SONRA SEN GÜLDÜN (Tamamlandı)

By HilAySavascisi

693K 73.6K 88.3K

Hayat yapbozundaki eksik parçayı arayan Ahu'nun güldüren hikayesi 🐟 Büyüyoruz ve bu umrumuzda değil. 🎈 More

Helloo!
(Prolog) Kim Bu Ahu!
1.Bölüm - Biz Kimiz?
2. Bölüm - Çek Tulumbayı Ahu
3. Bölüm - Ne Yapacaksın Ahu?
4. Bölüm - Tamam Mı Ahu?
5.Bölüm - Saçmalama Ahu
6. Bölüm - Yandın Sen Ahu
7.Bölüm - Ah Ahu
8.Bölüm-Doğru Mu Ahu?
9. Bölüm - Yapma Ahu!
10. Bölüm - Güldün
11.Bölüm - Uçtu, Gitti Ahu
12. Bölüm - Ahu Yapmaz
13. Bölüm - İçerde Misin Ahu?
14.Bölüm - Hırsız Kim Ahu?
15.Bölüm - Mutlu Musun Ahu?
16.Bölüm - Eee Ahu?
17.Bölüm - Ölsem Söyleyemem
18.Bölüm - Ceylan'ım
19.Bölüm - Çay Var İçersen
20.Bölüm - Ahu Ve Sırlar Odası
21.Bölüm - Şerif Reis
22.Bölüm - Kararsız Kararlı Ahu
23.Bölüm - Akşamdan Kalma
24.Bölüm-Alev Alev
25.Bölüm - İçimdeki Yangınlar
26.Bölüm - Nesli Sultan Oteli
27.Bölüm - Başlangıçlar
28.Bölüm - Gülmek İçin
29.Bölüm - Çeyrek Final * Dünyayı Kurtaracak Olan
30. Bölüm- Uzak Işıklar - II. Devre
31.Bölüm - Büyümenin Anatomisi
32.Bölüm - Ayrılığın Anatomisi
33. Bölüm - Torbacı
34.Bölüm - Günlerden Bir Gün
35. Bölüm - Ayaklı Bela Ahu
36.Bölüm - Kızıl Ötesi
37. Bölüm - Eksik Kalan Parçalar
38.Bölüm - Ağlamak
39.Bölüm - Bitmek Bilmeyen
40.Bölüm - Kalp Atışı
41.Bölüm - Kalimera !
43.Bölüm - Yarış Başlasın
44.Bölüm - Paparazzi
45.Bölüm - Anne Yarısı
46.Bölüm - Uzaylı İstilası
47.Bölüm - Yirmi Bir
48.Bölüm - Şamar Oğlanı
49.Bölüm - Tuzlu
50.Bölüm - Antío Pappoú (Hoşçakal Dede)
51.Bölüm - Yuvaya Dönüş
52.Bölüm - Bela Geliyorum Demez, Ahu Da...
53.Bölüm - Bir Yaralı Kuştum, Uçtum Uçtum
54. Bölüm - Doğum Günü Meselesi
55.Bölüm - Bazı Taktikler
56.Bölüm - Kırmızı Balık
57.Bölüm- Kıyıya Vuran Balık
58.Bölüm - Si vales, valeo
59.Bölüm - Nikahına Beni...
60.Bölüm - Vedalar Vedalar
61.Bölüm - Haydar Haydar
62.Bölüm - D'ayı Yogi
63.Bölüm - Mendilimin Yeşili
64.Bölüm - Tencere Kapak
65.Bölüm - Geçmişin Tozlu Sayfaları
66.Bölüm - Biyolojik Unsur
67.Bölüm - İneklerin Öcü Ve Kaşar Sarıkız
68.Bölüm - Kırmızı Mı Balık? (İkinci Kısım Sonu)
69.Bölüm - Ahu'şahım Çok Yaşa
70.Bölüm - Can Kurtaran
71. Bölüm - Üçgen Peynir Ve Erimiş Dostluklar
72. Bölüm - Rüzgara Açılan Yelkenler
73. Bölüm - KKS Karakter Kanseri
74. Bölüm - Kahrolsun Bazı Şeyler
75. Bölüm - Dönme Dolaplar
76.Bölüm - Küfürbaz
77.Bölüm - Aybüke
78.Bölüm - Kan ve Gül, Gülle Diken
79.Bölüm - Gelin Ata Binmiş Ya Nasip Demiş
80. Bölüm - Hayat Kavgası
81.Bölüm - Neden Geldik Dünyaya?
82.Bölüm - Ahu'lar Vadisi
83.Bölüm - Gizemli Geceler
84. Bölüm - Av
85. Bölüm - Avcı
86. Bölüm - Hanımefendi Keriman
87.Bölüm - En Sevdiğim 25'inci Kelime
88.Bölüm - Rengarenk
89.Bölüm- Hayatın Renkleri
90. Bölüm - Adamlar Ve Küfür Adam
91.Bölüm- Zamanın Bir Yerinde
92. Bölüm - İki Yabancı
93. Bölüm - Deniz Ve Kum, Ben Aslında Yokum
94.Bölüm - Onun Arabası Var, Güzel Mi Güzel
95. Bölüm - Kendimi Kendimden Çıkarsam Sıfır Kalır Mı?
96.Bölüm - Büyü De Gel Çocuk
97.Bölüm - Sanat Ahu İçindir
98. Bölüm - Sarmaşıklar Ve Arkadaşlıklar
99.Bölüm - Seçmen Şapka
100. Bölüm - Yüz Puan
101.Bölüm - Hepimiz Kardeşiz
102.Bölüm - Küçük Adımlar
103. Bölüm - Söylenmemiş Yalanlar
104. Bölüm - Kaçan Kovalanır
105. Bölüm - Devrik Lider
106.Bölüm - Bükemediğin Bilek
107. Bölüm - Kutlama
108. Bölüm - Güneşin Ufka Değdiği Yer
109. Bölüm - Onur'suz Aşkların Mücadelesi
110.Bölüm - Aysel Git Başımdan
111. Bölüm - Son Korsan
112. Bölüm - 23.00 Yaşım
113. Bölüm - Pişmaniye Duygular
114. Bölüm - Feda
115. Bölüm - Gün Batımı
116. Bölüm - Güneşli Günler
117. Bölüm - Hayırlı İşler
118. Bölüm - Kardeşler Yufkacılık
119.Bölüm - İçimdeki Çocuk
120. Bölüm - Yamalı Kardeşlikler
121. Bölüm - Kamp Ateşi
122.Bölüm - Sonra Sen Geldin
123. Bölüm - Döndüyse Dönektir
124. Bölüm - Hoş Mu Geldin?
125. Bölüm - Bir Tutam Özlemek
126. Bölüm - Çok Gülen Çok Ağlar Mı?
127.Bölüm - Son Mektup
128. Bölüm - Barış Elçisi
129. Bölüm - Ah Nerede
130.Bölüm - Ay Akşamdan Işıktır
131.Bölüm - Manitacılık
132. Bölüm - Ege Shower
133. Bölüm - Geçip Giden Zaman
134.Bölüm - Geleceğe Koşanlar
135.Bölüm- İsteyenin Bir Yüzü, Vermeyenin ...
136. Bölüm Final- Mutluluğun Reçetesi
🖐️Sonra Biz Güldük🎈
138 ~ Danalar Girmiş Boston'a

42.Bölüm - Ahu'nun Dediği Olur

4.3K 502 554
By HilAySavascisi

Merhaba,

Sermeraz yıldönümü için 🧡

Beğenmeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🙏⭐🐤

Keyifli okumalar 🧡

🎈
 

Bir süre odanın ahşap camını yukarı kaldırıp açtım ve bu kapalı havada bile pırıl pırıl parlayan yıldızların seyrettim.

Yaptığım şeyin doğru ya da yanlış olduğunu ayırt edebilecek durumda olmama rağmen zaman zaman yanlış yapmamın sebebi, doğrusunun hoşuma gitmemesiydi.

Belki burada olmamalıydım, belki başıma bir şey gelebilirdi ama işin ucunda annemin yüzünde açacak çiçekler varken, üst üste hatalar yapmayı seve seve kabul edebilirdim.

İçerisi iyice buz gibi olduğunda, yatağa geçtim ve gece boyunca ben döndükçe gıcırdayan yatakta uyudum. Bu sefer gerçekten uyudum.

Ben döndükçe kulağıma gelen bu sesler ninni gibi geliyordu. Uzun zaman sonra sabah erkenden kalkmak zorunda olmadığım için, üzerine yol yorgunluğu ve soğuk da eklenince kelebek teyzenin deyimiyle ölü gibi yatmışım.

Kelebek teyze demişken, ismi Keriman'mış. Neyse.

Beni bıraksalar akşama kadar uyuyacağım için, saat 09:00'a alarm kurdum.

Alarmı erteleye erteleye kendimi yataktan çıkarmam saat 10:00'u bulmuştu tabi.

Terliklerimi ayağıma geçirip, merdivenden sessizce aşağı indim. Nico ortalıkta olmadığına göre uyuyor olmalıydı.

Mutfağa başımı uzatıp baktığımda, yaşayan bir insanın buralardan geçtiğine dair hiç bir emare yoktu.

Porselen çaydanlığı alıp su koydum. Hazıra alıştığım dönem bittiği için mecbur kalınca herşeyi yapıyordum.

Belki Nicolas uyanana kadar kahvaltıyı hazırlasam biraz yumuşardı.

Eski, çiçekli fincanlar ve ona takım tabaklar, bu evden zamanında zarif bir kadının ya da genç kızların geçtiğinin kanıtıydı.

Canım annemin, bu fincanla çay içtiğini düşündüm geçmişe dönüp. Evin içine adım attığım andan beri, sanki her köşesinde o anıları ben yaşamışım gibi hissediyordum.

Merdivenlerden koşarak yukarı çıktıklarını, birbirlerinin saçlarını ördüklerini... İstemsizce bunları anımsıyordum.

Nicolas uyanmadan önce, uzun uzun seyrettiğim fincanı yerine bırakıp normal bardakları aldım.

Dolapta kahvaltılık bir şeyler ararken tanıdık ürünler görünce sevinmiştim. Restoranda ne güzel kahvaltı derdim olmuyordu. Okul günlerinde de kantinde atıştırıyorduk. Bu bir aylık serüven beni bayağı yoracak gibi duruyordu.

Kahvaltıyı uyuşuk uyuşuk hazırlamış Nicolas'ın uyanmasını bekliyordum.

Onu beklerken biraz karnımı doyurmuş olabilirdim.

Acıktık sonuçta.

Saat öğlen olmak üzereyken ben masanın başında uyukluyordum. Kaynayan çayın altındaki su bitmek üzereydi.

Ölmüş olmasın Ahu?

Dış kapının sesiyle başımı koyduğum masadan kaldırdım.

Nicolas dede elinde gazetesi, başında şapkası ile içeri girdi.

'Sen daha gitmedin mi?'  dedi çatık kaşlarıyla.

'Uyuyorsun sanmıştım. Çay koyayım mı? Kahvaltı hazırladım bize.' dedim onun sorusunu es geçerek.

'Yedim ben.' dedi.

Ulan kaç saattir seni bekliyorum!

Asılan yüzümü hemen toparladım.

'Olsun öğlen oldu bir daha ye.' dedim tebessümle.

Gizli gizli kalkıp dışarı çıkmış, bir de kahvaltı yapmış. Pes.

'İstemez.' deyince artık iyice canım sıkılmaya başlamıştı.

Masadaki kahvaltılıkları küfür edercesine ses çıkararak kaldırmaya başladım. Bir insan evladına da bu kadar yapılmaz ki ama!

'Çay içmem. Kahve yap bana.' dedi yüzüme bile bakmadan.

Emir cümlelerinden nefret ettiğimi daha sonra söylemek üzere not ettim. Benden bir şey istemesi iyi bir şeydi.

Sevinçle kahveyi ararken, kolumun çarpıştığı bardak yere düştü ve tuzla buz oldu.

'Hemen hallederim. Şey, süpürge nerede?'

Nicolas ağır ağır yerinden kalktı ve söylenerek içeri gidip süpürge benzeri bir şey getirdi. Biraz değişik şekli olan süpürgeyi çalıştırınca elinden kaptım.

İlk günüm olduğu için böyle yapıyorum ama sonra aramızda iş bölümü yapardık.

Değil mi?

Yerdeki kırıkları süpürürken, sesi duyulmayan televizyonu izlemeye devam ediyordu.

Kırık camlar iyice temizlenene kadar süpürdüm ve elektirik süpürgesini toplayıp köşeye koydum.

Belim ağrıyordu.

Allah ev hanımlarına yardım etsin. Çok amin.

'Hemen yapıyorum kahveyi.'  dedim ocağın başına geri dönerken.

Bana cevap vermemeyi ve göz teması kurmamayı sürdüyordu.

Raftan kahveyi çıkardım ama kokusu bir değişik gelmişti.

Umarım bizim oralardaki gibi yapılıyordur. Canım memleketim.

Kahve içerken Nicolas Dede ile yapacağım konuşmayı düşünürken, kahve ben ne olduğunu anlamadan köpürdü, köpürdü ve gözümün içine baka baka fos.

Taşıp ocağın heryerine döküldü.

'Evi başıma yıkacaksın, çekil.' dedi Nicolas en sonunda sessizliğini bozarak.

'Hemen hallediyorum, bu kahve bir değişik. Keşke Türk kahvesi getirseydim.' dedim. Kaşları iyice çatıldı ve tekrar geçip sedire oturdu.

Bir de ocak silme çıkmıştı başıma.

Bugün sanırım akşama kadar temizlik yapacaktım.

Hayııııırrrr!!!!

Ocaktaki demiri kaldırırken, sıcak yerinden tuttuğum için elim yanınca demiri hızla fırlattım. Biraz ani tepki verdiğim için savrulan demir şekerliğe çarptı ve şekerlik çatladı. Bütün şekerler tezgaha dökülürden öylece izledim, derin bir nefes aldım, sadece izledim.

Sakarlık üstüne sakarlık yapma programım açık kalmıştı resmen.

Elimin acısı ile gülmeye başladım bir anda. Bu kadar şeyi üst üste beceremezken, bu inatçı keçiyi mi ikna edecektim?

Duy da inanma.

Gülmekten gözümden yaş gelirken, Nicolas hâlâ olduğu yerde duruyordu.

'Sorun yok. Hemen hallederim şimdi.' dedim bir süre sonra sakinleşip. Sağolsun bana bir süre kendimle kavga etmem için zaman vermişti.

'Elini suya tut.' dedi yerinden kalkıp deri kaplamalı terliklerini giydi ve gitti.

Aferin Ahu. Kaçırdın adamı.

Yarım saatin sonunda, ocağı silmiş, tezgahı temizlemiş ve aptal kahveyi yapmayı başarmıştım.

Rengi solan sinirlerimi suladım, renklendirdim ve yanına lokum iliştirdiğim kahve fincanını özenle masaya bıraktım.

'Kahve hazııır.' diye seslendim gelmesi için.

Bir kaç dakika sonra ayak seslerini duydum, nihayet geliyordu.

Sirke satan yüzü hiç değişmeden kahvesini aldı ve televizyonu açtı yeniden.

Bu kocaman kare şeklindeki mutfak, bir bakıma oturma odası gibiydi.

Tezgah ve buzdolabının yanında masa, onun yanında oyma desenli bir koltuk ve karşısında diğer benzeri, yukarıda bir rafa sabitlenmiş küçük bir televizyon vardı.

Buradan ayrı bir salon daha görmüştüm ama Nicolas bütün vaktini burada geçirmeye alışmış görünüyordu.

Kahvesinden aldığı yudumu güçlükle yutarken bana döndü.

'Şeker atmadın mı buna?' dedi sertçe.

'Söylemedin dede.'

'Sormadın. Hem bana dede diyip durma.'

Sessizliğin asaletindendir Ahu. Her lafa verilecek cevabını biriktir, sonra taksit taksit söylersin.

Başımı önüme eğip sessiz kalmak içten içte bende bir travma oluştursa da, bekliyordum.

Annem için...

🎈

Nicolas kahvesini yarısına kadar içti ve bardağını tezgahın üzerine bıraktı.

Tam geri dönecekken, göz ucuyla bana bakıp vazgeçti ve bardağı yıkadı.

Oh, şükür.

'Ne zaman gidiyorsun?'

'Bir aylık eğitim için üniversitem gönderdi. Dereceye girdim. Buraya gelmek istedim. Senin için.' diye açıkladım.

Kaç kere söylemiştim halbuki.

Bunamış olabilir Ahu.

'Evimden ne zaman gidiyorsun?'

'Bu yabancı memlekette nereye gideyim pardon? Hem burası anneannemin de evi sayılır. Hiç bir yere gitmiyorum. İstersen polis çağır.'

'Tamam o zaman başka çaremiz yok madem. Polis çağırayım.'

Şok.

Ilımlı yaklaşım planı iptal.

İkinci planı devreye sokmak için hafifçe öksürdüm.

Hafifçe başlayan öksürüklerim şiddetlenirken göz ucuyla bana baktı.

'Hasta numarası yaptığını anlamayacak mıyım?'

Bi de zeki.

İkinci plan daha başlamadan çöp olurken, gerçekten boşuna kürek çekiyor gibi hissetmeye başlamıştım.

'Yarın eğitim var bay Nicolas. Otelde kalacak param yok.'

'Bana mı sordun buraya gelirken?'

'Sen bizi merak edip bir kere iletişim kursaydın, sorardım.' dedim.

Ağlasam?

Acaba ağlasam bana acır mıydı?

Denemeden bilemezsin Ahu.

Durduk yere de ağlayamam ki ben şimdi. Normal zamanda bile zor ağlıyordum, yalandan nasıl ağlayacaktım acaba?

Kötü anılarını düşün Ahu.

Küçükken attan düşüp kolumu kırmıştım. Çok canım acımıştı.

Ah! Hayır, ben atla son sürat giderken çok eğlenmiştim ve canımın acısı o anın güzelliğini gölgeleyemeyecek kadar az geliyordu bana.

Atı nereden bulduğum da bir muamma.

Muko'nun kocası Memduh amca eskiden sürekli at yarışı oynardı. Gel zaman git zaman atın sahibi ile çok samimi oldukları bir vakit bir kaç gün bakması için atı bahçelerine bağlamışlardı.

Atı gizlice çözüp üzerine atladığımda, 14 yaşlarımdaydım. Hazal korkudan ağlıyordu, ben rüzgarda savuran saçlarımı keyifle izliyordum.

Ama at normal at değil tabi, yarış atıydı.

Sonrası, hayat kısa, kuşlar uçuyor olayını yattığım yerde mavi gökyüzüne bakarak farkettiğim ilk andı.

Kıkırdadım elimde olmadan.

Gülme Ahu, ağla.

Ağlamak için düşündüğüm şeyler bana kahkaha attırırken, Nicolas ters ters bakışlar atıp televizyonuna geri döndü.

Güncel şeyler düşün Ahu, güzel güzel ağla ki adamcağız sana acısın.

Evimizin yandığı anı düşündüm ama bu beni ağlatmıyor, aksine öfkelendiriyordu.

Yumruklarımı sıktım sinirle. Evle bağlantılı olarak aklıma ismi lazım değil baş harfi A gelmişti.

Onunla güzel olacak gibi hissettiğim kısa bir sürenin ardından, yere çakıldığım günü düşündüm.

Benden ayrıldığı günü.

O gün yanından ayrılırken, ilk hayal kırıklığımın ardından beni terk ettiğini değil de, neden önce ben terk etmedim diye düşündüğümü anımsayınca kendi kendime gözlerimi devirdim.

Neslihan teyzenin güzel başlayıp, sona doğru haddini aşan sözlerini  sineye çektiğim için kendime kızdım.

Mahallemizin gözdesiydi, bizden bir kaç yaş büyüktü, belki kızlar ona bayılıyor diye kapılmıştım ona. Belki de terkedilme sendromundan dolayı beynim böyle düşünmemi istiyor olabilirdi, ona karar verememiştim henüz, ama aşk hayatımı uzunca bir süre askıya almak konusunda kararlıydım çünkü güvenim kırılmıştı bir kere.

Ben hiç bir zaman ilk seçenek değildim onun için. Bunu anladığım günden sonra o, artık benim için seçenek bile değildi.

Ağla Ahu artık.

Onun için dökecek bir damla gözyaşım daha yoktu malesef.

Ben de böyle biriydim işte. Ben olmak kötü bir şey ise, ben en kötüsüydüm.

Gidenin ardından aylarca göz yaşı dökmek bana göre değildi. Tükürsek olmuyor mu?

Annem şöyle bir gelip geçiyordu zihnimen ama onun için ağlamak istemiyordum çünkü anneme ağlamaya başlarsam susamayabilirdim.

Allah ağlayacak başka dert vermemiş, ne yapayım?

'Eline ne oldu?'

Nicolas'ın konuşmasıyla aynı anda elimin üzerine baktım. Üzeri kızarmış, kırmızı benekler olmuştu. Eşofmanımın paçasını biraz yukarı sıyırdım, aynısı bacaklarımda da vardı.

'Ayyy!' dedim. 'Bu neee?'

Alerji Ahu.

Şşş, sus.

Yerinden kalkıp masadaki gözlüğünü aldı ve yanıma geldi yavaş adımlarla.

Gözlüğü ile birlikte, dokunmadan elimi inceledi.

'Bir şeye alerjin mi var?'

Evet, mesela yunanlılar.

'Yoo.' dedim gözlerimi korkmuş gibi açarak. Muhtemelen yediğim bir şey dokunmuştu ama çok önemsemedim.

'Doktora git.'

'Nasıl gideyim! Yol mu biliyorum sanki? Allah'ım buralarda, yaban ellerde öleceğim. ' dedim ağlamaklı.

Sweetimin kolunu yukarı sıyırdım, aynı benekler yukarı doğru yıldız şeklinde dağılmıştı.

'Ölüyorum kesin, ah başıma gelenler. Elalem, dedesine gitti öldü de geldi diyecek. '

Yüzüme baktı ne saçmalıyorsun der gibi.

Numaradan panik havasını abartıyordum ama benekleri gördükçe ciddi bir şey olabileceği hissine kapıldım.

Yunanca bir şeyler mırıldandı.

' Küfür etme dede çok ayıp. ' dedim hüzünlü bir ifade ile.

Gözlüklerinin üzerinden bana doğru baktı.

'Hadsiz.'

Teşekkürler, teşekkürler, teşekkürler.

Dudaklarımı büzüştürdüm küsmüş gibi.

'Keşke anneannem burada olsaydı. Ya da teyzelerim. Onlar beni iyi ederdi.'

Karısı Elena'ya ikinci defa anneanne dediğim için yiyeceğim fırçayı beklerken o gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı.

'Beni ölüme mi terkedeceksin?' diye sordum panikle.

'Gel.'

Peşinden yürürken sırtımda hissettiğim baloncukların, kolumdakiler gibi olmaması için dua ediyordum bir yandan.

Koridora çıkıp, ahşap basamaktan indik. Mint yeşili ahşap kapının arkasındaki askıdan bir yağmurluk alıp üzerime fırlattı.

'Teşekkür ederim.' dedim üzerime giyerken.

Nicolas da montunu giyip anahtarı aldı ve ayakkabımızı giyip evden çıktık.

Beni yolun ortasında bırakıp, koşarak eve döneceğinden ve kapıyı kilitleyeceğinden endişe etsem de çaktırmadım.

O koşarsa ben de koşardım.

En bi sevmediğim.

Yan yana dizilmiş cumbalı evleri geçerken, iki yandaki evin önünde durdu ve zile bastı.

'Geia Nicolas theíos.'

Sokaktan gelen sese döndük ikimizde. Nicolas'la sohbet eden kas yığınına baktım.

Ah, Adonisli çöreğim.

Onlar yunanca konuşurken Adonis bana bakınca, ayran budalası gibi ona baktığımı farketmemiş olmasını umdum.

Normalde bir erkeğe böyle bakacak bir insan asla değildim, beni biliyorsunuz.

Ama bu erkek değildi de sanki yunan heykeli gibiydi!

Benden bahsettiklerini Adonis  Türkçe olarak ' Geçmiş olsun.' dediğinde farkettim.

'Geçer geçer.' dedim tebessümle.

Çaldığımız kapı açılınca yaşlıca bir kadın çıktı karşımıza. Yine benim anlamadığım dilden konuştular bir süre.

Hey, Türkçe konuşun. Aloooo.

Kadın kenara çekilip geçmemizi işaret ederken, Adonis'e döndüm. Bana gülerek el salladı ve Nicolas'ın evi ile, şuan geldiğimiz evin arasındaki eve girdi.

Allah özenerek yaratmış.

'Burada ne yapacağız?' diye sordum dikkatimi girdiğimiz eve çevirip. Adonis insanda dikkat dağınıklığına neden oluyordu.

Cevap vermedi beydedem.

Önümüzde yürüyen yaşlı kadını takip ettik ve genişçe bir salona girdik.

Şıkır şıkır bir salondı burası, herşey yeni gibi parlıyordu. Tıpkı evin sahibi olan yaşlı kadın gibi.

İncecik dudaklarına sürdüğü ruju ile genç göründüğünü sanıyordu sanırım. Dudu teyze ile aynı yaşlarda olmasına karşın, giydiği pudra pembesi etek ceket takımı ile emekli Yunanistan milletvekili gibi görünüyordu.

Nicolas oturunca yanına kuruldum hemen.

Boş yer bulunca hemen oturacaksın.

Çok geçmeden orta yaşlarda bir adam belirdi kapının önünde. Takım elbisesi, saati ve ben bu emekli milletvekilinin oğluyum duruşu ile bizi selamladı.

Yine anlamadığım dilde hızlı hızlı konuşurlarken, bakışları arada bir bana kayıyordu.

Bunlar ana oğul ya da her ne iseler, kesin organ mafyasıydılar ve Nicolas beni bunlara satacaktı.

Zamanında annemi iş ilişkileri için sevmediği birine vermek istemesi bile buna inanmam için yeterli bir sebepti.

Adam kısa süre sonra yanıma yaklaştı ve elini uzattı. Dedeme şaşkın bakışlar atarken, nihayet konuşma zahmetinde bulundu.

'Doktor Dimitri.' dedi.

Derin bir nefes aldım ve kolumu ona doğru uzattım.

Cebindeki gözlüğü takıp incelerken, Nicolas da bir şeyler anlatıyordu bir yandan.

'Bacağındakini de göster.'

Paçamı biraz yukarı kıvırdım ve kontrol etmesine izin verdim.

Ölecek miyim doktor?

Aralarında konuşmaya devam ederlerken bay Dimitri kalkıp dışarı çıktı ve elinde bir çanta ile geri geldi.

Çantanın içinde yok yoktu.

Bir dakika, eline ne aldı o?

Bay Dimitri eline aldığı iğneyi hazırlarken gözlerim dehşetle açıldı.

'Bay Nicolas, bu iğneyi neden yaptırıyorsun? Hasta mısın?' dedim.

'Sana iğne yapacak. Vücudun alerjiye karşı kendini savunmaya almış. Bu beneklerin geçmesi ve bir kaç saat sonra başlayacak kaşıntını geçirmek için. Sonra hastaneye gidip tahlil yaptırman gerekiyor-muş.'

'Ölürüm de yaptırmam.'  dedim yerimden kalkıp.

'İyi madem, sen bilirsin. '

Bunun Türkçesi de, öl demekti yüksek bir ihtimalle.

Doktor, Nicolas'a yine hızlı hızlı bir şeyler anlattı.

'Olman gerekiyormuş.' dedi Nicolas tekrar bana dönüp. Pek umrunda gibi değildim. Sanki mecbur olduğundan bana çeviri yapıyor gibi geliyordu.

'Ne bileceğim beni bayıltıp organlarımı çalmayacağınızı?' dedim biraz diklenerek.

Dimitri bana şaşkın şaşkın bakmaya devam ediyordu.

'No, bay Dimitri.' dedim parmağımı iki yana sallayıp. Dimitri kibarca gülümsedi ama hala no yani.

'Yüzüne kadar yayılırsa iz kalabilir diyor.'

'Olamaaaz.' dedim ellerimle yüzümü tutup.

Ne zıkkım yedin Ahu?

Ne yediğimi hala bilmiyordum ama, naneyi yemiştim o kesin.

Yüzüm çok kıymetliydi benim. Yanımdan tüp kamyonu geçse, mazallah patlar da yüzüme gelir diye ellerimle yüzümü korurdum. Hoş patlasa bedenim paramparça olurdu ama yine de bir ihtimal yaşarsam bundan sonraki hayatıma çirkin devam edemezdim!

Allah'ım, yüzsüz bir sürü insan varken neden benim canım yüzüm?

Yaşadığım kısa süreli gel gitten sonra kolumu yukarı sıyırdım ve gözlerimi sıkıca kapattım.

Derin nefes al kızım.

'Ben dışarda bekliyorum. Kolunu indir de, adam yapsın iğneyi.'

Gözlerimi aralarken, Nicolas'ın kapıdan çıkmakta olduğunu gördüm.

'Hey, ne demek kolunu indir? İğneyi nereye yapacak!' diye seslendim.

Bana döndü, yüzünde garip bir gülümseme ile, - oh olsun der gibi eliyle kıçını gösterdi.

'Olmaz, asla bu adama popomu açamam.' dedim telaşla.

Zaten iğneden yeterince korkuyordum, bir de kıymetli popoma!

Asla.

Alışmadık götte don durmazmış.

Konuyla ilgisi yok Ahu.

Ne kadar dönersen dön, göt yine arkadadır?

Değil Ahu.

Götü yere yakın olandan kork.

Bu da değil Ahu.

Zaman kötü, kolla götü?

Belki.

Durumumu özetleyen cümleye karar vermiştim nihayet.

Nicolas bana omuz silkerek bakarken, yapmam gerekeni yaptım.

Koşarak Nicolas'ı geçtim ve geldiğimiz kapının önündeki ayakkabılarımı da hızlıca giyerek kaçmaya başladım. Bir saniye arkamı kolaçan ederken, peşimden geldiğini gördüm.

'Ahu! Gel buraya.' dedi sert sesiyle.

'Asla o iğneyi yaptırmam!' dedim ve dış kapıyı açtım.

'Sana gel dedim.'

'Sen kendine yaptır onu huysuz.' diyerek çıktım ve kapının önüne geldiğimde ne tarafa gideceğimi düşünürken, Adonis'i bisikletinin üzerinde durmuş telefonla konuşurken gördüm.

'Bana yardım et.' dedim yanına koşup.

 
Telefondakine bir şeyler söyledi ve kapattı.

'Ne oldu?'

'Hızlı sürebilir misin?' dedim aceleyle.

'Eh, yani.'

'O zaman çabuk .' diyerek arkasındaki selenin uzun kısmına zıpladım.

Aynı anda, bay Dimitri'nin evinin kapısı açıldı ve Nicolas kızgın bakışları ile görüş açıma girdi.

'Nereye süreyim ? Sen kendin niye gitmiyorsun?' dedi Adonis.

'Çünkü yolu bilmiyorum.'

'Bunu neden yapayım?'

'Denize düşen yılana sarılır da ondan.'

'Ne?'  dedi, söylediğim şeyi anlamadığı için şanslıydım.

'Nicolas geliyor, buradan uzaklaş artık, hem ben hastayım bak, söz uzaklaşınca anlatacağım.'

Adonis, Nicolas dedemin bağırışları içinde bisikleti sürmeye başlarken derin bir nefes aldım.

'Sıkı tutun.'

Durum güncellemesi : Körün istediği bir göz Allah verdi iki göz.

Uygun Ahu.

Ben nereye gittiğimizi bilmeden Adonis' in kaslı omuzlarını tutarken bir yandan yüzümde salak bir sırıtma vardı.

Bir süre sonra bisiklet durduğunda ayaklarım yere değdi ve Adonis indi.

'Neden kaçıyorsun?' dedi nefes nefese.

Karşısında ne konuşacağını unutuyordum resmen. Tövbeler olsun.

Kolumu açıp kızarıklıkları gösterdim.

'Alerji. İğne yapacaklarmış. Ben kendime yunan iğnesi yaptırır mıyım be!' dedim etrafı inceleyerek.

'İğneden mi korkuyorsun?'

Hem de ne!

'Hayır, sadece güvenmiyorum diyelim.'

' İğneye mi?'

Umarım Türkçe eksikliğinden dolayı sürekli soru soruyorsundur kaslı çocuk. Yoksa bu şişmiş kaslar hariç, beyninde  sadece hava olduğunu düşüneceğim.

Ellerimin üzerine yayılan kızarıklıklar beni biraz daha gerginliğe sürüklerken, olduğumuz yerin ne kadar güzel olduğunu farkettim.

'Nicolas'ın neyi oluyorsun Ahu mu? ' dedi Adonis. Kas tanrısı.

'Torunu sayılırım.'

Yüzünü vay be der gibi  yaptı.

Ne anladın acaba?

'Boynun da kızarmaya başlamış, belki de iğne olmalıydın. Dimitri Kontos alanında en iyisidir.'

Kafamı iki yana salladım ama ne yapacağımı düşünüyordum hâlâ. Burası Türk mahallesi değil miydi? Elbette kendimi emanet edecek bir Türk hekim bulabilirdim değil mi? En azından organım çalınsa bile yabancıya gitmezdi.

Irkçı mısın Ahu?

Hava çok soğuktu ve yaban ellerde yalnızdım. Yine başıma çoraplar örmeye başlamıştım.

Nicolas dede benden nefret ederken, onun götürdüğü yerde,  bir de üstüne korkarken kendime iğne yaptıramazdım.

Kırmızılıklar ellerimin her yerini sarmaya başlamış, sırtımda yanma baş göstermişti.

Önümdeki duvara büyükçe bir adım atıp çıktım.

Ölecekmişim gibi, karşıma çıkan harika manzarayı izledim. Bir yanım uçurumun kıyısıydı adeta. Bütün şehir ayaklarımın altındaydı.

Sırtımı burada bir insana yaslamak yerine, şu boşluğa yaslamak daha mantıklı geliyordu bana. Soğuktan donan burnumu çekerken cebimdeki telefon titredi.

Türkiye numarası olduğunu görüp meşgule attım. Şuan kimse ile konuşacak durumda değildim. Belki annemler kendi telefonları yurt dışına kapalı olduğu için başkasından arıyor olabilirlerdi.

Telefon ikinci defa çaldığında, göz ucuyla Adonis'e baktım. O da kendi telefonunda bir şeyler ile uğraşıyordu.

İkinci defa telefonu tekrar meşgule attım ve ardından bir mesaj belirdi ekranda.

"Meşgule almak meşgul insanların işi."

Bu ne be!

Aynı numara beni yeniden ararken açtım bu sefer.

'Ne?' dedim sinirle.

Telefon öyle mi açılır Ahu?

'Hiç.'

'Ne hiç ya, kimsin sen?'

'Kime kızdın yine acaba kızıl ötesi?

'Egee?' dedim çığlık çığlığa.

'Merhaba.' dedi Ege normal bir ses tonuyla.

'Merhaba Ege, nasılsın?'

'İyiyim Ahu, sen nasılsın?

Oldukça gayriresmi başlayan konuşmamız nato zirvesi görüşmesi gibi ciddiyetle ilerliyordu.

'İyiyim. '

'Yalanı yedik, şimdi doğru cevabı alalım.'

Benim bildiğim iyiyim diyince konu kapanıyordu.

'İyi gibiyim.'

'Gideceğin yerde umduğunu buldun mu?'

'Bilmiyorum.' dedim umutsuzca.

'Burnuma bela kokuları geliyor. Haklı mıyım? Tabi ki evet.'

Ukala.

'Dalga geçme.' diye sitem ederken, göz ucuyla tekrar Adonis'e baktım. Gözünü hâlâ telefondan ayırmıyordu.

'Geçmiyorum, bir kaç gündür burada sakince yaşıyordum. Aklıma geldi, oraya mı götürdün buradaki bütün belaları?'

Ege beni dalga geçmek için aramıştı sanırım.

'Numaramı kimden aldın?'

'Ayşegül.'

'Bir şey mi söyleyeceksin?'

'Hayır, içimden bir ses sen söyleyeceksin diyor.' dedi gülen bir ses tonuyla.

Nereden anlıyor!

'Seni Allah gönderdi Ege. Beni kurtar.' dedim sessizce.

'Ne oldu, bir sorun mu var?' dedi ciddileşerek.

'Yediğim bir şey dokunmuş, her yerim kızardı, bana iğne yapıp hastaneye gidene kadar kızarıkları durduracaklarını yoksa her yerime yayılacağını söylediler.'

Ege biraz düşünür gibi duraksadı.

'Ne var bunda? Tahmin ettiğim iğne ise, bir kaç saat zaman kazanırsın, yayılmaya önler, merak etme.' dedi sakince.

'İğne yaptırmadım.'

'Ne demek yaptırmadım?'

'Tanımadığım birine yabancı bir ülkede iğne yaptıramam. En son yabancı birinden ilaç aldığımda saatlerde uyumuş işimden kovulmuştum.' dedim. Laf sokmayı ihmal edemezdim.

'Eğer kızarıklık artıyorsa tüm vücudunu sarabilir. Hastaneye gitmelisin.'

'Ya da uçurumdan atlamalıyım. İğne olmak istemiyorum.'  dedim. Gözlerim doluyordu bu durumu açıklarken, ama güldüm.

'Sorun doktora güvenmemen mi? İğneden korkman mı?'

'İkisi de.'

Telefonu çat diye yüzüme kapattı.

Bu neydi şimdi?

Ben bana yardımcı olmasını beklerken, kapanan telefon ile dudaklarımı büzüştürdüm.

'Telefon konuşman bittiyse, geri dönelim. Kızarıklıklar artıyor. Hastane buradan daha uzak, iğne olmadan gidersen kötü olacak gibi.'

'Olmaz.' dedim Adonis'e dönmeden. Başka bir yolu olmalıydı. O kadar stresliydim ki, bir yandan kaşıntı başlamış, iyice sinirlerim bozulmuştu.

Bir kaç dakika sonra Ege yeniden aradı.

'Hocalarımla konuştum. Eğer bahsettiğin yere gittiysen, çok iyi bir doktor var. Güvenerek ona gidebileceğini söylediler.'

'Adı neymiş? Adonis beni götürür.' dedim.

'Adonis kim?'

Of Ahu. Gereksiz detaylarda boğulma e mi?

'Önemli biri değil.' dedim Adonis'e bakıp. Ona önemsiz demek de, ne bileyim.

'Dimitri Kontos.'

'Olmaz. Bana iğne yapmak isteyen oydu.' dedim, asla kabullenemiyordum kendim de sebebini tam olarak bilmeden. İçimden bir ses ona gitmemem gerektiğini söylüyordu sadece.

'Ahu, sakinleş. Bana da mı güvenmiyorsun?'

'Hayır.' dedim düz bir tonda.

Yalan mı söyleyeyim?

'Tamam, harika. Şimdi Dimitri' yi bul ve iğneyi olup hastaneye git. Sonra güvenmemeye devam et. '

' Ege, iyi olacak mıyım? '

' Kötüye bir şey olamaz. ' dedi sinir bozucu sesiyle.

'Komik mi?' diye sordum.

'Yoo, ama sen biraz daha benimle laf savaşı yaparsan turuncu şapkalı kırmızı bir domatese benzeyeceksin. O zaman gerçekten komik olur. Görmek isterdim.'

'Avcunu yala o zaman.' dedim. O sırada Nicolas'ın sesini duydum.

'Ne demeye kaçıyorsun?' diye bağırdı bana yavaş yavaş gelirken.

'Gözlüklü, ben şimdi kapatıyorum. Sana bir kere güveneceğim. Eğer ölürsem, organlarımı çalarlarsa sorumlusu sensin.'

'Anlaştık, merak etme. En güzel hastaları özenle seçeceğim organ nakli için.'

'Beynimi kendine ayır. Hediyem olsun.' dedim sessizce kıkırdayarak.

Nicolas'a arkam dönüktü, elim ayağım dolanıyordu ama Ege'ye laf yetiştirdiğim için mutlu olmuştum.

'Ahu.' dedi Ege sakince, sonra söyleyeceği şeyden vazgeçmiş gibi duraksadı ve 'İğne ol, iyi olacak. Kendine dikkat et, başkalarının başına bir iş gelmemesi için bunu yapmalısın.'

Başkaları için kendime iyi mi bakayım yani ?

'Teşekkür ederim başkalarını düşündüğün için.' dediğimde güldü.

Ege'ye daha söyleyecek şeylerim vardı ama Nicolas sinirle bana doğru yaklaşırken ona tekrar arayacağımı söyleyip hızlıca telefonu kapattım.

'Yaklaşma, atlarım.'

Nicolas olduğu yerde durdu ve şaşkınca bana baktı.

'Ne saçmalıyorsun?'

'Ahu ne yapıyorsun?' dedi Adonis oturduğu yerden kalkıp. Nihayet telefonu elinden bırakmıştı.

'İn oradan aşağı, bak yüzün de kızarmış.'

'Kızarsın, umrunda mı bay Nicolas?'

Kem küm ederken güldüm kendi kendime. Böyle olursun işte.

'Sana in dedim.' dedi çatık kaşlarıyla kızarak.

'İnerim ama bir şartla.'

Nicolas, Adonis'e kısa bir bakış attı. Kas yumağım şaşkınlık içinde bizi izliyordu.

'Söyle.'

'Eğitim bitene kadar yanında kalacağım.'

Nicolas gerildi ama ayağımı bir adım daha ileri attınca hemen dile geldi.

'Tamam.' dedi beş karış suratıyla.

'Vee.' dedim uzatarak. En güzelini en sona bırakmıştım.

Benden devamını bekliyor gibi sessizce bakıyordu ikisi de.

'Sana dede diyeceğim.'

🎈

Sevgiler,
HilAySavascisi 🌙

⭐⭐⭐

Continue Reading

You'll Also Like

631K 46.2K 47
Dinler hakkında bilgisi dahi olmayan bir kızın, camiye ayakkabılarıyla girip "Şu ezanı kısın!" demesiyle başlayan bir hikaye... * Dünya güzeldir. Öyl...
3.4M 161K 79
KOD ADI: AYŞE TATİLDEN DÖNDÜ. ' ADALET, NAMLUNUN UCUNDA ' +18 +++++ AĞIR Küfür ve Şiddet içermektedir.
106K 5.8K 26
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
2.3M 135K 49
Wattpad'de 'Güzel Zaafsın!' adıyla yayınlanan ilk kitaptır! Bir asker ve yârinin hikayesi... "Asker sevmek..." dedi, "Öyle her kadının harcı değildi...