22. B ö l ü m.

21.5K 973 271
                                    

Ondan geri çekildim. Çenem onun elinin arasından kayıp uzaklaşırken, bakışlarımı yüzünden kaçırıp, silah mahzenine doğru çevirdim. Son basamaktan da bir adım daha atmam ile tüm ışıklar tamamen açıldı. Loş ışıkta arındı.Simsiyah bir tarzda dekore edilmişti silah mahzeni. Etrafıma hayretle bakarken bu görüntüyü kesinlikle beklemiyordum. Lazerler odanın içinde vardı. Fazla büyük olmayan odanın duvarları da tamamen demir halkalar ile doluydu. Demir halkaların üzerinde ise çeşit çeşit silahlar asılmıştı.

Silahlar büyükten küçüğe doğru asılmıştı. En üsteki iki raflar makineli silahlarla doluydu. Mermirleri üzerinde asılı dürürken hepsi kocamandılar. Tam savaşta kullanılmalıktı.

Makineli silahların altında ise sniperlar vardı ve hepsi çeşit çeşitti. Sniperların hemen altında tüfekler bulunuyordu. Kalın tüfekler ve ince tüfekler vardı. Normal ya da pompalı tüfeklerdi. Hepsi uzundu ve aynı diğer silahlar gibi koyu renklerdendi. Altta küçük bir tablo ile hepsi kodlanmıştı.

Tüfeklerin altında ise makine silahların farklı çeşiti ve küçük boyları vardı. Bunların arasında bir kaçı kahverengindeydi ve ben bu silahların ismini biliyordum. Ak-47. Çoğu kez filimlerde çıkan o meşhur silahlar. Bunlar hızlı kurşunlu olan silahlardı. Şimdiye kadar bir tek asker dizilerinde görmüştüm. Bir de ulaşta da vardı bu çeşit silahlar.

En alttakilerde normal tabancalardı. Hepsi birbirine benziyor, gri, siyah ve gümüş renktelerdi. Bu çeşit silahları ise korumalar ve Mesih'te çoğu kez görüyordum.

Son olarak ise demir hakaların üzerine asılmış olan silahların altında camdan yapılmış siyah bir ekipman dolabı vardı. Camdan içini az çok görebiliyordumm bir sürü farklı farklı bomba mevcuttu. Ses bombaları, sis bombaları, el bombaları. Bir sürü çeşit çeşit vardı.

Bir an bu bombalardan birisini alıp Sınırsız şehrinin tam ortasına fırlatarak kaçmayı düşündüm. Çekirge sürüsü gibi yok olurdu bütün şehir. Kendi düşündüğüme gülmemek için yüz kaşlarımı hareket ettirmemeye çalıştım.

Odanın ortasında kocaman bir ada tezgahı duruyordu ve tamamen camla kaplıydı. İcinde ise düzenli bir şekilde, sırasıyla dizilmiş kurşunlar vardı. Uzun kurşunlar, ince kurşunlar, kalın kurşunlar, sivri kurşunlar. Hepsi birbirinden farklıydı. Bazıları gümüş, bazıları siyah, bazıları ise barut renginden ibaretti.

Kurşunlar küçücüktü fakat insanların canını saniyeler içersinde alıyordu. En korkuncu buydu zaten.

Tüm silahlar aynı olsada modelleri, tasarımları ve isimleri farklıydı. Tüm silahların üstünde tacı bulunan aslan figürü vardı. Nedense bunun Mesih'in simgesi olduğunu düşünüyordum.

Ona, onun şehrinde aslan kralı diyorlardı. Şehrine bir aslan edasıyla hükmettiği için bu lakabı takmışlardı. Fakat bu mahzende gördüğüm kadarıyla lakabı sonuna kadar hak ettiğini görüyordum ve anlıyordum

Ona baktığımda elleri cebinde beni izlediğini gördüm. "Üzerlerinde neden satranç Şah'ı figürü yok? Madem namın Şah, o zaman niye satranççı temsil etmiyorsun?" diye sordum. Simgeye bakınca aklıma direkt bu soru gelmişti.

"Çünkü beni devirecek tek bir insan bile yok," dedi, net ve kibirlice.

Kaşlarım havalandı. "Ya çıkarsa?"

"Çıkarsa onu yok ederim." dedi, rahat bir tavırla.

"Titaniki de Tanrı batıramaz dediler ama bir buz parçasıyla güme gittiler." dedim. Söylediğim söze mahzende gezdirdiği gözlerini bana çevirdi.
"Kibirlenme Mesih Şah. Devrilmem deme bir gün gelir küçük bir piyon gelir devirir seni, eder tahtından."

KIRMIZI DÜŞWhere stories live. Discover now