30 // i love you

7.3K 402 45
                                    

Oturduğum rahatsız edici yüksek bar taburesinde kıpırdanarak elbisemin eteğini düzelttim. Buraya geldiğimizden beri yaptığım tek şey meyve suyu içmek olmuştu. Cameron kapıdan içeri adımını atar atmaz kızların arasına karıştığı için bir daha onu görememiştim. Jessica ve Matt ise birlikte dans ediyorlardı. Tek başına oturup meyve suyu içmek kadar eğlenceli bir şey yok, cidden.

Bütün gece Justin'in beni aramasını beklemem hataydı. Telefonum elimden bir saniye olsun düşmemişti ve sonuç her zamanki gibi hüsrana uğramıştı. Artık bu durumlardan çok sıkılmıştım. Justin'in yanına gitmeye karar vermiştim ama emin değildim. Yanına gidip onunla tekrar konuşmayı deneyecektim. Yine beni dinlemek istemeyeceği barizdi ama gitmekte kararlıydım. Ona gerçekleri tümüyle anlatacaktım. Beni dinlemek istememesi umurumda değildi. Bas bas bağırarak anlatmam gerekse de boğazlarım şişene kadar bağırabilirdim.

Onu geri istiyordum. Fiziksel ve ruhsal yönden o kadar yara almıştım ki cesaretim ve umutlarım birer birer kesilmeye başlamışlardı. Onunla konuşmaya veya yüzleşmeye bu yüzden hiçbir zaman cesaret edip gidememiştim. Hele yeni sevgilisi de ortaya çıkınca iyice içimdeki cesaret kırıntıları yok olmuş, yerine bir boşluk bırakmıştı.

Bu akşam kalan cesaretim ve umudum sayesinde kendimi toparlayabileceğimi anlamıştım. Onunla konuşabilirdim, bunu yapabilirdim. Bana kızması pekte önemli değildi. Öfkesini dahi seviyordum. Onu tümüyle sevdiğim için ona kızamıyordum bile. Ama o, beni birkaç kelimesiyle paramparça edebiliyordu ve buna hakkı yoktu. Beni mahvetmeye hakkı yoktu.

Saat gece yarısını geçmiş olmalıydı. Müzik sesinden ağrıyan başımı ovuşturarak ayağa kalktım ve tanıdık birine rastlamak için bakındım fakat o kadar çok insan vardı ki, bulmam imkansızdı. Kaybolmamaya özen göstererek sıkış tepiş olan insanların arasından sıvışırken vücudumdaki yaraları dikkatlice izleyen bazı kişilere bakmamaya çalışmak epey zordu.

Ne yani? Hiç mi patlamadan yaralanan bir kız görmediniz?

Kendimi dışarıya attığımda hafif bir rüzgar beni esir almıştı. Mekanın özel taksilerinden birini gözüme kestirmeye çalıştım. Ama öncelikle Jessica'ya ve Cameron'a gideceğimi haber vermeliydim. Yoğun bakışlarını vücudumdaki kızarık ve morluklar üzerinde gezdiren insanların arasında daha fazla duramayacağım sanırım.

İkisine de gideceğimi anlatan kısa bir mesaj attım ve boş taksilerin birine bindim. Özel kıyafetine bürünmüş olan taksici tebessüm ederek adresi sorduğunda biraz tereddüt etmiştim cevap verirken. Fakat daha sonra hiç düşünmeden Justin'in evinin adresini söyledim tedirgince arkama yaslandım. Evde olur muydu bilemiyordum. Şimdi gitmek iyi bir fikir miydi?

Bir süre sonra evin önünde duran araba ile kendime geldim. İnmek ve inmeyip evime gitmem arasında gidip gelirken en son elim kapının koluna gitti ve kapıyı yavaşça itekledim. Bahçeye doğru yavaş adımlarımla ilerlerken heyecandan titrediğimi fark etmem uzun sürmemişti.

Evinde herhangi bir lamba yanmıyordu. Ardından sadece tozunu bırakan taksiye geri binmek için biraz geçti sanırım. Ya da belki de kilimin altında ki anahtar sayesinde gizlice evine girer ve ortalıkta cirit atardım. Ve bu biraz saçma olurdu.

Mutfağın camına yaklaştım ve içeriye küçük bir göz gezdirdim. Buradan salon görünüyordu ve ortalıkta Justin'e dair bir iz yoktu. Geri çekildim ve bahçeden çıkmaya hazırlandım. Buraya gelmem baştan hata gibiydi. Büyük ihtimal daha dönmemişti veya nöbete kalmıştı. Sesli iç çekişimden sonra arkamdan gelen kapı sesi ile irkilerek arkama döndüm.

Kahretsin. Kahretsin. Ve yine kahretsin.

"Lyd?" Dedi Justin şaşkın gözlerle beni incelerken. Onun sorusunu es geçerek elindeki çiçeklere odaklandım. Daha doğrusu buradan gittikten sonra Savanna'ya vereceği çiçeklere.

good night miss. terryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin