Manisa'da gece olmuş, işlerin bitiren Saray halkı kendilerini uykunun derin kollarına bırakmıştı. Yine de bu herkes için geçerli değildi, zira Saraydaki iki aşık hala uymak için çok da yorgun oldukların düşünmüyorlardı.
Şehzade Selim ve Gülnar Haseki gecenin tadın çıkarıyor, bir taraftan da sohbet ediyordular. Gülnar Haseki şerbetin yudumluyor bir taraftan Şehzadesinin güzel şiirleri ile adeta mest oluyordu. Gülnar Haseki başın yana doğru eğmiş cilveli bakışlarıyla Şehzade Selim'in yüzünü incelerken konuşmaya başlamıştı.
"Şehzadem, orman havası bize iyi gelecektir. Birlikte ava çıksak çok güzel olurdu."
"Haklısın, Gülnar'ım. Birazcık Saraydan uzaklaşmak iyi gelir ikimize de. O vakit en kısa sürede ava çıkacağız. Hem sende avcılık hünerlerimi görmüş olursun."
Şehzade Selim, sabah Gülnar Haseki'yle birlikte güzel bir kahvaltı ettikten sonra
Şikarlarına birkaç gün içerisinde ava çıkmaları için gerekli hazırlıkların hemencecik başlamalarını emir etti. Birkaç gün sonra hazırlıklar bitmiş, Şehzade Selim ve Gülnar Haseki'si askerler eşliğinde avın olacağı yere ulaşmak için yola revan olmuştular. Birkaç saatlik yolun ardından avın olacağı yere ulaşmışlardı.
Çadırlar kurulduktan sonra Şehzade Selim, Gülnar Haseki'yi de yanına alarak askerleri ile birlikte ava çıkmıştı. Avda türlü türlü hayvanlar avlamış, avcılık hünerlerin sergilemişti.
"Şehzadem, çok mahir bir avcısınız."
"Sağ olasın, Gülnar'ım. Haklısın, lakin mahir bir avcı olmam kalbimin avlanmasına engel olmadı."
"Sizin kalbinizi avlayan avcı kimdir, bilmek isterim doğrusu."
Şehzade Selim, Gülnar Haseki'ye yaklaşmış, onu kendine doğru çekerek alnında öpmüştü ve "Bu kalbin avcısı şu anda gözlerime anlamlı bakmakta olan dilberdir."Demişti.
Gülnar Haseki, bu cevaptan memnun bir şekilde Şehzade Selim'e sarılmış ve yanağına bir buse kondurmayı da ihmal etmemişti.
Biraz daha avlandıktan sonra çadırlarını kurdukları kamp alanına ulaşmıştılar.Hizmetliler çok güzel yemekler hazırlamış,sofralar kurmuştular.
Yemekler yenildikten sonra herkes kendi çadırına çekilmiş,uykuya dalmıştı. Şehzade Selim ve Gülnar Haseki birbirlerine sarılmış bir vaziyette güzelce sohbet ediyor ve gülüyordular.
"Şehzadem, Allah'ın izniyle en kısa sürede evladımızın olmasın isterim."
"İnşallah, Gülnar'ım. İnşallah, Yüce Rabbim en kısa sürede bize evlat sevinci tattırır."
Gülnar Haseki Şehzade Selim'i onayladıktan sonra kafasın onun göğsüne yaslayarak uykuya dalmıştı. Ertesi gün,kahvaltıların yaptıktan sonra at binmeye karar vermiştiler.Gülnar Haseki binmek için masallardan fırlamış kadar güzel beyaz bir at seçmişti. Şehzade Selim de kendi kahverengi atına binmişti. Atlarını sürmeye başladıktan bir süre sonra Gülnar Haseki,Şehzade Selim'i geride bırakmıştı.
"Şehzadem, sizi geçtim. Anlaşılan çok çabuk yoruldunuz."
"Geliyorum, Gülnar'ım. Kim geride kalmış göreceğiz."
Atının üzerinde rüzgara meydan okurcasına yarışmak Gülnar Haseki'nin pek hoşuna gitmişti. Tenine değen güneşin sıcaklığı,sarı saçlarının arasından geçen rüzgar, en önemlisi de biricik aşkıyla birlikte olması onu
çok mutlu ediyordu. Birkaç saatlik yarışın ardından ikisi de çok yorulmuş, çayın kenarina kendileri ve atlarının dinlenmesi için gelmiştiler. Atları askerlere emanet ettikten sonra çaydaki balıkları izlemeye başlamıştılar.
"Çok güzeller, öyle değil mi Gülnar'ım?"
"Öyle, Şehzadem."
"Lakin hiçbir şey senin kadar güzel olamaz."
Gülnar Haseki, kızarmış al al olmuştu bu iltifatların karşısında. Şehzade Selim onun başka tarafa kafasını çevirmesinden istifade ederek çaydaki sudan onun üzerine sıçratmıştı. Gülnar Haseki de buna karşılık verip oyuna dahil olmuştu. Bu eğlence, ikisi
yorulana kadar uzayıp gitmişti.
Birkaç gün sonra Gülnar Haseki, Şehzade Selim'le birlikte Manisa'daki dergahları ziyarete gitmeyi teklif etmiş, Şehzade Selim de biricik sevgilisinin bu isteğini geri çevirmemişti. Bir dergahta dua ediyordular,ikisinin bilmediği aynı duayı etmekte olduklarıydı.
Tebdil kiyafetlerle halkın sorunlarini dinleyip onlara çözüm aradıktan sonra yorgun bir halde çadırlarına dönmüştüler.
Yemekler yendikten sonra Gülnar Haseki, Şehzade Selim'in yanında oturmuş şerbetini içiyordu.
"Şehzadem, halkın size olan sevgisi, asker ve ulemanın yanınızda olması çok iyi. Vakti geldiğinde, siz Padişah olduğunuzda devletimizi çok güzel günler bekliyor. Buna tüm kalbimle inanıyorum."
"Haklısın, Gülnar'ım. Lakin kardeşim Musa'ya kıymak fikri dahi beni üzmeye yetiyor, doğrusu ne yapacağımı bilemiyorum."
"Siz ne eylerseniz güzel eylersiniz. Ancak kendi iyiliğiniz ve gelecekteki evlatlarınızın iyiliği için bir karar almanız şart olacaktır."
"Doğru söylüyorsun, Gülnar'ım. Ne kadar karışmak istemesem de Şivekar Sultan'ın davranışlarından bizi düşman bellediği açık. Bu yüzden bir şeyler yapmamız şart olacak."
Gülnar Haseki, Şehzadesini onaylamış ve göğsüne kafasını koyarak kendini uykuya bırakmıştı. Rüyasında bir Şeyh kucağında bir bebekle ona yaklaşmış, bebeği kucağına koymuştu. Bebek çok tatlıydı. Minik bir buruna, pembe gamzeli yanaklara, bembeyaz tene sahipti. Bir anda güzel anlamlı gözlerini açmış, Gülnar Haseki'ye tebessüm ederek ona bakmaya başlamıştı. Bebeğin mis kokusunu derinden koklayarak içine çekmeye başlamıştı, Gülnar Haseki. Şeyh onları izlerken konuşmaya başlamıştı.
"Onun ismi Mustafa. Senin oğlun."
Gülnar Haseki, güneş ışığının yüzüne değmesiyle uyanmış, Şehzade Selim'le birlikte güzelce kahvaltı yaptıktan sonra dün gece gördüğü rüyayı düşünmeye başlamıştı. Acaba anlamı neydi? Fakat hayırlı bir anlama geldiğini düşünüyordu.
Sultan Mustafa, devlet işleriyle alakadar olurken ağalardan biri müneccimbaşının huzura gelmek istediğin bildirmişti. Müneccimbaşı içeri girdikten sonra hünkarı selamlamış,konuşmaya başlamıştı.
"Hünkarım, doğacak olan bir çocuk var. Asil kandan olacak. Taht sırası ona gelince devir güçlenecek. Fütuhat devri başlayacak."
Sultan Mustafa, bu duydukları karşısında hem mutlu olmuş hem de gururlanmıştı. Bir Padişah olarak her şeyden önce devletinin ve halkının geleceğini düşünmesi gerekliydi. Müneccimbaşının söylediği bu haber Hanedanın ondan sonra da güçlü bir şekilde devam edeceğine bir işaretti.
Birkaç haftanın ardından Şehzade Selim ve Gülnar Haseki Manisa Sarayı'na geri gelmiştiler. Şehzade Selim mektupları okurken Hasoda Başı müneccimbaşının onunla görüşmek istediğini söylemişti.
Müneccimbaşı içeri girmiş Şehzadeye selam vermişti.
"Benimle konuşmak istediğin konu nedir, müneccimbaşı?"
"Şehzadem, size çok müjdeli bir haberi iletmem gerekli. Nuru bol, Hanedanımız için çok değerli bir Şehzade olacak."
Şehzade Selim, bu duydukları karşısında çok mutlu olmuş, müneccimbaşını bu dediklerini kimseye söylememesi için tembihlemişti.Bu konuşmanın ardından birkaç hafta geçmişti, Şehzade Selim işlerinden kalan vaktinin neredeyse hepsini Gülnar Haseki'yle geçiriyordu. İkisinin bu denli muhabbeti bazılarını kıskandırıyor bazılarını ise imrendiriyordu.
Bir gece rüyasında Şehzade Selim, kendisini Topkapı Sarayı'nda, taht odasında olduğunu görmüştü. Taht üstünde etrafına ışıklar saçan bir bebek olduğunu fark etmişti. Şehzade Selim, kendisini birinin uyandırmaya çalıştığını fark edip rüyasından kalkmıştı. Gülnar Haseki, Şehzade Selim'e bir bardak su getirmiş meraklı gözlerle ona bakmaya başlamıştı.
"Şehzadem, rüyanda Mustafa ismini sayıklayıp duruyordun.Umarım kötü bir şey görmedin."
"Hayır Gülnar'ım. Aksine Allah'ın izniyle çok güzel haberler alacağız."
"İnşallah, Şehzadem."
Birkaç dakikanın ardından ikisi de yeniden birbirlerine sarılarak sessizce uykuya dalmıştılar.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Medya : Av'ın olduğu yerlerin manzaraları var
Merhaba arkadaşlar.
Yeni bölümle karşınızdayım.
Umarım yeni bölümü beğenirsiniz.
Yorum ve vote yapmayı unutmayın lüften.
Yeni bölümlerde görüşmek üzere.
Sağlıcakla kalın.
Kendinizie iyi bakın.