V - Aynı Güneşin Altında

57 29 76
                                    

- Chelsea'nin Ağzından -

Son soygundan sonra kendimi pesimistliğe bırakmış, gözlerimin açık olduğu her an etrafıma öfke saçıyordum. Hayatımda olup biteni gerçek benliğimle uzaktan izlediğimde olmak istediğimin tam aksi yönde ilerlediğimi görebiliyordum. Bir amacım yoktu, yaptıklarımı sadece yapmış olmak için yapıyordum. Tüm bu mücevherler beni mutlu etmeye yetmiyordu. Miura benim aksime mutluydu. Mutsuzsa bile bunu bana belli etmez, duygularını benim aksime içinde yaşardı. Yalan yok bana çok destek oluyordu fakat benim artık rutinimden sıyrılmaya ihtiyacım vardı.

Cebimizdeki parayı kullanamadığımız için rutubetten çürümeye yüz tutmuş bir evin içerisine kendimizi hapsetmiş, bir sonraki soygunumuz için zaman kolluyorduk. Benim tek başıma zaman geçirebilmeye ihtiyacım vardı, bu fare deliğinde biraz daha vakit geçirmeye katlanamazdım. İçimdeki özgür olma isteği aklımı kurcalarken cebimden çıkardığım sigarayı dudaklarımın arasına aldım. Etrafta çakmak ararken Miura yanıma oturdu. Elindeki çakmakla sigaramı yakarken gözleri benim düşündüklerimi ifademden okumuş gibiydi. Dargın ve soğuk… İzmariti parmaklarımın arasına alıp ona döndüm.

" Teşekkür ederim. "

Bunu söylerken bıkkın gözlerimi kapatıp derince bir nefes almış ve kelimelerimin içine tüm minnettarlığımı katmıştım. Oysa benim sözlerimi önemsemeyip şefkatli gülümsemesiyle ellerimi sarmıştı.

" Dışarı çıkacağım Miura. "

Söylediklerime alaycı bir kahkaha patlatarak benim bunun tam tersini söylememi bekledi. Söylediklerimin gerçek olduğunu biliyordu. Üstüne yeni bir cümle eklemedim. . Kahkahasındaki alaylı tonlama benim bunu yapmamam gerektiğini açıkça söylese bile bana bunu bir de kelimelerle ifade etmek istedi.

" Öyle bir şey yapmayacaksın Chelsea. "

Söylediklerine kulak asmamış, dağınık odanın içerisinde üzerime giyecek bir şeyler arıyordum. Sigaramdan uzun bir nefes çektikten sonra rutubetli duvarda söndürdüm. Üzerime kalın bir hırka giydikten sonra kendimi sokağa attım. Hava kararıyordu. Şehrin içlerine girmemek kaydıyla uzun uzadıya yürüdüm. Öyle dar yollardan geçtim ki her an binalar üzerime devrilecek, bir enkaz olacağım, sessiz sedasız ölüp gideceğim diye geçiriyordum içimden.

Eve dönmeye karar verdiğimde sokak lambaları çoktan sönmüş, güneş kendini göstermeye başlamıştı.  Geldiğim yolları birer birer geçiyordum. Bileğimi kavrayan bir el beni durdurana kadar.

" Sana eşlik edebilir miyim? "

Bu sesi daha önce duyduğuma emindim. Kaçabilmek için elimi kendime doğru çektim fakat o kaçmama izin vermedi. Beni kendine doğru çektiğinde yüzünü ancak görebilmiştim. Ne söyleyeceğimi, nasıl kaçacağımı bilmiyordum. Boşta kalan elimle gizliden gizliye belimdeki çakıyı yoklayacaktım, fakat yerinde değildi.

" Bir polis memuruna zarar vermek istemezsin."

Parmaklarının arasında çevirdiği çakıyı bizden uzakta kalan bir tarafa doğru fırlattı. Gözlerini üzerime diktiğinde telefonu çalmaya başladı. Bu boşluktan faydalanarak karnına doğru bir tekme savurdum. Bileğimi saran elinden kurtulduğumda koşarak kaçmaya başladım. Sokağın sessizliğinde yankılanan adım seslerinin sadece bana ait olduğunu anladığımda dönüp arkama baktım. Benim peşimden gelmiyor, telefonla konuşuyordu. Adımlarımın ve iç sesimin gürültüsünün kesildiği noktada telefon konuşmalarını az biraz duyabiliyordum.

The SchwesWhere stories live. Discover now