Bölüm 54: Dikiş, Part 3

4.6K 229 866
                                    

Wattpad'in hayatımdaki yerini sorgulamıyorum ancak şu sıralar yanımda olmanıza daha çok ihtiyacım olduğunu bilin. Hayatıma dair bilgileri vermekten hep sakınırım, çok nadir anlattığım insanlar olur ki aylardır kimseye bir şey anlatmaz oldum. Kendimi mutlu etmeye çalışıyorum ve bunu sizinle birlikte, karakterlerimle birlikte yapmaya çalışıyorum. Benim hep sessiz arkadaşlarım gibi oldunuz ki bazı bazı sesinizi duymayı istediğimi bilin. Verdiğim değeri, verdiğiniz değeri görmek istiyorum.

Benimle buluşun.

Yeni bölümlere dair tüm soruları, spoi dolu cevapları instagram üzerinden yapıyorum. Şu sıralar aklımda canlı yayın yapma fikirleri de dolaşıp duruyor haberiniz olsun, bu yüzden instagram'a gelin. @yasoley olarak arattığınızda benimle buluşursunuz. Ve bir şey daha! Renkarnasyon'a lütfen geç kalmayın.

BÖLÜM SINIRI İÇİN VOTE SAYISI BELİRTMİYORUM ANCAK YORUM SAYISINI 800 OLARAK GÖRMEK İSTİYORUM.

KEYİFLİ OKUMALAR.











Siren sesleri artarak duyulmaya devam ediyordu. Duyduğum sesin ortaya etrafına kanlı parmaklar yapışmış olan bir bıçak gibi açığa çıkardığı kelimenin; bir çağ kapatıp başka bir çağı başlatan o muhteşem, mucizevi, olağanüstü ama bir o kadar da olağan olan kaotik cüsse olduğunu biliyordum ve bunların hiçbiri için olumlama yapamıyordum.

Kalbim kendi ağzında atıyordu, yanıyordu hatta ve dudaklarım bu yanmanın etkisiyle içe doğru çekiliyordu. Hissettiğim bu şey için olumlama yapmaya çalışıyordum ama bu o kadar zordu ki Uluç'un kucağındayken hissettiğim bu şey elimi kolumu bağlamışta beni dipsiz su dolu bir kuyuya atmış gibi hissettiriyordu. Ölümü bu kadar yakından koklamamıştım. Çaresizliğin ılık bir nefes gibi burnumdan içeri dolduğunu hissettim. Dudaklarım dişlerimin altında söylenmemesi gereken o sırrı söylemişim gibi günahkarca eziliyordu.

Zihnimin aç kalmış yanını beslemek için yalnızca düşündüm ancak ortada olumlama yapabileceğim bir durum yoktu, zihnimde Uluç o elin sahibi, o katildi. Uluç zihnimde bir elinde kanlı parmaklarıyla gümüş bir bıçak, diğer elinde görüp görebileceğim en can alıcı kırmızı renkteki bir gül demetini tutuyordu. Zihnimde yarısı yaralı bir katilken, zihnimde diğer yarısı centilmen bir erkekti. Bunlar yaşadığım hayatın öğrendiğim bir oyunuydu ve Uluç bu oyunun en can alıcı parçası ama bir o kadar gerçek olan yaşantımdı.

Baban dönmüş, cümlesi zihnimdeki duvarlara çarparak hayat buluyor aynı cümle Uluç'un bedenine dokunur dokunmaz yanıp kül oluyordu. Küllerinin ters çevrilmiş bir kar küresinin içinde tepemizden aşağı döküldüğünü hissediyordum, çok yoğundu.

Uluç onunla yaşamadığın müddetçe anlam bulduramayacağın bir karakterdi ama önüne dizilen puzzle parçalarını korkunu geriye atıp birleştirmeye koyulduğunda Uluç muhteşem biriydi de. Zihnimde küllerimin, küllerinin arasında kalmış bir puzzle parçası vardı ve o parçanın şimdi kendi kanımızın içinde yüzdüğünü hissediyordum. Kalbimde hissettiğim ağırlığın nedeni Uluç'tu.

İçine girdiğim dünyada kendimle başa çıkmanın yolu olumlama yapmayı öğrenmemdi ki bunun hayatımı kurtardığı noktalar olmuştu ama şimdi, bedenimin altındaki dizlerin ateş olup yandığını hissediyordum ve bunun olumlaması için zihnimle oynayamıyordum. Ona bakmak istedim, bakamadım. Bu ateş benim değildi. Ona aitti. Uluç'un bedeni alev olup yanmaya başlamıştı ve olduğum yerde durmuş ona bakmaktan ileriye gidemiyordum. Ona bakamıyordum bile.

Onun kucağındayken hissettiğim sıcaklık aynı zamanda içi lav dolu bir kazana atılmışım gibi hissettiriyordu. Duyduğu şeye o kadar öfkelenmişti ki her şeyi silip atmış gibi gözleri siyaha boyanmıştı. Ona bakmıyordum ama gözlerinin zemheri bir ışıltıya ev sahipliği yaptığına emindim. Zihnim olumlama yapmak için çabaladı, zihnim onun kucağında onun için olumlama yapmanın bir yolunu aradı ama bulabildiği insaflı tek bir cümle bile yoktu.

SAHİPSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin