Annem...

"Hayatta kalacağından eminsen, her şeyi yapmaya hazır ol, kızım. Yaşamalısın. Ölümden kork. Yoksa ölürsün."

Bu kadar mı önemliydi yaşamak? Bu kadar mı önemliydi kalbinin atması? Kimler içindi bu önem? Kimsesi olanlar için mi?

"Yaşamak için mi çektin bu kadar çileyi, anne? Sırf o kalbin durmasın diye mi çektin babamın otuz yılının cefasını?" diye fısıldadım yıldızlara doğru. Isırılmaktan kan tutmuş dilime bir ısırık daha ekledim. Geçmiyordu içimdeki intikam hissi. Yaşayamadığım her yaşımla doluydu bedenimin köşeleri.

"Hayatın ne kadar güzel olduğunu anlatmadığın bir günün geçmezdi. Neden? Kendini mi teselli ediyordun, anne? Yoksa beni mi? Bence ne kadar acınası bir hayatımızın olduğunu görüp bizi hayata bağlamaya çalışıyordun. Kendin bile inanmıyordun yalanlarına. Biliyordun sen de. Biz hiçtik, anne..."

Yıldızlar dağıldı sanki. Yorgun yüzü kayboldu gözlerimin önünden. Geriye kalan kulağımda  yankılanan titrek sesiydi.

Sessizliği bozan şey kuru otların basılma sesiydi. Başımı çevirmedim. Gözlerimi de aynı şekilde. Göz odağıma kazaklı biri girdiğinde artık kim olduğunu biliyordum. "Ne yani? Cidden benden bu kadar korkuyor musun?" Dedi alaycı bir tonda. Ardından konuşmaya devam etti. "Şuna bak. Yarına kadar gelmesem kımıldayacağın yokmuş. Garip..."

Nihayet kafamı hareket ettirerek yüzüne odaklandığımda boynumda yanma hissettim. "Senin yerinde kim olsa aynısını yapardım. Çünki, kaybedecek bir tek canım kaldı. Ondan da olmaya niyetim yok."
Yine sinsi gülümsemelerinden birini takındı. "Her şeyin boka sarmış durumda. Seni yaşatan bir sebebin yok. Hâlâ canını seviyor musun gerçekten?" dedi. Keşke sevmeseydim diyemedim. Sevdiğimden geldi başıma ne geldiyse diyemedim. "Seviyorum desem acıyacak gibi durmuyorsun. Şu an beni ölümün kucağına, Yozgat'a götüreksin belki de. Ve evet. Seviyorum. Hem de çok."

Bakışları durgunlaştı. Bir şey diyecekken son anda diyeceği şeyi yuttu. Elindeki bidonların  kapağını açtı. Birini bana uzattığında burnuma dolan benzin kokusuyla yüzümü buruşturdum. "Ne yapacağız bununla?" Sorduğum soruya gözlerini devirdi. "Seni yakacağım, sıçan."

Dediyi şeyin şaka olduğunu anlamam biraz uzun sürdü. İroni yaptığından emin olduğumda uzattığı bidonu alarak elime yerleştirdim. "Sen evin içine dök. Ben dışarısını halledeceğim." Söylediğini hazmettiğimde gözlerim yerinden çıkacakmış gibi açıldı. Evin duvarlarına benzini boşaltmaya başladığında dayanamayıp bağırdım. "Ne yapıyorsun sen?
Manyak mısın? Evi yakacaksın!"

Durmadı. "Amacım da o zaten. Hadi, başla." Üstelemenin elime bir şey geçirmeyeceğini fark ettim. Söylene söylene evin içinden başlayarak, her noktasını benzinledik. Yukarı katlara çıkıp her odayı benzine buladık. Evin içinden tek bir eşya bile almadı. Hiçbir şey söylemedik ikimizde bu sırada. Bidonlar bittiğinde elimden alıp ikisini de içeri fırlattı. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atarken cebinden sigara paketini çıkardı. Paketten çıkardığı sigarayı dudakları arasına alıp gri çakmakla yaktı. "Geri çekil."

Evden uzaklaştım. Her ciğerine çektiği nefeste sigara daha da küçülürken yüreğim de aynı şekilde burkuldu. İzmariti tutan elleri soğuktan kırmızıya dönmüştü. Karanlıkta bile seçilen gözleri titredi bir an. Yanan izmariti iri, uzun parmaklarıyla çevirdi. Aniden izmariti eve fırlattığında bir ateş tabakası geceye misafir oldu.

Saniyeler içinde alevler evi esir aldı. Alt kattan yavaşca üst katlara çıktı sinsice. Gözlerine vuran ateşin yansımasına karıştı ela gözleri. Dakikalar önce soğuktan kaskatı kesilmiş vücudum ısındı onun yuvasının külleriyle. Kendi elleriyle yaktı her şeyini. Közeren ateşi ciğerlerinde hissettiğini biliyordum. Bana dönüp bakmadı. Yumruk halindeki elleriyle ateşini izledi. Gözlerinin önünde yok oluşundan zevk alıyor gibiydi.

"Artık bir evin yok, farkında mısın?" Dedim. Dudağı hançer şeklini aldı. Alevin vurduğu güzel yüzü gevşedi. "Daha doğrusu..."

"Artık bir evimiz yok, Mihri. İkimizin de..."

Herkese merhabalar!

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


Herkese merhabalar!

Bölümü nasıl buldunuz?

Sizce Kural neden evi yaktı?

Eğer beğendiyseniz alttaki yıldız tuşunu turuncuya boyar mısınız?

Gelecek bölümde görüşmek üzere... ♡

Küllükteki İzmaritlerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin