II - Oni

100 51 76
                                    

- Oni'nin Ağzından -


Yediğim yumruğun verdiği sersemliği üzerimden atmaya çalışırken, diğer yandan etrafıma bakınıyordum. Gelen şiddetli bir öksürük sesiyle kafamı çevirdim. Göz göze gelmekten kaçındığım babam kızgın bir surat ifadesiyle beni seyrediyordu. Ne diyeceğimi, nasıl diyeceğimi bilmiyordum. Aramızdaki sessizliği bozan o oldu.

" Silahını neden kullanmadın?"

Verecek bir cevabım vardı fakat babamın tatmin olmayacağı açıktı. Ben insanları öldürmek için değil, korumak için polis oldum. Bana acıyarak bakan babam gözlerini daha fazla üzerimde gezdirmeye dayanamamış olacak ki kafasını başka bir yöne çevirerek konuşmasına devam etti.

" O kadar korkaksın ki... Oğlum demeye utanıyorum. "

Hiçbir şey söyleyemedim. Benim bütün sözlerime sağır bir insana dil dökmem çabasız bir çırpınıştan başka bir şey olmazdı. Babam yanımdan öylece geçip gittikten sonra birkaç prosedürü yerine getirip evin yolunu tuttum. Yalnız başıma kaldığımda gözyaşlarımın akıp gitmesine izin verdim. Neden babamı gururlandıracak bir evlat olamadığımı düşünüyordum. Yalnızca sigara molalarında, hiç bitmeyen dertlerini anlatan birkaç meslektaşım dışında pek arkadaşım da yoktu. Galiba katlanılması güç biriyim. Eve vardığımda düşüncelerimi tamamen saklamak istedim. Babam sanki düşüncelerimi duyacak ve beni azarlayacakmış gibi iç sesimi bile sustururdum. Yine yaptım.

Anahtarlarımı bulmak için ceplerimi yoklarken kapı açıldı. Açan kişi babamdı. Aceleyle montunu giymeye çalışıyor aynı anda telefonla konuşuyordu. Sıkça telefonla görüşürdü ve ne hakkında olduğunu söylemezdi. Aldırış etmedim ve yoluma devam ettim. Babamın hararetli bir konuşma içerisinde olduğu belliydi, yüksek sesle konuştuğunun farkında bile değildi. Kapıdan içeri giren adımlarımın rotasının doğruca odam olmasıydı planladığım. Ancak o his, o merak adımlarımı yere çiviledi. Yıllarca köşe bucak yapılan telefon görüşmelerini içeriğine olan merakım durdurdu işte beni. Babamın her zamanki sert ses tonu kulağıma çalınırken başımı arkama çevirdim. Babam kapıdan çıkmış, kapımızın biraz ötesinde,bahçemizde bulunan arabasının önüne varmıştı. Ancak binmemiş, kapısını aralamış telefonla görüşüyordu. Duymak için odamın önünden salona doğru gidip, babamın olduğu tarafa bakan pencerelerden birini araladım.

"Yanlış herifi öldürdüm demek de ne oluyor? Size dediğim en ufak görevi yerine getiremeyecekseniz siz ne boka yarıyorsunuz? Yapacağınız şey o lanet şirkete girip Jack denen adamı ortadan kaldırmaktı."

Babam arabasına eğilip birkaç kez üzerine çalıştığını gördüğümü sandığım dosyayı torpidodan aldı. Dosyanın üzerindeki fotoğrafı görebileceğim kadar mesafe vardı aramızda. Koyuya çalan ten rengine sahip bu adamın fotoğraftaki kişi olduğunu gördüğümde de, emin olmuştum artık. Masasında görmüştüm bu dosyayı. Sanıyorum ki, baktığı suçlulardan biri idi. Karşı tarafı bir süre dinleyip daha da sinirli devam etti konuşmasına.

"Öldürdüğünüz diğer adamın kim olduğu umrumda mı sanıyorsunuz ahmaklar? Bu konu bize dokunmayacak. Yediğiniz boku düzelteceksiniz."

Sakinleşmeye çalışır gibi derin bir nefes aldı.

"Formülü çalabildiniz mi?"

Bu cümlenin ardından kafam karışmıştı. Neler oluyordu? Bu sefer aldığı cevaptan memnun gözüküyordu. Babam dosyayı aralayıp sayfaları karıştırmaya başladı. Sonra aradığını bulmuşcasına bir sayfada durdu.

"Güzel, şimdi beni iyi dinleyin. Apollo Noble, silah kaçakçısı. Yalnız çalıştığı söyleniyor. Öldürdüğünüz adamın aslında kötü biri olduğunu, yasa dışı işlere karıştığını, çete için Apollo'dan silah tedarik ettiğini falan zırvalayın. Borcunu birikince de Apollo denen adamla ters düştüğünü, bu yüzden adamı bu söylediğim adamın öldürdüğünü söyleyeceksiniz. Zaten bu adam suçlu değil mi? Hiç kimse şüphelenip olayın peşine düşmez. Basını ve ailesini olayın böyle olduğuna inandırsanız yeter."

Babamın arabasına binmesi ile aynı vakitte olmuştu ardına saklandığım perde ile arama mesafe koymam. Kaşlarım iyiden iyiye çatılmıştı. Düşüncelerim beynimin içinde birbiri ardına girmişti. Küçüklüğümden beri babamın sert bir insan olduğunu bilirdim. Fakat ben hep, içinde büyük bir merhamet barındırdığını inanmayı seçmiştim. Ben, babamın çok iyi bir insan olduğuna inanmayı seçmiştim. Düşünüyordum ki, ben babam gibi başarılı olayım diye sert davranır böylesine. Ben onun gibi iyi bir polis olmalı, onun icra ettiği bu vazifeyi en az onun kadar mükemmel devam ettirmeliydim. Peki ya, az önce duyduklarım neyin nesiydi? Benim iyi babam, az önce öldürülen masum bir insanın ölümünün umrunda olmadığını söylemişti. Benim görevini en iyi şekilde yapan babam, iki insanın hayatını saniyeler içinde uydurduğu kurguya feda etmişti. Kurbanlarını o seçmiş, şimdi ise kurgusunun sahneleneceği yere doğru yola çıkmıştı.
Belki evinden çıkıp, varsa çocuklarıyla, ailesi ile vakit geçirecekti o adam. Ailesi nereden bilsindi ki, Dün hayatta, bütün diriliği ile ayakta iken, bugün öylece öldürülecekti. Hiçbir suçu yokken. Ölümünün gerçek sebebine bile layık görülmeyecek, suç işlemeyen birinin üzerine atılacaktı. Ben, Oni. Hayatımı kötü insanları cezalandırmaya adamış, bu amaç uğruna polis olmuş iken; kendime kutsal saydığım görevin aslında nasıl kullanıldığına şahit olmuştum dakikalar önce. Şimdi, belki haberim bile olmadan babamın benim kaç suçsuz insanı hapise attırdığını düşünüyordum. Bu ihtimal irkiltti bedenimi.
Gözlerimi yumarken, derin bir nefes aldım ve bir süre öylece bekledim.
Bir nebze daha sakinlemiş hissederken olduğum durumu farkına vardım. Tanrım, neler düşünüyordum ben? Mutlaka mantıklı bir açıklaması vardı. Açıklamasını soracak cesaret bende yoktu ya, o ayrı meseleydi.

The SchwesWhere stories live. Discover now