Bölüm 1

204K 4.1K 287
                                    





Hava müthişti ve sırtlandığım bu işin altından sıyrılabildiğim için kendimi çok şanslı ve çok mutlu hissediyordum. Kesinlikle bunun için bir ödülü hak ediyordum. Biraz daha hızımı arttırıp ilerideki soldan döndüm. İşte bu, işte bu, park yeri de var. Bu gün şans benden yanaydı. Yüzümü kaplayan kocaman sırıtışla birlikte arabamı park edip keyifle indim. Islık çalabilmeyi dilerdim. Çalamıyordum ama şu an ki havama ayrı bir hava katardı. Roma'nın arka sokaklarında kalan bu kafe dışarıdan öyle çok lüks görünmese de içi çok şirin ve benim çok rahat edebileceğim bir yerdi. Sahibi Enrike, dört yıldır sıkı bir arkadaşımdı. Canım sıkılsa ya da okulda üzüleceğim bir şey olsa soluğu burada alır; Ne kadar konuştuğumu ya da saati bilmeden Enrike ile sohbet ederdim. Ben geldiğim zaman o da hiçbir işi önemsemez bana zaman ayırırdı. Sayılı dostlarımdan biriydi ve onu gerçekten seviyordum.

Enrike, henüz 34 yaşında olmasına rağmen 6 yıllık eşini elim bir kaza sonucu kaybetmişti. Sıra bendeydi artık onun yanında olmak için. Bu günde sevincimi paylaşmak ve biraz olsun onun yüzünü güldürmek için buraya gelmiştim. İçeriye girerken kimsenin olup olmamasına bakmadan Türk selamımı verip seslendim " Selaaaaam" Yanındaki çalışanına bir şeyler söyleyen Enrike gözlerini kısarak bana baktı ve yüzümdeki kocaman sırıtışı izledi bir süre, sonra yavaşça kendi dudakları da yukarıya doğru kıvrılmaya başladı. Bu benim için geçiş izni gibi bir şeydi. Hemen yanına giderek kocaman sarıldım ve

" Hadi gel seni şöyle kocaman bir kafeye götüreyim ve harika bir kahve ısmarlayayım"

Ben muzipçe ona bakarken iki elimi de ellerinin içine aldı ve

" İşi alacağını biliyordum zaten. Sevindim. Dur bakayım sen şimdi benim kafeme laf mı ettin?" Yalandan bir sinirle bana bakarken uzanıp yanağından küçük bir öpücük çaldım ve

" Evet bayım işi aldım ve buraya da sana hava atmaya geldim" Sözlerimi bitirmemle kahkaha atması bir oldu.

Evet, istediğim buydu. Onun hüzünlü gözlerinde ışık olmasını istiyordum. Bırakmadığı tek elimi çekiştirerek benim sevdiğim cam kenarındaki masa dolu olduğundan arka taraftaki onun odasına gittik. Odaya girdiğimizde karşılıklı oturduk ve kahvelerimiz eşliğinde Fransa'daki büyük bir mağazanın ayakkabı işini aldığımı anlattım. O da bana sıkı bir iş kadını olabileceğimle ilgili nutuk çektikten sonra günlük konulara geçiş yapabilmiştik.

Enrike biten kahvelerimizi tazelemek için kalkarken ben de çalan telefonuma uzandım. Arayan Berke idi. Berke demek çocukluğum ve gençliğim demekti. İtalya'da yaşıyorduk ve Türkiye'ye sadece çocukluğumda gitmiş olsam da o benim için Türkiye demekti. Babam ve annem memleket özlemini bana da aşılamışlardı. Evimizde her zaman Türk kanalı izlenirdi ve buradaki Türklerle sıkı arkadaşlıklar kurmuşlardı. Memleket hasreti onları bu şekilde rahatlatıyor ve bağlarını kuvvetlendiriyordu.

Berkelerin evi evimize çok yakındı. Ailelerimiz birbirleriyle çok samimiydi. Bizi de birbirimize çok yakıştırıyorlar ve bir gün evleneceğimizi umuyorlardı. Berke'nin de böyle düşündüğünü biliyordum. Ona aşık olmasam da hep bir sıcaklık vardı içimde. Duygularımızı birbirimize açmasak ta bir gün bunun kaçınılmaz olduğunu bildiğimden ve bu konuyu açmayı Berke'ye bıraktığımdan bekliyordum.

Telefonu elime alıp ekrandan Berke'nin gülen yüzüne tıklayıp cevap verdim

" Buyrun ben güzeller güzeli, başarılı ve idealist patron Fulya Ergüneş"

Bir süre karşı tarafın kahkahasını dinledikten sonra cevap verdi

" Oo buradan işi aldığını mı anlamalıyım yoksa"

ŞANS Where stories live. Discover now