SAHİPSİZ

By _eleutheromania_1

2.7M 97.6K 15.8K

Başlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izle... More

Bölüm 1: Başlıyoruz,
Bölüm 2: Hiçbir işe yaramazsın,
Bölüm 3: Üzgünüm,
Bölüm 4: Aç gözlerini,
Bölüm 5: Geri geleceksin,
Bölüm 6: Zümrüd-ü Anka,
Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,
Bölüm 8: İntikam soğuk yenir,
Bölüm 9: Plan,
Bölüm 10: Oynayalım bakalım,
Bölüm 11: Neden,
Bölüm 12: Ne istiyorsun,
Bölüm 13: Turta,
Bölüm 14: Kanlı Dövüş,
Bölüm 15: Tehlike,
Bölüm 16: Burası çok karanlık,
Bölüm 17: Ortak hisler: Öfke,
Bölüm 18: Ateş,
Bölüm 19: Sesler,
Bölüm 20/1: Melisa,
Bölüm 20/2: Karaoke,
Bölüm 21: Sarhoş,
Bölüm 22: Hissetmek,
Bölüm 23: Yeni Ev,
Bölüm 24: Yakınlaşma,
Bölüm 25/1:Lili,
Bölüm 25/2: Kararlar,
Bölüm 26: Aptalsın,
Bölüm 27: Cidden Aptalsın,
Bölüm 28/1: Takas,
Bölüm 28/2: Takas,
Bölüm 29/1: İzin vermem,
Bölüm 29/2: İzin vermem,
Bölüm 29/3: İzin vermem,
Tanıtım Videosu 1-2
Bölüm 30/1: Ölüm,
Bölüm 30/2: Ölüm
Bölüm 30/3:Ölüm
Bölüm 30/4: Ölüm,
Bölüm 30/5: Ölüm,
Bölüm 31: Kuş Beyin,
Kesit
Bölüm 32: Bu Kadar Hassas Olma,
Bölüm 33: Sahip,
Bölüm 34/1: Kim O,
Bölüm 34/2: Kim O,
Bölüm 34/3: Kim O,
Bölüm 35: Çaresizlik,
Bölüm 36: Prens Vakti,
500K! Teşekkürler.
Bölüm 37: Kaçış
Bölüm 38: Öyle Değilsin,
kesit
Bölüm 39:
Bölüm 40:
Bölüm 41'den,
Bölüm 41:Ve Kuş Kanadı Sarmaşığa Dolaştı,
Bölüm 42: Gerçek,
Bölüm 43: Dilek Taşı,
Bölüm 44: Arkadaş,
Bölüm 45: Güven
Bölüm 46: Renkarnasyon
kesit
Bölüm 47/1; Acı Nota
Bölüm 47/2: Acı Nota
Bölüm 47/3: Uçurtma
Bölüm 48: Kökleri Zehir Dolu Gerçekler
Bölüm 49: Daima
Bölüm 50: Döneceksin...
Bölüm 51: YUVA'M
Bölüm 52: Aile
Özel; Sarhoş
Bölüm 54: Dikiş, Part 1
Bölüm 54: Dikiş, Part 2
Bölüm 54: Dikiş, Part 3
Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil Part 2
Bölüm 55:KMÇABD 1.KİTAP FİNAL

Bölüm 53: Değişim,

7.2K 316 410
By _eleutheromania_1


Bu bölüm erken geldi ama yeni bölüm gecikebilir. Gelişmelerden haberdar olmak için bana instagram üzerinden ulaşabilirsiniz. Orada epey aktifim.

İnstagram: @ yasoley

Yorum okumaya devam etmek istiyorum, lütfen benimle onları paylaşın. Görüşmek üzere.

**

"İçeri gelin, şu işi halledip istediğiniz neyse yapalım."

Arden'in ardından attığımız üç büyük adımın birinci adımında düşündüğüm ilk şey kurduğu cümlenin tekrarı oldu. İkinci adımda cümlenin yüklemine ve gizli öznesine kaş çatarak baktım ve üçüncü adımda ise  Arden'in kurduğu bu cümle şekil değiştirip zihnimde şu cümleyi oluşturdu:

Bizi çizmesini Uluç mu istemişti?

Kalbim bu düşünceyle birlikte altında kaynayan bir su varmış gibi kapakçıklarını yerinde tutamaz olduğunda onları bir düdüklü tencereymiş gibi kabartıp patlatan şey Uluç'un elime uzanıp elimi sıkı sıkı tutması oldu. Bakışlarım anında  Uluç'un yüzüne tırmandı. Yüzünde okunabilen bir ifade yoktu.

Parmakları küçük elimin üst yüzeyini tamamen kafesledi. Elleri soğuk değildi. Onunla yaşadığım o gün, onunla yaşadığım ve gökyüzünde uçurtma uçurduğum o geceden sonra çok şey değişmişti. Uluç'u öncesinde anlamaya çalıştığımdan çok daha farklı bir biçimde anlıyordum ve bu kalbimin hoşuna gidiyordu. Acı, tatlı ya da ekşi, hiç fark etmiyordu. Yaşadıklarını düşündüğümde artık ona bana ne hissettirirse hissettirsin hep aynı damak tadıyla bakıyordum ve bu tat dilimi uyuşturduğu gibi Uluç bedenimde her nereye temas ederse etsin  temas ettiği noktayı da uyuşturuyor, kalbimi sanki iki eliyle birlikte tutuyormuş gibi güvende hissettiriyordu. Doğrusu ya da yanlışı ile ilgilenmeyi bırakalı epey olmuştu ve bu epey inkarlarımın öncesine dayanıyordu ama tam olarak belirli bir tarihi yoktu. Düşüncelerimin dalgaları beni kıyısına vurmuş bir kum tanesi gibi ona itti.

Buradaydı, ona bakıyordum, yanındaydım ama bana bakmıyordu. Geri çekildim ama elini bırakmaya çalışmadım.

Arden geçtiği kapının eşiğinde durup bizimde aynı eşikten geçmemiz için kapıyı tutmaya başladı ve göz göze geldiğimizde bana gülümsedi. Bakışlarımı Uluç'a tırmandırıp tepkisine baksamda Uluç onda göremediğim kadar rahattı ve ne bana ne de Arden'e aldırıyor görünüyordu. Arden'in gülümsemesine karşılık verip bakışlarımı açılan eşiğin ilerisine götürdüğümde gözüme çarpan ilk şey tamamı metal olduğuna emin olduğum gri dikdörtgen bir masa oldu.

Masanın gerisinde sarışın, bakıldığında fark edilen belirgin çilleri olan ve masmavi gözlere sahip genç bir kız duruyordu ve bize varlığımızdan memnun olmadığını belli eden apaçık bakışlar atıyordu. Yirmilerine yeni girdiği belliydi ama gözleri ben aslında kırk yaşındayım dermiş gibi sıkılgandı.

Hemen arkasında adının Kerem olduğunu öğrendiğim adam duruyordu ve elinde tuttuğu mavi kapaklı bir dosyaya kaşları çatık bir halde bakıp arada kımıldattığı dudaklarıyla dosyayı okuduğunu apaçık belli ediyordu.

Uluç'un parmaklarımı tutan parmaklarının kasıldığını hissettiğimde hızla dönüp ona baktım, bana bakıyordu. Kaşlarım sorarcasına kalktığında bir an o da kalkan kaşlarıma baktı ama ne bir açıklama yaptı ne de sıkı sıkıya tuttuğu elimi gevşetti. Zihnim Uluç'un gerginliğini Kerem'in savcı olmasına bağlamak istese de Uluç'un polislerle işbirliği yaptığını biliyordum. Bu işbirliğini nerede ve hangi ölçülerde yaptıkları tartışılırdı belki ama Uluç'un polislerden polislerin de Uluç'tan haberdar olduğu bir gerçekti ve bu gerçeğin beni rahatlattığı da apayrı bir yerde bulunması zor bir mücevher gibi duruyordu.

İşin içine öldürülmüş ya da ölmesine izin verilmiş olduğunu gördüğüm insanlar girmese Uluç'u çok daha farklı, bambaşka bir yere koyacağımı biliyordum.

Ama yine de Uluç'u artık suçlamıyordum.

"Arden bu dosya eksik." Diye aniden konuşan kişi Kerem oldu. Ses tonunun yarattığı küçük gerginlik tüm dikkatleri üzerine toplamıştı. Arden bizim için tuttuğu kapıyı bıraktı ve bir adım öne gittikten sonra çatık olduğunu kıyısından gördüğüm bakışlarıyla Kerem'e baktı. Konuştuğunda ses tonundan akan eminlik ortalığı kısa bir süre karıştıracağının sinyallerini veriyordu.

"Neresi eksikmiş?"

Adının Göğem olduğunu tahmin ettiğim kız benimle göz göze geldiğinde Arden çoktan onun yanında bitmişti. Göğem Arden'in geçmesi için bir adım geriledi. Arden açtığı mesafenin arasına girip kızı belinden tutup kendine doğru çektiğinde bunu onun da beklemediğini tökezlemesinden anlamıştım. Aralarında tatlı bir soğukluk varmış gibi görünüyordu ve Arden'in bu soğukluktan hoşlanmadığı ortadaydı.

Göğem'in gözleri Arden'in ellerinin baskısıyla yer değiştirip ona dokunduğunda olduğunu sandığım kırklı sıkılgan ifade yer değiştirip toy bir kıza yerini bırakmıştı. İçimde bastıramadığım bir duygu köpürüp dudaklarımın kenarlarından sızmaya başladığında gülümsediğimden emindim. Uluç'un bakışlarını üzerimde hissettim. Dönüp ona baktım, onu gülümsememe bakarken görmeyi beklemiyordum.

Aslında bekliyordum. Gülümsediği zamanlarda, o çok nadir anlarda Uluç'a gözlerimi bile kırpmadan bakıyordum. O gülümsediğinde içimde beliren kalabalık anlamları beni gökte, pamuktan bir lunaparkta oynuyormuşum gibi hissettiriyordu. Onun da gülümsememi her fırsatta izlediğini biliyordum. Sevip sevmediği konusunda o açıkça dile getirmediği müddetçe fikirlerim oluşmayacaktı ama beni gülümserken bulduğu her fırsatta izlediğine emindim.

Gülümsememi silmek ya da saklamak yerine bilmem refleks bilmem bile isteye Uluç'a yanaştım ve gülümsemeye devam ederek ayak ucuma, ayakkabımın ezdiği koyu renk zemine baktım. Bakışlarımı zeminden sıyırıp dikkatimi dağıtan ses yine Kerem'e aitti.

"Sana ne var ne yoksa raporlamanı istedim. Yirmi iki tane tablo olduğunu yazmışsın ama görsellerde yirmi bir tane tablo var."

Bakışlarımı kaldırıp Arden'e çıkardım. Göğem'i sıkı sıkıya tutmaya devam ediyordu. Kerem'in bakışları Arden'le buluştuğunda Arden hafifçe omuz silkip konuşmaya başladı.

"O gece sergilenen ne var ne yoksa orada Kerem." Değişen ses tonunda sohbette açılan bu yeni pencereden hoşnut olmadığını belirten somut bir delil vardı: Sesi kalınlaşmıştı.

"Kamere kayıtlarında adam asmaca oynanmış gibi orta yerde asılı bir perde var Arden. Davaların birer ip gibi düğüm düğüm oldu. Açılış, sergi, araba ve ev. Yaşadıklarının altında sana karşı bir komplo olduğu belli ve Renkarnasyon'a karşı olumlu bir sonuç almak istiyorsan açık olmak zorundasın." Kerem'in sesi anlaşılmaz yükseliyordu ama bu anlaşılmaz sandığım sesi Arden çok net anlamıştı. Bunu gerilip dikleşen omuzlarının net bir şekilde görülen hareketlerinden anlamıştım. Göğem'i tuttuğu belinden hafifçe geriye çekilmesi için iteleyip Kerem'e baktı.

"Çok sikik bir adam olduğunu söylemiştim değil mi?" Kerem elinde tuttuğu mavi kapaklı dosyayı dikdörtgen ve tamamı metal olan masanın üzerine doğru bıraktı.

"Bir şeyleri yapacaksam ya tam yaparım ya da yapmam, biliyorsun. Suçsuz olmadığına inansam senin için kılımı bile kımıldatmazdım." Kerem'in sesindeki tehdidi çok net seçebilmiştim. Arden pes ediyormuş gibi ellerini havaya kaldırdı ve konuştu:

"Nasihatlerini çekemem, kapat şu siktiğim ağzını." Kerem omuz silkip ellerini giydiği kumaş pantolonun cebine soktu ve Arden'e dik dik baktı. Arden'in etmiş olduğu küfüre aldırış etmediği ortadaydı. Yüzünde rahatsız olduğunu belirten bir ifade yoktu ancak bu işlerden sıkıldığını, dediği her neyse hemen yapılmasını istediğini belirten bir özgüven orada dudak kenarlarında oluşmuş belirgin gülümsemesinde asılı duruyordu.

Arden inat edip onunla çekişmeye devam edecek gibi görünse de bir an dönüp bize baktıktan sonra vazgeçip  yeniden Kerem'e baktı ve Kerem'in gülümsemeye başlayan yüzüne bakıp homurdanarak konuştu:

"Gazetecilerin elinde o tabloya ait tek bir şey bulacak olursam seni zora sokarım. Zorluk anlayışlarımı bilmiyorsun Kerem ve ben uydurma bir dava için o tabloyu harcayacak olursam, Renkarnasyon ile karşı karşıya gelecek olursam, senin yüzünden, seni gerçekten zora sokarım." Kerem'in emin olduğum gülümsemesi hızla kayboldu, Arden'den bunu beklemediği açıktı. Kaşları belirgin bir şekilde çatıldı. Yeniden konuşmaya başladığında görüntüsünün aksine ses tonunda rahat bir alay vardı. Sanki Arden'e elinden ne geliyorsa yap dermiş gibi baktı ama bu benim uydurmam da olabilirdi. Kerem'den akan emin duruşun yalnızca benim tarafımdan fark edilmediğine emindim. Bakışlarımı Göğem'e değdirdiğimde onun yüzünde de Kerem'de olan alaylı ifadeden vardı ve bunu görmek beni nedenini bilmediğim bir şekilde şaşırtmıştı. Aslında bunu beklediğimi biliyordum ama yine de bildiğim bu şeye rağmen şaşırmıştım. Belki de şaşkınlığımın asıl nedeni Göğem'i gülümserken görmüş olmamdı. Gerçekten güzel bir kadındı. Güzelliği resmedilebilirdi. Yüzünde beliren gülümsemeyle yaşı daha da küçük görünmüştü gözüme.

"Sözleşme imzalayabiliriz Arden. Benim içinde bulunduğum davaların hiçbirinde usulsüzlük bulamazsın." Kerem bu konuşmayı kamuya açık bir davaymış gibi uzatacağını belli ederek konuşmaya başladığında Arden onun bu tavrını fark etmiş gibi anında kesip attı.

"Kes laga lugayı."

Eğer Arden konuşmaya başlamasa Kerem'in birkaç cümle daha kuracağını aralanmış dudaklarından anlamıştım ama Arden'in konuşmasından sonra vazgeçip ellerini ceplerinin derinliklerine indirmek dışında bir şey yapmamıştı.Arden bizden tarafa döndüğünde bunu beklemediğim için şaşırmıştım. Uluç'a baktı, ardından bakışlarını bana indirdi ve yeniden Uluç'a bakıp konuştu.

"Bana yardım eder misin kardeşim?" Sesinde doğrudan Uluç'a ulaşan soru işaretleri vardı.

Uluç'un elimi tutan eli gevşer gibi oldu ama tamamen bırakmadı. Arden'in bakışları bana yeniden indiğinde dönüp Uluç'a baktım. O da bana bakıyordu. Bakışlarımızı ayıran yine Arden'in sesi oldu.

"Anka'yı alamam." Dönüp Arden'e baktım.

"Tablo bana ait değil. Bana ait olsaydı görmenize elbette izin verirdim, kusruma bakmayın." Dedi Arden. Benimle konuşuyordu.

Onu başımı sallayarak onayladım. Uluç'un beni yanında götürmek istediğini tahmin etmiştim ama bunun açık bir şekilde okunduğunun farkında değildim. Arden yeniden Uluç'a ithafen konuştuğunda Uluç'un gözünde beliren tedirginliğin gölgelerini seçebiliyordum.

"Yardım edecek misin kardeşim?" Uluç'un gevşeyen parmakları elimin üzerinden tamamen çekildi. Parmaklarımı büküp ona baktım. Bana gözlerinde var olduğunu sandığım endişenin ağır baskısından arınmaya çalışarak baktı ama olduğum yerde kımıldayacak olsam başıma bir iş gelmiş gibi bana uzanacak olduğundan da emindim. Tedirgin duruyordu.

"Beş dakikaya gelirim." Konuşurken kirpiklerini birbirine dokundurmamıştı. Bu ayrıntı beni sıkılgan bir hale soksa da endişelenmem gereken bir şey olmadığı ortadaydı. Onu başımı sallayarak onayladım ve gülümsedim. Bu sırada Arden yeniden konuştu.

"Göğem bir sözleşme hazırlamanı istiyorum, hemen. Halledebilir misin?"

Bakışlarımın rotası ne Arden'e, ne Göğem'e ne de Uluç'a kaydı. Doğrudan Kerem'e bakmaya başladığımda ona bakan yalnızca ben değildim, biliyordum ama dönüp benimle birlikte kimler Kerem'e bakıyor diye bakıp Kerem'in tepkisini kaçırmak istemiyordum. Kerem'in yüzünde alaycı bir gülümseme belirdiğinde bunun bende canlanan ilk anlamı şu oldu:

Asla ona ihtiyacım olmayacak.

Yaptığım işe güveniyorum.

Uluç yanımdan geçti, Kerem'e bakan gözlerimin önünü güneşin önüne gelen bir bulut kütlesiymiş gibi kesmişti. Bu bulut kütlesi olduğu yerde durmaya devam ettiğinde bakışlarımı çıkarıp ona baktım.

"Kerem'in bir savcı olduğunu unutma. İstersen koridorda da bekleyebilirsin." Bir an söylediklerine tutunup koridora çıkmayı düşündüm ama bunu yapmak istemiyordum. Karşımda bir savcı vardı. Hukuk okuyordum ve karşımda bir savcı vardı. Onunla sohbet edemeyeceğimi biliyordum ama adaletin kokusunu alıyordum. Bu adam bana bunun bir kokusunu olduğunu hatırlatmıştı ve ben bu kokuyu biraz daha solumak istediğime emindim. Uluç'un bana bakan gözlerini eşeledim ama ona karşı gelmek gibi bir niyetim de yoktu. Eğer çıkmamı isterse çıkardım.

"Sorun yok ama eğer istersen orada beklerim." Dedim. Uluç bana uzun uzun baktı. Arden ve Göğem'in yanımızdan sıyrılıp geçtiğini görmüştüm ama onlara bakmamıştım. Uluç'ta gözlerimde olan gözlerini ayırıp onlara bakmamış, bana bakmayı sürdürmüştü.

Uluç'un dudaklarının iki kez aralandığına şahit oldum. Bana uzun uzun baktı ve dudaklarını iki kez araladı. Hareketlendiğini hissettiğimde peşinden koridora çıkmak için bende hareketlenmiştim ama beni durduran yine o oldu. Elini koluma belli belirsiz dokundurarak konuştu. Ses tonunun yalnızca bana ulaştığına emindim.

"Sorun değil, sana güveniyorum."

Sesindeki şeytanları uyutmuştu, hissettim. Bana meleklerin ellerinde tuttuğu kuş tüyü kadar ince zarif bir tüy uzatmıştı ve ben bu tüyü çok net görmüştüm, ilk kez.

Bir şey söylemek için dudaklarımı aralayacak olduğumda Uluç ne söyleyeceğimi duymak istemediğini belli etmek ister gibi benden uzaklaştı. Arkasında bıraktığı esintisine bakakalmıştım. Kolumdan sıyrılan dokunuşunun bıraktığı his arkasından koşarak gitmem için beni çekiştiriyordu ama bedenimin çoğunlukta olan kısmı olduğu yerde donakalmıştı ve hareket edemiyordu.

Sorun değil, sana güveniyorum.

Gülümsememi engelleyemedim.

Dönüp dudaklarımda olduğuna emin olduğum gülümseme ile ayak uçlarıma bakacak olduğumda Kerem'in varlığını çoktan unutmuştum ve onu yeniden görmek dudaklarımdaki gülümsemeyi ürküterek kaçırmıştı.

Bir süre bana baktığını hissettim ama ona bakmaktan çekinen bir tarafım vardı ve başımı kaldırıp ona bakmamı engelliyordu. Bir süre ne yapacağımı bilemeyerek Uluç'un bıraktığı yerde dikilmiş bir kukla gibi kalakalsam da sonunda dayanamayıp böyle durmanın saçma olduğuna karar kılmış ve sol tarafımda olan tekli, duvarlarla aynı renk koltuğa ilerleyerek oturmuştum. Kerem'e kaçamak bakışlar atıyordum.

Temiz bir yüzü vardı ve ona bakıldığında hayatın sillesini yemediğini düşündüren bir gülümseme dudak kenarlarında asılı duruyordu. Bu yüzden olsa gerek aslında gerilmiyordum, rahattım ama savcı olduğunu bildiğim gerçeğinden olsa gerek çekiniyordum da.

Yine de bu çekingenliğin beni olduğum yerde küçültecek boyutta olmadığı için mutluydum.

Ama kısa sürdü.

Göz açıp kapayıncaya kadar kısa sürmüştü çünkü yerdeki yansımamda, alacalı bulacalı gördüğüm yüzümün kenarlarında kırışıklık vardı ve ben bu kırışıklığı görür görmez tanımıştım.

Kerem tablodan bahsetmiş ve bahsederken şunu söylemişti.

Adam asmaca oynanmış gibi duran perde...

Uluç'un uyuttuğu şeytanların varlıkları nerelerde geziniyordu bilmiyordum ama içlerinden biri karşıma çıkıp benimle oyun oynamaya başlayacağını belli ettiğinde Uluç gelene kadar ağlamamam gerektiğini biliyordum.

Bu katı düşünebilirdim. Neden dışı ve içinin bembeyaz olduğu bir plazada böyle bir bölme vardı bunu düşünebilirdim. Arden'in bu kadar parayı nereden bulduğunu, ailesinin maddi durumunu,  buranın emeğinin ne kadarının ona ait olduğunu, plazanın temelinde kaç işçi çalıştığını, şimdi kaç görevlisinin bulunduğunu, pencere sayılarını, kapı sayılarını...her şeyi. Her şeyi düşünebilirdim.

Ama şeytan oradaydı. Onu nasıl görmezden gelmem gerektiğini bilmiyordum. Belki de kulak kabartıp onun söylediklerini dinlemeli ama onun asla bir şeytan olduğunu düşünmemeliydim.

Bir şeyler yapmam gerektiğini biliyordum.

Kerem'e göz ucuyla yeniden baktığımda onu bana bakarken yakaladım. Bakışlarımı anında yere indirirken onun bana bakmaya devam ettiğine emindim. Aptallık ediyordum. Bir suçlu değildim, bana soracağı bir şey yoktu.

O bir savcıydı. Melisa'nın yedi ceddine varana kadar ulaşmış olmalıydı. O gece, sergiye saat kaçta girdiğini, saat kaçta Savaş'ı vurduğunu, saat kaçta kendi kafasına sıktığını bildiğini biliyordum. Beni bildiğini biliyordum. Uluç'u bildiğini biliyordum ama bildiklerinin bu kadar olduğuna da emindim. Olmasaydı Uluç elimi tutmayı bırakıp beni burada yalnız başıma bırakmazdı. Garantici bir adam olduğunu biliyordum.

Bir an Kerem'e bakıp Melisa hakkında ne düşündüğünü sormak istedim ama bunu yaparsam ağlayacak olduğumu biliyordum. Acıyı yutuyordum, onu konuşacak zamanda değildim ve bunu bilmek nefes almamın önündeki büyük nimetti. Acıyı inkar etmiyordum ama yapabilsem bunu tercih edeceğimi de biliyordum.

Cesaretimi toplayamadığımı görmüş olmalıydı. Ses tonu yükselip bana ulaştığında önüme uzananın yalnızca kelimeler olmadığını biliyordum.

"Afedersin, sen Melisa'nın arkadaşı mıydın?"

O bir devlet memuruydu. O bir savcıydı ve bende onun karşısında duran masum bir yalancı, mağdur, kazazede, mahkum, yeri geldiğinde gönüllü yeri geldiğinde gönülsüz kurbandım.

Aslında hiçbiriydim. Tercihlerini yaşamış biriydim ve bu tercihleri başıma ören en başında bendim. Uluç'u suçlamayı bir kenara bırakalı uzun zaman olmamıştı ama onu suçlarken bile içimin bir yerlerinde onu aklayan tarafların olduğunu hep biliyordum. Bu yüzden Kerem'in sesi başta düşüncelerimden doğan savsaklığın nedeni olarak çok ürkütücü gelse de derin bir nefes aldıktan sonra her şey daha kabul edilebilir bir seviyeye inmişti.

Tek bir şey dışında: Melisa.

"Affedersin?" Diye yeniden seslendi Kerem, sorusunu yineleyeceğini anlamıştım. Bakışlarımı ona çıkarıp sessizce cümlesini bitirmesini bekledim ama onu duymuyordum. Kulaklarım zihnimin içinde yankılanan sesinin ilk halindeydi.

Sorusunun dilimin üzerinde hissettirdiği birden fazla tat vardı ama içlerinden biri haşlak bir su olup dilimi kavuruyordu. Onu özlemiştim. Onu düşünmediğim zamanlarda kendimi akılalmaz bir pişmanlığın içinde buluveriyordum. Kerem'i cansız bir mankenmiş gibi izlediğime emindim ama düşüncelerim öyle değildi, cansız değildiler.  Kerem'e bakıp şunu düşündüm: Eğer sorusunun altında uyanan duyguların varlığından haberdar olsa yine de bana bu soruyu sorar mıydı sormaz mıydı merak ediyordum ama Kerem'in kötü bir niyetinin olmadığından da emindim.

Temiz bir yüzü vardı. Sevimli ve masum bakışları vardı. Gerek mesleki yakınlığımız gerekse yüzünde bana aslında yıllardır tanıdıkmış gibi duran ifadeden olsa gerek kendimi ona yakın hissetmiştim ama sorusunun aramızda yarattığı haşlak buharın geçmesinin zaman alacağını biliyordum. Bakışlarımı kaçırıp ona bakmamaya başladığımda onun her şeyden haberi olduğunu kabullenmiş ve yanıtsız bırakma kararı almıştım.

Bir an Kerem'in varlığı ile babamın varlığı yer değiştirir gibi olduğunda Uluç'un gelmesi için kıvranıp durduğumun yenice farkına varıyordum. Evden çıkarken aldığım spor ayakkabımın ucu kapıdan tarafa bakıyordu ve sanki Kerem beni aslında normal olduğuna inandırdığı bir soruyla sıkıştıracak olursa kaçmaya başlayacakmışım gibi hissediyordum. Benim hakkımda çoktan bir izlenim sahibi olduğuna emindim çünkü bende çoktan onun hakkında fikirler üretmiştim.

"Kaybın için üzgünüm," Dediğinde ona susmasını söylemek istedim. Ona susmasını bağırarak söylemek istedim ama bunu yapmayacağımı biliyordum. Bakışlarımı gözlerine tırmandırıp devam etmesini bekleyerek ona baktım.

"Melisa için gerçekten üzüldüm." Yutkunduğumu hissettim. Ne yaptığımı bilmiyordum. Böyle olmayı beklemiyordum. Hissizleşmiş gibi hissediyordum ama bu hissizlik bana tüm hislerden daha ağır geliyordu.

"Yüzünde ölümü ona yakıştıramayacağım kadar yaşam vardı." Hüngür hüngür ağlatmak, tepkimi ölçmek, davanın seyrinde yeni bir tanık mı elde etmek istiyordu? Melisa'yı nerden tanıyordu? Tüm bunlar zihnimin odacıklarına çil sürüsü gibi dağılmaya başladığında içlerinden en baskın olanının ağlama isteğim olduğunu biliyordum.

Ağlamak bana nefes almaktan farksız hissettirmeye başlamıştı ve eğer çok dolu değilsem bunu tutabilmeyi öğrenmiştim. Şimdi, oturduğum bu koltukta yerin dibine gire gire ağlama isteğimi bastıran gerçek ise onun yanımda olmayışıydı. Uluç yanımda yoktu. O olsaydı çoktan ağlayacağıma, beni kucaklayıp buradan uzaklaşacağına ya da tüm sesleri susturacağına emindim.

Kerem'e daha fazla bakamayacağımı biliyordum. Gözlerimi önüme gelen her bir noktaya, yavaş yavaş ve özenle dokundurdum. Sorusunun beni çekiştirip çekiştirip bıraktığı noktadaki kızarıklığa bile bakabiliyordum ama ona ne söylemem  gerektiğini bilemiyordum. Uluç bana güveniyordu. Kendime güvenmiyordum ama bir şeyleri belli edip, ona fazladan herhangi bir bilgi vermeyeceğimden emindim. Derin bir soluk aldığımı hissettim, Kerem'e bakmıyordum.

"Yüzünde yaşam vardı," Dedim, kabullenirmiş gibi ama bu cümleyi kabullenememiştim. "Ölümde oralardaymış, fark edemedim. Bizi kandırdı." Söylemek istediklerim bunlar değildi ama kelimeler zihnimin kodlanmış tarafından döküldüğünde diğer tarafta olan kısımda oturmuş halimize bakıyordum. Uluç olsa bu halimi sigara içerek izleyeceğinden emindim. Sanki karşımda gerçekten Uluç varmış gibi içimde konuşup duran Anka fısıldamaya başladığında bakışlarımı beni duyabilme ihtimalinin olmamasına rağmen Kerem'e çıkarıp onu kontrol ettim.

Yüzünde yaşam vardı. Ölümü onda ayırt edemeyeceğim kadar dolu bir yaşam vardı. Beni kandırdı. Ama istediğinin bu olduğunu biliyorum. Gözlerinde gördüm. Ölümde oralardaymış, fark edemedim.

Ona söylemek istediklerim tam olarak bunlardı. Normal bir durumun içinde olmadığımızı biliyordum ve her şey açığa dökülmüş bir vaziyette Kerem'in karşısında oturuyor olsaydım tüm bunları aceleyle söyleyeceğimden emindim. Gözlerimi yeniden kaçırdım. Kerem bana bakmayı benim aksime çok daha cesur devam ettiriyordu.

"Okuyor musun?"

Yüzümde nasıl bir ifade vardı, ona dolu hangi ifade ile bakmıştım bilmiyordum ama sorusunun bana nefes aldırmak istediğine emindim. Oturduğum tekli koltuktan kalkıp boydan boya kaplanmış cam yüzeye ilerlemek istedim ama kapıya yakın tarafta durmanın daha güvenilir hissettirdiğine karar verip bu fikirden vazgeçtim.

"Hukuk." Dedim, sesimden aktığına emin olduğum saf bir özlemle. Bakışlarım artık tekleme kaygısı gütmeden Kerem'e kaymıştı. Benim hakkımda ne düşündüğünü merak etmiştim. Karşımda durup beni kızgın demiriyle dağlamak isteyen şeytan da değişen konunun seyrinden memnun kalmamış gibi ortalardan kaybolmuştu. Bunun  için mutluydum.

Kerem'in gözlerinde şaşkınlığın belirtisi bir irkilme gördüğümde içimden gülümseyerek ona bakmaya başlamıştım. Benim hakkımda ne düşündüğünü merak ediyordum.

Tüm bunları düşünürken tepkisiz tutmaya çalıştığı bakışları altında onu yeniden süzdüm ve savcı olduğunu bilmesem bile Kerem'e bu mesleği yakıştıracağımın farkına vardım. Düzgün görünümlü giyinişi ve spor yaptığını belli eden  dik vücudu onu genç gösteriyordu ama bakışları, ses tonu, elini kolunu kullanışı da onun bir savcı olmanın ağırlığı altında ezilmediğini belli ediyordu.

"Adın Anka'ydı sanırım?" Diye konuştuğunda üzerinde duran bakışlarımı kırıp ona dümdüz baktım. Konuşmayı neden bu şekilde başlatmadığını da merak ediyordum. Tahminlerimde yanılmamıştım. Beni tanıyordu. Ve yanılmadığıma emindim: Melisa'nın yedi ceddini öğrenmişti. Bir an bu gerçekle tedirgin olup kendimi çapraz sorguya alınmış gibi tedirgin hissetsem de hissettiğim gibi bakmıyor ya da bana hissettirdiğim tedirginliği artıracak sorular sormuyordu.

"İlerde bu işin içinde bulunmaya devam etmek gibi planların var mı?" Diye sorduğunda onu sorusunun altında yatan asıl amacı anlamak için omuz silkerek yanıtladım ve devam edeceğini anladığımda sessiz kalıp söyleyeceklerini duymayı bekledim.

"Eğer ilerde bu alanda ilerleyip mesleğini de yine bu alandan seçmeye karar verirsen sana bir meslektaş tavsiyesi vereyim." Ceplerinde olan ellerini çıkarıp gri metal dikdörtgen masaya doğru geldi ve ellerini metal masanın köşesine dayayıp devam etti:

"Sana öğretilen adaletin ölçümünü ilk kendi üzerinde denemelisin. Doğru olanı da yanlış olanı da ilk kendi vicdan mahkemen belirlemeli. Eline bir terazi verip sana oturdukları kolda gülümsemeye çalışan insanlar olacaktır, gülümsemelerine kanmaman için içindeki sesi susturmaman gerekir. Bunu ne olursa olsun unutma."

Cümlelerinin sonuna nokta koyar gibi doğrulduğunda Kerem'in çoğu şeyi bilmediğine emin oldum. Bu adam bildiği şeyler saklayıp, ne Uluç'a ne de Arden'e yardım etmeye çalışacak bir adam değildi. Uluç'un da Arden'in de o gecenin izlerini nasıl temizlediklerini merak ediyordum çünkü Melisa'nın anlattıklarını hatırlayacak olduğumda çoğu şeyi ortada görebiliyordum.

Ama diğer yandan benimle bu şekilde konuşuyor olmasına kaşlarımı çatarak bakakalmıştım çünkü seçtiği kelimeler her şeyi bilen bir adam gibi yükselmişti ve bana bunu ima ederek tepkimi ölçmek istermiş gibi görünüyordu. Gözlerimi fazladan bir ya da iki kez kırpıştırıp ona bakmayı sürdürdüğümde onun hakkında emin olmadığım bu şey, bu gerçek bana gerçekten yalnız hissettirmişti. Tüm suçlu benmişim gibi hissediyordum

Kerem'e çattığıma emin olduğum kaşlarımla baktığımda onun bakışlarından bana akan ifadenin üzerine bir kılıf uydurmaya çalışıyordum. Söyledikleri bana ben her şeyi biliyorum anlamları yaratsa da her şeyi bilen bir adam olsa onun böyle durmayacağından emindim. Belki de Uluç'tan ve benden haberi vardı ama aynı zamanda polislerle ve Uluç'un polislerle olan ilişkisini de biliyordu. Onun hakkında kesin yargılarımın önünü beyaz bir perde kesmeye başladığında bana açık açık bir şey sormadığı için ya da ima etmediği için o perdeyi hızla kapayamıyordum. İçimdeki Anka bu adama çoktan güvenmişti ve o beyaz perdenin tamamen kapanmayıp aralık durmasındaki asıl nedenlerden biri de buydu. Konuşmaya başladığımda ona doğru hayali birkaç adım atmış ve aramıza çektiğim perdenin aralık duran kıyısından tutunup ona dikkatli dikkatli bakmıştım.

"İlerde ne olacağını bilemeyiz ama bir süre sağlıklı kararlar alamayacağımdan eminim. Dondurabilirim ya bırakıp kendime yeni bir meslek seçimi yaparım bilmiyorum ama olurda bu alanda ilerleyip bir savcı, avukat ya da herhangi bir vasfa yükselirsem söyleyeceklerini dinlemek için yeniden bir şekilde karşına çıkacağımdan emin olabilirsin." Diye konuştum, bunu istediğimin farkına varan buruk bir tebessümle. Söylediklerim konusunda kararsız değildim. Bir süre tüm bu işlerin sonu olsun ya da olmasın sağlıklı kararlar alamayacağımı biliyordum. Bir şekilde yeniden devam edeceğimi hissedene dek ara vereceğimden emindim. Uluç'a bu konuyu açmayı zihnimin bir kenarına not düşerek Kerem'e bakmaya devam ettiğimde yan tarafımda duran kapı hızla açıldı ve içeriye Uluç girdi.

Bakışları beni bıraktığı noktaya gergin bir yaydan fırlatılmış ok gibi düştüğünde ve beni bıraktığı yerde göremediğinde anında kararmış ama kafasını çevirip odayı hızla taradıktan sonra ve beni gördükten sonra hemen olmasa da o coşkun tavrı hızla durulmuştu.

Gölgesi üzerime düşecek kadar yaklaştığı sırada Arden ve Göğem'de içeriye girmişti. Göğem'in elinde tek bir dal a4 kağıdı vardı ve Arden'de elinde ortadan katladığı başka bir a4 kağıdı ile doğrudan Kerem'e doğru yürümeye başlamıştı. Kerem'in önünde durana dek onunla  konuşmadı. Bu sırada Göğem'de peşinden ilerlemiş alaycı bir tavırla elindeki kağıdı metal masanın üzerine usulca koymuştu. Arden elindeki kağıdı Kerem'e doğru uzattı, Kerem ona uzattığı kağıdı almak için öne doğru bir adım geldi ama hemen sonra Arden kağıdı hızla geriye çektiği için apaçık bir şekilde afallamıştı. Arden'e çatık kaşlarla baktı, konuşmak için dudaklarını aralayacağı esnada Arden geriye dönüp ona sırtını çevirdi ve konuştu.

"Sen bakma ulan. Gıcık oldum." Kerem alaydan uzak bir şekilde güldü. Arden elinde tuttuğu kağıdı Göğem'e uzattı. Göğem'in yüzünde her ne gördüyse memnun olmamıştı. Yeniden konuşmaya başladığında Göğem'in yüzüne bakmak için akılalmaz bir istekle olduğum yerde kavrulmuştum.

"Şu sikik herife gülüp durma." Dedi Arden Göğem'e. Göğem kendine uzatılan kağıdı gülümseyerek aldı.

"Niye benden de mi kıskanıyorsun?" Kerem'in sorusu Arden'i hızla ona çevirdi ama ortamdaki gerginliğin büyük ölçüde azaldığına emindim.

"Ne diye kıskanacakmışım? Kıskanmıyorum. " Göğem eline verilen kağıdı açtı ama içinde ne olduğunu göstermek istemiyormuş gibi dosyanın mavi kapağını gölgelik ediyormuş gibi elinde tuttuğu kağıdın üzerine kapamıştı. Göğem'in bakışlarında gördüğüm ifadenin iyiden iyiye daha da yumuşadığını gördüğümde içimdeki istek ve arzuyla Uluç'a baktım. Onun o kağıtta ne olduğunu bildiğini biliyordum. Sorsam belki de benimle bunu paylaşırdı.

Ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını bana düşürdü ve bakışlarımda apaçık belli ettiğim meraka kaş kaldırarak baktı. Ses tonunda kaşlarındaki eğim gibi havaya kalkmış bir tonlama mevcuttu ama kaba değildi: "Bir sorun mu var?"

"Hayır. Kağıtta ne olduğunu merak ediyorum."

Ben bu soruyu sorduğum sıra Kerem, Arden' e birkaç bir şey daha söylüyordu ama Uluç'a bakarken onlara odaklanamıyordum. Uluç bu soruyu beklemediğini bakışlarıyla apaçık belli etti. Bakışlarındaki endişe kırıntıları iyiden iyiye geriye çekilmişti ve soru sormamdan hoşnut olduğunu belli eden tarafı da eğim kazanan dudak kenarlarında görebiliyordum. Yine de gördüğüm bu görüntüye rağmen Uluç istediğimi hemen vermek niyetinde değildi. Beni,

"Ne yapayım?" diye yanıtladığında gördüğümü sandığım ifadeye karşı inancım sarsılır gibi olmuştu.

"Söyleyebilirsin?"

"Hm?" Diye homurdandı ama bu homurdanma alay doluydu.

"Söylemeyecek misin?" Diye yeniden konuştuğumda kendimi gerçekten meraklı hissediyordum.

"Hayır." Dedi, sesi netti. Yine de pes etmeye niyetim yoktu. Üzerine gidip onu sıkıştırmak niyetinde değildim ama içimden bir his zorlarsam istediğimi elde edebileceğimi söylüyordu.

"Neden?" Diye sordum uysalca, ters giden bir şeyler olursa geri çekilmeye hazır bir şekilde bekliyordum. Kaşları çatıldı ama bu çatılma da bakışlarındaki alaydan nasiplenmişti. Sesinin aksine bakışları net değildi. İstesem bu netliğini bozguna uğratabileceğimi hissettiriyordu.

"Sana söylemem için hiçbir neden yok çünkü?"

"Merek ediyor olmam yeterli bir neden bence Uluç."

"Değil." Kaşlarım çatıldı.

"Bana güvenmediğin için mi ? Eğer öyleyse bana  güvenmediğini söyleyemezsin?" Diye soru sorar gibi konuştuğumda bu sefer kaşları çatılan oydu.

"Niyeymiş o?" Dedi. Sesi alaydan uzaktı ama alaycı bakışları olduğu yerde durmaya devam ediyordu.

"Çünkü bana güvendiğini söyledin." Uluç bunu söylememi beklemiyormuş gibi gözünde barındırdığı kararlılığı anında düşürdü ama onun o bilindik ben her şeyi hallederim özgüveni karşımda durmaya devam ediyordu.

"O başkaydı." Diye konuştu bana bakmadan. Dönüp odanın diğer tarafında işlerin nasıl yürüdüğüne baktım. Kerem sözleşme olduğunu tahmin ettiğim kağıdı okuyordu, Arden bir sigara yakmış onu içiyordu ve Göğem'de durmuş bize bakıyordu. Onunla göz göze geldiğimde bakışlarını kaçırmasını bekleyerek ona baksam da Göğem beklediğim şeyi yapmayarak gözlerini hemen kaçırmamış Uluç ile aramda iki küçük tur bindirdikten sonra Kerem'in ona uzattığı kağıdı almak için bakışlarını mecburi bir tavırla üzerimizden ayırmıştı. Dönüp yeniden bakışlarımı Uluç'a tırmandırdığımda Uluç Göğem ile geçirdiğim tüm o dakikaları beni izleyerek geçirdiğine emin olduğum derin bakışları atıyordu ve bakışları yüzümün her bir noktasında dolaşıyordu.

"Nesi başkaydı?" Diye sordum. Bakışlarının hissettiğim ağırlığı karşısında afallamıştım, sesim pürüzlü yükselmişti.

"O seninle benim aramda olan bir konuydu. Sana konu yalnızca sen ve benken güveniyorum. Öncesinde değilse bile bunu artık yapıyorum ama bu konu sen ya da ben değiliz. Bu konu buradaki herkes ve seni buna dahil etmek istemiyorum."

Kurduğu cümlelerinden seçip aldığım iki nokta vardı. Bunun birincisi artık bana güvendiğiydi ve diğeri ise merakımı kamçılayan buradaki herkes öznesiydi. Uluç'u yıldırabilir miyim bakışlarımı yine onun yüzünde dolaştırırken bu konuda ciddi olduğunu görebiliyordum ve uzatamamaya çoktan karar vermiştim. Omuzlarım kaldırıp indirdikten sonra bakışlarımı onun üzerinden çektim ve yeniden diğerlerine baktım. Uluç'un bana baktığını hissediyordum ama bu hissin varlığı çok uzun sürmemişti.

"Ben artık nazlı gelinimizin gönlünü ettiğime göre izin isteyeyim." Konuşan Kerem'di. Göğem o konuşur konuşmaz kıkırdayıp gülmeye başladığında Arden sabır dilenirmişçesine tavana bakıyor ve işaret parmağını Kerem'e doğrultuyordu.

"Kerem kalk siktir git şurdan işerim oğlum senin çanağına." Diye sinirlendiğini belli eden ses tonunu ortaya seren Arden'e ne Göğem ne de Kerem aldırış etmiş gibi görünüyordu ama Kerem her ihtimale karşı bedenini kapıdan tarafa çevirerek Arden'e yandan bakışlar atıyordu. Ortada dönen sohbeti bir süreliğine kaçırdığım için konunun ne olduğunu bilmiyordum ama çok önemli bir şey olmadığı aşikardı çünkü Kerem'de, Göğem'de oldukça keyifli görünüyordu.

"Oturmuyorum yalnız ben." Kerem'in yapmaya çalıştığı espriye elimi alnıma götürüp sıvazlayarak karşılık vermek istiyordum ama Arden ben daha bunu yapmayı aklımın ucundan geçirir geçirmez parmaklarını alnına bastırmış ve alnını beyazlıkların belirgin bir şekilde ortaya döküleceği şekilde etini sıkıştıra sıkıştıra ovalamıştı.

"Oğlum sen böyle bir adam değilsin lan. Sen gururlu, mantıklı, ciddi, olgun bir adamsın."

Kerem bizden tarafa doğru adımlamaya başladığında Arden işaret parmağını Kerem'e doğrultmuş konuşmaya devam ediyordu. Kerem bu anı daha önce zilyon kez yaşamış bir rahatlıkla ilerleyip kapıya doğru ilerlemeye başladığında bir an benimle göz göze gelip bana başıyla kısaca selam verdi. Arden artık ondan kelimeleri seçemeyeceğim kadar çok mırıltı dolu sesler çıkarmaya başladığında Kerem çoktan kapıyla arasında üç kısa adım bırakmıştı. Tüm bakışların kendisinde olduğunu bildiğine emindim çünkü kapıdan çıkmak için kalan bir adımı atmadan önce dönüp Arden'e bakmış ve hepimizi bir süreliğine sessizleştiren o cümleyi kurduktan sonra ortadan kaybolmuştu.

"Fiziğimi övdüğün kısma geçelim Arden'im."

*

Arden ve Kerem'in arasında geçen komik dakikaların üzerinden saatler geçmemişti. Yaklaşık kırk dakika önce yaşanan o anları düşündüğümde yüzümde kendi kendine beliren bir gülümseme vardı ama sonrasında Uluç ve Arden'in konuşmasından doğan güçlü elektriğin akımının saç tellerimden başlayarak beni ayak parmak uçlarıma kadar titrettiğini hala hissediyordum çünkü geçen tüm o dakikalara rağmen hala titriyordum.

Uluç ve Arden bu tablo işinin kimin başının altından çıktığını anlamayacağım kadar kendi dillerinde düz ama dışardan duyulduğunda karışık gelen bir konuşma ile halletmişler ve Arden bize bu kıyafetlerle örnek bir çizimle çizmeyeceğini eğer kabul edeceksek giyinikliğimizi biraz azalttıktan sonra bu işi halledebileceğini söylemişti.

Arden'e ve Uluç'a büyüttüğüm ve karşı çıktığımı ortaya seren net gözlerle bakmıştım ama beni ciddiye alan olmamıştı. Arden bakışlarımdaki rahatsızlığı görmüştü ama Uluç'un araya giren bedeni bir sorun yok dercesine onu ve beni böldüğü için Arden'de bu durumun üzerinde çok uzun durmamıştı. Göğem ortalarda yoktu.

Hemcinsim olduğu için gözüm onu arıyordu ama o ortadan birdenbire kaybolmuş ve yeniden görünmemişti.

Arden'in içinde bulunduğumuz odanın en sağ tarafına, boydan boya camla kaplanmış yüzeyin köşesinde yenice fark ettiğim bir basamağa doğru ilerlediğini gördüm. Nereye bastı da yaktı anlayamamıştım ama gittiği köşenin tepesinden soluk sarı bir ışık fark ettiğim basamağın üzerini aydınlatmaya başladığında ışığın içime vurduğunu hissediyordum. Bedenim yanıyordu.

Arden yüzünü bize döndü.

Bakışlarım onda değildi ama hareketlerini kestirebiliyordum. Uluç'un bir sigara yaktığını burnuma gelen kokuyla anında anlamıştım. Dönüp ona da bakmadım.

"Ben çıkayım siz nasıl istiyorsanız planlayın." Arden'in sesinde ona baktığımda görebileceğim bir çekingenlik sezmiştim ama yine de ona bakmadım. Uluç'un bir şeyler söylemesini, sesini duymayı bekliyordum ama o da tamamen sessizliğe bürünmüş olmayı tercih etmişti.

Bulunduğum katın içinde boğulacağımı hissediyordum.

"Dışardan hiçbir şey görünmüyor, bu yüzden rahat olun. Katın hiçbir yerinde güvenlik kamerası da yok. Uluç işiniz bitince bana seslen, koridorda sigara içeceğim." Dedi Arden, hala odada olduğunu anlamamı sağlayarak.

Ne ona ne de Uluç'a bakmak gibi bir niyetim yoktu. Eline cımbız almış bir şeytan midemi çekiştirip duruyordu.

Arden'in çıktığını haber veren kapının sesini duyduğumda bir süre Uluç'un hemen konuşmasını bekleyerek ona kulak kabarttım ama benimle sigarasını bitirene dek konuşmadı. Gözlerinin üzerimde olduğuna adımın Anka olduğunu bildiğim kadar emindim. Ona bakma isteğiyle yanıp kavrulmaya başladığımda adımının seslerini duymak beni hızla ona çevirmişti.

Doğrudan yüzüne baktım. Yine bilindik ifadesizlik maskesi yüzündeydi ama gözlerinde ışıltı dolu bir ifade de vardı. Ama bu ışıltı yalnız değildi. Yanında düşündüğünü belli eden dalgın bir ifadeyle bakışları yüzümün kıyılarında geziniyordu. Bana doğru gelmeye devam ettiğinde aramızdaki mesafe bana nefes almamı güçleştirecek kadar sıkı gelmeye başlamıştı.

"Nasıl yapalım?" Diye sordu. Kıyafetleri kast ettiğini anlamıştım. Kollarımı birbirine dolayıp ona endişeyle baktım.

"Bunu yapmak istemiyorum." Dedim açıkça. Uluç'un bakışlarında gördüğüm ifadenin yanına şefkatin ilgili tonlamaları yağmur damlası gibi çiselemeye başladığında geriye doğru farkında olmadan bir adım atıvermiştim.

"Bunu yapmak istiyorum." Dedi beni afallatacak kadar keskin bir tonlamayla. Sesindeki isteği gizlememişti.

"Ama ben istemiyorum." Dedim çaresizce. O istediği taktirde her şeyi yapacağımı biliyordum.

"Amacım kırıcı olmak değil ama bu senin düşüncelerini çokta dikkate alacağım bir konu değil Anka. Bunu istiyorum. Buraya kadar boşuna gelmedim." Sesinde anlamlandıramadığım bir yumuşaklık vardı ama zorlarsam bana sonucunda pişman olacağım şeyler söyleyeceğini belli ediyordu. Onun tarafından kırılmak istemiyordum ama kendimi savunmasız göstermekten de nefret ediyordum.

"Bunu yapmak zorunda değiliz Uluç, seninle benim aramda böyle bir ilişki yok. Bu çok anlamsız. Neden normal bir şeyler çizdirmiyoruz?"

"Seninle aramda ne tür bir ilişki var peki?" Diye sordu anında. Afallayıp ona bakakaldım. Aramızda artık iki adımdan daha kısa bir mesafe kalmıştı. Bir adım daha geriye gidecek olduğumda Uluç bakışlarını kısaca bacaklarıma dokundurmuştu. Kalçam bir şeye çarptığında ben daha ne olduğunu anlayamadan Uluç beni koltuk altlarımdan tutarak metal masaya oturttu ve hemen sonra vakit kaybetmek istemiyormuş gibi büyük bir hızla bedenini bacak arama soktu ve ellerini bacaklarıma indirerek bedenini bacaklarım ile elleri yardımıyla kıstırdı. Dokunduğu yerde alev topları vardı. Ona nasıl bakıyordum bilmiyordum ama bu hoşuna gitmişti, keyifle soludu.

"Hmm?" Dedi, homurtu dolu bir sesle. Benden cevap beklediğini görebiliyordum ama aramızda ne tür bir ilişki olduğu konusunda keskin kararlarım yoktu. Artık yoktu.

"Bilmiyorum." Dedim dürüst olmayı tercih ederek. Uluç bacaklarımdaki ellerini kısa bir alanda ileri geri sürüp bana baktı.

"Öğrenmek için istekli olmak zorundasın öyleyse. Bunu yapacağız." Üzerindeki hırkayı çıkarıp masanın boş kalan kısmına bıraktığında gözlerine bakıyordum.

"Bunun öğrenmekle ne alakası var?" Diye sordum. Uluç bana baktı ama bir şey söylemedi. Üzerine giydiği tişörtü de çıkarıp masanın köşesine bıraktığı hırkanın üzerine yerleştirdikten sonra yeniden bana baktı ve ona attığım sorgu dolu bakışlara çok küçük göz devirdikten sonra beni yanıtladı.

"Sana her ne sorarsam sorayım bana belirli bir cevap vermeyeceksin Anka. Bunu tahmin etmesi de kabullenmesi de zor değil. Bu yüzden tercihlerimi sana soru sorarak kullanma kısmını atladım. Bir şeyleri öğrenmek için bedeninin verdiği tepkilere bakacağım ve söz veriyorum istemediğin hiçbir şey yapmayacağım." Kalp atışlarımın hızlandığını hissettim.

"Bedenim mi?" Hissettiğim hızın esintisi nefesimi kesiyordu, bu yüzden sesim kısık çıkmıştı. Uluç giydiğim gömleğe baktı.

"Evet." Dedi kısaca. Bakışlarını gözlerime çıkardı.

"Bir fikrin var mı?" Diye sordu gözleriyle bedenimi işaret ederek. Başımı hızla sağa sola sallayarak onu yanıtladım ama bu işte gönüllü olmadığım açıktı. Uluç düşündüğünü belli eden bakışlarını gözlerime tırmandırdı ama öncesinde bakışlarını uzunca gelen bir süre bedenim üzerinde oyalamıştı. Kendimi Uluç'un çözmeye çalıştığı bir bulmacaymış gibi hissettiğimde avuç içlerimden dökülen soğuk terleri hissedebiliyordum. Parmaklarımı soğuk metalin kenar kısımlarına bastırdım ve ona bakmayı sürdürdüm.

"Benim gibi yapmaya ne dersin?" dedi, birdenbire. İrkilip ona bakmaya devam etsem de tam olarak ne söylemeye çalıştığını anlayamamıştım.

"Sadece iç çamaşırın kalsın." Diye soludu uysalca. Soluduğu havanın içine çektiği kısımlarında bedenimden yayılan dehşet dolu ifadenin kokusu olduğuna emindim. Uluç gözlerime baktı ama bu bakışlar benden cevap istediğini belli etmeye çalışan bakışları değildi. Yalnızca tepkimin büyüklüğünü ölçemeye çalışıyordu.

"Bu çok fazla Uluç." Dedim, sesimi duyduğunda yüzünde anlamsız bir gülümseme oluştu ama konuşmaya başladığında bu gülümseme benimle yarışmak istermiş gibi anlam kazanmıştı.

"İtiraz etmedin." Dedi, keyifle. Ona aslında itiraz ettiğimi söylemek için dudaklarımı araladığımda devam etti: "Tamamının itiraz olmadığını kast ediyorum Anka. Tamamsın. Sorun ettiğin kısım çıplaklık."

Kaşlarım çatılır gibi oldu. Parmaklarımın tere boğulduğunu hissediyordum.

"Eğer seçimi bana bırakacaksan istemiyorum Uluç." Dedim. Uluç aramızda kısa bir mesafe açtı ama ne ellerini bacaklarımdan çekmiş ne de bacak aramdaki boşluktan tamamen sıyrılmıştı.

"Sürekli başa almak istemiyorum Anka. Senden almam gereken cevaplar için bunu istesen de istemesen de yapacağım." Bunu zaten biliyordum ama yine de,

"Bana istemediğim hiçbir şey yapmayacağını söylemiştin?" Diye sordum. Bakışlarımı kesintisiz bir şekilde ona uzattığımda bunun için pişman olmamı sağlayan yine o ve onun cümleleri oldu.

"Sana henüz istemeyeceğini düşüneceğin şeyler yapmadım Anka."

Sesinde yakaladığım anlamlar beni yerden yere vurmak istiyormuş gibi kasmaya başladığında içimden bir an önce geriye çekilmesi konusunda dualar sıralıyordum. Uluç istemediğim hiçbir şey olmayacağının güvenini veren bakışlar atarak gömleğimin yakalarına uzandı. Nefesimi tutup ona bakakalsam da kabullendiğim gerçeğini biliyordum.

İstemediğim şeyler olmayacaktı. Ona güvenmeyi istiyordum.

Gömleğimin yakalarını kaldırdı. Parmakları belli belirsiz tenime sürtünmüştü. Baştan ilk üç düğmeyi açmayı bitirip parmaklarının hizasını göğüslerimin üzerine düşürdüğünde içimden sürekli 'hiçbir şey olmayacak' diye tekrarlarımı yapıyordum. Uluç'un işaret parmağının dış yüzeyinin sıcaklığını göğsümün açıkta kalan kısmında hissettiğimde bakışlarımı Uluç'un çıplak tenine indirdim ve nefesimi tuttum. Uluç bunu hissetmişti. Parmakları duraksadı. Ona bakıp bakmamam gerektiği konusunda bir karara varamamıştım ama onun bana baktığını hissediyordum.

Sonunda parmaklarının gölgesi göğüs kısmımdan çekildiğinde derin bir nefes alarak bakışlarımı omuzlarına çıkardım. Yüzüne bakamıyordum. Gömleğin ilikli tüm düğmelerini açıp ellerini yeniden yakalarıma çıkardığında yeterince yakın değilmiş gibi bedenini daha da yakınlaştırmış burnumun çıplak göğsüne sürtünmesine neden olmuştu.

Bir an böylesinin daha iyi olduğu yanılgısına düşer gibi oldum ama bu uzun sürmemişti.

Uluç gömleğin yakalarını çekiştirdi ve gömleği omuzlarımdan sıyırdı. Nefesimi güçlükle dışarı verdim. Burnum hala çıplak göğsüne temas ediyordu.

Uluç omuzlarımdan düşürdüğü gömleği bedenimden tamamen sıyırdığında beynime giden tek komut Uluç'a bakmamam emriydi. Uluç bunu biliyormuş gibi burnundan sert bir nefes bırakıp konuşmaya başladığında ona bakıp bakmama konusunda hala kararsızdım.

"Neden bana bakmıyorsun?"

Sana bakamıyorum ve bunun nedenini bilmiyorum demek istesem de bunu yapmadım. Ona bakmamayı sürdürdüm. Uluç'un bedeni bacak aramdan sıyrılıp bir iki adım geriye gittiğinde parmaklarım soğuk masayı kavradığım kısımlardan destek almaya çalışarak beni olduğum yerde sabit tutmaya çalışıyordu.

Uluç üzerimden çıkardığı gömleği diğerlerinin yanına bıraktı ve boşalan parmaklarını pantolonunun düğmesine getirdi. Kendimi onu baksırla ilk kez görmüyorum telkinleriyle güçlendirmeye çalıştım ama başarılı olduğum söylenemezdi. Bakışlarımı gözlerine çıkardım, bunu bekliyormuş gibi konuştu:

"İn oradan."

Hemen değilse bile dediğini yaptım. Kalçamı kaydırarak masadan indiğimde Uluç artık üzerinde yalnızca bir baksır ile kalmıştı.

"Onu benim çıkarmamı istemezsin." Diye konuştu benimle. Pantolonumu kastettiğini anlamıştım. İstemezdim. Çıkarmak istemiyordum. Ona baktım. Bana gerçekten güzel bakıyordu.

"Arkanı dön." Dedim, utana sıkıla. Kahkaha atarak gülmeye başladığında bunu beklemiyordum. Ona bakakalsam da Uluç bir şey söylemeden dediğimi yapmış ve arkasını dönmüştü. Ağzında bir şeyler geveliyordu ama beynim kendi içinde yaşadığı kargaşadan olsa gerek ona odaklanamıyordu.

Dediğini yaptım. Pantolonu bacaklarımdan sıyırdım. Üzerimde yalnızca iç çamaşırlarım ile kaldığımda istesemde artık kaçacak bir yerimin olmadığını da kabulleniştim.

"Çıkardım." Dedim. Uluç sesimi duyar duymaz bana döndüğünde kollarımı etrafıma saracak oldum ama bunu yapmadan önce sakin kalmayı ilahi bir güç yardımıyla yine zorlukla başarmıştım. Gözlerine baktım. Bedenine bakma evresini geçmiştim. Uluç beni süzdü. Saklamadan, apaçık. Bakışları altında kıvranacağımı hissettiğimde homurtu dolu bir ses çıkardım ama homurdanışım hiçbir kelime barındırmıyordu.

Uluç halime güler gibi oldu ama beni daha fazla kasmak istemediğini anlamıştım.

Biraz önce Arden'in tepesinde sarı bir ışığın yanmasına sebep olduğu basamağa doğru ilerlemeye başladığında onu takip etmem gerektiğini biliyordum. Uluç ilerleyip bacaklarını arasında bir insanın rahatlıkla girebileceği bir ölçüde ayarlayıp araladı ve sırtını duvara verdikten sonra oturup bana baktı. Hareketsiz kalmış onu izliyordum. Halime güldü ama benimle alay etmedi. Elinin birini bana uzatıp, "Gel buraya." dediğinde eğer o çağırmasa olduğum yerde saatlerce duracağımı biliyordum. Dediğini yapıp ona doğru gittim ve önüne gelene dek bakışlarımı bir an olsun bakışlarından kaçırmadım. Ama önüne geldiğimde ve kasıklarım gözlerinin hizasına düştüğünde artık ona bakmıyordum. İçimden ona kadar saymaya başladığımda eğer Uluç on saniye içinde bir şey yapmazsa kendimi ne kadar giyinik ya da ne kadar çıplak olduğumu önemsemeden buradan dışarı atacağımı biliyordum.

Neyse ki sandığım gibi olmadı. Uluç elime uzandı ve beni çekiştirip oturmamı sağlayarak bedenimi bacak arasına aldı.

Soluğum aramızda derin fırtınalar yaratmış gibi sesli sesli yükselemeye başladığında kendimi hissettiğim garipliğe adapte etmeye çalışıyordum. Ne kadar başardığım tartışılırdı ama garip hissedenin yalnızca ben olmadığını da biliyordum.

"Arden." Diye kısa ve öz bir şekilde seslenen Uluç'un kucağında büzüşerek kendimi adapte etme konusunda keskin bilgileri henüz edinemediğim için belirgin bir şekilde titremeye başladığımda Uluç bu halime inanamıyormuş gibi parmaklarını çeneme indirdi ve gözlerime bakmak için yüzümü kendine doğru kaldırarak konuştu:

"Sakin ol Anka. Ona güvenmesem seni bu kılıkta görmesine izin verir miyim sanıyorsun?" Sesindeki ton asabileştiğini belli ediyordu. Onu başımı aşağı yukarı sallayarak onayladım. Uluç konuşmanın mantıksız geldiğini anlamış gibi kollarını etrafıma sardı ve beni kendine iyice yasladı. Sıcaklığını belimin kenarında hissediyordum ve bu hissin beni ölmek üzere hissettirmesine alışmaya çalışıyordum. Ölmeyecektim. Ayrıntıları düşünmemeliydim. Önemli olan sanattı. Hayır, önemli olan oydu ve o bana istemediğim hiçbir şeyin olmayacağını söylemişti. İstemediğim hiçbir şey olmayacaktı. Hissettiğim sıcaklık yakınlaşmamızın doğurduğu bir sonuçtu.

Kapının açılıp kapandığını duydum. Yüzümü Uluç'un çıplak göğsüne dayayıp konuşmaya başlamalarını bekledim. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Onları göremiyordum ama sessizliklerinden bunu tahmin edebiliyordum.

"Öyle olmaz." Diye konuşan kişi Arden oldu. Uluç'un yüzümün yarısını kaplamayı başaran tenine minnet duyarak ona biraz daha sokuldum.

"Çocuğunu tutan baba gibi duruyorsun." Kaşlarımın çatıldı. Uluç'un güldüğünü göğsüne yaslı olan yüzüm sayesinde hissetmiştim.

"Önerin ne?" Diye sordu Uluç. Arden bir süre sessiz kaldı ama tıkırtıların yükselmesine sebep olacak şeylerle uğraştığını belli ediyordu. Üzerimize düşen sarı ışığın titrediğini hissettim ama bu ne yapacağımı bilemeyerek bilinçsiz bir şekilde gözlerimi açıp kapamamdan dolayı da olmuş olabilirdi.

"Bacaklarını uzat ve basamaktan in Uluç" Uluç, Arden'in dediklerini emrinde bir askermiş gibi yapmaya başladığında neredeyse kucağında olduğum için bu girişim uzun sürmüştü.

"Sağ kolunun dirseğini basamağa daya ve omuzlarını duvara ver." Arden'in ses tonundan akan emre kaş çatarak bakmak istiyordum. Uluç söylenileni yapmak için kolunu bedenim üzerinden çektiğinde bundan hoşnut olmadığım apaçık ortadaydı.

"Anka Uluç'un göğsüne sırtını vererek bacaklarını uzatmanı istiyorum." Bakışlarımı kaldırıp Uluç'a baktım. Bana sıkıntı yaratacağını biliyorum ama bunu istiyorum diyen bakışlar atıyordu. Tepkisiz kalıp bana bir şey söylemesini bekleyerek orada, kucağında ne kadar durmam gerekirse gereksin duracağımı belirttiğimde kırdığı kolunu tekrar bedenime sürerek bakışlarını Arden'e çevirdi.

"Önce onu ayarlayalım. Ne istediğini söyle, ben halledeceğim." Uluç'un her şeyi kabullenmiş ses tonu yükselip aramızda nefesimizden sallanan köprüler oluşturmaya başladığında bu kadar uysal olmasını beklemediğimi ona hayretle bakarak belli ediyordum. Demek istediğim Uluç yönlendirilmesini seven bir adam değildi ama şimdi Arden ne derse desin kabulleneceğini belli ediyor, yalnızca belli de etmeyerek bunu açıkça söylüyordu.

"Anka'yı göğsün boyunca uzat. Ben sütyenin o fazlalık görüntüsünün çıkması taraftarıyım ama bu kadarına izin vermeyeceğinin farkındayım. Bu yüzden istersen kızı yan çevir, kolunu göğüslerini kapamak için kullan ama o şeyi çıkar. Anka özür diliyorum senin hakkında senin iznin olmadan bu şekilde konuşmak istemezdim ama konuşabilirmiş gibi durmuyorsun."

Söyledikleri bana çok uzaklardan uzanmaya çalışan bir sesti, ne söylediğini anlayamayacağım kadar kalabalık bir ortamda olmalıydım çünkü sesini duyarken kulaklarımda çok yüksek bir uğuldama vardı ve damağıma yapışan tarifsiz bir tat midemi şaha kaldırmış, kozasından çıkması için tüm kelebeklere izin vermişte, kozasından çıkan tüm kelebekler midemin içinde kanat çırpmaya başlamış gibi hissediyordum. Arden haklıydı, konuşabilecek durumda değildim. Uluç'a sanki beni saran o değilmiş gibi iyice yanaştığımda aslında amacım bunu yapmamasını söylemekti. Sütyenimi çıkarmasını istemiyordum.

Odanın bizden uzakta kalan kapısının açılıp kapandığını işittiğimde kimin geldiğini ya da gittiğini anlamak için Uluç'un göğsünde hafifçe doğrulmuş ve kapıdan tarafa bakmıştım. Kimse yoktu. Arden odadan yeniden çıkmıştı. Hiçbir şey söylemeden.

Kendimi ağlayacak gibi hissediyordum. Dönüp Uluç'a baktım. Onda gördüğümü sandığım ifadelerin hepsinin üzerine kalın bir sünger çekmiş gibi baktı bana ama ben ona öyle bakmıyordum.

"Bayılacak gibi duruyorsun Anka." Ses tonu bu durumdan epeyce rahatsızlık duyduğunu ele veriyordu.

"Sorun ne?" Diye sordu usulca. Sesler hala bana uzaktan geliyormuş gibi hissediyordum. Uluç sanki yüzüme doğru konuşmamıştı. Sanki kulağıma kelimeleri usulca fısıldamıştı.

"Uluç bak bu saçmalık. Ben karşı çıkmıyorum evet ama bu fazla anladın mı? Sütyenimi çıkarmayacağım."

"Neden?" Kelimeyi hoşnutsuz bir biçimde dudakları arasından serbest bıraktığında ona gerçekten sen aptal mısın diyen bakışlar attım. Uluç tıpkı benim gibi sorunun ne olduğunu anlamaya çalıştığı bakışları yüzümün her bir noktasında gezdiriyordu ama sorunun ne olduğunu apaçık bildiğine emindim. Benimle oyun oynuyordu. Ama onunla oyun oynamaya devam etmeyecektim. Utanmak şurda dursun bu halin hesabını sormayı aklımın bir köşesine sonrasında kullanmak için not bile düşmüştüm.

"Bana çıplakken dokunamazsın."

Mırıldanmadım. Kekelemedim ya da bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışmadım. Uluç'un gözlerimde olan gözlerinin önüne siyah bir bulut kütlesi yaklaşmış gibi bakışları koyulaştığında kendimi yine onun bedenini kullanarak ondan saklamaya çalışıyordum.

"Sana dokunmaya başlamadım." Dedi, kısık, emin, tehditkar ama keyif dolu bir sesle.

"Dokunamazsın." Diye kestirip attım. Dilim yanıyordu. Dilim kavruluyordu. Midemin kalbimin üzerine örtüldüğüne emindim.

"Anka bunu istersem hemen şimdi şuracıkta yaparım." Onun üzerinden kalkmak için ellerimi göğsüne bastırdığımda Uluç ben daha ne olduğunu anlamadan beni kucağına çekmişti. Şoka girmiş bir vaziyette ona bakakaldığımda bizi bu noktaya getirenin kim olduğunu düşünüyordum.

Ona direnmek için göğsüne bastırdığım ellerimin bileklerini tutup parmakları ile kavradı, bakışlarında yer değiştiren ifadenin gölgelerini çok net bir şekilde görebilmiştim.

"Beni zorlama." Dedi, parmakları gözlerine çektiği ifadenin aksine dokunduğu yeri yakıyordu.

"Bunu yapan sensin Uluç. Ben sana bunu istemediğimi söylüyorum."

"Bana neden istemediğine dair geçerli bir neden ver öyleyse. Konu sana çıplak dokunmamsa sana bunu söyledim, sana dokunmaya başlamadım. Kolum göğsünü kapayacak diye sana dokunduğumu sanacak kadar masumsun ama ben bu masumluğa kıyamayacak bir adam değilim Anka." Söyledikleri kızgın bir demir olup aramıza uzandığında istesem de bana uzattığı kızgın demirleri atlayıp ondan uzaklaşamayacağımı biliyordum. Ona uzun uzun baktım. Göreceğim en ufak tavizi büyütüp onu eşeleyecektim ama yoktu. Ona yalan söylemek için zihnimle bir oyuna çıktığımda aklıma başta hiçbir şey gelmedi. Gelmeyeceğini sandığım anda ise beliren fikirle acelece konuşmuş asla sonucunda neler olacağını düşünmemiştim.

"Belki bu anı kocam olacak adamla yaşamak istiyorumdur," Bakışlarına bindirdiği bulutların ağırlığı dudaklarıma düştü. "Olamaz mı?"

Uluç güldü. Alaydan uzak. Keyifsiz. Soğuk.

"Kocan olacak adamı sikerim."

Tepkisine göz büyütüp bakmak dışında bir şey yapamadım, dakikalar aramızda sürüp gitmeye başladığında Uluç konuşmayacağımı anlamış olmalıydı ki homurdanıp bacaklarını araladı ve beni bacaklarının arasından yere oturmak zorunda bırakacak şekilde iteledikten sonra bana bakıp yeniden konuştu:

"Yan dön. Sırtını bacağıma yasla ama ağırlığını göğsüme daya." Dediğini yapmamak için direnmek istesem de bunun kötü olmayacağına inanmak isteyen tarafım olacakları kabullenmişti. Dediğini yaptım. Sırtımı büktüğü bacağının baldır kısmına dayadım ve ağırlığımı göğsüne verdim. Çıplak belimin ince kısmında var olan yumuşaklığını hissettiğimde bunun beni bayıltacak kadar çok zorladığını hissediyordum.

"Başını çenemin altına sok."

Dediğini yaptım. Uluç'un parmakları tarif ettiği biçimde bedenimi yönlendirmeye devam ediyordu. Elleri sütyenimin kopçasının üzerinde durduğunda yüzümü boynunun altından çıkarıp ona yeniden baktım.

"Bakmak yok." Dedim bana neler olduğunu anlamak için eğdiği bakışları ile buluşur buluşmaz. Gözlerindeki kara bulutların titrediğini gördüm ama tamamen kaybolmamışlardı.

"Yok." Dedi ve ardından başımı yeniden boynunun altına bu sefer kendi soktu. Bir an bu halime dayanamadığını düşünmüştüm.

Parmakları yeniden sütyenimin kopçası üzerinde durduğunda nefesimi tutmuştum. Olacakları kabullenmiştim. Uluç sütyenin kopçasını yavaşça birbirinden ayırdığında dişlerimi birbirine bastırıyor, bastırdığım dişlerimin çenemde hissettirdiği gerginliği de onun boynuna gömüyordum. Sütyeni ortada birleştiren tüm bağları koparıp elini boşa çıkardığında cansız askılıklardan biri omzumdan aşağı doğru eğim kazanmıştı. Uluç eğim kazanan askıyı eliyle sürüp duraksadığında kolumu uzatarak beklediği yardımı yaptım. Diğeri içinde aynı şeyi yapacağını anladığımda boşa çıkardığı sağ tarafımın çıplaklığı ortada kalacağı için kasılmıştım. Uluç bunu anlamış gibi boynunu daha da yukarı kaldırdı, bunu alnımın temas ettiği teninin gerilmesinden anlamıştım. Ona kaçamak bakışlar atarak diğer askılığın üzerimden düşmesine izin verdiğimde utancı bir kenara bırakıp ona sokuldum. Görmemesi daha önemliymiş gibi gelmişti ama çıplak tenim tenine çarpar gibi temas ettiğinde hissettiğim ısının bir tarifi yoktu.

Kazanlarca su kaynatılmışta kaynatılan kazanlarca suyu aramıza dökmüşler gibi hissediyordum.

Uluç bir bebeği çevirir gibi beni kolunda hareket ettirdiğinde göz ucuyla sütyeni arkasına aldığını görmüştüm. Dediği gibi beni yan bir şekilde durdurdu, ağırlığımı tamamen göğsüne aldı ve sağ kolunu bir emniyet kemeriymiş gibi göğsümün üzerinden uzatarak beni kendine bastırdı. Boynum bir yapboz parçasıymış gibi boynuna yerleşmiş, adeta düşmüştü.

Derin bir nefes alıp verdim.

"Bunun sana nasıl hissettirdiğini merak ediyor olabilirim." Diye konuştu benimle. Daha çok kendi kendine konuşuyormuş gibiydi ama cümlenin soru sorulmuş gibi aramızda yükselen ifadesinden de haberdardım.

Söylediğini düşündüm. Hissettirdiği şeyleri tutmak için ellerimle göğsümü açmışım gibi parmak uçlarımı kanlı ve sıcak hissediyordum. Hissettiğim bu sıcaklık bana başka bir şeyin yerini bulduramayacak kadar baskın geliyordu.

"Kalbim yokmuş gibi hissediyorum." Dediğimde Uluç bunu beklemiyormuş gibi irkildi. O kadar belirgin bir hareketti ki bu göğsünde onunla birlikte hareket etmiştim.

"Kalbim varmış gibi hissediyorum."

Sözlerinin üzerimde yarattığı ağırlıkla ona bakmak için cesaret kazandığımda Uluç bunu anlamıştı, hareket etmemi bekleyerek soluğunun alnıma vurmasına neden oldu. Başımı geriye doğru çekip çenesinin kıyısına değdirdiğim bakışlarımı hisseder hissetmez göğsüme bastırmadığı kolunu kullanarak beni yeniden aynı yere, boynuna yasladı.

"Kal orada." Dedi, keskin bir tavırla. Bu hali onu gözümde küçültüp bir oğlan çocuğuna çevirmişti. Sesinin rengi değişip bana bu tonla seslendiğinde içimde canlanan his ona karşı hep bu oluyordu.

Emir verir gibi kullandığı kısa cümlesi üzerine ikinci kez düşünmemiştim. Söylediğini yapıp ellerimi temas eden noktalarımız arasından uzatıp derin titrek bir nefes alarak bekledim. Uluç'un göğsüne bastırdığım elimin üzerine kendi ağrılığımı da verince parmaklarım çok daha belirgin bir şekilde atan kalbini hissetmeye başlamıştı.

Midemdeki kelebekler belirgin bir şekilde yeniden kanat çırpmaya başladığında midemin uçar gibi kalbim üzerine kapaklanacağını biliyordum, bu korkutucu değildi. Damağımda bıraktığı tatta leke barındırmıyordu ve düşüncelerimi bir rüya kapanıymış gibi tutup benden uzağa itiyordu.

Ondan ilk kez böyle bir şey duymuştum. Ona orasının çok karanlık olduğunu söylemiş, onu kalbinin olmadığını söyleyerek suçlamış, kalbin var mı senin diye aşağılamış onu bir canavar gibi görüp kaçmaya çalıştığım bile olmuştu.

Söylediği şeyi sindirmeye çalışır gibi yutkundum. Bu sırada kapının yeniden açıldığını, Arden'in içeri girdiğini ve bizi çoktan çizmeye başladığına emindim.

Onunla, çizdiğiyle, çıplaklığımla ilgilenmiyordum. İlgilendiğim konu Uluç bile değildi. İlgilendiğim şey Uluç'un kalbiydi.

"Sonunda buldun." Dediğimde burnuma sigara kokusu, boya kokusu ve Uluç'un kokusu aynı anda doluyordu. Uluç'un derin bir nefes aldığını işittim. Kalkıp inen göğsünde güzel bir ritim vardı ve elimin altında atan kalbinin vurgusu yüksekti.

"Neyi?"

Ses tonundaki oğlan çocuğu ortalarda yoktu. En son bir perde arkasında bıraktığım Anka kendini saklamayarak o çocuğu arıyordu. Uluç'un içinde varlığına her zaman inandığım o kısmın ilk kez kendi rızasıyla ortaya çıktığını görmüştük. Uluç çenesini alnıma bastırdı.

"Kalbinin yerini." Dedim, bunu inkar etmemesini istiyordum. Uluç alnımda duran çenesini kullanarak alnımı eşeledi.

"Onun varlığından bir süredir haberdarım Anka. Sen görmüyordun. Hoş seni kendi haline bıraksam görmemeye devam edeceğini de biliyorum ama artık görmen gerek. İşlerin boyut değiştiren yoluna saptığımızda her an kaçacak olduğunu düşünerek yoluma bakamam."

"Kaçmayacağımı biliyorsun." Dedim söylediklerini düşünmeye devam ederek. Artık kaçmayacağımı kabulleneli epey olmuştu ve bunu Uluç'un bildiğini de biliyordum. "Hem ben görmüyor değildim, sen göstermiyordun." Diye devam ettim.

"Çünkü sana güvenmiyordum."Alnıma düşen kelimeleri kaşlarımı çatmama neden oldu.

Arden bir şey düşürmüştü. Aramızda tiz bir ses şakıyarak üç kez vurduğunda Uluç'a cevap vermek konusunda gecikmiştim.

"Artık güveniyorsun?" Dedim, soru sorar gibi. Uluç dudaklarını alnıma bastırdı. Bunu beklemediğim için gerilir gibi olsam da çok büyük bir irkilme sergilememiştim.

"Güveniyorum." Dedi. Bunu söylemek üzerinden büyük bir yük atıyormuş gibi rahat bir nefesi alnıma bırakmasına sebep olmuştu. Sonrasında aramıza bıraktığım kolumun uyuşmasına sebep verecek kadar uzun bir sessizlik yaşamıştık. Arden'e dönüp bakmıyordum ama bizi çizmeye devam ettiğine emin olduğum tıkırtılar çıkararak varlığını belli ediyordu.

Uluç'un göğsüne yaslı olan parmaklarımı hareket ettirdim, bunu yanlış anlamasından da korkuyordum ama kollarımın gerçek bir uyuşmanın eşiğinde olduğunu hissediyordum. Uluç hareket etmiş olmamdan cesaret etmiş olacak ki beni kendine doğru biraz daha çekmişti, ama bunu yaparken o kadar dikkatli davranmıştı ki göğüs kafesim üzerinde bulunan tek bir damla etin bile görünmediğine emindim.

"Sana bir şey soracağım." Diye konuşmaya başladığında bir an bunu beklemediğim için hızla hareket edip bakışlarımı yüzüne tırmandırmıştım. Uluç heyecanlı bakışlarıma göz değdirip geçti, buna bozulsam da ses çıkarmadan bir süre daha yüzünü inceledikten sonra yeniden eski yerime konumlandım. Onu taklit eder gibi derin bir nefes aldım.

"Sor."

"Diyelim ki karşında bir aptalın teki var."

"Bu aptal ben miyim?" Diye kestim onu. Gülümsedi ve kollarını sıklaştırdı.

"Sensin." Sessizce devam etmesini bekledim.

"Görmediğine emin olduğum bir şey varsa ve bu benimle ilgili değilde sadece seninle ilgiliyse bunu sana nasıl gösterirdin?" Cümlesinin karışık görünümlü anlamına kaş çatarak baksam da aslında neyi anlatmaya çalıştığını anlamıştım. Yalnızca ne görmem gerektiğini kavrayamamıştım.

"Üzerime giderdim." Dedim hiç düşünmeden. Bunu hep yaptığımı biliyordum. Kendimi dikkatli biri olarak gördüğüm zamanların sayısı fazlaydı ama asla sandığım kadar dikkatli bir kız olmamıştım. Bunu biliyordum. Devam ettim.

"Görmediğimi sandığım şey üzerine araştırma yapar, ona yönelik davranışlarda bulunurdum. Ama kendimi göreceğim diye de sıkıp bunaltmazdım. Bilmiyorum, düşündüğümde ilk aklıma gelen bunlar."

"Emin misin?" Diye sordu. Bakışlarımı yeniden ona tırmandırdığımda Uluç bu sefer bana yalnızca bir göz değdirip geçmemişti. Yüzüme; ağzıma, burnuma, gözüme uzun uzun bakmıştı.

"Eminim. Ben bunları yapardım." Bakışlarını dudaklarıma değdirdi ama dudaklarımda çok oyalanmadı. Bana bakmaya bir son verdiğinde eliyle beni yeniden boynunun altına sokmuş mırıldanır gibi konuşmuştu:

"Sandığım kadar aptal değilmişsin. Sana bizi göstereceğim."





**

Size birkaç soru sormak istiyorum benim için lütfen cevaplar mısınız?

1- İlk bölümlerde olan Uluç ile şimdi olan Uluç arasında bir değişim olduğunu düşünüyor musunuz?

2- Bu değişimden ne kadar memnun ya memnun değilsiniz?

3- Sizce Uluç'un tüm bu hareketleri oyun mu yoksa gerçek mi?

Continue Reading

You'll Also Like

5.2K 1.1K 34
"Yüreğinin kapılarını benden başkasına açamazsın! Bu ben bile olsam..." "Bu sözüyle deli olduğunu düşünebilirdim ama o an anladım ki bu iki adam birb...
13.5K 241 4
Sevgili okuyucularım kitap olarak yakında raflarda olacağını size bildirmek isterim. "Gecenin hükmü verilmişti; kelebeğin gözyaşları kazanmıştı." Y...
832K 16.4K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...