11.Bölüm...

411 5 0
                                    

Ayaklarını yere vura vura ilerledi hye su. Ne kadar gıcık bir adamın hayatını kurtardığının henüz farkına varmıştı. Sarı saçlarını kafasına geçirdiği siyah şapkanın altına saklayıp insan dolu caddede yürümeye başladı. Artık fark edilmesi güçleşmişti. Sora’nın evinde bedenine sardığı çarşaflar sayesinde kendi kilosunun kat kat fazlasını gösterdiği gibi sarı saçlarında siyah şapkanın altına saklanmıştı.

Yüzünün bir kısmını kapatan güneş gözlükleri de onun nasıl biri olduğunu saklıyordu. Elleri cebinde gayet serseri bir halde ilerledi sokakta. Ayağında ki yeşil canverse de içinden minnet duyuyordu. Adımları gayet hızlı ve rahattı. Aklında ise Chin ho vardı. Uzun zaman gibi gelmişti ondan ayrılalı. Ama öyle değildi işte. Şu birkaç günü aklından geçirdi.

Taksiye bindiğinde hızla kapatılan kapı canlandı gözlerinin önünde. O zaman korkudan fark edememişti Chin ho’nun bakışlarını ama şimdi anlayabiliyordu o bakışları. Gözlerini sımsıkı kapatıp onun yüzünde ki pürüzleri hatırladı. Dudaklarının hafifçe gerildiğini… Endişeyle dişlenen dudaklarının kuruluğu yüzünden çatladığını hatırladı. Ne çok şeyi unutmuştu il sung’un yanında.

Bir banka tünediğinde hafifçe esen rüzgâr ona suyun berrak kokusunu getiriyordu. Bir süre rüzgârın kulağına fısıldamasını dinledi. Bir müzik gibiydi kulağına dolan sesler. Hye su aklından geçen düşünce ile açtı gözlerini. Kore’ye döndükleri zamanlardan birinde Han nehrinin yanında bir konser olduğunu hatırlamıştı.

Konser alanına uzak olan bir ağacın altına tünediklerini ve biralarını tokuşturduklarını hatırladı hye su. Zihnini daha çok zorlayıp Chin ho’nun söylediği sözleri hatırladı. Zihnini zorladıkça her şey şimdi oluyormuş gibi net ve berraktı.

**

Chin ho elinde ki bira kutusunu sıkıp önünde uzanan Nehrin güzelliğine baktı bir süre. Az ileride kulağına dolan müzikten hoşlanmasa da Hye su için gelmişti buraya. Bakışlarını yavaşça kıza çevirip “en çok özlediğim yer burası sanırsam.” Dedi. Kızın hemen yanında durmasına rağmen çok uzaklara baktığının hep farkındaydı ama önemsememeye çalışıyordu.

Elindeki birayı kafasına dikip “Senin en çok özlediğin yer neresi?” dedi. Kızın koyu kahve saçlarının ahenkle dans ederek kendisine döndüğünü fark ettiğinde bakışlarını ipek yumaklarından çekip kızın yüzüne baktı. Onun pürüzsüz yüzüne orantılı güzel dudakları zihnini bulanıklaştırıyordu. Hye suyun gülümseyerek “Evimi… Amerika da ki evimi özledim.” Dediğini duydu. Bu da kalbini kırmıştı.

Oysa her zaman geldikleri bu umut dolu ağacın altını özledim demesini beklerdi. Bakışlarını kızdan çekip nehre çevirerek “okul bitince daha çok özleyeceksin o zaman.” Dedi. Ama beklemediği bir şey vardı. Hye su elindeki birayı kenara bırakıp çimenlere uzandı. Gökyüzünde ona gülümseyen yıldıza baktı. Bir sürü ışık nedeniyle gözükmeyen yıldızların hemen orada kendini izlediklerinden haberi vardı.

Ama en parlaklarının gözüktüğü bir zamanda oldukları için elini en parlak olan yıldıza doğru uzattı. Narin dudakları büzülüp hemen ilerideki yıldıza “pufff” dedi. Chin ho’nun ona şaşkınlıkla baktığını bildiği için ona bakmadan yıldızı avuçlarının içine almaya çalışarak “Amerika benim için en parlak yıldız.” Dedi.

Parmaklarını hafifçe açıp yakaladığı yıldızı serbest bırakır gibi davranırken kıkırtıyla güldü. Amerika onun için artık bir yıldız değildi. Onun memleketiydi. Kollarını başının altında topladı. Gözünü ise o parlak yıldızdan ayırmıyordu. Yanına chin ho’nun uzandığının farkına vardığın da hafifçe yıldıza gülümsedi.

KAÇAK GELİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin