50🕯 "Do re mi sol sol"

En başından başla
                                    

Kapının önünde dikilen kalabalık bizi görünce yavaşça açıldılar. İçlerinden bir kadın tülbentini ağzına tutarak "Siz de kimsiniz?" diye sordu.

"Ben komiser Mevlüt Karaca. Bu da asistanım Faik Hekimoğlu. Açılın lütfen."

Kadın ve yanındaki iki erkek geri çekildiklerinde biz girdik içeri. Oda dışarıya nispeten çok aydınlıktı. Tuhaf bir şekilde güneş alıyordu ve sıcaktı. Odaya sinen şekerleme kokusu o kadar ağırdı ki insanın midesi bulanıyordu. Sanki çocukken hastalandığımızda annemizin zorla içirdiği meyve kokulu acı şurupları andırıyordu. Cezbedici ama aynı zamanda tahrip de edici.

Ayakkabım yumuşak dokusu ile sarı halı üstünde ilerlerken şaşkınlıkla etrafa bakıyorduk. Sarı dışında bir renk görmek mümkün değildi. Öyle profesyonelce dizayn edilmişti ki göz yormadan geçişlerle insanı ilizyona sürüklüyordu. Sarı peluş ayılar, sarı taş bebekler, sarı şekerlemeler ve sarıdan mütevellit her şey...

Kendimizi odaya o kadar kaptırdık ki Faik'in feneri zaten aydınlık odada taş bebeğin hemen yanında başı hafif yana eğik şekilde duran çocuk cesedinin üstünde durunca ancak kendimize gelebildik.

"O o o..."

Faik feneri yavaşça yere indirirken tıpkı yanındaki taş bebek gibi giydirilen çocuğa baktım. Zorla bir oyuncağa bantlanmıştı ve tıpkı bir kukla gibi bacakları ve kolları tuhaf şekillerle yerleştirilmişti.

Hızlı adımlarla çocuğa koşup önünde çömeldim ve bileğini elime alarak hemen nabzına baktım. Nabza bakmak istiyordum belki ama elimde tuttuğum bilek buz gibiydi. Böylesine soğuk bir bedende bir kalbin atması imkansızdı. Kaldı ki nabız da yoktu.

Hemen etrafına dolanan bantı çözmeye çalıştım. Öyle sert bantlanmıştı ki bunu yapan kişi çocuğu öldürmemişse bile kesin bu sertlikten ölmüştür. Cesedin defalarca sarsılarak ancak açabildiğim banttan sonra zorla kucağına oturtulduğu oyuncağı çıkardım ve çocuğu olduğu yerden kaldırdım. Hemen önüme uzattığımda Faik de yanıma geldi.

"Suni teneffüs yapacağım."

Faik başıyla onayladığında eğilip iki kere nefes verdim. Sonra kalp masajı yaptım ama hiçbir faydası yoktu.
İkimiz de olduğumuz yere çöktüğümüzde "Ölmüş," diye fısıldadım. Bunu duymayı ikimiz de istemiyorduk ama birimizin de söylemesi gerekiyordu. Aramızda uzanan çocuk cesedine öylece bakarken sesler gelmeye başladı. Önce adli tıpçılar sonra da savcının ekibi delil toplamak için geldiğinde ben ve Faik kalkıp dışarı çıktık. Binanın girişini şeritlerle çevirip içeride bir köşede öylece sırtımızı yaslayıp durduk. Şoka uğramıştım çünkü ilk defa böyle tuhaf bir vaka ile karşılaşıyordum. Normalde ya ölü bedenler bulup katili arıyor ya da parçalarını bulup bütününü arıyorduk. Şimdi bir de katilin nasıl bir manyak olduğunu bulmamız gerekecekti. İçerdi neredeyse sarı imparatorluğuna bürünmüştü ve bunu yapanın kim olduğunu gerçekten çok merak ediyordum.

"Komiser Mevlüt Karaca?"

Göğsümde başladığım kollarımı çözerek merdivenden bana seslenen genç adama doğru yürüdüm.
"Buyrun benim?"

"Savcı Bey tanıklarla görüşmenizi istiyor."

"Anlaşıldı."

Savcının ekibi didik didik içeriyi incelerken ben de Faik'le birlikte cesedi ilk bulanlar ve mahalle sakinleri ile konuşmaya başladık.

"İsminiz neydi?"

"Feriha Küçük."

"Cesedi kaç sularında buldunuz?"

"Valla komiserim ben bu mahallede oturmuyorum. Ablam var hemen yan binada. Onu ziyarete gelmiştim. Binanın önünden geçerken merdivenlerde şekerler gördüm. Merak edip takip ettim çünkü hep gelip giderim hiç böyle şekerler bırakıldığını görmedim. Şekerler bitmek bilmedi. Koridor ve odaya takip ettim. Odaya ilk girdiğimde ne güzel düzenlenmiş diye geçirdim içimden çocuğu fark etmedim. Hemen ablama söylemek için gittim geri döndüğü de bu iki adam zaten içerideydi. Bana çocuğu gösterdiklerinde gözlerime inanamadım. Hep oradaymış ama ben oyuncak bebeklerden biri sanmışım."

PROFESYONEL  [F•]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin