Fakülteden çıktık ve kampüs çıkışına doğru benimle yürümeye devam etti.

'Hikmet Hoca dersi daha iyi anlatıyor, değil mi?' 'Hakim veya savcılık düşünüyor musun?' 'Sence parasız kalır mıyız?' Gibi bir sürü soruyla peşimden gelmeye devam ederken hala şaşkındım.

Yiğit ile bu sene denk gelmiştik. İtalya'da geçirdiğim bir seneyi tekrar ettiğimden 4. Sınıftaydım hala ve Yiğit benden bir yaş küçüktü. Sene başından beri de konuşmuşluğumuz en fazla 1 defaydı.

Şimdi bu yaptığının mantığını çözememiştim.

Fakat bir an önce çözmem gerekiyordu çünkü kampüsün hemen dışında arabasını park etmiş, ellerini cebine yerleştirerek arabaya yaslanmış Kaan'ın çatık kaşlarını görmemek için kör olmam bile yetmezdi. Bir yandan güvenlik görevlisiyle sohbet ediyordu ancak bakışlarını bizden çekmiyordu.

"Aa," dedim sahte bir dost samimiyetiyle. "Kaan beni almaya mı gelmiş, ben mi yanlış görüyorum? Of ya, şöyle tatlı sürprizlere bayılıyorum."

Aynen kanka, bayılıyorsun.

Yiğit'in adımları yavaşladı.

"Siz ayrılmadınız mı ya?" Kaşlarım çatıldı. "Ne alaka?" Yiğit'in bakışları elime döndü.

"Yüzüğünü göremeyince ben ayrıldınız sandım." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Kusura bakma."

Benimde bakışlarım elime döndü ve sabah bulaşık yıkarken tezgahın yanına bıraktığım an canlandı gözümde.

Hakan Dinçer mutluluğa kavuşmasaydı eğer bunu hemen farkederdi ama artık yüzüğümde bende pek umrunda değildik.

"Ayrılmadık," diye cevapladığımda Kaan'ın kampüsten içeri girerek bize doğru yürümeye başladığını gördüm.

Yiğit'de bunu görmüş olacak ki apar topar 'hoşçakal' diyerek toz oldu.

"Niye kaçtı o lavuk?"

Kaan'ın sesi saniyeler içerisinde kulağımın dibinde biterken, "Senin geldiğini görünce uçtu," diyerek cevapladım onu sakince.

Kolunu omzuma atarak beni kendisine doğru çekti ve saçlarıma bir öpücük kondurdu. Ancak omzunun üstünden hala Yiğit'in gittiği yöne bakıyordu.

"Ne diyordu?"

Alt dudağımı dişledim hafifçe. "Not istedi."

Ağır adımlarla yürümeye başladık.

"Beni gördüğü an ilim irfan yolundan çıkmış olamaz. Sen asıl mevzuya gel."

Eh, ben söylemesem de Kaan öğreniyordu sonuçta.

Fakat bunu dillendirmeden bir cevap verdim. "Ya hayatım, niye canını sıkıyorsun ki? Boşver."

Kaan istediği cevabı almıştı.

Elime kenetlenmiş eli yüzük parmağımı okşadığı esnada kampüsten çıkmış, arabaya binmek üzereydik.

Küçük bir çocuk gibi huysuzca kaşlarını çattı. "Yüzüğün nerede?"

Ona kısa bir bakış atarak yolcu koltuğuna doğru yöneldiğimde o da şoför koltuğuna geçti.

Bu aramızda sessiz bir anlaşmaydı.

Arabaya geçip kapıyı da kapattığımda Kaan'ın gözlerini üstüme dikmiş bir şekilde pür dikkat beni izlediğini farketmem uzun sürmedi.

Pembe Düşler Mahallesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin