21. Bölüm

8.4K 427 414
                                    

Gülümseyerek, içimden selâmladım önümdeki kalabalığı.
Herkese selâm, sana üçün biri lan Erdem. Bana attığı kısa bir bakışı görmemezlikten gelerek ve göz göze gelmemeye çabalayarak masanın başının sağ yuvarlak bölgesine geçip, boş bir sandalyeye oturdum. Neyseki benden çok uzaktaydı. 

Gözümün ucuyla nerede olduğunu takip ediyordum. Masadan hafif uzaklıkta, kadınları etikelemeye çalışıyordu.
Başarıyordu da.
Onu nerede olsa tanırdım. Tipi ben şerefsizim diye bağıran insanlar vardır. İnsan sarrafı olmaya gerek yoktur üstelik böyle tipleri tanımak için. Kolaylıkla tanırsın onları. Erdem o güruhun başkanıydı.
O, hiçbir zaman bir kadını etkilemek için beş dakikadan fazla uğraşmamıştır.

Genelde samimi bir gülüşle kısa sürede başarıya ulaşırdı.
İnsanlar, samimi olan insanları direkt iyi kategorisine almaya bayılırdı zaten. Konuşkan, girişken insanlar asla kötü olamazlardı. Soğuk ve mesafeli insanlara da aynı hızda bir kulp takılırdı. Sevimsiz, denilirdi. Konuşmadı, gülmedi ya, illa kötüydü o soğuk nevale. Samimiyetle gülen, sohbet eden insanlar da sessizler gibi ikiyüzlü ve sinsi olabiliyorken, tatlı dilliler de pek tabii bir yılan olabiliyorlardı.
Hepsi tarafımca test edildi ve onaylandı.

Gülümseyerek, ona zinhar yakışmayan beyefendilik maskesiyle geldi ve tam karşımdaki sandalyeye oturdu. Beyefendi... Odaya gidince beynimi takacağım. Olmuyor böyle. Erdem'le aynı seviyede olacağım diye beyinsiz beyinsiz dolanamam.

Hâlâ gülümsüyor, nasıl da kibar, nasıl da sempatik... Ama aslında çok zehirli bir YILAN. Zehri hâlâ damarlarımda dolanan bir yılan üstelik. Bu gülümsemeye kanmayacak kadar yaralı ve tecrübeliyim, onda her türlü itlik, çakallık mevcuttur. İnsan değil hayvanat bahçesi sanki.

Onu izlemeyi bırakamıyordum, hani insan nefret ettiğini süzer ya uzun uzun, tiksintiyle, öyle bir tutku benimkisi de. Nefretimden dolayı alamıyordum gözlerimi ondan.

Şaşkındım.
Bunca zamandır ettiğim bedduânın hiç mi biri tutmaz? Tutmamış!

Aksine, vücut geliştirmiş, daha da yakışıklı olmuş. Görüntü apple ama içi windows 98.

Üstelik ölür sanmıştım. Bunu ciddi ciddi ummuş ve hep bu yönde duâ etmiştim. Öldürmeyen Allah böyle mi bırakıyordu? Böyle mal...

Onu izlerken anladım ki; laf olsun diye değil, gerçekten nefret ettiğim için durmadan tekrar ediyordum bunu. İçimde, eskisi gibi kuşlar ötmüyordu onu görünce. Aslanlar, ayılar kükrüyor, adeta parça pinçik etmek, öldürmek istiyordu onu.

Onu vurmuş, topal bırakmıştım. Neredeyse bir cana kıymıştım. Üstelik Kathrine'in yaşadığını bile bilmiyordum ama hiçbiri için de vicdan azabı duymuyordum. En çok da buna üzülüyordum. Erdem içimdeki insanlığı söküp almıştı.

Aslında o gülümsemenin nedeni kibarlık da değil küçük çaplı zaferinin ganimetiydi. Sıkıntılı bir nefes aldım. Aklım yirmi dakika öncesine gittiğinde kaşlarım daha da çatıldı.

Sabahtandır tuvalet ihtiyacımı gidermemek için zor dayanıyordum. Bilerek tuvaletin yolunu tutmamış, İvan'ın yanından bir an olsun ayrılmamıştım. Onunla birlikte gitmeyi de teklif edemiyordum, çünkü şimdiye kadar çok dikkat çekmiştim. İvan bir şeylerin ters gittiğine dair kokular alıyordu ve benim ödüm kopuyordu. Aklına gelenin başına gelenlerdendim ben. Son bir gayretle bacaklarımı birbirine bastırdım ama artık dayanamıyordum. Adım attıkça sidikli sularda yüzüyordum.

"Lavoboya gitmem gerek," dedim ona gülümseyerek. Benimle gelmesini nasıl cani gönülden dilediysem artık, "Bekle, benim de gitmem gerek," dedi. O an o kadar mutlu oldum ki, İvan bunu çok başka şeylere yordu. Gözleri şehvetle parladığında dudağının kenarı seksice yukarı kıvrılmıştı. "Kaçamak yapacak kadar vaktimiz yok."

TUTSAKWhere stories live. Discover now