16.Bölüm...

253 4 0
                                    

“ben… Şey…”

Hye su endişe ile etrafına bakındı. İçinden dualar ediyordu hemen karşısında duran adamın sorusundan kurtulmak için ama inatmış gibi hiçbir şey olmuyordu. İl sung daha dikkatli bakıp “Evet sen?” diye yineledi sözlerini kızın. Hye su bir kez daha etrafına kaçamak bir bakış atıp çaresizce başını öne eğdi.

“Adım Park Hye su…” dedi çaresizce. Yüzünü saklamak istese de zoraki de olsa başını kaldırdı. Utançtan yüzü kızarmıştı. Hemen arkasından il sung’un gözleriyle buluştu gözleri. Yüzünün belirli kısımlarında belli belirsiz bir gerginlik vardı. Bu kaderin ona oynadığı bir oyundu sanki…

**

“Adın ne benim adım lee il sung. 6 yaşındayım…” dedi il sung gözyaşlarının henüz dindirmeyi yeni başarmış küçük kız yumuk yumuk elleriyle yüzünü kurulayıp “Adım park hye su. 3 yaşındayım…” dedi. İl sung minicik yüzün büyük elbise içinde kaybolmasına hafifçe gülümseyip elini kıza uzattı. Derin iç çekişleri içine işlemişti şimdi ise hafif gülümseyişi içine işliyordu…

**

Aklına gelen düşünceyi zihninde en gerilere göndermeye çalışarak direndi bir süre il sung. Hemen karşısında duran kadın hem yemin ettiği küçük kızdı hem de âşık olduğu kadındı. Bu nasıl bir tesadüftü bilinmez oturduğu yerde doğrulup hafifçe gülümsedi. Kızın daha fazla bir şey anlatmasına gerek yoktu. Onu şimdi en yakından tanıyan birisiydi o. Hızla elini kavrayıp “Bu kadarı yeterli.” Dedi. Onun mahcup bakışları daha çok üzülmesine sebep oluyordu.

Hemen arkasından yankılanan araba sesi ile elini kızdan çekip bakışlarını arka tarafına çevirdi. Çiftliğe giriş yapan aracın yolda çıkardığı sese kulak kesildi bir süre. Aynı anda bakışlarını hye su ya çevirip “Birini beklemiyordum…” dedi. Ne olduğunu anlayamıyordu. Burayı kendisinden ve abisinden başka babası bile bilmezdi. Hızla oturduğu yerden kalkıp ileride hızla giriş yapan araca dikkat kesildi.

Hye su ya da hazır olması için işaret yapıyordu. Eli yavaşça havaya kalkıp kızın sabit kalmasını ve beklemesini işaret ederken araç görüş alanına girdi. Siyah üstü açık arabayı bir bakışta tanımış aynı anda da derin bir nefes almıştı. Aldığı nefesi bırakırken az önce kalktığı yere oturdu. Sessiz konuşmalar bitmiş iliklerinde ki korku serbest bırakılırken akıllarında ki soru işaretlerine de cevap bulmuştu.

İl sung rahatça kalktığı yere kurulurken “gelen abimmiş…” dedi. Hye su’nun da karşısına oturmasını işaret ederken…

“Bir süredir san jose de nişanlısının yanındaydı. Anlaşılan bugün dönmüş…”

“Sanjose mi?”

Hye su şaşkınlıkla dile getirdiği şehirden bir gram anlam çıkarmazken aracın yerde çıkardığı sesler duymuş yerini açılan kapıya bırakmıştı. Şaşkın bakışlarını ileride bir yere kilitledi. Araçtan çıkan adama korku ile dikkat kesilmişti. Sanjose kendisine göre büyük bir şehir olabilirdi ama o kadar da çok büyük bir yer değildi.

Ve kaldığı şehir merkezinde bir yerde karşılaşma ihtimali ile yüz yüzeydi. İl sung’un hızla kalkıp abisine yürüyüşünü takip etti. İçinde tarifi zor bir korku peyda olmuştu ama bastırmak zorundaydı. Dudaklarını yavaşça gerip kendini gülümsemeye zorladı. Aynı anda konuşulanlara da kulak kabartmaya çalışıyordu…

“Ufaklık burada ne işin var senin?”

“Seni ziyarete geldim moruk… Amerika seyahati nasıl geçti.”

Kolları birbirlerine dolandığı an hye su’nun bedeninden bir ürperti geçti. İçgüdüleri sanki tehlikenin büyük sinyallerini veriyordu. Bakışlarını adamdan ayırıp masaya çevirmeye zorladı. Üzerinde ki dar kesim gömlekten vücut kasları adeta fışkırıyordu. İl sung’un zayıf bedeniyle hiçbir alakası yoktu. Esmer teni göz kamaştırıcı olduğu kadar zehirli bir yılan gibi de gözüküyordu.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin