SAHİPSİZ

By _eleutheromania_1

2.7M 97.6K 15.8K

Başlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izle... More

Bölüm 1: Başlıyoruz,
Bölüm 2: Hiçbir işe yaramazsın,
Bölüm 3: Üzgünüm,
Bölüm 4: Aç gözlerini,
Bölüm 5: Geri geleceksin,
Bölüm 6: Zümrüd-ü Anka,
Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,
Bölüm 8: İntikam soğuk yenir,
Bölüm 9: Plan,
Bölüm 10: Oynayalım bakalım,
Bölüm 11: Neden,
Bölüm 12: Ne istiyorsun,
Bölüm 13: Turta,
Bölüm 14: Kanlı Dövüş,
Bölüm 15: Tehlike,
Bölüm 16: Burası çok karanlık,
Bölüm 17: Ortak hisler: Öfke,
Bölüm 18: Ateş,
Bölüm 19: Sesler,
Bölüm 20/1: Melisa,
Bölüm 20/2: Karaoke,
Bölüm 21: Sarhoş,
Bölüm 22: Hissetmek,
Bölüm 23: Yeni Ev,
Bölüm 24: Yakınlaşma,
Bölüm 25/1:Lili,
Bölüm 25/2: Kararlar,
Bölüm 26: Aptalsın,
Bölüm 27: Cidden Aptalsın,
Bölüm 28/1: Takas,
Bölüm 28/2: Takas,
Bölüm 29/1: İzin vermem,
Bölüm 29/2: İzin vermem,
Bölüm 29/3: İzin vermem,
Tanıtım Videosu 1-2
Bölüm 30/1: Ölüm,
Bölüm 30/2: Ölüm
Bölüm 30/3:Ölüm
Bölüm 30/4: Ölüm,
Bölüm 30/5: Ölüm,
Bölüm 31: Kuş Beyin,
Kesit
Bölüm 32: Bu Kadar Hassas Olma,
Bölüm 33: Sahip,
Bölüm 34/1: Kim O,
Bölüm 34/2: Kim O,
Bölüm 34/3: Kim O,
Bölüm 35: Çaresizlik,
Bölüm 36: Prens Vakti,
500K! Teşekkürler.
Bölüm 37: Kaçış
Bölüm 38: Öyle Değilsin,
kesit
Bölüm 39:
Bölüm 40:
Bölüm 41'den,
Bölüm 41:Ve Kuş Kanadı Sarmaşığa Dolaştı,
Bölüm 42: Gerçek,
Bölüm 43: Dilek Taşı,
Bölüm 44: Arkadaş,
Bölüm 45: Güven
Bölüm 46: Renkarnasyon
kesit
Bölüm 47/1; Acı Nota
Bölüm 47/2: Acı Nota
Bölüm 47/3: Uçurtma
Bölüm 48: Kökleri Zehir Dolu Gerçekler
Bölüm 50: Döneceksin...
Bölüm 51: YUVA'M
Bölüm 52: Aile
Bölüm 53: Değişim,
Özel; Sarhoş
Bölüm 54: Dikiş, Part 1
Bölüm 54: Dikiş, Part 2
Bölüm 54: Dikiş, Part 3
Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil Part 2
Bölüm 55:KMÇABD 1.KİTAP FİNAL

Bölüm 49: Daima

7.4K 352 123
By _eleutheromania_1


Olaysız ve isteyerek verdiğim bir bölüm, umarım seversiniz. Ve benimle paragraf arası yorumlar paylaşırsınız.

Görüşmek üzere.

*

Bir okyanusun ortasındaydım. Tüm hücrelerim tuzlu suyun içindeydi ve uzaklardan küçücük doğup yanıma gelene kadar boyuma aşan derin dalga genzime  vururmuş gibi sırtıma çarpıyor ve beni sayısız kulaç uzaklığında öteye savuruyordu.

Başımdan aşağı akan serin suyun damlalarını ciğerlerimde hissedebiliyordum ve fazlalaşan tuz oranı ciğerlerimi yakıyormuş gibi hissettiriyordu.

Ancak ne okyanusun ortasındaydım ne de ortada ciğerlerimi yakan bir tuz vardı. Dar duşakabinde ayak parmak uçlarımı bile içe kıvırmış bir şekilde oturuyordum. Başımdan aşağı akan suyun yolu soğuktu. Parmak uçlarıma inen suyun bıraktığı yol izleri buzluydu ve düşüncelerim o yoldan kayarak önüme dökülüyor, buz tutmuş ince bir su tabakasıymış gibi hemen ayak parmak uçlarımın önünde binlerce parçaya ayrılarak giderden aşağı süzülüyorlardı. İçimde sızlayan ve açık bir yaraya avuçla tuz basıyormuş gibi hissettiren duygu ise kafatasımın altında sakladığım beyin hücrelerimin uyuşmasından kaynaklanıyordu. Beynim sanki bir karınca ocağıydı.

Karınca ocağına tekme atılmış gibi hissettiren bu duygunun etkenleri dört bir tarafa dağılacak kadar kalabalık ve etkili ama bir kum tanesi kadar da etkisizdi.

Diğer taraftan yaşadığım onca şeye rağmen nasıl olurda ayakta durmaya devam edebiliyorum  diye kendime hayıflanıyordum çünkü ayakta duran bedenimin aksine hem zihnimde hemde kalbimde olan iskeletler; iç içe geçmiş kaburgam çökmüşte beynim de kalbimle birlikte kana boğularak bütün işlevselliğine son vermiş gibi hissettiriyordu.

Kaburgam yalnızca kalbimin üzerine kapaklanmamıştı. Kaburgam bir Anka kuşu gibi kanatlarını açmış bedenimin üzerine yanmadan önceki o son saniyeleri kullanarak üzerime alevden bir yorgan misali örtülmüştü.

Gözlerim akan suyun hatrına mı yoksa bedenimin yerle bir olmaması için bana insafından mı bilmem doldu. Akan gözyaşı damlası var mıydı bilmiyordum ama burnumun direği yeniden sızlamaya başlamış, acısı genzime dolmuştu. Su sesinin altında burnumu çektim. Hala içe çektiğim ayak parmak uçlarımla bakışıyor, akıp giden suyu burnumu çekerek izliyordum.

Su damlalarının arasından akıp giden bir şey yoktu ama var olan gerçeğin aksine gözlerim orada çok fazla anı yumağı görüyordu.

Uluç ne yapıyordu bilmiyordum ama bedenimin üzerinden süzülerek zemine giden suda ona rastlamıyordum. Onu aramak için sağ elimin işaret parmağını soğuk zeminde gezdirdim. Birbiri üzerine ittirdiğim su damlaları dokunuşumla kaybolurken kaybolan su damlalarının arasında Uluç'u varedemedim.

Nedenini bilmiyordum ama ona ihtiyacım vardı. Bu gerçek dakikalardır fersiz bakışlarımın üzerinde bulanan yığılmış gözyaşımı birdenbire hızla ve sertçe akıttı.

Artık diye fısıldadım dar duşakabinde bu gerçeğin beni hemen olduğum bu soğuk zeminde boğmasını umarak.

"Artık,"

Sessiz ve yardıma ihtiyaç duyan sesim kulaklarımda eko yaparken canımın bile isteye daha da fazla şekilde yanmasına izin vererek tekrar ettim: "Artık," Soluğum gelecek olan kelimelerin önünü kesmek istermiş gibi önüme set çekti ve gürültülü bir şekilde soluğumu içeri çektim.

"Kabul etmeliyim." Göz yaşlarım sızım sızım sızlayarak iki yanağımdan aşağı doğru süzüldü.

"Artık kabul etmeliydim çünkü ona ihtiyacım var." Sustum.

Onun varlığına artık olabilecek tüm şekillerde ihtiyaç duyuyor olmanın bilincine varmak beynime sızmayı başarmıştı ve dilimin kemiğini kırmak için beni zorluyordu. Ona karşı hissettiğim duyguları ifade edemiyor olabilirdim ama ona karşı değilde onun hemen yanında benimde onunda elinden aynı anda tutan bir duygu olduğundan haberdardım. Bu duygu beni mahvetmek istermiş gibi bana bakıyor ve dilimin kemiğini kırarak gün yüzüne çıkmak için can atıyordu. Dilimi ısırdım.

Onun varlığına bana verebileceği tüm şekillerde ihtiyaç duyuyordum.

Burnumu yeniden çekerken gözümün önünden akıp giden suya nefesimi titrekçe üfleyerek baktım.

Yaşadığım tüm şeylerin sorumlusu sahiden Uluç muydu? Zihnimde birbirinin yerlerini kapmaya hevesli onlarca yapboz parçası vardı ve bunlardan bir tanesi bulabildiği her oyukta durup bana şu soruyu sorarak gerçek yerini bulmaya çalışıyordu.

Tüm suçlu sahiden Uluç mu?

Ailemden haber alamıyordum, sebebi Uluç'tu. Melisa'yı kaybetmiştim, sebebi Uluç değil Savaş'tı. İçimde sürekli hissettiğim bir sızı vardı ve sebebi tüm varlığını üzerine yıkarak rahatlamak isteyen bencil tarafımın sığındığı Uluç'tu.

Tamamen suçlu değildi. İnsaflı tarafım için suçsuz; bencil, korkak ve ona her ne olursa olsun güvenen oncul tarafım için ise suçlu yine oydu. Çünkü Uluç tüm suçlamaların üzerinde doğrulabilirdi. Benim aksime.

Tamamen suçsuz değildim. Tamamen suçlu değildim. Tamamen suçsuz değildi ve tamamen suçlu olan da yine o değildi. Beni bu işlere bulaştıran Uluç değildi. Aptallığımdı. Beni o gecenin içine sokup bu yola savuran tüm gerekçeler bedenim tarafından adım adım ilerletilmiş, beni şimdi çıplak bir şekilde oturduğum bu zemine kilitlemişti.

Belki de tüm suçlu Melisa'ydı ama zihnimde olan son görüntüleri ona kıyamıyordu. Zincirlenmiş bir hayatı olan oydu ve zincirinin bir parçası olmayı adımlayarak ben yaratmıştım. Zincirleme bir hayata ev sahipliği yapan bendim ama Uluç benim saf bir dürüstlükle suçlayacağım kişi değildi.

Zihnimde sürekli onu suçlayan taraf bana çatal ucu gibi uzattığı diliyle bakarken ellerimi gözüme bir perde gibi çekmiş yine kendimi izliyordum.

Uluç bana başlarda çok kaba davranmıştı evet ama son öğrendiğim detaylardan sonra bu tavırlarında hazmedesem bile bir aşırılık göremiyordum çünkü Uluç bana cinsel anlamda rahatsız olup korkuya kapılarak tüm kapı ve pencereleri kapatıp karanlıkta yalnız başıma ağlayacağım bir davranışta bulunmamıştı. Korkmuştum, korkutmuştu ama karanlığa kaçıp kabullenerek çaresiz bir şekilde bekletecek bir davranışta bulunmamıştı. Aksine sürekli olarak karşı çıkmış Uluç'a baş kaldırmıştım. Tüm bunlara rağmen Uluç beni dayanamayacağım ölçüde hırpalamamıştı. Gözlerimin önüne serdiği görüntüler beni elbette yıpratmış, karanlığa kaçıp ellerimi yüzüme çekerek ağlamamı sağlayacak kadar korkutmuştu ama tüm o hareketlerinin içinde tek taraflı bir savaşı izlememiş, Uluç için bir mücadele raundu seyretmiştim.

Düşündüğümde ve insaflı tarafımı önüme alarak ona baktığımda Uluç yaptıkları için suçlu, kendisine yapılanlar için suçsuzdu. Onunla ilk zamanlarda bizzat şahit olduğum ölümlü anılar gözümün önüne düştüğünde beynim ve kalbim sancı hissetmek yerine nefes alarak düşünmeye devam etti.

Onu gözlerimin içine bakarak tüm kalabalığın içinde ince ama kaslı kollarıyla bir adamın soluğunu keserken onlarca gözle birlikte izlemiştim. O zamanlar için suçlu Uluç'tu. Ama öyle bir ortamda o ringe kimsenin zorla sokularak girdirilmediğine emindim. Belki de o gece Uluç'un onun gözlerinin içine bakarak adamı öldürmesine şahit olduğum gibi ölmesine de şahit olabilirdim. Bir an korkuya kapılarak beslediğim tüm kötü duyguları o adama da besler miyim diye düşündüm. Uluç'u yaptıkları için suçlamak kolaydı. Sebebini aramadan alnına suçlu damgasını yapıştırıyordum, süreklilik kazanmış tek davranışım Uluç'a karşı belki de yalnızca buydu ama aynı şeyi o gece için o adama yapar mıydım diye düşündüğümde bu kalbimin kasılmasına sebep oldu.

Belki de adamı Uluç'un karanlığının daha çok olmasına dayandırarak aklayacaktım. Belki de Uluç'u öldürdüğü için sevinecektim ama o adamın neden orada olduğunu sorgulamayacaktım. Kalbim iki elin arasına alınıp insafsızca sıkılıyormuş gibi küçüldüğünde elimi ağzıma kapattım ve hıçkırarak ağlamaya başladım.

Gözyaşlarım tıpkı bir yangının kırmızı uzun dalgaları halinde yanaklarımdan aşağı dökülürken Uluç ile yangının ortasında bıraktığımız adamın görüntüleri tam karşımda duşakabinin ıslanmış camında bana el sallayarak bakıyordu. Uluç suçluydu. Onu aklamak için nedenler aradığımı fark ettiğimde yeni bir hıçkırık iki dudağımın arasından ben dur diyemeden firar etti. Sesimin bu sefer yüksek çıktığını ve sesimin Uluç'a kadar ulaştığını biliyordum. Yaşları süzdürmeye devam eden gözlerimi kapıya çevirip açılmasını bekleyerek baktığımda beklediğim şey olmadı. Kapı açılmadı.

Soğuk duvara sırtımı verip saçlarımı önüme aldığımda saç uçlarım göğüslerimi kapatmıştı. Kafamı geriye atıp sırtım gibi başımı da soğuk yüzeye dayadım ve derin bir soluk alıp sakinleşmeyi bekledim.

Banyo kapısının tıklatılma sesi soğuk fayansların arasında kırılma sesini andırır vaziyette çatırdayarak üzerime döküldüğünde gözlerimi kırpıştırarak kapıya bakakaldım. Onun sarımtrak ışığın altındaki gölgesinin vurduğu kapıdaki kıvrımlarını seçebiliyordum. Göremesem de bunu yapabiliyordum çünkü Uluç artık yalnızca zihnime işlenmemişti.

Uluç gözlerime de işlenmişti ve ben onu ona bakmasam bile görebiliyordum. Uluç burnuma da işlenmişti ve ben onun kokusunu o daha bana ulaşmadan alabiliyordum.

"Anka." Tok sesi üzerime bir çarşaf atılıyormuş gibi hissettirmişti. Kollarımı olurda kapı açılırsa diye göğüslerimin üzerine doladım ve kıstığım gözlerimin kirpikleri ardından onu dinledim.

"İyi misin?" Cevap vermedim.

"Anka?"Kollarımı göğüslerime iyice sardım ve bacaklarımı iç içe sokmak istiyormuşum gibi birbirine bastırdım.

"Ses vermezsen endişeleneceğim, endişelendiğim için içeriye gireceğim ve göreceğim manzara beni değil seni utandıracak. İyi misin?" Sesi eko yapıyordu ve sanki iki'den fazla kulağım, bir'den fazla beynim varmış gibi kalabalık hissettiriyordu.

Ses tonunda barındırdığı keskin karar kapıyı aralayıp bana bakıyordu. Olabilirmiş gibi kollarımı göğüslerime daha sıkı doladım ve burnumu çektim. Su hala olduğum yerde üzerime akmaya devam ediyor, kulaklarımda buğu oluşmasına neden oluyordu.

"Anka son kez soruyorum! Üçe kadar sayacağım ve ben bu kapıyı açacağım." Kapıyı açmasını, yanıma gelip beni çenesinin altındaki o boşluğa bastırmasını istiyordum. Kapıyı açmamasını ve beni burada bırakıp ortadan kaybolmasını da yine aynı istekle istiyor ama hangisine el vereceğime karar veremiyordum.

Uluç gürültülü bir şekilde üç'ten geriye doğru saydığında bir sayısı dudaklarının arasından çıkmayı tamamlayamadan kapıyı açmış yerde büzüşmüş bir halde olan bana bakakalmıştı.

Ulaştığım irislerinde aşırılık vardı ama hangi duyguyu temsilen oradaydı bulamıyordum.

Derin bakan gözleri gözlerimi buldu, nefesimi ürkekçe yeniden dışarı verdiğimde o da benim gibi ürkek bir hal almış, bir an için ne yapacağını bilemeyerek dakikalarca öylece durmuştu. Ama kısa sürdü. Uluç bana doğru bir adım daha attığında hala onu bakıyordum ve bir an için daha fazla geriye çekilerek onda olan bakışlarımı kaçırdım.

"Şşt," dedi kaçmak için duvarda kendime yer açmaya çalışıyorken.

"Sakin ol. Kötü bir şey yapmayacağım." Bana kötü bir şey yapmıyordu. Yani bulunduğumuz konum ve durum içersinde bana kötü bir şey yapmayacağını biliyordum. Adımlarının gölgesini izledim ama gözlerimi kaldırıp yeniden ona bakmadım.

Bir süredir başımı eşelemeyi sürdüren suyu kapadı. Diz kapakları başımın hizasındaydı, bende çıplak ayak parmaklarına bakıyordum.

"Kaç dakikadır bu haldesin?" Sahiden kaç dakikadır bu haldeydim? Dakikaları saymayı bırakalı o kadar çok olmuştu ki tahmin bile yürütemiyordum. Uluç'un üzerime düşen gölgesi hareketlendiğinde hangi renkte olduğunu tam olarak seçemediğim tişörtü sıyırıp aralık duran kapıdan dışarıya attı. Altına giydiği eşofmanı çıkarmak için hamle yapacak olduğunda onu durdurmam gerektiğini biliyordum ama onun bana cinsel anlamda dokunmayacağını bildiğimden ve çıplak görüntüsüne alıştığımdan hamle yapmaktan vazgeçtim ve sindiğim duvarda öylece durmaya devam ettim. Uluç eşofmanı çıkarmaktan vazgeçmiş olmalıydı ki dizlerinin üzerine eğilerek bana baktı. Ben ona bakmıyordum.

"Sıcak suyu açmamı ister misin? Üşümüşsün Anka." Başımı sağa sola sallayarak onu cevapladım. Çıplaklığımı düşünmek istemiyordum ama aramızda karışlar varken ve ben çıplak halde onun önünde oturuyorken bu çok zordu. Çok çok zordu. Başım hala eğikti. Uluç parmaklarını çeneme uzattı ve başımı hafifçe kendine doğru çevirdikten sonra baş parmağını alt dudağım sanki nasır tutmuşta onu yumuşatmak istiyormuş gibi dudağım üzerinde gezdirdi. Hareketi midemde kramplar oluşturacak kadar yavaş ama oluşturduğu krampları ovuşturarak giderecek kadar da yumuşaktı. Dudağım aldığım derin nefesle birlikte titredi. Uluç parmağını çeneme indirdi ve gözlerimin içine baktı. Gözlerimi kaçırdım.

"Dudaklarının rengi gitmiş. Yüzün bembeyaz olmuş. Doğru düzgün bir şey de yemedin. Tutmuş bir de kendini banyoya kilitlemişsin!" Cümlesinin sonuna doğru sesinde yalan dolan bir kızgınlık sezinledim ama gözlerimi kaldırıp gözlerine bakamıyordum. Gözlerimin odağında çıplak göğsü vardı ve eğik durduğu için belirgin çukurlar oluşturan köprücük kemikleri birer askılık gibi durmuş beni izliyordu. Yüzümdeki her mimiği gözünden kaçırmadan izlediğini biliyordum, bu yüzden yüzümde belirdiğine emin olduğum endişeyi de korkuyu da heyecanı ve telaşı da gizlemedim.

"Kötü duruyorsun Anka. Seni çıkaralım buradan, gel buraya." Kollarını bana uzattığında gözlerimin hizasına giren köprücük kemikleri birer askılıkmış da beni üzerine çekmek istiyormuş gibi duruyordu.  Başımı telaşla sağa sola salladım ve kollarımı daha da sıkı göğüslerimin üzerine bağladım. Uluç telaşımın farkına vardı.

"Yeni yetme değilim Anka. Bakmayacağım. Gel." Yeniden başımı hızla ve telaşla salladım. Uluç bu hareketime homurdanmadı bile.

Sanki karşısında dağılmış bir oyuncağın önünde oturan kız çocuğu vardı da o bir babaydı; o bir babaydı da sanki aynı oyuncağa verecek başka parası yoktu.

Sertçe yutkundu. Adem elmasından yükselen ses kulaklarımda çınlamıştı.

"O halde birlikte oturalım mı?" Bu sefer ya refleks olarak yaptım ya da ciddi mi diye bakmak için kaldırdım bilmem ama bakışlarımı gözlerine çıkardım ve bana bakışından akan şefkate olduğum konumdan kımıldamadan şahit oldum. Hemen uzansam parmak uçlarım değecek gibi hissettiriyordu ama elimden korkup kaçacak kadar da ürkek bir görüntü sergiliyordu.

Hemen yanıma, omuzu omzuma temas edecek şekilde oturdu ve dizlerini kollarını üzerine dayayabilecek konuma getirdikten sonra kollarını öne doğru uzattı.

Aramızda saatler süren bir sessizliğin süregeldiğini düşünüyordum çünkü kollarım artık bağlı durmaktan yorulmuş ve uyuşmuştu. Yutkundum. Susamıştım da. Burnumu yeniden çektiğimde olduğum konuma anlamlar yüklemeye bir son vermiş, vaziyetimin içinde bulunduğu sıkıntılara  kalbimi kapamıştım. Uluç'un yeniden konuşmasını beklemiyordum ama o konuştuğunda sesinden bana doğru akan şefkate artık yabancı olmadığımın farkına vardım. Ona alışmıştım. Onun tüm hallerine artık katlanabiliyordum.

"Ölümler seni çok yıpratıyor. Başlangıçta nasılsan karşımda duran çocuk hala o çocuk. Nasıl yapıyorsun bilmiyorum ama değişmiyor oluşun seni gözümde büyütüyor." Sıkıntıyla üfledi.

"İmreniyor bile olabilirim." Ona yandan bir bakış attım. Bana bakmıyordu.

"İmreniyor musun?" Beni başını sallarken tatlı bir homurtu çıkararak onayladı.

"Evet." Kollarımı kontrollü bir şekilde gevşettim ama çıplaklığımı büyük oranda kapatmaya devam edebiliyordum.

"Neden?" Diye fısıldadım merak duyguma engel olamayarak. Uluç boğazını temizledi. Benim kadar kısık sesle konuşmaya başlamış ama sesi benimki kadar ürkek çıkmamıştı.

"Çünkü masumiyetini koruyabiliyorsun. Sana bu hikayenin sonunda masum kız olmaktan çıkarsan seni öldürürüm demiştim hatırlıyor musun?" Cevap vermek yerine ona yandan bir bakış attım ve tam o sırada Uluç'un da kafası sırtımızı verdiğimiz duvara yaslanarak gözleri gözlerime düştü. Uzun boynundan dolayı adem elması belirgin bir şekilde ortaya dökülmüş boynu daha da uzamıştı.

"Sen hala o masum kız çocuğusun Anka. Gözlerim sana baktığında sende bir leke göremiyor. Tüm karalığıma rağmen seni lekelememe izin vermedin. Ak akçe kara gün içindir diye bir atasözü vardır ya hani." Sustu. Ona bakıyordum, o da bana bakıyordu ama dinlediğimden emin olmak istiyormuş gibi benden bir yanıt da istiyordu. Belli belirsiz başımı salladım.

"Oradaki ak akçe sensin, kara günün ben olduğumu biliyorsun ve sanki benim için yine benim yanımda saklanıyorsun. Seni zorla saklıyor da olabilirim ama bak," Gözlerimde olan bakışlarını önüne çevirdi.

"Seni bırakamam." Bunu istediği için mi yoksa mecbur hissettiği için mi yapıyor diye merak ettim ama dile dökmedim. Onun gibi bakışlarımı önüme çevirdim ve çıplak dizlerimi onun gibi kaldırdıktan sonra kollarım göğüslerime dolanık halde çenemi dizime yasladım. Çok alakasız bir atasözünü olduğumuz konumda kullanmış ve bunu aslında çok alakalıymış gibi uydurmayı da başarmıştı. İşte Uluç buydu.

"Seni bıraktığım an akbaba gibi başına üşüşürler Anka. Bulaştığın işin boyutlarını bilmiyorsun. Sana o kadar kötü şeyler yaşatırlar ki yaşamaktan vazgeçersin. O gözlerinde beliren ışık bir anlık değil bir ömürlük olarak söner Anka." Konuşmaya başladığında başımı hızla ona çevirdim ve onunla yeniden göz göze geldim. Gözümün içine tüm sorulara yanıt vermek isteyen kararlı bir ifade ile baktı. Orada ne gördü bilmiyorum ama yeniden konuşmaya başladığında ses tonunda belli belirsiz bir yumuşama vardı.

"Seni sahip olduğum bir malmış gibi görmedim hiçbir zaman, sana kötü davrandım evet ama seni öyle görmedim. Sana dokunmadım. Sana kötü davrandım ama sana dokunmadım. Ama olurda seni bırakırsam yapmadığım her şeyi sana gözünü bile kırpmadan yapacak adamlar tanıyorum. Bu işin boyutları senin tahmin edemeyeceğin noktalarda at koşturuyor."

"Anlatırsan dinlerim." Aslında söylemek istediğim şey bu değildi ama konuşmaya devam etmesi için ağzımdan dökülen ilk cümle bu olmuştu.

"Göz'de bulunan kadınlar, liderlere satılan kadınlar alalede kadınlar değildir Anka. Tüm bu işlere bulaşmadan önce bütün pirinç tanelerini özenle saydım ve içindeki taşları tek tek bularak sayısını öğrendikten sonra yeniden içlerine bıraktım." Elinin biri sırtımdaki çıplaklığa indiğinde bunun tehlikeli bir dokunuş olmadığını biliyordum ama yine de irkilmeden edemedim.

"Tüm taşların bir yeri ve önem sırası vardı. Bunların başında siz kadınlara yüklediğim anlam vardı ki Göz'de bu anlam benim yüklediğim anlamlardan çok daha fazlasını temsil ediyor." Sağ elinin işaret parmağını dövmem boyunca gezdirdi. Tüylerim diken diken olmuştu.

"Siz sahibine haber uçuran güvercinsiniz Anka. Ferit denen oruspu evladının bir güvercinisiniz. Bakıcı olarak satılan tüm kadınların en birinci amacı bizi tatmin etmek değildir, asıl sahibine haber uçurmaktır. "Ona bakakaldım ama o bana bakmak yerine önüne bakmaya devam etti.

"Bunu hepiniz biliyor musunuz?" Homurdandı.

"Göz'de yalnızca 30 tane Sahip var. Bunların 15 tanesi Ferit'in çöplükten alarak birer iş adamına dönüştürdüğü adamlar. Geriye kalanlar bağımsız. Ferit'in amacı geriye kalan o 15 adamı kontrol altına almak ki bu bilgiyi kendi köpeklerine bile söylememiş. Demek istediğim hayır. Bunu yalnızca ben, sanırım Haldun birde Savaş biliyordu. Diğerlerinin bu kadar kontrol altında tutuluyor olması bakıcılar yüzünden. Başta kulağa çok aşağılayıcı geldiğini görebiliyorum. Siz kadınlar için yani. Ama sanılanın  aksine sadece seks objesi değilsiniz. Kaldı ki Anka sen bu işlere tesadüfi girmiş olabilirsin ama geriye kalan 29 kadın bu iş için emek harcayan özel kadınlar. Bile isteye. Zevk almak için."

Sözleri gözleri gibi zihnime ilmek ilmek işlenirken sanki karşımda bir ayna varmışta bu aynadan kendi görüntüme bakakalmışım gibi hissettim. Gözlerim boşluğun dalgalarının arkasındaydı ve yine boşluğa bakıyordu.

"Bu çok iğrenç." Dedim içim titreyerek. Uluç omuzlarımda olan sallantıya baktı ve sağ elini sırtım boyunca uzatıp ondan uzakta olan koluma dokundu. Elinin altına gelen dikiş izim onun temasıyla sızlamıştı ama bu acıdan uzak bir sızlamaydı.

"Kucağıma gel." Ondan kaçmadım ya da ona korku dolu gözlerler bakmadım. Kendi kendime durmuş hala az önce söylediklerini düşünüyordum. Uluç cevap vermemiş olmamı fırsat bilerek beni kendine doğru çekti ve iki bacağının arasına beni yerleştirdikleri sonra çıplak sırtımı çıplak göğsüne dayayarak beni serbest bıraktı. Kolları iki yanımdan boşluğa düşmüştü ama bu uzun sürmedi.

Önce tepemizden aşağı soğuk su indi. Bu beni belirgin bir şekilde titreterek Uluç'un çıplak göğsüne yapıştırmıştı. Uluç boşluğa bıraktığı kollarını hemen yanıma uzatarak tüm kolu boyunca tenimle temas etti. Suyun ısısı gitgide yükselirken titremelerim gerek suyun ısısından gerek Uluç'un yakınlığından dolayı ortadan kayboldu.

"Kollarım hala soğuk mu?" Sesi, çıkan kalabalık suyun içinden seçilecek kadar güçlü yükselmişti. Kollarını bedenime dolamamıştı ama dolasaydı sıcaklığını bu kadar derinden hissedeceğimdem emin olamıyordum. Başımı sağa sola sallarken onun sorusuna sözlü bir yanıt içermeyen sorumu sordum.

"Melisa bahsettiğin kadınlardan değil. O," devam edemedim. Sanki ölü olan bedenini savunmak yine onun ruhuna zarar verecekti. Bana kızıyor olmalıydı.
Eğer beni görüyor ve izliyorsa kaşlarını çatmış ayaklarını yere vurarak yine gereksiz bir sürü şey söylediğim hakkında bana kızıyor, kaşlarını çatarak beni tehdit etmeye çalışıyordu.

Uluç gerginliğimi sezmiş gibi kollarıma dokundu ve saçlarımı ikiye ayırarak göğüslerimin üzerine düşmesine neden oldu. Sırtım göğüslerimin biraz olsun kapanmış olmasından dolayı gevşedi ama Uluç dudaklarını enseme bastırdığında hissettiğim gerginlik bedenime yüksek voltaj elektrik verilmiş gibi kaskatı kesilmesine sebep oldu.

Enseme sıcak nefesini döke döke benimle konuştu.

"Melisa başlarda Ferit'e haber uçurdu. Bu işlere nasıl girdiğini bilmiyorum Anka ama Melisa sandığından çok daha fazla kirli işe bulaşmış olabilir. Savaş'ın yanıma yanaşması da Melisa yüzünden oldu. Ben kimseyle Göz dışında konuşmuyordum ama Savaş diğer aptallara nazaran biraz daha zekiydi ve neler döndüğünü seziyor ama anlam veremiyordu. Benimle iş birliği yapmamın yolunu bulduğunda da ona yardım ettim. Yalnızca bu konuda. Zaten çok sürmeden yardıma ihtiyacı da kalmadı çünkü," kollarını kollarımın üzerinden sardı ve kafamın içinde derin bir soluk aldı.

"Melisa Savaş'a aşık oldu." Onu iteklemek istedim ama Melisa'nın son görüntüleri gözümün önüne geldiğinde apaçık bir inkarda bulunamadım. Yine de kabul etmek istemeyen tarafım içimde bana çatal uzatmıştı.

"Aşık değildi Uluç." Dedim içimde uzatılan çatala bakarken. Sesim güçsüzdü. "Aşık değildi ama bir şeydi. Ama aşık değildi." Uluç saçlarımın arasından tatlı bir homurtu çıkararak güldü.

"Melisa'yı takibe aldığımız dosyaları inceledim dün gece. Orada birkaç fotoğraf karesi içinde senin de olduğunu hatırladım. Seni ilk gördüğümde de yüzün çok tanıdık gelmişti ama nereden olduğunu çıkaramıyordum. Dün gece aklıma geldi. Çok samimi arkadaştınız öyle değil mi?" Cevap vermek yerine başımı hafifçe salladım.

"Aynı evi paylaşan iki kişi isterse dünyanın en uzak iki insanı olsun sonunda çok samimi olmak zorundadır. Biz aynı evi paylaşıyorduk. Başlarda. Ama sonraları artık evin içinde yaşadıklarımızı da evin içine taşıdıklarımızı da paylaşmaya başlamıştık. Çok samimi miydik bilmiyorum Uluç ama birbirimize sahiptik."

Uluç uzun kolunun parmaklarını çıplak dizime örttü ve hmm diye bir ses çıkardı.

"Savaş'a nasıl güvendin? Demek istediğim seninle nasıl işbirliği yapmanın yolunu buldu?" Dedim temasını sindirmeye çalışarak.

"Polislere yakalandığım gece beni izliyormuş."

"Polislere yakalandığın gece?" Diye kestim sözünü hemen. Uluç demek istediğimi anlamış gibi cümlesine yeniden başladı.

"Bu işlere yeni girdiğim sıra Sahip'ler için eleme geceleri düzenleniyordu. Ferit'in beni yıldırmak için ortaya attığı sikik bir kuraldı bu çünkü babamın kim olduğunu ve benim kanlı ortağının tohumu olduğumu biliyordu. Beni öldürmek yerine öldürülüşümü izlemek istiyordu. Sahip olarak seçilecek kişiler kafes dövüşü yapmak zorundaydı. Dövüşlerin düzenlendiği gece mekanı polis bastı. Hepimiz yaka paça içeri alındık. Polisler basit bir kafes dövüşünün yapılmadığını biliyordu ve bu yüzden ağzımızı arıyordu. İnkar etmek zorunda olduğumu söylemem gerek yoktur umarım. Zaten kimsenin kimseden şikayetçi olmayacağı da ortadaydı ve polislerin bunu fark etmesi uzun sürmedi. Kimse konuşmamıştı, sabaha karşı gece boyunca benimle konuşan adamlar gitti farklı iki polis elinde çay bardaklarıyla yanıma girdi. Ellerinde tüm bilgilerim vardı. Babamdan haberdarlardı ve bana eğer yardım edersem ceza almadan bu işlerden sıyrılmam konusunda yardım edeceklerdi. Sorun şuydu ki yardıma ihtiyacım yoktu ve bu işlerden kurtulmak yerine girmek için çok çaba sarf etmiştim." Bir süre sustu, onu yeniden konuşturmak için ona bakmak istedim ama Uluç daha çok o geceyi hatırlamış da gecenin görüntüleri göz perdelerinde canlanmış gibi duruyordu.

"Polislerden kurtulmak kolaydı. İki gece göz altında tutulur bırakılırdım ama Nejla," tatlı bir tebessümü dudaklarına pay ettiğine emindim. Sesi yumuşamıştı ama bu yumuşama Nejla ismine dokunup geçtikten sonra ortadan kayboldu.

"Polislerle bir olup beni bu işten vazgeçirmek için çabaladı. Öğretmeni tarafından azar yiyen, yanlış yaptığım şeylerin farkına varmamı sağlamaya çalışan birden fazla ebeveynim varmış gibi hissetmiştim ve biraz sıkıldığımdan biraz da ne olacağını merak ettiğimden onlarla anlaşma yapmayı kabul ettim. Görünürde onlar benim arkamı toplayacak, olurda yakalanırsam ortaya sunulan delilleri ortadan kaybedecek ve beni aklayacaklardı. Bende onlara yakalamayı başaramadıkları onlarca ismi yakalattıracaktım. Doğruyu söylemek gerekirse o gece için bu fikir sıcak gelmişti ama karakoldan çıkıp Sahip olduğumu öğrendikten sonra artık sıcak bakmıyordum. Çünkü askeri bir rütbeymiş gibi ismimin önüne gelen bu sıfat bana bilmediğim onlarca kanlı çukuru açmış, Ferit'e giden yolun başına anca çıktığım gerçeğini yüzüme vurmuştu. Amacım daha önemliydi ve polislerin buralara giremeyeceği de ortadaydı. Bende onları oyalamak için ufak yemler atarak onları oyalamayı kararlaştırmıştım ki hala o yoldayım." Uluç'un amacının babasından intikam almak olduğunu biliyordum ama bu intikamın ayrıntılarını düşünecek olduğumda nefesim kesiliyordu.

"Savaş?" Diye sordum anlattıklarını hazmetmeye çalışarak.

"Savaş o gece polislerle anlaşma yapan ikinci kişi ama onun anlaşması benimki kadar uzun boylu değildi. Onun görevi geceyi ve beni kurtarmak için yalan ifade vermekti. Benim için oraya zorla girdirildiğimi söyleyen ve suçsuz olduğumu ispatlamak için delil sunan kişi Savaş'tı. Sonrasında da Göz'e Sahip olarak kabul edildiğimi de yine ondan öğrendim. Bana aralarına hoş geldiğimi falan söylemişti."

"Yani o senden önce bir Sahip miydi?" Cümleyi öğürerek bitirmemek için nefesimi tuttum. Uluç kollarını tenime daha fazla yaklaştırdı.

"Evet. O benden önce bu işlere giren biri. Savaş Ferit'in çöplükten aldığı adamlardandı ama o adamlardan daha zeki olanıydı. Bana ev ayarladı işlerin nasıl yürüdüğünden bahsetti. Ferit'e giden yoldaki çakıl taşlarının hepsinin yerini gösteriyordu. Her şeyi öğretene kadar bir şey sormadı ama artık verecek bir şeyi kalmadığında bana 'ben bilmen gereken her şeyi öğrettim, sıra sende.' dedi. Başta güvenmeyip bir şey bilmiyormuş gibi davransam da ona güvenmiştim. Bilmesi gereken noktaları bende onunla paylaştım ama benimle ilgili bir şey öğretmedim. Onun hakkında da bildiğim pek bir şey yoktur. İkimizin ortak noktası yalnızca bu sikik işlerdi." Sustu. Bir şey söylemeyip söylediklerini düşünmeye başladığımda aramızda yine köprüler birbirine bağlayan uzun bir sessizlik sürmüştü. Uluç bir süre daha sessizliği sürdürdü ama sonunda başımızdan aşağı akmaya devam eden suyu kapadı ve kollarını bana daha sıkı dolayarak benimle konuştu.

"Kaldıralım seni artık." Karşı çıkmadım ama onu destekleyecek herhangi bir hareket de sergilemedim.

"Uluç," dedim boğazımdaki pürüz sesimi boğuklaştırmıştı. Sesimiz temizleme gereği duymadım.

"Polislerle işbirliği mi yapıyorsun?" Dedim, yaptığını açıkça söylemesine rağmen. Bu daha çok kendime sorduğum bir soruymuş gibi dursa da cevabı onun da ağzından duymak istiyordum çünkü Uluç bu gece farklıydı. Bana hiç yapmayacağı şekilde açıklamalarda bulunmuş kafamda ki varlığını uzun süredir devam ettiren soru işaretlerinin bir kısmına cevap olmuştu. Uluç sorum onu sıkıyormuş gibi kollarını bedenimin etrafındayken sıktı.

"Tam olarak işbirliği yaptığımız söylenemez."

"Ama yine de onlardan haberin var ve onların da senden haberi var." Diye sordum yeniden. Uluç ensemi öptü. Dudakları enseme bir pamuk dokundurulmuş gibi hissettiriyordu.

"Var."

"O zaman işbirliği yapıyorsun?" Yeniden ensemi yumuşakça öptü.

"İşbirliği yapmıyorum Anka. İşbirliği için onlara sağ adam teslim etmem lazım. Bense soluğunu kesmediğim kimseyi teslim etmedim. Onlara ufak çerezler verdim. Onlara dişe dokunur olanların hiçbirini teslim etmedim çünkü onlar sistem adaletinin bir şeyleri düzeltebileceğine inanıyorlar ama sistem adaletinin buralarda düzeltebildiği bir şey yok."

Bedenimde temasından dolayı gerilmiş bir hat vardı ve bu gece konuştuklarımız hepsi o hattın üzerine konmuştu. Söyledikleri o hattın üzerinde kendilerine yer açmaya çalışıyorlardı.

"Düzeltmiyor mu?" Dedim gergin bir sesle. Uluç bedenime doladığı kollarını gevşetti.

"Görünürde bir şey yok diye sorun olmadığını mı iddia ediyorsun? Öldürmeden verdiğim her adam işlerine içerde de olsalar devam edecek adamlar Anka. Sistemin adaleti bu adamlar için yetersiz. Ne zaman yeterli olur peki biliyor musun?" Başımı aşağı yukarı salladım. Neyi ima etmek istediğini anlamıştım çünkü cümlelerinin sonuna doğru zihnimde bir darağacı belirmişti. Aynı anda konuştuk:

"İdam." Uluç gevşettiği kollarını yeniden sıklaştırdı ve benimle konuştu. Sesindeki ton tamamen değişmişti ve bu konuları artık konuşmak istemediğini bariz bir şekilde belli ediyordu.

"Aferin güzel ördek yavrusu."

"Çirkin ördek yavrusu o." Dedim konunun değişme hızını onaylamadan. Daha fazla konuşması için heyecan duysam da Uluç'un en azından bu gece için farklı herhangi bir şey anlatmayacağının farkındaydım. Zaten sınırlarını çok ötesine giderek bana belki ensesine silah dayayarak soracağım soruların cevabını vermişti.

"Sen güzelsin." Dedi hiç beklemediğim bir anda. Düşüncelerimi meşgul eden ışıkların hepsi birdenbire söndü ve onun kucağında yine ona bakarak karanlıkta kalakaldım. Sertçe yutkundum çünkü sen güzelsin derken sesi kısılmış nefesi tamamen tenime gömülmüştü. Bir an soluğum kesilir gibi oldu ama çabuk toparladım.

"Teşekkür ederim." Sesim utanç dolu çıkmıştı.  Uluç bu halime güler gibi oldu ama beni daha fazla utandırmak istemiyormuş gibi tepkisiz durmaya da çalışıyordu.

"Sana iltifat etmedim kuş beyinli." Bir an kollarından çıkıp dar duşakabinin en uzak tarafına gidip ona çatık kaşlarla bakmak istedim. Benimle saniyeler içinde oynayabiliyor, oynadığı saniyeleri dakikalara bağlamadan katil olmaya itiyordu. Aynı zamanda sakinleştirdiği de oluyordu ama tam şu an böyle bir eylem söz konusu değildi.

"Bu iltifat olsa gerek." Dedim iğneleyici sesimi gizlemeden. Kollarını bedenime o kadar sıkı doladı ki eğer onu sinirlendirir de çok değil az bir şey daha beni kavraması için hırslandırırsam kollarında nefessiz kalarak can verebilirdim. Uluç güldü.

"İltifattı." Kolunun birini aşağı indirdi ve birini de çıplak bacağıma değdirerek kafama doğru nefesini vererek konuştu.

"Seni çıkaralım artık Anka." Geriye çekildim. Aslında bu çıplaklığımdan rahatsız olduğum için yine ondan kaçma girişimi olarak planladığım bir hareketti ancak onun arkamda olduğunu unutmuş yine onun göğsüne sığınmıştım.

"Sen git ben gelirim." Dedim sesimde varlığını sürdüren saf endişe ile. Uluç homurdanır gibi oldu. Göğsündeki en ufak hareketliliği bile çıplak sırtımda hissedebiliyordum.

"Görmemem gereken yerleri biliyorum Anka ve o yerler gayet güvende. Bakmayacağım sana. İyi görünmüyorsun kuş beyinli." Ben daha karşılık vermeden Uluç kolunun birini belime kaydırıp yönümü kendine çevirdi ve hemen ardından çenesini kafama yaslayarak diğer elini de dizlerimin altından geçirip beni havalandırdı. Çıplaklığımı görmesi imkansızdı ama hemen kalçamın altına uzanan çıplak kolu o kadar büyük bir utanç dalgasının bedenime vurmasına sebep oldu ki saklanmak için boynunun altına alnımı gömdüm ve sesimi çıkarmadım. Kısa ara holün ışığı yanmıyordu. Küçük odanın sarımtrak ışığının bariz bir aydınlığı yoktu ve üç adımda aştığı yol zifiri karanlık olan yatak odasına varmıştı. Bedenimdeki utanç dalgası varlığını sürdürüp köpüklenmiş dalgalarını yüzüme vursa da bariz bir rahatsızlık duymayı bir kenara bırakmıştım. Uluç beni yatağa yatırdı. Çenesi alnıma dokunuyordu.

"Başka kıyafet getirmeleri için adamlara emir verdim. Çarşafı bedenine dola. Ben süt alıp geleceğim." Ses çıkarmak yerine odadan çıkmasını bekledim. Yatmadan önce süt içtiğimi biliyordu. Benim için getiriyor olmalıydı ama ben kalkıp bedenime çarşafı sardığımda ve Uluç kapıyı yeniden aralayıp bedenini kokusuyla birlikte içeriye soktuğunda  elinde iki büyük bardak süt vardı. Birini bana uzattı. Yatağın içinde oturur vaziyette ona bakıyordum ve onun bakışları da bana dokunduğunda bir an halime gülecek gibi oldu.

"Saçların için havlu bulalım." Uzattığı bardağı aldım. Ilıktı.

"Gerek yok Uluç, kurur." Dedim elimdeki süte memnuniyetle bakarken. Ilık sütten bir yudum alıp dıdaklarımı birbirine bastırdım. Uluç bende olan bakışlarını cevabımı umursamadan kaçırdı ve

"Sana sormadım." Dedi, elindeki bardağı yere bırakmıştı. Kaşlarım çatıldı. Elimde dolu süt bardağı ile ona bakıyordum.

"Dengesiz herifin tekisin biliyorsun değil mi?" Dedim.

"Evet." Diye yanıtladı. Sesi soğuk ve meşguldü.

"Kaba ve nazik olmaktan da uzaksın." Diye yineledim ama beni takmıyordu.

Beni yeniden evet diye yanıtladı ama neye evet dediğini bilmediğine emindim. Yerde ne vardı bilmiyordum ama bir şeylerin sürtülme sesi geldi ve elinde beyaz bir havlu ile doğruldu.

"Polislerle de iş birliği yapıyorsun?" Dedim beni dinliyor mu yoksa başından mı savuyor diye kontrol etmek için.

"Evet." Gülümsedim ama bu hoşnutsuz bir gülümsemeydi. Uluç'un yüzü de aynı hoşnutsuzluk ile gerildiğinde artık dibimdeydi ve sağ eli saçıma uzanmıştı.

"Ne dedin sen?" Sesi sertti.

"Polislerle işbirliği yapıyorsun." Saçlarımı sağ elinin içine topladı.

"Ondan önce ne dedin?"

"Kaba ve nazik olmaktan uzaksın dedim." Sağ elinin içine saçlarımı tamamen topladıktan sonra havluyu omzum boyunca açıp ıslak saçlarımı havlunun ortasına yatırdı.

"Hm, daha önce?" Diye konuştu yeniden.

"Dengesiz herifin tekisin." Havluyu bıraktı. Şaşırmamıştı. Yatağın diğer tarafına gitmek için benden uzaklaştığında söylediğim şeye herhangi bir tepki vermemiş olmasına şaşırmıştım.

"Sen cidden dengesiz herifin tekisin Uluç." Güldü. Eşofmanının cebinden sigara paketini çıkardı ve sigarasını yaktıktan sonra yere bıraktığı sütünden bir yudum alarak bana döndü. Üzerine geçirdiği eşofmanı değiştirmişti.

"Öyleyim." Bakışları elimde tuttuğum ve neredeyse bitirmek üzere olduğum süt bardağına dokundu.

"Öylesin." Dedim hırsla ve kalan sütü büyük yudumlarla üç seferde içtim.

"Adamlar ne zaman kıyafetleri getirecek?" Elimdeki bardağı uzanıp yere bıraktım ve yeniden doğrulduğumda Uluç'u açılan bacaklarıma bakarken yakaladım. Yanaklarım içi kan dolu küçük balonlar gibi kızarır ve şişerken utanç dalgası altında kalmış sesimi çıkaramamıştım.

"Birazdan." Dedi Uluç yakalanmış olduğunun farkına vararak. Elindeki bardağı bana uzattı. Sigarasının son nefesini ciğerlerine dolduruyor olmalıydı çünkü sigaranın ateşi sönmek üzere gibi görünüyordu.

Elindeki bardağı aldım ama hala ona bakıyordum.

"İç onu. Ben içmeyeceğim." Bedenimin utançtan dolayı yükselen ısısı su içermiş gibi hızla sütü içmeme sebep oldu ama artık Uluç'a bakmıyor avuç içimde tuttuğum boş bardağa bakıyordum.

"Uyu istersen." Dedi Uluç ama onun buna inanarak cümleyi sarfetmediğini biliyordum. Uyanalı kaç saat olmuştu ki?

"Uyuyabilecek misin?" Cevap vermedim. Uluç eğik duran başımı yeniden kendine çevirmek için parmaklarını kullanarak doğrulttu ve bana hiç beklemediğim o cümleleri kurdu.

"Anka iyi görünmüyorsun. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Uyurken yine yüzünde renk var ama şu an bir ceset kadar beyazsın." Sesinde bana olan ilgi beynime değil de kalbime ulaşmıştı ve Uluç'un sesinden akan endişe ile harmanlanmış ilgi kalbime dokunuyordu. Ona verebilecek kelimelik de olsa cevaplar aradım ama ne aklım ne de dilim hareket etmeyerek yalnızca ona bakıyordu.

"Seni uyutmamı ister misin?" Ben daha ne olduğunu anlamadan Uluç elimdeki bardağı aldı. Üzerimden eğilerek bardağı benden taraftaki boşluğa bıraktı ve sırtını yatak başlığına dayadıktan sonra beni iki kolunu da kullanarak kucağına çekti.

Başım çenesinin hemen altında kalmıştı. Ellerim çıplak teninde onun elleri ise çarşafın altında kalan bedenimin ince belindeydi.

"Geçen gün okuduğun şiiri okuyabilirim sana." Dedi fısıltıyla, alnım dudaklarının hareketliliğine ev sahipliği yapıyordu.

"Ama istersen başka bir şey de okuyabilirim. Hangisini istersin?" Sessiz kalmayı bir kenara bıraktıktan sonra boynunun altında olan kafamı göğsüne indirdim ve tam kalbinin üstüne yüzümü yasladım. Uluç kollarını omuzlarıma çıkardı ve ufak ufak okşamaya başladı.

"Başka olsun." Uluç'un sesi bir tanrı sesiymiş gibi yükselmeye başladığında şaşkınlığım aramızdaki hava akımında mavi şeritleri oluşturuyordu. Bu gece tanık olduğum Uluç o şeridin arkasındaydı ve bana oradan bakıyordu. Tüm tüylerim ve omurgam gerildi ama Uluç'un sesindeki ton tam aksini yaparak bizi sarmalıyordu.

*
Muhabbet kuşumuz öldü
Arkasında uçuşan tüyleriyle mavi bir sonbahar bırakarak
Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna

Uyuyamadığım  gecelerin sabahında
Gözaltlarımdan mor çocuklar doğardı
Mor çocuklarıma ninni söylerdi sabah ezanları
Fırtına ters çevrilen şemsiyelere benzerdi
Duaya açılan avuçlarım
Avuçlarıma kar yağardı
Kimi zaman tipi...
Kaç kere avuçlarımda mahsur kaldım.
Birkaç kış geçti Pollyanna
Ben hep mahzun kaldım.

Kocaman bir kardan adam yaptı içime bir çocuk şair
Tuhaf şarkılar mırıldanarak: Şiirime kenar süsü olsam ben
Bir kenar süsünün gülü olsam ben
Sarı deftere tuttuğum bir günlük
Aşk olsam ben...Sonra yazları
Yaseminlerle sarmaş dolaş bir balkonum oldu
Balkon yaseminlerle sevişirdi
Rüya hülyayla sevişirdi.
Ben o beyaz ve güzel kokan çadırın altında
Geceyle sevişirdim.
Bir davet gibi otururdum balkonda
Bir beyaz örtü gibi sarardım acılarımı başıma
Ben sevgilisi çile olan bir gelindim Pollyanna
Gel derdim gel, kim olursan ol yine gel...
Çiçekli bir düğün davetiyesi gibi otururdum balkonda
Yıldızlar ürkerdi, titrerdi davetimden
Ayın etrafında beyaz bir hale dönerdi.
Bileklerimi uzatırdım çıplak, beyaz ve inca
Işıktan bir kelepçe istedim yüz görümlüğü olarak Pollyanna.
Secde eden alnımı,
Şarap içen dudağımla öpmek istedim.
Dizlerimde ve dirseklerimde nasır tutan arayışımı
Beyaz bir merhemle ovmak istedim.
Beyaz bir günahtır aramak kimi zaman Pollyanna...İtiraf etmek gerekirse
Domates-biber biçiminde tuzluklar aldım pazardan
Kalp şeklinde kültablaları
Kalbimde söndürülmüş birkaç sigaradan kalan kül
Yetmezdi yeniden doğmaya.
Orhan Gencebay dinledim itiraf etmek gerekirse
Bedelini ödedim ama Pollyanna
İtiraf artık tedavülden kalkmış bir kağıt para.Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Çimento, demir, çamur...
Duvarlarımı şiir ve türkü söyleyerek sıvardım.
En üst kattan düşerdim her gün
Esmer bir işçi gibi dilini bilmediğim bir dünyaya
Hayatım bir mutsuzluk inşaatıydı Pollyanna
Sana ve mutluluğa yazılmış mektuplarıma
Cevap beklediğim zamanlarda.Benim bir köyüm olmadı.
Hiçbir şehir karlı sokaklarıyla bana
Pazen gecelik giymiş bir anne gibi sarılmadı.
İstanbul'u evlat edinsem
Benimsemezdi nasıl olsa otuz yaşında bir anneyi
Yüzyıllarca yaşamış bir çocuk olarak.
Mütemmim cüz olamadım hiçbir aşka Pollyanna
Bir kitaba bir cüz olamadım.
Yukarıdan aşağı, yedi harfli battal boy bir intiharı denedim.
Hiçbir bulmacayı tamamlayamadım.
Bir kediyi okşasam ellerim yumuşardı
Biri okşasam bir yumuşardı.
Bire "BİR" olamadım.Fırfırlar olmalıydı oysa hayatımın kenarında Pollyanna
Kırmızı puanlı bir şiir olarak uyumalı, mor puanlı
uyanmalıydım.
Pişman olmamalıydı orada olmalarından yeşil farbelalarım.
Bir çingenenin çıkardığı dil olmalıydı şiirlerim.Sana bu son mektubu,
Artık senden mektup beklemediğimi söylemek için
yazıyorum Pollyanna
Son şiirini yazmaya cesaret edememiş bir şair olarak.
*

Okuduğu şiir boyunca onunla birlikte içinde  bulunduğum onlu anıların tümü gözümün önünde canlanmış ve canlanan görüntülerin tümünde Uluç'un sesi ondan daha önce hiç duymadığım kadar şairane yükselmişti ve bunun yarattığı his beni Uluç'un kollarına tüm o an boyunca tutsak etti. Gönüllü tutsaklığıma eşlik eden kelimleri yüreğime dokunmuştu. Uluç elini enseme getirip beni göğsüne bastırdığında kalbinin atışları bir el olmuştu da bana uzanmaya çalışıyor gibi tenime vuruyordu. Elimi, yüzümü geriye çekip tam kalbinin üzerine getirdim ve kalbinin avuçlarım içinde yükselen sesini dinledim. Uluç elini elimin üzerine koydu.

"Beğendin mi?" Elinin altında olan elimi yumruk haline getirdim ve başımı kaldırıp ona baktım.

"Çok güzeldi." Ona bakmak içinde bulunduğumuz dakikalarda beni korkutuyordu çünkü bu Uluç sürekli tanık olduğum Uluç değildi. Başımı yeniden göğsüne dayadığımda Uluç beni sarmaladı.

"Sana bir şey soracağım Anka ama bana vereceğin cevabı gözlerine bakarken ve elim kalbine dokunur vaziyetteyken duymak istiyorum." Başımı göğsüne yaslamaya devam ettim ama verdiğim bir tepki yoktu. Ne soracağını deliler gibi merak etsem de korkuyordum. Hem soracağı sorudan hemde vereceğim cevabın boyutundan korkuyordum.

"Anka?" Dedi sanki soracağı şeyi sormuş da bitirmiş gibi.

"Sor." Dedim, çaresiz hissediyordum.
Uluç beni iki bacağımı ayırarak ince beline oturttu. Elinin biri sanki vakit kaybetmek istemiyormuş gibi hemen kalbimin yerini aramış ve eli kalbimin yerini bulduğunda göğsümü neredeyse boydan boya kavramıştı. Gözleri gözlerime çıktı, bedenimdeki utanç dalgası beni ona itiyor ve yine onun teninde ondan saklanmak istiyordu.

Karşı çıkabilirdim ama içimde olan Anka soruyu duymak istiyordu. Uluç kelimeleri iki dudağının arasından çıkarıp bana duyurduğunda hissettiğim şey yönü bana çevrilmiş binlerce okun ortasında kalmakla eşdeğerdi. Bedenimdeki tüm tüyler çekiliyordu ve bu yine Uluç tarafından yapılıyordu.

"Benden Melisa'nın bahsettiği şekilde intikam almazsın öyle değil mi?" Kalbim atıyor muydu bilmiyordum ama attığını hissetmiyordum. Çünkü Uluç'un sesi de bana bakan gözleri de ve hemen kalbimin üzerini kaplayan parmakları da çaresiz bir şekilde bana bakmaya başlamış beni olduğum yerde şoka uğratmıştı.

Uluç korkuyordu ve bu alelade bir korku değildi. Uluç'ta gördüğüm korku gerçekti.

Boynunun altına girip bana bakan gözlerinin odağından ayrılmak için hamle yaptığımda Uluç beni göğsüme bastırdığı eliyle durdurdu ve konuştu:

"Önce cevap istiyorum. Sonra seni zaten sarmalayacağım." Çığlık atarak kaçmak, çığlık atarak hissettiğim duygulardan kurtulmak istiyordum çünkü kalbim yanıyordu. Kalbim yanıyordu ve bu yangın bedenimde ilk kez baş göstermişti. Bu yangınla ne yapacağımı bilmiyordum ama ellerimi kulaklarıma kapatmış dehşetle yangını izlemiyordum. Ellerimi Uluç'la birlikte kalbime koymuş yangının çıkış noktasını arıyordum.

Uluç inler gibi ses çıkardı ve yüzünü yüzüme yakınlaştırdı.

"Düşünmek yerine ver şu cevabı." Nefesi dudaklarıma çarpıyordu. Gözlerimi kırpıştırdım. Ona bakmak istemiyordum ama Uluç beni ona bakmak zorunda bırakıyordu.

"Sen bana aşık olmazsın Uluç. Eğer korktuğun buysa korkma." Sesimi yakmak istiyordum. Sesimi kalbimde çıkan ateşle birlikte o benim gözlerimin içine bakarken yakmak istiyordum. Uluç gözlerime, dudaklarıma, burnuma, yanaklarıma ve hatta kulaklarıma baktıktan sonra yeniden konuştu.

"Ya olursam? Olurda sana aşık olursam ya Anka. Yapar mısın? Beni seninle birlikte öldürür müsün?" Melisa'nın zihnimde terkedilmiş bir ev gibi kalan görüntülerine korku dolu gözlerle bakarken ne olursa olsun kendimi o karenin içine yerleştirmeyeceğimi biliyordum. Ben kimseyi öldüremezdim. Uluç'un bahsettiği gibi olsaydı bile ben ona kıyamazdım ki bu şey mümkün de değildi. Uluç bana aşık olmazdı. Onu dinlemeyip başımı hızla kafasının altına soktuğumda kalbimdeki yangın sönmüştü. Yangından kalan killerin ortasında küçük bir kız çocuğu vardı ama saniyeler içinde kocaman bir kız çocuğuna dönüşerek beni kendine kilitledi. Uluç beni geri itmiyordu. Yüzüme bakmaya çalışmıyordu ama eli hala göğsümün üzerindeydi. Küllerin ortasında kalmış ve sürekli büyüyen kız çocuğu ise artık bize şefkatli gözlerle bakıyor ve tebessüm ediyordu. Genç kız elinin birini ona doğrulttu. Uluç'a. Küllerin ortasında durmaya devam ediyordu.

Bana bir şeyler anlatmaya çalıştığının farkındaydım ama ne anlatmaya çalıştığını bulamıyordum.

"Yapmazdım." Diye fısıldarken kelimem Uluç'a cevap olsun istedim. Yapmazdım diye fısıldarken kendime cevap aradığımın da farkındaydım. Uluç elini göğsümden çekip beni tamamen göğsüne çektiğinde beni anlayan tarafın her zaman o olduğunu biliyordum. Benim hakkımda en çok yanılan da beni en çok tanıyan da Uluç'tu.

"Ben cevabı aldım Anka. Ama bana cevabı kelimelerin değil kalbin verdi." Kollarımı ona sardım. Bu istemsiz bir davranış olarak benden izin istemeden olmuştu.

"Sana ne dedi?" Dedim. Bacaklarımı beline sıkıca doladım, boynunun altında kendime daha çok yer aralayıp sonunda bulduğum yere hızla yerleşmiştim. Uluç beni kendine bastırdı ve yerinden çıkan bir yapboz parçasını yerine yerleştiriyormuş gibi çenesini alnıma yasladı.

"Dedi ki bana dokunanı ateş ol yak. Dedi ki bana dokunanı rüzgar ol savur ve dedi ki beni hep buraya yerleştir." Elini başıma koyup beni şah damarının üzerine doğru bastırdı.

"Yapacak mısın peki?" Sesim tenine gömülmüştü. Sesim şah damarına gömülmüştü.

"Sana dokunanı ateş olur yakarım. Sana dokunanı rüzgar olur savururum Anka. Ve seni hep burada yaşatırım." Elinin birini koluma indirdi ve kolumu geriye çekerek elimi boşa çıkardı. Parmakları anında boşta kalan elimi kavradı ve kendi eliyle birlikte elimi göğsüne, tam kalbinin üzerine yerleştirdi. Kalbi avucumun içinde atıyordu.

"Burdan daha ilerisinde ya da daha gerisinde değil. Tam burada. Daima."

Uzaklardan bir ses geliyordu. Bu ses Uluç'un kalbinin sesiydi. Ve bu ses bana uzaklardan doğup yanıma gelene kadar derin dev bir dalga halini alıyordu. Uluç'un kalbi bir okyanustu. Beni o okyanusta yaşatacaktı.

*
Şiir: Didem Madak.

Bana ulaşmak için;

İnstagram: yasoley

Continue Reading

You'll Also Like

971K 2.6K 1
TAMAMLANDI VE KALDIRILDI Babasının hatası kendini kalpsiz bir düke sunmasına neden olur. Kaybettiği masumiyetinin yanında tüm hayatı parmaklarının ar...
SOĞUK By 🧐

ChickLit

292K 11.5K 50
Kim olduğumu bilmiyorum, kim olduğunu bilmiyorum. Nerdeyiz, ne yapıyoruz bilmiyorum. Artık bunun ne kadar oyun ne kadar gerçek olduğunu bi...
3.5M 129K 40
Kalbinde büyüttüğü adamı karşılıksız sevmeye daha ne kadar dayanabilecekti ? 21.08.2019
13.5K 240 4
Sevgili okuyucularım kitap olarak yakında raflarda olacağını size bildirmek isterim. "Gecenin hükmü verilmişti; kelebeğin gözyaşları kazanmıştı." Y...