SAHİPSİZ

By _eleutheromania_1

2.7M 97.8K 15.8K

Başlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izle... More

Bölüm 1: Başlıyoruz,
Bölüm 2: Hiçbir işe yaramazsın,
Bölüm 3: Üzgünüm,
Bölüm 4: Aç gözlerini,
Bölüm 5: Geri geleceksin,
Bölüm 6: Zümrüd-ü Anka,
Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,
Bölüm 8: İntikam soğuk yenir,
Bölüm 9: Plan,
Bölüm 10: Oynayalım bakalım,
Bölüm 11: Neden,
Bölüm 12: Ne istiyorsun,
Bölüm 13: Turta,
Bölüm 14: Kanlı Dövüş,
Bölüm 15: Tehlike,
Bölüm 16: Burası çok karanlık,
Bölüm 17: Ortak hisler: Öfke,
Bölüm 18: Ateş,
Bölüm 19: Sesler,
Bölüm 20/1: Melisa,
Bölüm 20/2: Karaoke,
Bölüm 21: Sarhoş,
Bölüm 22: Hissetmek,
Bölüm 23: Yeni Ev,
Bölüm 24: Yakınlaşma,
Bölüm 25/1:Lili,
Bölüm 25/2: Kararlar,
Bölüm 26: Aptalsın,
Bölüm 27: Cidden Aptalsın,
Bölüm 28/1: Takas,
Bölüm 28/2: Takas,
Bölüm 29/1: İzin vermem,
Bölüm 29/2: İzin vermem,
Bölüm 29/3: İzin vermem,
Tanıtım Videosu 1-2
Bölüm 30/1: Ölüm,
Bölüm 30/2: Ölüm
Bölüm 30/3:Ölüm
Bölüm 30/4: Ölüm,
Bölüm 30/5: Ölüm,
Bölüm 31: Kuş Beyin,
Kesit
Bölüm 32: Bu Kadar Hassas Olma,
Bölüm 33: Sahip,
Bölüm 34/1: Kim O,
Bölüm 34/2: Kim O,
Bölüm 34/3: Kim O,
Bölüm 35: Çaresizlik,
Bölüm 36: Prens Vakti,
500K! Teşekkürler.
Bölüm 37: Kaçış
Bölüm 38: Öyle Değilsin,
kesit
Bölüm 39:
Bölüm 40:
Bölüm 41'den,
Bölüm 41:Ve Kuş Kanadı Sarmaşığa Dolaştı,
Bölüm 42: Gerçek,
Bölüm 43: Dilek Taşı,
Bölüm 44: Arkadaş,
Bölüm 45: Güven
Bölüm 46: Renkarnasyon
kesit
Bölüm 47/1; Acı Nota
Bölüm 47/2: Acı Nota
Bölüm 48: Kökleri Zehir Dolu Gerçekler
Bölüm 49: Daima
Bölüm 50: Döneceksin...
Bölüm 51: YUVA'M
Bölüm 52: Aile
Bölüm 53: Değişim,
Özel; Sarhoş
Bölüm 54: Dikiş, Part 1
Bölüm 54: Dikiş, Part 2
Bölüm 54: Dikiş, Part 3
Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil Part 2
Bölüm 55:KMÇABD 1.KİTAP FİNAL

Bölüm 47/3: Uçurtma

8.7K 399 155
By _eleutheromania_1

Beni takip etmek için instagram; @yasoley
Uluç'u takip etmek için instagram; @uluç_sarac

Yeni bölüm geç gelecek. Final haftam sandığımdan da yoğun geçiyor, bu bölümü uzatıp atacaktım ama vaktim gerçekten yoktu. Bu yüzden bu bölümü atıp olacakları yeni bölüme sakladım.

Benimle düşünceleriniz paylaşmayı unutmayın ya da çekinmeyin olur mu? Rica ediyorum sessiz kalmayın.💕 Beni instagram hesabımdan takip ederek bölüm hakkında haberlere daha erken ulaşabilirsiniz. Sizleri seviyorum. Görüşmek üzere.

Gökyüzünde bir uçurtma uçuyordu. Uçurtmanın üzerinde sarı, yeşil, kırmızı renkte puantiyeler; puantiyelerin sıklaştığı yerde kırmızı bir kurdele vardı. İpi uzundu. İpi o kadar uzundu ki isterse Everest ile Lhotse'yi birbirine bağlardı. İsterse Merkür ve Venüs arasında bir köprü kurar ve eğer isterse Uluç ile aramdaki mesafeyi aşarak bizi birbirimize bağlardı.

Uluç ile aramdaki mesafe...Aşılması çok zor duruyordu. Onunla aramdaki mesafe Everest ile Lhotse arasında üç büyük tur bindirirdi. Ona karşı olan duvarlarım gökyüzünde duran ay kadar yüksekti. Elini uzatsa yetişebileceği bir mesafede değildim ama eğer ay ışığının altında süzülen uçurtmanın ipinin ucundan tutarsa bana ulaşabilirdi. Belki de ulaşmıştı. Kolları etrafımdayken bedenim onu ilk kez hissediyormuş gibi değildi. Uzun zamandır görmediğim birine kavuşma anım kadar samimi geliyordu sarılışı çünkü Uluç'un kolları sıcaktı. Ondan beni tanımayan soğukluğu duymaya alışmış olan bedenim bu sıcaklık karşısında yeniden şaşkına uğradı.

Gökyüzünde bir uçurtma yoktu. Beş dakika sonra o uçurtma yeniden ortaya çıkacaktı.

Uluç bazen oluyor bana mükemmel bir ay ışığının ta kendisiymişim gibi hissettiren bakışlar atıyordu. Bazense benden sanki hiç haberdar değilmiş gibi bakıyor, bakışlarından yayılan soğukluk iliklerime kadar ulaşıyordu.
Ama şimdi hissettiğim duygunun sıcaklığı etrafımızı sarmışken benden haberdar olduğuna emindim.

Uluç'un dudakları alnımla olan temasını kesmemişti. Uçurtmayı uçuran rüzgar eteklerimi onun bacaklarına çarpıyor, beni ona onu bana itiyordu. Kafamı geriye çekmek ve yüzüne bakmak istiyordum ama hissettiğim sıcaklık beni onun kollarında durmam için kör ediyor, elimi kolumu birbirine bağlıyordu.

Bir an için onu tüm bu işlerden uzakta genç bir delikanlı olarak düşündüm. Melisa ile sinemaya gitmiş olmalıydık. Sinemadan çıktıktan sonra bir şeyler yemek için güzel bir kafenin restoran kısmına oturup izlediğimiz filmi tartışırdık. Gözüm Melisa'nın arkasında oturan ona çarpardı ve onu incelerdim. Çaktırmadan. Kirpiklerine kadar.

Belki de bir konserde görürdüm onu. Kalabalık bir grupla gülerek sohbet ediyor olurdu. Gülüşü dikkatimi çekerdi. Gözleri dikkatimi çekerdi. Sesini merak ederdim. Ona yaklaşırdım. Konuştukları dolu sohbetin içinde onun heyecanlı, genç, kaygı gütmeyen sesini duyar dikkatle dinlerdim. Sesini severdim.

Uluç dikkatimi çeken biri olurdu. Onu beğeneceğimi biliyordum. Onu beğenir onu incelerdim ama bundan öteye gitmeyerek onu kafenin restoran bölümünde ya da konser alanının o açık meydanında bırakırdım.

Ama Melisa ona olan bakışlarımı onu her nerde görecek olursam olayım fark ederdi. Beni sarmalar ve geri dönmek için ikna etmeye çalışırdı.

Zihnim Melisa'yı gözümüzün önünden itmemişti.
Bir an Uluç'un kolları inceldi ve Melisa'nın kollarına döndü. Onun olmadığını biliyordum. Onun olmayacağını biliyordum. Boğazımdan yükselen bir ses vardı, Uluç bunu duyuyor muydu?

Geriye çekilmek için hamle yaptığımda Uluç izin vermedi. Kafamız arasında bir karış mesafesi kadar mesafe açıp dudaklarını alnımdan çektiğinde gözleri artık gözlerimde, benim gözlerim ise görüş mesafeme inen dudaklarındaydı.

Bir süre görüş mesafemde olan dudaklarına bakmaya devam ederek onun Melisa olmadığına kendimi kabullendirdim. Bu acı kabulleniş gözlerimin dolmasına sebep olsa da ağlamaya devam etmek yerine yutkundum ve Uluç'un sıcaklığında derin bir soluk alıp verdim.

Benden cevap beklediğini biliyordum. Zihnimi karalama kağıdını çeviriyordu.Onunla ilgili olan kısımları temize çekmeye çalışırken aslında odaklanabildiğim bir cümle yoktu. Karalama kağıdına yazdığım yazıları temiz bir sayfaya yeniden karalıyordum. Başarılı olamadığımı anladığımda boşverip seçebildiğim kadarıyla onu yanıtladım.

"Sana karşı sürekli bir uğraş içindeyken, senin bana aşık olman komik olurdu." Dedim zihnimi sorusuna yönlendirip aslında anlatmak istediğim şeyi anlamasını umarak çünkü kurduğum cümlenin dallı budaklı yanlarında takılı kalıyor, ona karşı net olamıyordum. Belki zihnim özel bir ayna yardımı ile yansıtılacak olsaydı bunu Uluç'un görmesi için gönüllü olurdum. Ona karşı akılalmaz bir endişe duysamda yine ona karşı mükemmel bir güven duyuyordum, beni anlardı.

Ama yine de ona karşı kendime net olamadığım zamanlar daha çoğunluktaydı. Bunun nedeninin tıpkı benim duvarlarım gibi Uluç'un da duvarlarının olmasına yoruyordum. Benim duvarlarım yalnızca yüksekti. Uluç'un duvarları ise hem yüksek hemde önünde akılalmaz derinlikte hendeklere sahipti. Ona ulaşmak için önce en dibe çakılmak, ardından tırmanmak gerekirdi.

Uluç'un bedeninden bana uzanan sarmaşıklar ortadan kaybolmuştu. Tıpkı uçurtma gibi.

Bir vardı beş dakika sonra yoktu. Bir yoktu beş dakika sonra vardı.

Rüzgar şiddetini arttırmıştı. Saçlarım artık tamamen önüme düşüyordu, rüzgar saçlarımın Uluç'un yüzüne bir perde gibi inmesini sağlıyordu.

"Komik olurdu." Diye onayladı beni kafasını geriye çekmeye çalışarak. Saçlarımdan rahatsız olmuştu, beni yeniden kendine çekip dudaklarını alnıma yasladığında saçlarım artık omuzlarına çarpıyordu.

Bedenim hala titriyordu. Ellerim ve beynimdeki uyuşukluk esen rüzgarın tenime bir kırbaç darbesi gibi inmesinden dolayı kesilmemiş, üzerine artarak tüm eylemlerimin kontrolünü Uluç'un eline bırakmıştı. Uluç alnıma yaslı olan dudaklarını aralayarak dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesin alnıma dökülmesine neden oldu.

"Sadece komik olurdu öyle değil mi?" Dediğinde konuşmayı devam ettirmesini beklemiyordum. Başımı yasladığı göğsüyle olan temasını kesmek ve yeniden ona bakmak için hareket ettirmeye çalıştım ama hareketliliğime karşı çıkarak kollarını etrafıma sıkıca doladı.

Bir an Uluç'un kollarında sarmaşıklar görür gibi oldum. Kirpiklerimi açıp kapadığımda artık yoktu.

"Ne?" Dedim. Sesim göğsüne gömülmüştü. Nefesimin sıcak buğusunun tenine temas ettiğine emindim.

"Diyorum ki sana aşık olmam yalnızca komik mi olurdu?" Kaşlarım çatıldı. Gözlerim kollarında yılan gibi dolanmış sarmaşıklar arıyordu. Çünkü sesinde vardı.

Uluç'u aşık olarak hayal edebilirdim. Uluç'u evli olarak hayal edebilirdim ama Uluç'u bana aşık olarak hayal etmek kalbimin sıkışmasından öteye gitmezdi. Alnımı göğsüne bastırdım ve fısıldayarak konuştum. Kalbimin sıkışmış olmasına anlam veremiyordum.

"Başka ne olabilir ki?"

"Bilmem." Diyerek kestirip atmak istese de sesi düşündüğünü belli ediyordu. Kaşlarının çatıldığına emindim. Beni saran kolları sanki daha da sıklaşmıştı. Sesinde beliren kasvetli havayı solumadan önce konuşurken çıkardığı nefesi yüzümü yaladı.

"Zamanla göreceğiz."

Onu başımı sallayarak onayladım. Başımı kaldırmadım ama beni duyacağına emin olacağım kadar yüksek bir sesle yeniden konuştum.

"Bundan sonra ne olacak?"

Uluç kollarını bedenime olabilirmiş gibi daha sıkı doladı, aldığım nefeste bariz bir güçlük çıkmasa da teklemeler seziyordum. Başım çenesinin altına iyice girmişti. İnce uzun boynunda, üçgen şeklinde olan soluk boşluğuna artık burnum temas ediyordu. Bir an için burnumu oraya sertçe bastırmak ve bana yaptığı gibi nefesinin teklemesini sağlamak istedim.

"Kollarımda olacaksın."

Nefesim kesildi. Söylediği kelimelerin bütünde oluşturduğu anlama bakınca bir an için bir daha nefes alamayacağımı bile düşündüm ama sakinliğini elden bırakmayan beynim Uluç'un söylediği kelimeleri dakikalar içinde sadeleştirerek olması gerektiği yere koyabiliyordu. Henüz bunu yapmayı sürdürebiliyordu.

"Kastettiğim şey bu değil Uluç," dedim güçlükle nefes aldığımı fark etmemesini umarak. "Bundan sonra ne olacak?"

Melisa ve Savaş'ın cenazesine gidecek miydik? Gitmek istiyordum. Uluç'un gitmeyeceğini tahmin ediyordum. Melisa'nın ailesi olanları öğrenince ne yapacaklardı merak ediyordum. Annemin ve babamın bir sergide beynimi kurşunla dağıttığımı gazete manşetlerinde sabah kahvaltılarını yaparken okuduklarını düşündüğümde yalnızca bu uçurumdan atlamış gibi hissetmiyor, çıkan uçurtmanın uzun ipini boynuma dolayarak kendi isteğimle atlıyordum.

"Kollarımda olacaksın."  Dedi yeniden.

Sesi düşüncelerimi anne karnında yatan bir bebeğin annesinin karnından neşterle çıkarılması gibi pürüzsüz bir şekilde böldü. Ama sesinin tonunda bu keskinliğe rağmen zalimlik yoktu. Tok ve kararlıydı. Sesindeki ton beni buna inandırmak istediğini söylüyordu. Sesindeki ton beni buna inandırmak istiyordu.

Derin bir soluk alıp verip alnımı boynundan biraz daha aşağı indirerek sert göğsüne yasladım. Konuşmak istemiyordum.

"Kollarımda olmak nasıl hissettiriyor?"

Sorusu dikenli bir zeytin dalının her dikeninde farklı renklerde dilekler yazılmış kağıtların birinin içindeki dilek gibi önüme uzatılmıştı. Sorusunu düşündüm. Uluç'un kolları etrafımda bir mengene gibi sarılıyken gerçekten ne hissettiğimi en ince ayrıntısına kadar bilmek ve farkında olmak istiyordum. Kaşlarım çatıldı. İçimde beliren birden fazla ifade, şekil ve anlam vardı. Kollarımı sıvayıp bu anlam ve ifadeleri birer yapboz parçası gibi oturtmaya çalışsam işin içinden çıkamayağımı biliyordum.

Uluç cevap istediğini belirtmek istiyormuş gibi çenesiyle kafamı eşeledi.

"Bilmiyorum." Dedim, sesim fısıltıdan farksızdı.  Gözlerim beynimin yansıması olarak duruyor sarmaşıklar, uçurtmalar ve zeytin dallarının arasında Melisa'yı arıyordu.

Uluç ise tüm bu doluluğun içinde hemen karşımda bana elini uzatmış, kaşlarını çatarak yüzüme bakıyor, uzattığı elini tutmamı bekliyordu.

Bunu zorbalık olarak yapmadığını biliyordum. İyi olmadığımı biliyordu. Sesindeki ve kollarındaki şefkati görüyordum. İzin verirsem ki çoktan vermiştim beni bu karmaşanın içinden çekip alacaktı. Bu karmaşada tek başıma mücadele etmeyi sürdürecek gücü artık kendimde bulamıyordum.

"Söyle bir şeyler."

Geriye çekilip yüzüne bakmak ve bir süre de yüzüne bakarak düşünmek istedim ama yüzüne bakarsam işlerin daha da çıkmaza gireceğini hissedebiliyordum. Aklımda sıralanan ifadelerin içinden birkaçını seçerken Uluç kafamı çenesiyle eşelemeye devam ediyordu.

"Hem güvende hem tehlikede..." diye fısıldadım. Uluç kasıldı.

"Hem sıcakta hem kuru soğukta, hem bir çatı altında hemde çatısız bir uçurum kenarındaymışım gibi."

Karşımdaki Uluç elini indirmişti. Kaşları çatık değildi. Gözleri hayretle büyümüş göz bebeklerini çizen çizgiler daha belirgin hale gelerek ona güzel ama şaşkın bir ifade katmıştı.

"Sana bu kadar kalabalık mı hissettiriyorum?" Dedi. Sesi şaşkınlığını yansıtıyordu. Söylediği cümle içimde beliren anlamların hepsini biliyormuş gibi hissettirse de bu kadarını yapamayacağını biliyordum. Başımı sallayarak onu onayladım. Burnumun hareketi gömleğinin örtmediği tenine temas etmişti.

"Uluç," diye seslendim ama ne söylemem gerektiğini bilmiyordum.

Aklımda bundan sonrasında ne olacağı sorusundan başka soru belirmiyor, Uluç ise bu soruma yönlendirici bir cevap vermiyordu. Gözlerimin doluluğu arttı. Yutkunamıyordum.

"Uluç ben.." sesim ardı ardına hıçkırık dolu bir şekilde titredi. "devam edemem. Yapamam."

Gözyaşlarım kendini yeniden bırakmaya başladığında tüm dengemin altüst olduğundan zaten haberdardım. Uluç beni hızla kucakladığında şaşırmak yerine yüzümü boynuna gömerek daha çok ağlamaya devam ettim.

Yüzünü yüzüme bastırdı ve beni sakinleştirmeye çalıştı. Bir işe yaramıyordu. Beni arabanın koltuğuna oturtup emniyet kemerimi bağladığında onunla göz göze gelir gibi oldum ve gözlerinde gördüğüm şefkat beni hıçkırıklara boğdu.

Sudan korkan bir bebek annesinin kollarına sarılmıştı, ölümden korkan bir bebek babasının kollarına sığınmıştı.

Uçurtma buradaydı. Sarmaşıklar kollarındaki bana bakan göz bebeklerinin içindeydi.

"Ağlama." Gözlerimi kapattığımda da onu görüyordum. Bana sıkıntıyla bakıyordu. Bana ne yapacağını bilmiyor, çaresizce izlemekle yetiniyordu.

Neye ağladığımı çözemiyordum. Aldığım nefese ağlıyor olabilirdim. Bu ağlama alınacak olmayan nefesler içinde olabilirdi. Kafamı sert bir şekilde vurup ortadan ikiye yarılmasını istiyordum.

Beynimde dönen düşünceleri gördüğüm uçurtmanın ipine iliştirsem onları benden ne kadar uzağa götürebilirdi merak ediyordum.

Uluç'un emniyet kemerimi bağlamak için eğdiği bedeni işini tamamlamış ama üzerimden çekilmemişti. Ne yapacağını o da bilmiyordu. Teselli vermeyi bilmediğini biliyordum. Teselli beklemiyordum.

Uluç bedeninin gölgesini üzerimden tamamen çekmeden önce dudaklarını alnıma yeniden bastırdı ve küçük ama hızlı hızlı öpücükleri aynı noktaya ardı ardına sıraladı. Sanki birazdan ortadan yok olacakmışım gibi telaşlı ve hızlı öpmüştü.

"Zor olduğunu biliyorum." Dedi ve sustu, alnıma peşi sıra üç küçük öpücük daha sıraladı. Başka bir şey söylemesini bekledim ama derin bir nefes aldığında konuşmanın onun içinde zor olduğunun farkına varmıştım. Dudakları alnımda bir süre daha durdu. Hıçkırıklarım azaldığında temkinli bir şekilde geriye çekildi ve sanki yeniden ağlamamdan korkuyormuş gibi ve sanki ölümcül bir yaram varmışta beni hastaneye yetiştirmeye çalışıyormuş gibi hızla çekildi ve arabaya binip arabayı sürmeye başladı.

*

Uluç'un beni getirdiği ev bu geceyi başlatan ev değildi. Kaldığımız evin güvenli olduğunu savunarak oraya yerleşme kararı almış ama bu kararından benim için vazgeçmiş olmalıydı. Melisa ile saatler önce bulunduğum eve onun ölmüş olduğunu bilerek giremezdim.

Bunun için içimde beliren minnet duygusuyla ona baktım. Arabadan inmek için beni yeniden kucaklamak istemiş ama izin vermemiştim. Otel odasını andıran küçük bir eve gelmiştik. Burada yaşayan var mıydı bilmiyordum ama eve girdiğimizde evin tüm ışıkları yanıyordu.

Koltukta oturuyordum. Uluç mutfak olduğunu tahmin ettiğim odaya girmiş dakikalar sürmeden elinde bir bardak suyla yeniden yanıma gelmişti. Elindeki suyu bana uzattığında hala titriyordum. Suyu elinden alır almaz benimle konuştu:

"Duş almak ister misin?" Suyu yudumladım. Boğazımdaki katran içtiğim suyla tamamen akıp gitmemiş, olduğu yerden bir parça koparıp daha da acıyarak mideme su yardımı ile inmiş, midemin olabilirmiş gibi daha da bulanmasına neden olmuştu.

Ne halde olduğumu bilmiyordum ama üzerinden dört mevsim geçmiş bir harebeye benzediğimi tahmin edebiliyordum. Onu yanıtsız bırakmak yerine başımı sağa sola salladım ve elimdeki sudan bir yudum daha aldım.

"Üzerindeki elbiseyi değiştir en azından."

Başımı kaldırıp ona baktım. Bana bakıyordu. Gözlerinde benzediğim harebeyi görebiliyordum. Bakışlarımı bana bakan gözlerinden yeniden kaçırdığımda önce elimdeki bardağı ardından avucumu kavradı ve beni ayağa kaldırdı.

Önümden akıp giden adımlarını takip eden bedenim bir kukla gibiydi. Uluç dar bir kapının önünde durduğunda avucumu bırakmasını bekledim ama avucumu bırakmak yerine daha sıkı kavrayarak benimle konuştu.

"Duş al." Başımı yeniden olumsuz anlamda sallayacak oldum ama ben daha tepki vermeden kapıyı araladı ve avucunda olan parmaklarımı bir an olsun bırakmadan araladığı kapıdan bizi içeriye soktu.

"Anka," ona bakmıyordum. Dar duşakabin gözüme çarptığından banyo yapmanın iyi bir fikir olduğunu kabul etmiştim.

"Duş almanı istiyorum. Halledebilecek misin?" Derin bir soluk alıp onu onayladım. Bir süre daha elim avucunun içinde durdu. Kafasında neyi tartıyordu bilmiyordum ama sonunda elimi bıraktığında kendimi geriye doğru düşecek bir vazo  gibi parçalara ayrılacak hissediyordum. Bedenimin hareketlerinde gözle görülür bir dengesizlik oluşmuştu. Gözlerimi kaldırıp ona yeniden baktığımda hissettiğim sallantıdan haberdar olduğunun farkına vardım.

Bana beni tutmaya devam etmek istiyormuş gibi bakıyordu.

"Ben sana giyecek bir şeyler ayarlayayım. Kapıyı kilitleme. Kıyafetleri kapının koluna asarım." Onu onaylayan hiçbir tepki vermedim. Gitmesini bekliyordum. Uluç bir süre daha beni izledi. Ne yapacağını kestiremiyordum ama beni yalnız bırakmak istemediğini biliyordum.

Sonunda Uluç banyodan çıkıp beni yalnız bıraktığında bir süre ne yapacağımı bilemeyerek ayak uçlarıma baktım. Midemdeki katran kaynıyormuşcasına midemi bulandırıyor, kaynayan katranın sıcak dalgaları ayağımın altında duran zemini titretiyordu.

Kapalı olan duşakabinin kapısına dokunduğum an midem bunu bekliyormuş gibi kasıldı ve midemde kaynayan katran gürleyerek dışarı çıktı. Kapıyı açamamıştım. Eğilememiştim. Yalnızca başımı eğdirebilmiş çıkardığım katranın göğsümden başlayarak ayaklarıma kadar yol almasına sebep olmuştum. Uluç gürültülü bir şekilde kapıyı açıp yeniden içeriye girdiğinde onu yüzümü dönmeden elimle işaret ederek durdurmaya çalıştım. Dinlemek yerine parmaklarını koluma sardı ve yüzümü kendine çevirerek oluşturduğum manzaraya şahit oldu.

Bana kızmasını bekledim. Bana kızsın istedim. Gözyaşlarım kurumuş olmalıydı çünkü aktığını hissetmiyordum. Uluç koluma sarılı olan parmaklarını gevşetip beni kendine doğru çektiğinde onu itmek istedim ama engel olamadım. Kalan gücümün son kırıntıları da çıkardığımı sandığım katranla ortadan kaybolmuş, bedenimi savunmasız bırakmıştı.

Ağlamayı bırakmış yalnızca onu izlemeye başlamıştım. Önümde eğildi. Sağ ayak bileğimi kavradı. Sağ ayağımdaki ayakkabıyı çıkarıp diğerine yöneldiğinde saçlarına bakıyor ve bana kızmaya başlamasını bekliyordum.

Kızmadı. Gördüğümü sandığım uçurtmanın gölgesi saçlarındaydı. Silikti. Sanki kendini göstermek istemiyordu, Uluç'un saçının dalgaları arasına gizlenmek istiyormuş gibi hareket ediyordu.

Ayaklarımı ayakkabılardan kurtardıktan sonra duşakabinin kapısını açtı. Suyu ayarladı ve kapının arkasında olan havlulardan birini alarak kustuğum yere uzunca serdi.

Ona bakmamayı sürdürdüm.

Üzerindeki ceketi çıkardı. Kapının arkasına astı. Gömleği de çıkarıp kapının arkasına asmasını bekledim ama onun yerine üzerinden çıkardığı gömleği küçük banyonun görmediğim bir köşesine gelişigüzel fırlatarak ayakkabılarından da hızla kurtuldu. Bir an eli kumaş pantolonunun kemerine gitti ama kemerini de çıkarıp ceket ve gömlek gibi bir köşeye fırlatmaktan ilerisine gitmeyerek yeniden bana yöneldi.

Suyun sesi aramızda ses çıkaran tek kaynaktı.

"Duş almana yardım edeyim." Sanki bunu başında söylemesi gerektiğinin yenice farkına varıyormuş gibi beni inceledi. Tepki vermemi bekliyordu. İtiraz etmedim.

"İç çamaşırlarına dokunmayacağım. Duydun mu?" Başımla onayladım. İtiraz etmediğim için yüzündeki ifade gevşemiş, elbiseyi çıkarmak adına bana bir adım yaklaşmıştı. Adımı büyüktü. Bedenlerimiz arasında bir karış mesafe ya var ya yoktu. Elbisede fermuar yoktu. Bildiği için mi yoksa bu ayrıntı dikkatini çekmediği için mi fermuar aramadı ve önümde biraz eğilerek dizlerim üzerinde biten elbisenin eteğinden kavradı.

Bu görüntü mideme sancılar girmesine neden olmuştu. Uluç elbisemin eteğinden tutup havalandırdığında midemin sancısına rağmen ona engel olmadım ve elbiseyi üzerimden çıkarırken tıpkı benim gibi gözlerini yummasını umut ettim.

Uluç elbiseyi başımdan çıkardı. İncecik askıları kollarımdan kurtarmak için parmaklarını önce sağ bileğime ardından sol bileğime sürdü ve elbiseyi de tıpkı üzerinden çıkardığı gömlek gibi görmediğim bir köşeye fırlattı.

Önüme düşen saçlarımı itmek için tuttuğu elimi kullandım. Saçlarımı geriye savuşturduğumda Uluç elimi yeniden kavradı ve önce beni duşakabine soktu, hemen ardıma o da dar duşa kabinin içine girerek kapıyı kapadı.

Ilık su sırtıma temas ettiği an bedenim bir yay gibi gerilmiş abartı tepki vererek duşakabinden çıkmak adına hamle yapmıştı. Uluç bedenini kullanarak beni olduğum yere sabitledi ve duş başlığını alarak saçlarımı ıslatmaya koyuldu.

"Sakin ol." Sesindeki ton onda iğrelti durmuyordu. Oysa ki onun avını yakalamak için pusuya yatmış bir aslan olduğunu biliyordum. Belki de bugün sandığımın aksine ortada av ve avcı yoktu.
Av ve avcı ortadan kaybolmuştu.

Uluç ılık suya alıştığımı anlayana dek önümden çekilmemiş yeniden çıkmaya çalışacağımdan korkuyormuş gibi önümde durmaya devam etmişti. Saçlarımı şampuanlamaya başladığında vücudum suya alışmış ve gevşemişti. Saçlarımla işini bitirdiğinde çenemi tutarak yere bakan başımı kaldırdı ve bir süre daha saçlarımı duruladıktan sonra pembe bir duş lifini göğüslerimin açıkta kalan kısımlarına sürerek beni temizledi.

Onu elini tutarak engellemek istedim çünkü lifin geniş aralıklarından sızan teni tenime temas ediyor beni mahvediyordu. Böyle bir durumdayken bedenimin ona bu kadar duyarlı olması normal miydi? Omurgamı oluşturan otuz üç küçük kemiğin ondan gelen ısıyla iç içe geçtiğini hissediyordum.

Sonunda Uluç'un elinden duş başlığını aldığımda kendimi sakinleşmiş hissediyordum. Titremiyordum. Bedenimin alıştığı ılık suyu omuzlarımda tutup gözlerimi kapadım ve ne hissettiğimi yokladım.

Kalbim yerinde miydi merak ediyordum çünkü atışlarını hissetmiyordum. Midemdeki katranın yankısı o kadar yüksekti ki hissettiğim şey içimde bütün organlarımı eritecek kadar kuvvetli bir ateşin olduğuydu.

Gözlerimi yeniden araladığımda yüzüme bakıyordu. Bir süre sessiz kalmayı sürdürdü ama bu çok uzun sürmemişti.

"Ben sana kıyafet getireyim." Duşakabinden çıktı. Az önce yere serdiği havlunun üzerinde bir süre oyalandı ve dar banyonun boş duvarlarına bir şey arıyormuş gibi baktı. Kumaş pantolonu üzerinden hızla sıyırdığında bunu beklemiyordum ama tepkim yalnızca düşüncemde kalmış bedenime yansımamıştı. Uluç banyodan çıktı.

Suyu omuzlarıma tutmaya devam ediyordum. Geri döndüğünde Uluç'un yüzündeki sıkıntılı ifadeyi içimdeki yangının büyüklüğüne rağmen fark ettim.

"Kıyafet yok. Burayı yalnızca bir defa kullanmıştım. O zamandan kalma tişört ve baksırım var." Omuzlarıma tutmaya devam ettiğim suyu elindeki tişörtü ıslatmamaya özen göstererek dikkatlice kapattı ve duş başlığını elimden alarak yerine taktı.

"Sütyenini çıkarıp tişörtü giy. Baksırımı giymek ister misin emin değilim ama ıslak külotla durma, bu temiz ." Söyledikleri bütün hissizliğime rağmen beni utandırdığında içimdeki yangın benden intikam almak istiyormuşçasına harlanmış yanaklarıma kan basıncı yapmaya başlamıştı.

"Sen ne yapacaksın?" Dedim üzerine bakarken.

Kapının arkasında olan, temiz kalmış tek havluyu alarak bana gösterdi.

"Ben bunu kullanırım. Sabaha kurumuş olurlar." Daha fazla konuşmak yerine onu onayladım ve banyodan çıkmasını bekledim. Uluç anlamış ve banyodan havluyu da alarak çıkmıştı. Bedenimi kurulayacak tek havlunun onda gittiğini biliyordum. Üzerine bastığım havlunun üzerinde suyun bedenimden biraz olsun sırkmasını bekledikten sonra dediği gibi sütyeni çıkarıp tişörtü üzerime geçirdim. Diz kapaklarımın bir karış üzerine gelmişti. Baksırı da giydiğimde çıplaklığımı biraz olsun kapatabildiğim için mutluydum.

Dar odaya yeniden döndüğümde Uluç havluyu beline bağlamış elindeki telefonda hızla bir şeyler yazıyordu. Beni fark ettiğinde bir süre daha mesaj yazdı. Olduğum yerde durup onu izlemeye devam ettim. Sonunda telefonu koltuğun üzerine fırlatıp bana baktı.

"Tek kişilik yatak var, arkandaki oda. Sen orada uyu." Konuşmak istemiyordum ama karşımda üzerinde yalnızca bir havlu ile iki kişilik dar koltuktan başka bir şey bulunmayan odanın ortasında duruyorken kendimi buna mecbur gibi hissediyordum.

"Sen ne yapacaksın?"

"Uyumayacağım."

"Emin misin?" Hissettiğim duyguların yoğunluğu beni o yataktan bir hafta boyunca kaldırmayabilirdi. Belki bu daha fazla bile sürerdi. Nasıl dayanıyordu? Gerçektende göründüğü gibi hiçbir şey hissetmiyor muydu?

"Eminim." Onu başımla onayladım, burnumu çektim. Geriye dönüp yatağa girene dek Uluç'un dik duruşunun altında hangi duyguların yattığını düşündüm.

İçimde kaynayan katrandan bir parmak alıp ona bulaştırmak bu duyguya ne kadar yabancı olup olmadığını vereceği tepki ile ölçmek istiyordum. İçimde yanmayı sürdüren ateşe rağmen yorganı çeneme kadar çektim ve gözlerimi kapadım.

Melisa'nın çıldırmış görüntüsünü hatırladığımda yeniden ağlamaya başlamıştım ama bu o kadar sessiz bir ağlayıştı ki eğer ellerimi yüzümü kapatmak için kullanmasaydım tenim gözyaşlarım ile temas edemeyecek, aktıklarını anlayamayacaktım.

Kapının açıldığını duydum. Ellerimi yüzümden çekmek yerine daha çok ağlamak için izin almış bir çocuk gibi cesaretlenmiş daha çok ağlamaya başlamıştım. Adım sesleri başucuma gelene dek duyuldu. Uluç'un derin bir soluk aldığını işittim. Kafama kadar çektiğim yorgan birden havalanıp beni açığa çıkardığında gözlerim sımsıkı kapalı,bedenim kaskatıydı.

"Hadi ama Anka." Beni koltuk altlarımdan tutup kaldırdı. Çıplak göğsüne boylu boyunca temas edene dek bedenimi kendine bastırdı ve bacağının birini yatağın üzerine bıraktıktan sonra benide üzerine çekerek sıkıca sarıldı.

"Etkileneceğini biliyordum." Sesi acı çekiyormuş gibi çıkıyordu. Kafamı kaldırıp yaşlı gözlerimle yüzüne baktım. Sesi ile görüntüsü arasında benzerlik yoktu.

"Nasıl yapıyorsun?" Sesim asırlardır bağırıp duruyormuşum gibi kısılmıştı. Sesim asırlardır bağırıp duruyor ama kimseye ulaşamıyormuşum gibi ümitsiz çıkmıştı.

"Neyi?" Dedi elinin birini kafama getirip yüzümü boynuna gömerken. Elimi omuzlarına koydum ve dayanamıyormuşum gibi sıktım.

"Bunu. Böyle olmayı. Böyle durmayı." Zorla konuşuyordum. Beni göğsüne daha çok çektiğinde bacaklarımı iki yanına açmış kollarımı da bedenine dolamıştım.

Baksır bacaklarımı araladığım için iyice sıyrılmıştı. Onunla bu konumda olmak beni bir ateşten alıyor başka bir ateşin içine gözü kapalı atıyordu. Kasıldım. Uluç'ta kasıldı.

"Biliyorsun." Derken duyulan sesindinde saf ıstırap doluydu. Onu bu kadar açık duymak temas eden çıplaklığımızı umursamayıp kollarımı ona daha sıkı dolamama sebep oldu. Annesinin gözünün önünde öldürüldüğünü öldürülmeden önce tecavüze uğradığını bilmek gardımı Uluç'a karşı düşürdüğüm tek konuydu. Ona acımıyordum. Ona acımış olsam bile acıyarak çıktığım yolda ona kıyamamaya başlamıştım.

Ona kıyamıyordum. Yeniden konuşmaya başlamadan önce derin titrek bir soluk aldım.

"Bana da öğret." Uluç ellerini kalçalarımın üzerine kadar indirdi ve beni daha kuvvetli bir şekilde kendi bedenine bastırdı.

"Burada olduğun sürece öğrenmene gerek yok. Artık yok. Seni koruyacağım."

"Seni mümkün olan her şekilde koruyacağım Anka ama," boynuna boylu boyunca yaslanmış yüzümü saran sıcaklık benim sıcaklığım değildi. Hissettiğim sıcaklık onun ince uzun boynundan geliyordu. Adem elması yavaşça hareket etti.

"Kendimden koruyamam." Sesinde anlamını bildiğim bir ton yoktu. Bu tonu onda daha önce duymuşsam bile anlamını hala bilmiyordum. Ona yüzümü yasladığı boynundan çıkararak baktım.

"Ne demek bu?" Gözleri gözlerimdeydi. Sarmaşıklar oradaydı. Uçurtma nerdeydi bilmiyordum ama sarmaşıklar orada gözlerinin en derininde düğüm olmuş bir şekilde bana bakıyordu. Onları görebiliyordum. Hayal ürünüm olduğunu biliyordum ama lanet sarmaşıkta lanet uçurtmada buradaydı.

Uluç gözlerine baktığım süre boyunca benimle konuşmadı. Elini yeniden yüzümü sıcak boynuna yaslamak için kullandı. Kaç dakika geçtiğini bilmiyordum ama yeniden konuştuğunda ondan cevap duyma umudumu kesmiş, boynundan yayılan sıcaklıktan dolayı mayışmıştım.

"Sana bir şey sormak istiyorum." Sorusu mayışan zihnimi uyandırmak istiyormuş gibi dikkatimi çekti. Bir şey söylemek yerine ne soracağını merak ederek bekledim.

"Uyudun mu?" Elinin biri yüzüme dokundu. Başımı sağa sola salladım.

"Bu işler bittiğinde," dedi uyumadığımı anladığında, sesinin geçtiği yolda adem elmasına yaslı olan yüzüm oradaki yumruyu hissetmişti.Buna yeminler edebilirdim. Uluç her neyi bilmek istiyorsa bunu bilmekten rahatsızlık duyuyordu. Neyi bilmek istiyordu?

"Benden kurtulduğunda. Seni bu işlerden sıyırıp ait olduğun hayatı sana geri verdiğimde koşacağın kollar var mı?"

Babam vardı. Annem vardı. Okula devam edebilir miydim bilmiyordum ama devam edebilecek cesareti ve yeterli psikolojiyi bulabilirsem cansız da olsa kitaplarım vardı.

Onu başımla onaylarken Uluç'un yüzümde olan eli inmiş beni belimden sıkıca kavramıştı. Gözle görülür bir şekilde gerilmişti.

"Nasıl biri?" Sorusunda gizlenmiş tekil  şahısa kaş kaldırarak baktım.

"Kimden bahsediyorsun?"

"O kolların sahibi kimse ondan." Kaşlarımı çatarak boynunun altından sıyrıldığımda Uluç'ta kaşlarını çatmış tavana bakıyordu.

"Uluç ne diyorsun?"

Gözlerini gözlerime indirdi ve bana bir aptalmışım gibi baktı.

"Sana sarılacak olan adamdan bahsediyorum Anka. Bu işlerden önce bir erkek arkadaşın olduğuna eminim. Hoş şimdiye kadar bir izine ya da uğraşına rastlamadım ama sen insanları kolay unutacak bir kız değilsin, muhtemelen benden kurtulduktan sonra ona sarılmaya gidersin." Bu sefer bir aptala bakıyormuş gibi bakan bendim. Ona bakıyordum.

"Senden kurtulduktan sonra bir erkeğin kollarına gideceğimi mi düşünüyorsun?" Kollarını nefesimi kesmek istiyormuş gibi sıkıca belime doladı, yüzüm yüzüne doğru eğim kazanmıştı. Gözleri ve gözlerinde  gördüğüm sarmaşıklar şimdi düpedüz önümdeydi.

"Benden kurtulacağını mı düşünüyorsun?" Aslında o Uluç değildi. Alnının ortasında bir gözü daha olan bir yaratıktı. Bir mutanttı.

"Sen söyledin yahu?" Gözleri cümlem biter bitmez dudaklarıma indi. "Benden kurtulunca dedin. Sen dedin, ben değil."

Ellerimle omuzlarından destek alarak doğrulmaya çalıştım ama izin vermedi.

"Var mı yok mu? Gidip gitmeyeceğini sormuyorum?" Sesi sıcak bir ızgara gibiydi.

"Var."

"Kim?"

Kollarını öyle bir sıktı ki bir an için nefes alamayacağımı hissettim. Cevap vermezsem kollarını gevşetmek yerine daha çok sıkacağından emindim. Ellerim omuzlarını sanki nefesi omuzlarından alıyormuşum gibi sıkıca kavradı.

"Babam var aptal. Annem var. Sonra kitaplarım var, binlerce hayali kol var." Sesim odanın duvarları arasında eko yapmış olmalıydı çünkü sesimin yankısı kulaklarımdaydı. Kolları verdiğim cevaptan memnun olmuş gibi gevşemiş ellerinden birini yüzümü yeniden boynuna yaslamak için sırtımdan çekmişti.

"Uyu Anka." Bedenim bir yay gibi gerilirken neye sinirlendiğim ya da neye sinirlendiği hakkında bir fikrim yoktu. Gözlerim dolarken ondan kurtulmak için çırpındım. Bana izin vermeyeceğini biliyordum. Beni sertçe göğsüne bastırdığında artık gözyaşlarımı tutamıyordum.

"Gerizekalı herif!" Ellerimden birini göğsüne sertçe vurdum.

"Mal adam." Bir kez daha vurdum ama gözyaşlarım o kadar çok artmıştı ki vurduğum göğsü mü yoksa başka bir şey miydi emin olamıyordum.

"Dengesiz." Birkez daha vurdum.Uluç'un bedenimi kendine bastıran kolları ortadan kayboldu. Karnının üzerinden doğrulup ona baktığımda gözyaşlarım hızla akıyor ellerim ona vurmaya devam ediyordu.

Ona vuruyordum. Gördüğümü sandığım sarmaşıklara vuruyordum. Uçurtmaya vuruyordum. Bana bir şey yapmamıştı ama bana bir şey yapmış gibi beni tutan kollarına vuruyordum.

Gözyaşlarım aktıkça azalmıyor, aktıkça çoğalıyor olmalıydı çünkü sonu gelmiyordu. Uluç'a sert vuruyor olmalıydım, parmak uçlarım sızlamaya başlamıştı. Bir an için seyreklerşen gözyaşlarım arasından kızarmış teniyle göz göze geldiğimde ona yeniden vurmak için kalkan elim taş kesilmiş gibi havada kalmış gözlerim hayretle açılarak kızaran tenine bakakalmıştı.

Tenine tırnaklarımı geçirmiş, çıkan kanı parmaklarımla dağıtmış olmalıydım çünkü göğsünde kan lekeleri vardı. Göğsü o kadar kızarmıştı ki kabaracağından emindim. Havada donup kalan elim kızarmış göğsüne inip titrekçe dokundu. Göğsü ateş gibi yanıyordu. Bu kendi ısısı değildi. Bu benim onda bıraktığım izdi.

Bedeninden kalkıp bu görüntüden ve ısıdan kaçmak için hamle yaptım ama Uluç sanki ona vurmama devam etmemi istiyormuş gibi beni olduğum yerde tutmaya devam etti.

Gözlerine bakamadım. Göğsünde yarattığım kızarıklık o kadar çoktu ki bundan kaçıp gözlerine baksam bile orada da bu kızarıklığı göreceğimden emindim.

Uluç hareketsiz duran, bana engel olmayan ellerinden birini kaldırıp göğsünün bir ateş gibi yanmasına sebep olan elimin üzerine kondurdu ve kolum boyunca sürüyerek çenemde durdu. Ona kendi isteğimle bakmam için bir işaretti bu. Bakamadım.

Çenemi kaldırıp beni ona bakmaya mecbur bıraktığında gözlerim ondan bana akacak olan nefret için kendini hazırlamıştı ama gözlerim gözlerine dokunduğunda gördüğüm şey nefret değildi. Düğümü çözülmüş bir sarmaşıktı. İpini bana uzatan bir uçurtmaydı.

"Acımadı." Dedi, sıcak nefesiyle. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Gözlerinden gözlerimi kaçırmaya çalışıyor ama yapamıyordum.

Baş parmağını birbirine bastırdığım dudaklarımı gevşetmek istiyormuş gibi dudaklarıma dokundurdu.

"Acımadı." Bir tepki vermek yerine dolmaya başlayan gözlerimle ona bakakaldım. Uluç beni anından yeniden göğsüne yasladı ama bu beni ona vurduğum için teninden yükselen ısıyı hissedip daha kötü yapmaktan ileriye gitmemişti.

Gözlerimden bir damla göğsüne aşağı süzüldü.

"Acımadı Anka." Saçlarımı okşadı. O saçlarımı okşadıkça daha çok ağlama ihtiyacı duyuyordum ama bu sefer gözyaşlarım gerçekten bitmiş olmalıydı ki akmıyordu. Burnumu çektim. Uluç elini boynuma getirdi ve şah damarımın üzerine iki parmağını usulca bastırdı.

"Kalbin çok acıdığı için mi bu kadar hızlı atıyor?" Gözlerimi birbirine sıkıca bastırdım ve burnumu ve dudaklarımı onun sıcak tenine bastırarak nefesimi dışarı verdim.

"Özür dilerim." Dedim burnum ve dudaklarıma değen sıcaklığı dudaklarımı sızlatırken. Sorusunu cevaplama zahmetine girmemiştim. Çünkü ben cevaplamasam bile Uluç doğru cevaba bir şekilde ulaşmayı başarıyordu.

"Şşt," dedi parmaklarını yüzüme çıkarıp başımı çenesinin altında iyice sokarken.

"Canını acıttığım için özür dilemiyorsam, canımı acıttığın için özür dilemeyeceksin." Canı acımıştı. İnkar etmediği için sızlayan kalbim ona sıkıca tutundu ve yarattığım acının kaynağı olan ellerimi ondan uzaklaştırmaya çalıştı. Uluç nereye koyacağımı bilmediğim ellerimin hareketini gördü, ellerimden birini aramıza sıkıştırdı, diğerinin üzerine kendi elini koyarak kalbinin üzerine yasladı ve bedenimi üzerine çekerek görünen ellerimizi birinden saklamak istiyormuş gibi bedenimizle kapadı.

"Biraz uyumalısın." Boşta kalan tek el onun eliydi ve sırtımız sıvazlıyordu.

"Yarın daha boktan bir gün olmayacak diye söz veremem ama..." durdu ve derin bir soluk alıp verdi.

"Yarında seni göğsümde uyutacağıma söz verebilirim."

Bir şey söyleyemedim. Beni göğsünde uyutmasını isteyip istemediğimi bilmiyordum. Düşünmeyi bir kenara itmek zor olsa da Uluç'un düzenli nefes alışverişlerinden oluşan ritim beni kendi içine çekti ve zihnime bir oyun perdesiymiş gibi perde indirerek bana nefes aldırdı.

Elimin altında atan kalbi, elinin üzerinde atan kalbimden sonra uykuya dalacaktı. Düzenli nefes alışverişlerim sağlandığında elinin içindeki elim terlemişti ama rahatsızlık duymadım. Zaten rahatsızlık duyacak kadar uzun bir süre dayanamamış inen siyah perdeye sarılarak onun kollarında uykuya dalmıştım.

Continue Reading

You'll Also Like

27.7M 1.3M 81
"Aklım almıyor," diye söylendi kendi kendine, beni aniden kavradığı elimden yeniden kendine çekti ve dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Ben sana böyle...
10.9M 358K 70
Karanlığın Aç Çocukları Serisi, Akılbaz (1.kitap) ve Canbaz (2.kitap) olmak üzere burada yayımlanmaktadır. ____ Parmak uçlarım geniş omuzlarına doku...
15.6M 137K 25
•YENİDEN YAZILIYOR! Ellerimi yüzünden çekerken omuzlarına attım. Üzerime iyice eğilirken hareketleri içimde ki ıslaklık ile rahatça hızlandı. Belim a...
15.8M 645K 55
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...