46 // it isn't mine

4.5K 296 28
                                    

Sıkıntıyla birbirine doladığım kollarım, önümde dumanı tüten sıcak kahve ve sarındığım ince pikenin içinde oturmaktan canım sıkılmış olsa da, hafta sonu yapabileceğim hiçbir şey olmamasından dolayı burada durmaya mahkumdum. Kesinlikle asosyallikte çağ açmıştım.

Dışarıda yine yağmur yağıyordu. Klasik Londra havasıydı bu. Aslında bu ılık hava da çıkıp gezmek güzel olabilirdi fakat benim en büyük ve tek yeteneğim olan üşengeçliğim bunu engelliyordu.

Yukarı kattan gelen seslerle irkildim. Ben uyandığımda, Justin daha kalkmamıştı. Onun odasına gidip baktığımda gayet rahat bir şekilde uyuyordu. Kolu hâlâ acıdığı için sağ tarafına yüklenememesi yüzünden hep düz bir şekilde yatıyordu genelde.

İki gün sonra gidecek, yani Amerika'ya geri dönecekti. İşine devam etmesi gerekiyordu çünkü. Ve doğal olarakta iyileşmişti. Neredeyse bir buçuk veya iki aydır benimleydi ve ona birazcıkta olsa alışmıştım. Ama içimde ona karşı affedici bir duygu pekte filizlenmiş sayılmazdı.

Birkaç tıkırtı sesinden sonra duyduğum, "Lydia yukarıya gelebilir misin? Siyah kazağımı bulamıyorum!" bağırışıyla gözlerimi devirerek pikeyi ayaklarımla tekmeledim ve bacaklarımı koltuktan aşağıya doğru sallandırdım.

Merdivenleri paytak adımlarla tırmandıktan sonra Justin'in odasına ulaşmıştım. Aralık olan kapıyı elimle ittikten sonra Justin'i valizinin başında görmüştüm. Tabi, eşyaları ve kıyafetleri yatağın üzerine saçılmış bir vaziyette.

Dağınık sarı saçları havaya kalkmış, eşofmanı ise poposundan kayarak düşmek için hazırlanıyor gibiydi. Hafif şişmiş gözlerinden de anlaşılıyor olsa gerek, yeni uyanmıştı sanırım.

"Sadece düz ve siyah bir kazaktı," Diye mırıldandı sadece ikimizin duyabileceği bir tonda.

Yıkamış olabileceğimi ve dolabına yeşleştirdiğimi hatırlıyor gibiydim. Daha doğrusu benim dolabım olan fakat onun işgal ettiği dolap.

Birkaç adımda dolaba ulaştım ve kapağını açıp gözümü içinde gezdirdim. Dağınık dolabın içinde ve tişörtlerin arasında sıkışıp kalmış siyah bir şey görünce direk elimi uzattım. Çekiştirdiğim gibi de kazak olduğu belli olmuştu.

Arkamı dönüp, "Bu mu?" diye sordum kazağı kastederken. Başını olumlu anlamda salladıktan sonra kazağı aldı ve hızlıca üzerine geçirdi. Ayakta dikildiğimi fark edince bende odadan çıkmaya hazırlanmıştım ki Justin'in sorusu yüzünden ayaklarım oldukları yerde kalmışlardı.

"Bu senin mi? Galiba böyle bir şeyin benim olacağını sanmıyorum," Kıkırdadı ve elindeki kırmızı kutuyu dışından incelemeye başladı. İçine bakmamıştı, sadece dışından ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi.

"N-Nasıl bu kadar aşağılık olabiliyorsun?" Sesim, bağırmak istememe rağmen soğuk bir derecede sessizdi. Justin'in bana bir adım daha attığını görünce geri çekildim.

"Lydia, cidden her şeyi yanlış anladın." Dedi ellerini havaya kaldırırken. Gülleri tuttuğu elinin avcundaki kırmızı kutuyu fark etmiştim ama fazla ilgilenmedim.

"Her şeyi gördüm." Derken görebildiğim kadarıyla Savanna, kollarını göğsünde birleştirmiş ve alaylı bir ifade ile ikimizi süzüyordu. İçimden ona saldırma dürtüsü gelmiyor değildi. "Haklıymışsın," Fısıldayarak devam ettim onu dinlemeden. "Birbirimizden iyice soğumayı beklememize gerçekten hiç gerek yokmuş,"

Kollarımı tutmasıyla Justin'i bütün gücümle ittim. Gözlerim sinirden kararmıştı. Başım dönse de aldırmadan zorlukla, "Ben artık bıktım. Sen kendini vazgeçilmez mı sanıyorsun?" diyebildim. Kalbimin çarpıntısı kulaklarımda yankılandı.

good night miss. terryHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin