S2- BÖLÜM 10: TUTSAK

2.2K 255 281
                                    

Heeelllooooooovvv!

Ben geldiiimm!

Siz de geldiniiiizz!

Hoşşş geldiniiizzzz!

Ummmarımm iyi geldiniiiizz!

Ben de inşallaaahhh!

Evet, geçen bölüm anlaşılmayan bir konu var; Rothlar. İlk olarak Roth ailesi şu anlık Claudia ve Liona. Yani biz daha bu kadarını gördük. Şimdi gelelim bunların yaptıklarına; Eleanor 5. bölümdeyken ormanda aldığı yarayı kendilerine borçlu. Ayrıca kurt boğan ve dahi mine çiçeğini de. Zihnine girenler de Rothlar ve bunu aradaki bağlantı sayesinde yapabildi. Neden Eleanor ile münasebete girdiklerini de önceki bölümde Danny bize söylemişti. Eleanor de kendilerinin başına bela olacak, emin olunuz (yazdım) .

O hâlde oylar diyorum, yorumlar diyorum haktır diyorum teşekkür ederiyoruuumm!

İyi okumalar efenimmm!

🌜🌚🌛

"Zaman en büyük tutsaklarını akrebinde saklamıştı."

  🌜🌚🌛

      Bir an tüm etrafımı sis kaplamıştı. Bu öyle bir sisti ki Bay Canavar'ın simsiyah gözlerini dahi yok ediyordu. Sisin içinde yankılanan tek şey benim kalp atışlarımdı. Nefeslerim hızlıydı, kalp atışlarım da onunla orantılıydı. Sesli bir şekilde yutkundum. Şokla dolan gözlerimi önüme çevirdim. Sis yavaşça dağılırken simsiyah gözleri hissettim, bu benim Marcus'umun gözlerine ait siyahlık değildi. Bu yük yapan bir siyahtı. Hayatıma tüm karanlığı sıçratan bir siyah. Işığımı söndüren bir karanlık... Ateşime boşluk olan bir karanlık...

Dolan gözlerimi kapatırken damlalar kirpiklerime tutundu. Yaptığım şey, hayır yaptığım şeylerin cezasını veriyordu ona göre. Senin sığındığın kapıları yakarım diyordu, oğlumun gücü benim diyordu. Ve dahası bana bunları veren sensin diyordu. Marcus bunlara senin yüzünden katlanıyordu.

Kirpiklerime tutunan damlalar usulca süründü gözaltıma. Karanlıkta hiçbir ışık parlamadı. Hiçbir ışık tutulmadı damlalarıma, hiçbir siyah olmadı kapımı çalan. Ne siyah koştu yardımıma ne de beyaz. Kalbimi dizginleyebilecek hiçbir şey yoktu, ruhumdaki ateşi harlayan odunlar haince atılıyordu. Yanağımdan usulca süzülen damla öyle haindi ki herkese gösteriyordu kendini. Bu aptallığıma geçiremediğim sözümdü. Boynum eğilmesi gereken yerde dik durmuştu.

Oyun kurucu olduğumu iddia ederken oyunlarımı yakmışlardı.

Bay Lionel Russel bana iyi bir ders vermişti. O haklıydı. İpler onun elindeydi. İpleri ören kişi de ben değildim. İpler ondaydı ve ben o ipleri tutabilecek güçte değildim. Bizi bir oyuna sürüklemiştim ve yenilmiştim. İpler ondayken benim oyunu kurmam bile önemli değildi. O isterse beni şu an bile öldürebilirdi. Öyle bir güce sahipti. Ama öldüremiyordu... Beni öldürürse Marcus'un ne pahasına olursa olsun onu öldüreceğini biliyordu. Ve dahası kendi oğlundan korkuyordu. Onun zaafı da buydu.

GÖLGE KANIWhere stories live. Discover now