4. B ö l ü m.

35.6K 1.3K 1.1K
                                    

Yeni bir gün. Yeni bir sabah, yeni bir umut. Cıvıl cıvıl bir şekilde kalkmış, beni karton evinde misafir eden yaşlı amca'ya teşekkür ederek ayrılmıştım. Benim bugün bir iş bulmam lazımdı. Eğer bu şehirde kalmam gerekiyorsa bir iş bulmalıydım. Okulumu yarım dönem boyunca dondurmuştum. Rektörle konuşmuştum zaten. İstediğim zaman devam edebilirdim. Sonrasında ise gün boyu sokak sokak gezmiştim. Fakat iş yoktu. Kendime mesken bellediğim sahil kenarındaki banklardan birine bağdaş kurarak oturmuş, kucağımdaki gazeteyle ve ağzımda başını dişlediğim dolma kalemimle iş sayfalarına bakıyordum.

" Garsonluk- doldu. " Çarpı işareti konuldu.

" Sekreterlik- doldu. "Çarpı işareti konuldu.

" Bulaşıkçı- doldu. " Çarpı işareti konuldu

Hepsi dolmuştu. Offff. Ama gözlerim sondaki yazıya kaydı.

" Seracılıkta eleman. " Tik işareti konuldu.

Evvet işte buydu. Mükemmel bir seçenekti. Çiçeklere, bahçelere hasta olduğum için peyzaj mimarlığını seçmiştim zaten. Mükemmel seçimdi. Tam bana göreydi. Hem uzakta'da değildi. Maaşı'da iyiydi. Yapabilirdim bunu, evet. Çantamdan telefonumu çıkartarak gazete üstündeki numarayı tuşladım. Telefonumu da bir bakkalcı'dan rica etmiştim şarj doldurması için. Beni kırmayıp kabul etmişti sağolsun. Birkaç çalış sonrasında naif bir kadın sesi telefona doldu.

" Buyurun? "

Boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım. "Merhabalar. Yazılı iş ilanı için aramıştım da. Gazetede gördüm de. Eğer kabul ederseniz serada çalışmak için baş vurmak istiyorum."

" Öyle mi? Bizde uzun zamandır bu işte çalışacak birini arıyorduk. "

Birkaç konuşma daha sonrasında iş yerinin adresini verip kapatmıştı. Ayy buldum sayılırdı. Bence alırlardı beni. Benden daha çiçeklere aşık birini mi bulacaklardı Allah aşkına? Banktan hızla kalkarak, kotumu silkeledim. Düne göre hava bugün fazla soğuk değildi. Lapa lapa kar yağmasada serpiştiriyordu. Valizimi alarak yola koyuldum.

Bağ'ı andıran, üstü gölgelik filelerin kaplı olduğu geniş sera da gezerken, etrafıma hayranlıkla bakıyordum. Yer has topraktı. Oldukça büyük seraydı. Filenin içi çeşit çeşit çiçeklerle ve limonlarla doluydu. O kadar güzeldi ki rengareniğiyle insanın içini açıyordu. Kış ayında olmamıza rağmen, üstelik kar yağmasına rağmen tüm çiçekler canlı ve ısıl ışıldı. İnsana yaşama sevinci veriyordu. Yanımdaki Ablanın adı da Ece ablaydı. Bu seranın sahibiydi. Ona çiçeklere, yeşilliğe ne kadar tutkun olduğumu anlatmıştım. Peyzaj mimarlığını okumam da benim için artı puandı.

" Çiçeklerle aşk yaşıyorsun vallahi. İlk defa senin gibisini görüyorum Lahzacım. "

Ece abla bile benim çiçeklere olan hayranlığıma şaşırıyordu. Gülümseyerek Ece abla'ya döndüm. Bakır rengi saçlarıyla, güzel ela gözleriyle ve 38'li yaşlarına rağmen genç ve zarif bir kadındı.

" Abla çiçekler, yeşillik, doğa olmasa insanoğlu bir hiçtir. Bayılıyorum çiçeklerle ilgilenmeye. Hele bir ev tutayım, çiçeklerle donatacağım balkonu, bahçeyi. Ay bir de senin, benim eski evimiz görmen lazımdı. Annem şikayet ederdi yeter kızım ev çiçekçi dükkanımı ev mi belli değil diye. Frezya'ya ve lavinya çiçeğine bayılırım. "

Heyecanıma güldü. " Çiçeklere bağlı olman herhangi bir sebebi var mı? " diye sordu.

Toprağın üzerinde, her yanımızın çiçeklerle kaplı alanda yürümeye başladık. Bileğimdeki anneme ait bilekliği okşarken konuşmaya başladım. " Aslında babam'dan gelen bir tutku bu. Babam yetimhane kapısında çalışırken yetim çocuklar için bahçeye hep çiçek dikermiş. Kalan çiçekleri de eve getirirdi. Bahçeye ekerdik. Bende alıştım ve sevdim. "

KIRMIZI DÜŞजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें