SAHİPSİZ

By _eleutheromania_1

2.7M 97.6K 15.8K

Başlama Tarihi: 27.10.16 Romantizm#4: 03.02.17 Hikayenin ilk bölümleri yıllar öncesine aittir. Gelişmemi izle... More

Bölüm 1: Başlıyoruz,
Bölüm 2: Hiçbir işe yaramazsın,
Bölüm 3: Üzgünüm,
Bölüm 4: Aç gözlerini,
Bölüm 5: Geri geleceksin,
Bölüm 6: Zümrüd-ü Anka,
Bölüm 7: Bende öyle düşünmüştüm,
Bölüm 8: İntikam soğuk yenir,
Bölüm 9: Plan,
Bölüm 10: Oynayalım bakalım,
Bölüm 11: Neden,
Bölüm 12: Ne istiyorsun,
Bölüm 13: Turta,
Bölüm 14: Kanlı Dövüş,
Bölüm 15: Tehlike,
Bölüm 16: Burası çok karanlık,
Bölüm 17: Ortak hisler: Öfke,
Bölüm 18: Ateş,
Bölüm 19: Sesler,
Bölüm 20/1: Melisa,
Bölüm 20/2: Karaoke,
Bölüm 21: Sarhoş,
Bölüm 22: Hissetmek,
Bölüm 23: Yeni Ev,
Bölüm 24: Yakınlaşma,
Bölüm 25/1:Lili,
Bölüm 25/2: Kararlar,
Bölüm 26: Aptalsın,
Bölüm 27: Cidden Aptalsın,
Bölüm 28/1: Takas,
Bölüm 28/2: Takas,
Bölüm 29/1: İzin vermem,
Bölüm 29/2: İzin vermem,
Bölüm 29/3: İzin vermem,
Tanıtım Videosu 1-2
Bölüm 30/1: Ölüm,
Bölüm 30/2: Ölüm
Bölüm 30/3:Ölüm
Bölüm 30/4: Ölüm,
Bölüm 30/5: Ölüm,
Bölüm 31: Kuş Beyin,
Kesit
Bölüm 32: Bu Kadar Hassas Olma,
Bölüm 33: Sahip,
Bölüm 34/1: Kim O,
Bölüm 34/2: Kim O,
Bölüm 34/3: Kim O,
Bölüm 35: Çaresizlik,
Bölüm 36: Prens Vakti,
500K! Teşekkürler.
Bölüm 37: Kaçış
Bölüm 38: Öyle Değilsin,
kesit
Bölüm 39:
Bölüm 40:
Bölüm 41'den,
Bölüm 41:Ve Kuş Kanadı Sarmaşığa Dolaştı,
Bölüm 42: Gerçek,
Bölüm 43: Dilek Taşı,
Bölüm 44: Arkadaş,
Bölüm 46: Renkarnasyon
kesit
Bölüm 47/1; Acı Nota
Bölüm 47/2: Acı Nota
Bölüm 47/3: Uçurtma
Bölüm 48: Kökleri Zehir Dolu Gerçekler
Bölüm 49: Daima
Bölüm 50: Döneceksin...
Bölüm 51: YUVA'M
Bölüm 52: Aile
Bölüm 53: Değişim,
Özel; Sarhoş
Bölüm 54: Dikiş, Part 1
Bölüm 54: Dikiş, Part 2
Bölüm 54: Dikiş, Part 3
Bölüm 54: Mavi Işık ve Yanılsamalar
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil, Part 1
Bölüm 55: Kanatları mile çeken acı benim değil Part 2
Bölüm 55:KMÇABD 1.KİTAP FİNAL

Bölüm 45: Güven

11.4K 492 205
By _eleutheromania_1

12.04.2020
00.00
Ben bölümü salıyorum, sizde yorum salsanız olur mu?

İnsanları anlamak, onlarla konuşmak ya da konuşmaya çalışmak, belirli bir yerden başlayıp onlara kendini anlatmak ya da anlatmaya çalışmak, ifade etmek, anlaşılmayı beklemek ya da anlaşılmayı ummak her zaman zor gelmişti. Bir insana sorununu anlatmaktansa bir kuşla karşılıklı oturup onun sesini dinlemek, sustuğu yerlerde neden sustun dercesine karşısında cik cik diye ses çıkarmak ve ondan yeniden bir tepki beklemek daha kolay geliyordu. Daha samimi geliyordu.

Asosyal bir insan değildim. Yalnız bir kız hiçbir zaman olmamıştım ama hem asosyal hemde yalnız olmayı tercih ettiğim zamanlar geçmişten gelerek izimi süren başka bir beden gölgesiymiş gibi beni takip ediyordu. İnsanlardan koşarak uzaklaştığım, şaşkın bakışların beni izlerken hiçbir şey söylemeden saniyeler içinde ortadan kaybolduğum anlar olmuştu. Bu isim koyamadığım garip bir histi. Kendimde diğer insanlara karşı ördüğüm bir duvarım vardı ve insanlarla bu duvar dışına çıkıp gönüllü bir buluşma gerçekleştirdiğim varsayılamazdı.

Külkedisinin eve dönmesi gerektiğini haber veren saat başa geldiği her sayıda bana başka başka şeyler fısıldıyor ve beni ördüğüm bu duvar arkasında heyecanlandırıyordu.

On diyordu tak eden bir ses ve sanki kanatlarım varmışcasına tüylerim sırtıma toplanıyor, tenimden içeriye girmek istercesine kıvranıyordu. Bu çaresiz bir kıvranıştı.

On bir diyordu aynı ses ve sesinin tonu kalınlaşırken aynı anda tüylerim bir tavus kuşu edasıyla açılıp kıvranmaya son vererek zavallı bedenimi tüm gölgelerin üzerime düşmesine engel olmak istercesine sarıyordu.

On ikiyi bildiren ses bir milad falan değildi ve külkedisinin aksine beni korkutmuyor, rahatlatıyordu. Çelimsiz ve bakımsız bir kıza dönüştüğümde zamanın güzellik anlayışı ve ezbere duyulan haz bütün ilgileri üzerimden çekip var olduğunu hayal ettiğim kanatlarımdaki tüylerin gevşemesine sebep oluyordu. Artık duvarın arkasına geçmeme bile gerek yoktu.

Saçlarım yeni terk edilmiş bir kuş yuvası gibi tırtıklı ve dikenliydi. Enseme sanki gerçek dikenler batıyormuş gibi hissettiren birkaç tutam tel ensemi kaşındırarak tatlı bir acı bırakıyordu. Yatakta doğrulup ılık parkeye ayak parmaklarımı değdirdiğimde eş zamanlı olarak içerdeki tıkırtıları duyuyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Uluç ile eski eve uğramış, bir gece o evde saklanmış ve sonunda farklı bir eve geçmiştik. Uluç o eve kimsenin gelmeyeceğini düşünsede gece boyunca diken üzerinde oturmuştum, dışardaki korumaların işittiğim her tıkırtılarında Uluç'un koluna bir ahtapot gibi sarılıp ortada dolanan, işe yaramaz gururumu ayaklar altına almıştım. Uluç başta başka başka şeyler mırıldansa da çok geçmeden sinirlenmiş beni bir çocuğu azarlar gibi azarlayarak odama göndermişti. İtiraz edecek gibi olmama bile izin vermemiş bana ciddi olduğunu, hemen içeriye gidip uyumazsam dışarıya çıkarıp kapıyı üzerime kapatacağını söylemişti.

Ördüğüm duvarın arkası bu evin duvarlarından daha güçlü değildi çünkü ördüğüm duvarla burada yaşadığım hayat arasında o duvar kadar keskin bir farklılık çizgisi vardı, bu yüzden dediğini yapmış odaya çekilmiştim.

Duş almış, onunla uyumuş ertesi gün karga tulumba Uluçla bu eve geçiş yapmıştık. Bu evdeki birinci haftamızı bitirmek üzereydik, Uluç en son banyomun ardından bana banyo yasağı koymuştu çünkü kolumdaki dikiş iltihaplanmış işleri benim için karıncalı bir hale getirmişti. Kolumu kaşıma isteğimin önüne geçemiyor, sargıyı sürekli ovalıyordum. Uluç bana sinirliydi ve beni gördüğü her an koluma kan kokusunu almış bir leş yiyicisi gibi yaklaşıyor, ardından pansuman yapıyor tekrar azarlıyor ve gözünün önünden kaybolmam gerektiğini sert bir dille söylüyordu. Neyse ki ev büyüktü de gözünün önünden kaybolmam için onun adımlarını takip etmek zorunda kalmıyordum.

Şimdi o içeride her ne yapıyorsa gizlice gidip banyo yapabilirdim fakat Uluç'a güvenmiyordum. Oluru olmayan bir şeyi olur hale getiren bir adam banyo duvarları ses geçirmez bile olsa suyun ip gibi akan sesini duyar, beni azarlar ve belki de daha da ileri giderek bana olur olmadık şeyler yapardı. Hem Uluç hala kaçacak olma ihtimalime tutunuyor olsa gerek bazen her nerede olursam olayım çat diye kapımı açıyor bana gözlerinde ilk anda beliren demir kadar sert ifadeyle baktıktan hemen sonra sakinleşerek geriye çekiliyor, eğer şanslıysam hiçbir şey söylemeden çekip gidiyordu.

Uluç'un kaçacak olmamı düşünmesi komikti. Bütün belayı kendi başıma almıştım. Kimden kaçıyorsak kaçalım Uluç en fazla Göz denen o lanet mekandan atılacak ve alıştığı düzenden daha aşağı olmayan başka bir düzene geçiş yapacaktı. Bense başıma gelenleri bile düşünemez hale gelmişken gelecek olanları tahmin etmek dahi istemiyordum.

Başta yalnızca Uluç'tan kurtulsam yeter diye düşünüyordum ama artık Uluç kurtarırsa kurtulurum bitiş çizgisine gelmiştim. Belki, oluru ve de imkanı olsa Uluç'tan belimi dik tutabileceğim kadar bir borç para alır, dünyanın bambaşka diğer bir ucuna kaçardım, borcumu ödemenin çaresine bakar ardından ailemi de yanıma alarak kendim için yeni bir hayat çizerdim ama ne Uluç bana o kadar borç para verir ne de söylediklerim sanki bir filmin en süratli sahnesiymiş gibi gerçekleşirdi.

Düşünmeyi bir kenara bırakıp sonunda oturduğum yatağın üzerinden doğrulup ayağa kalktığımda kendimi kitaplık rafında duran ve uzun zamandır el değmemiş tozlu bir kitap gibi hissettim. Esnememi elimi kullanmadan bastırdım ve içeriye doğru adımlamadan hemen önce saçlarımın hepsini önüme alarak halı çırpıyormuşum gibi karıştırıp biraz olsun iyi hissetmeyi denedim. Salona geçtiğimde Uluç yoktu. Tıkırtı sesleri kesileli biraz olmuştu.

Mutfağa doğru ilerledim. Uluç'u burada bulmayı beklemiyordum ama onu dolaba eğilmiş dolabı karıştırırken buldum. Yalın ayaklarımın çıkardığı sesleri eminim duymuştu ama aldırmadı ve her ne arıyorsa aramaya devam etti. Sonunda doğrulduğunda aradığı şeyi buldu sandım ama aynı işlemi üst bölmeler için yapmaya devam ediyordu. Bir kez daha esnedim ve dolabın üzerindeki saatte gözlerimi gezdirip içeriye doğru ilerledim. Öğlen olmuştu.

"Ne arıyorsun?" Sesimi duyunca gerildi. Beni fark etti sanıyordum ama kasılan gövdesi yanıldığımı bana gösterdi. Yavaş sayılabilecek kadar esnek hareketlerle bana dönüp elinde tuttuğu boş poşeti yüzüme doğru salladı.

"Dün gece bu poşetlerin birinin içinde çikolata vardı. Bu poşetlerin birinin içinde olduğuna eminim." Bu sefer gövdesi kasılan bendim. Uluç dün gece markete çıkmış mutfak için gerekli gereksiz bir sürü şey almıştı ama çikolatayı kendine aldığını düşünememiş ve gece kalktığım bir ara dayanamayıp yemiştim.

"Ben onu benim için aldığını düşünüp yedim, özür dilerim." Gerçekten mahcup olmuştum. Uluç'un yüzünde memnuniyetsiz bir ifade belirdi.

"Hepsini mi yedin Anka?" Hepsini yemiştim. Rahatça. Ama şimdi o kadar rahat değildim.

"Özür dilerim." Sesim kısık çıkmıştı. Dolabı kapatıp bana bakmayı kesti. Tezgahın üzerinde duran bardaklardan birini kullanıp kendine bir bardak su doldururken diğer taraftan kahve makinesinin düğmesine de basmıştı. Kendimi suçlu hissediyordum. Aklımda beliren fikirle konuştum.

"Eğer malzeme varsa sana pasta yapabilirim." Aniden bana döndü, tezgahın üzerinde duran boş poşet savrulmuş aramızda ağır çekimdeymiş gibi yere doğru süzülüyordu. Bir an sinirlenecek gibi olsa da söylediklerim beynine ulaşınca ifadesizce bakmaya devam etti.

"İster misin?" Bana cevap vermeden yeniden önüne döndü. Omuzlarım düştü ama mahcubiyet duygusu hala üzerimdeydi.

"Uluç?" Derin bir nefes alınca cüsseli omzu inip kalktı. Gözlerim omuzlarındaydı, bu hareketi bana küçük bir oğlan çocuğum varmış gibi hissettirmişti. Bir an için gidip onu kollarımın arasına almak ve saçlarının arasında parmaklarımı gezdirmek hissiyatıyla doldum taştım. Yapamayacağımı biliyordum. Bir kere en başta kokuyordum! Gerçekten kokuyor olmalıydım. Kendi kokumu alıyordum ama bu koku kendi kokum olduğu için ne kadar kötü olduğunu tahmin edemiyordum.

"İsterim." Beklemiyordum. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı. Suç üstü yakalanmış bir çocuk gibi mutfağın bir kenarında o diğer kenarında ben vardım. Tıpkı onun gibi derin bir nefes aldım ve mutfak dolaplarını karıştırmaya başladım.

Gerekli malzemelerin çoğunu bulmuştum. Bu beni sevindirse de yediğim çikolatanın suçunu bastırmıyordu. Neden hepsini yemiştim ki?

"Yalnızca kakao mu istersin yoksa üzerini meyvelerle süsleyeyim mi?" Kahve makinası hazır olduğunu belirten sesi çıkardığında Uluç sesin ardından eline kahve kupasını aldı ve bana dönüp elindeki kupadan bir yudum kahve içtikten sonra konuştu.

"Sonra da parmak boya çalışmaları yapar mıyız?" Afalladım. İlk anda ne dediğini anlamasamda sonradan yüzünde beliren alaycı ifadeyle doğrulup ona çatık kaşlara baktım. Söylediklerinde bana ters düşecek bir anlam aramak istemiyordum ama muzhip bakışları beni ona itiyordu. Bu mu oğlan çocuğuydu? Bundan olsa olsa -etrafa bakındım- çöp poşeti olurdu. Sakin kalmak zordu ve kalbim ismini bilmediğim bir hisle içine hava verilen balon gibi dolup şişiyordu.

"Suçumu bastırmaya çalışıyorum Uluç, yardımcı olur musun?" Omuz silkip kahvesinden bir yudum daha aldı ve mutfağın çıkışına doğru yürümeden hemen önce cevap verdi.

"Yaratıcı ol o halde. Suçun büyük."Yaratıcı olmak. Kapının eşiğini aşmadan önce aklımda beliren diğer bir ifadeyle elimi saçıma daldırdım,

"Dur."Sesim yüksek çıkmıştı, bu onu tedirgin etti ve geriye dönüp ne olduğuna baktı.

"Bir şey söylemem gerek." Çatılan kaşlarında biraz önce yüksek çıkan sesimden başka etken yoktu.

"Pastayı beğenirsen bende senden bir şey isteyebilir miyim?" Kapı pervazına dayandı ve yüzünde beliren egoist ifadeyle bana baktı.

"Bunu suçunu bastırmak için yaptığını sanıyordum?"Sesindeki alayı yok sayıp bu sefer ben omuz silktim. Krizi fırsata çevirmeyi öğreneli uzun zaman olmuştu.

Gözleri sanki beni bu sabah ilk kez görüyormuş gibi üzerimde gezindi. Ne isteyeceğimi düşündüğünü biliyordum. Kuş yuvasına benzettiğim saçlarımda fazla oyalanınca gerilip yerimde kıpırdandım ama elimi saçlarıma atıp işleri kendim için daha utandırıcı hale getirmedim.

"O zaman suçumu bastırmaktan daha öte bir pasta yaparım ve sende bu başarımı kutlamak adına istediğim ödülü bana verirsin, olmaz mı?" Yemin ediyorum söylediklerim boyunca görünmez bir matematik işlemi yapmış ve amacımı anlamış gibi hissettim ama bir şey söylemek yerine uzun bir süre bana bakmayı sürdürüp yalnızca peki diyerek mutfaktan çıktı. Ardından bıraktığı boşluğa bakarken düşündüm. Fazla olmayan malzeme ile ne yapabilirdim ki? Basit bir kek hamuru yoğurup üzerini kakao ile kapladıktan sonra meyveler ile süsleyebilirdim. Ya da üzerine krem şanti kullanıp düz kakaolu bir kek yapar üzerini tekrar meyve dilimleri ile süslerdim. Ya da tavuk göğsü yapar ve onu meyvelerle süslerdim.

Küçükken annemin yaptığı kekler bir bir gözümün önünden geçti. Burada olsaydı bu malzemeler ile ortaya mümkün olan en güzel pastayı koyardı ama ben aynı başarıyı gösterebileceğimden emin değildim. Belki bisküvi olsa işler daha farklı ya da kadayıfla bambaşka olabilirdi. Üst dolaplarda olan kavonozları gelişigüzel karıştırmaya başladığımda kadayıf bulacağımı beklemiyordum ama burada işime yarayandan daha fazla kadayıf vardı.

Bulduğum kadayıfın heyecanı dilime musallat oldu ve yaratıcı oluyorum diyerek heyecanla kıpırdadı.

Ellerimi yıkayıp içimdeki heycan duygusuyla hareket ettim. Beğenecekti. Beğenmesini umuyordum çünkü ben çok beğeniyordum. Kuruladığım ellerimi tel tel olan kadayıfa uzattım ve biraz daha ufaladıktan sonra küçük bir tavanın içinde taze yağ ile biraz dolaştırdım. Çiğ olan kekremsi tadının yerini taze yağın tadının alması yeterdi. Tavuk göğsünü başka bir tencerede pişirmeye başladım. Dolabın içinden yeterli büyüklükte bir borcam çıkarıp tezgahın üzerine koydum. Yağın içinde dönen ve yağı çeken kadayıfları ocaktan aldığımda Uluç'un salondaki tıkırtıları duyulmaya başlamıştı ama aldırmadım ve hızlı ama özenli işime devam ettim. Tavuk göğsünün pişmeye yakın kıvamı tencerenin içinde vurduğum kaşık darbeleriyle kendini belli ediyordu. Soğumuş kadayıfları borcamın içine serip hazır olan tavuk göğsünü de düzgünce üzerine dökdükten sonra tamamen soğumasına fırsat vermeden tepsinin tabanına kaşık yardımıyla düzgünce yaydım ve dinlenmesi için buzdolabına bıraktım.

Dolaptaki meyvelerden bir avuç ahududu çıkardım, onu da yıkayıp küçük bir tavanın içine aldıktan dakikalar sonra hoş bir renge kavuşmuş, karemalize edilmiş sos elde ettim. Sabırsızlanıyordum. Uluç'un ortada dolaşan tıkırtı sesleri de kaybolmuştu. Bir tarafım gidip ne yaptığına bakmak istese de diğer tarafım pasta dediğim ama pastaya benzemeyen pasta için heycanlanıyor ve Uluç'un vereceği tepkiye kendini hazırlamaya çalışıyordu. Dolaba koyduğum tavuk göğsünün soğumasını beklerken karemalize ettiğim ahududu da soğumuş ve hazır hale gelmişti.

Tepsinin içine aldığım tavuk göğsünü üç uzun şeride böldüm ve böldüğüm her şeridin başına hazırladığım ahududunu eşit bir şekilde paylaştırdım. Zorlandığım kısım burasıydı. Kadayıfı tepside bırakmadan tavuk göğsünü rulo haline getirmem gerekiyordu. Her şeye rağmen sonunda bir bozuk iki düzgün rulo pastam hazırdı ve ahududundan olsa gerek gerçekten hoş bir koku mutfakta hakimdi. Güzel bir tabağın içine aldığım dilimleri dolaba yereştirip ellerimi yıkadıktan sonra Uluç'u büyükçe olan evin içinde aramaya başladım. İki katlı olan evin bütün odalarını gezip Uluç'u bulamadıktan sonra azalan hevesimle merdiven başında öylece durdum ve nereye gitmiş olabileceğini düşündüm. Dışarıda Ahmet'ten başka görebildiğim bir koruma yoktu ve onunda görevi kovboyculuk oynamaktan çok yabancı biri gelirse bekçi köpeği gibi ses çıkarmaktı. Ondan rahatsız oluyordum ve Uluç'u aramak pahasına da olsa çıkıp ona Uluç'un nerede olduğunu sormak istemiyordum.

Yarım saatin sonunda Uluç gittiği yerden döndü, kalkıp onun içeri doğru giren bedenine karşı yürüdüm ve onu salonun ortasında karşıladım.

"Neredeydin?"Sesimdeki neşe dikkatini çekmişti, Uluç ona sergilediğim heyecanın aksine aynı boyuttaki dikkatiyle ve merakıyla yüzüme bakıyordu. Yüzündeki merakı gizlemeden sordu.

"Bir şey mi oldu?"Kafamı sağa sola salladım.

"Yaptım pastayı. Şimdi tatmak ister misin?" Bedenimin yanından sıyrılıp giden bedeninden bir cevap bekledim ama bana cevap vermeden önce ilerlemeye devam etti, üzerindeki ceketin cebinden iki ayrı çikolata paketi çıkardı ve ortada duran sehpaya gelişigüzel bıraktıktan sonra en yakın koltuğa oturup bana bakmaya başladı. Bense onun üzerimde olan bakışlarını öylece bırakıp ortaya koyduğu çikolata paketlerine bakıyordum. Anlaşma yaptık sanıyordum.

"Çikolata almışsın?"Dedim sesimdeki kırgınlığı belli etmemek için çaba sarf ederek.

"Sana güvenemedim." Üzerime gelmiyordu ama sesindeki tonun aksine üzerime gelip benimle alay etse daha az alınırdım. Düşen omuzlarımı kaldırmaya bile çalışmadım.

"Anlaşma yaptık sanıyordum." Ona doğru birkaç adım daha attım.

"Yaptık." Dedi. Sözlü bir cevap vermek yerine ortada duran çikolata paketlerini işaret ettim. Elimin nereyi işaret ettiğine bile bakmadı ve dirseklerini dizlerine dayadıktan sonra konuştu.

"Sana güvenemedim ve gidip kendime çikolata aldım, bununla anlaşmayı kabul etmediğimi mi düşünüyorsun?" Söyledikleri içimde umut kırıntısı bile oluşurmadı aksine beni daha da negatif hale getirdi.

"Beğenmeyeceğinden bu kadar eminsin yani? "Dümdüz baktı. Omuz silktim.

"Boşversene Uluç. Sen kendini şartlamışsın, anlaşmayı iptal etmediğini söylüyorsun ama kazanmam için bana bir şans bile vermiyorsun. Anlaşmayı boşverelim ve o pastayı yapmamdaki ilk amaç olarak kabul et. Eğer tadına bakmak istersen buzdolabında. İstemezsen çöpe atabilirsin. Ben duş alacağım." Yakınında bile değildim. Sözlerimden sonra aşılmaz uçurumlar bile gördüm aramızda ama ben daha beş altı adım atmıştım ki Uluç bileğimden tutarak beni kendi önüne çekti.

"Bu tavırda neyin nesi?" Ardından ondan kendisine böyle beylik hareketler sergileyemeceğimi ifade eden sözleri bekledim ama gelmedi. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak yerine bileğimi tutan eline bakıp çekmesi için bekledim.

"Önemi yok Uluç, bırakta duş alayım." Bileğimdeki elini çekmek yerine elini beni mutfağa çekmek için kullandı. Birlikte mutfağa girdiğimizde artık yüzüne bakıyordum. Sonunda bileğimi bıraktığında dolaba yakın olan ben, kapı girişine yakın olansa oydu.

"Çıkar bakalım." Artık istemiyordum ama çıkardım, tezgahın üzerine bırakıp geriye doğru iki adım attım.

Uluç tepkimi görmezden geldi ve hemen yanıma kadar gelip çekmecenin birinden çatal çıkardıktan sonra tekrar bana baktı. Kendimi konuşmak zorundaymışım gibi hissettim.

"Zorunda değilsin Uluç, güzel olmadı zaten." Olabilirmiş gibi bana daha çok yaklaşınca bir adım daha geriye çekildim ama sırtım mutfak masasına temas etmiş beni olduğum yerde durmak zorunda bırakmıştı.

"Kapa çeneni."Sesi kısık çıkmıştı. Ses çıkarmadan beklemeye karar verdim. Uluç sessiz kalmamdan memnun oldu ve onun için yaptığım pastadan bir çatal almadan önce birkez daha bana baktı.

"Kuru kuru mu tadacağım?" Dolapta içki çeşidinden başka içeçek bir şeyin olmadığını biliyordum bu yüzden önünden uzanıp bir bardak su doldurdum ve aynı tavırla önüne bıraktım. Tavrım aynıydı ama içimde kıpırdanan ve Uluç'un beğenip beğenmeyceğini merak eden tarafım yeniden uyanmıştı ve sabırsız bir şekilde Uluç'un elinde tuttuğu çatalı ağzına götürüp vereceği tepkiyi görmeyi bekliyordu. Neyse ki Uluç beni çok bekletmedi, çatalı ağzına götürdükten birkaç saniye sonra tekrar çıkarıp tabağın kenarına bıraktı, dudaklarını bir süre daha birbirine baskılı tuttu. Merakım en uç noktadaydı. Gerçek anlamda kudurma yaşayacağımı düşündüm. Uluç tepki vermemeye devam ederek dolduruğum bardaktaki suyun hepsini içtiğinde beğenmediğini düşündüm ve suyun hepsini bitirmesini de ağzındaki tadı yok etmeye çalıştığına yordum. Düşük omuzlarımla yanında bekliyordum. Bana döndü ve yüzüme dikkatlice baktı.

"Ne isteyecektin?" Yüzümün ortasına küçük içi su dolu bir balon atılmış gibi hissettim ve ona o ifadeyi saklamaya gerek duymadan baktım.

"Beğendin mi?" Çatalı yeniden eline alıp pastadan bir çatal daha aldığında kazandığım için değilde beğendine sevindiğim için boynuna atlayacakmışım gibi hissediyordum.

"Güzel olmuş. Mayhoş bir tadı var ama rahatsız edici değil. Ekşi ve tatlıyı aynı anda kullanman değişik ve dediğim gibi güzel omuş. Yanıldım, sen kazandın. Şimdi söyle bakalım ne isteyeceksin?"

İstemsiz bir hızla konuştum.

"Banyo yapmak istiyorum." Uluç beni baştan aşağı süzdü ve bir süre daha sustuktan sonra hiç beklemediğim o sözleri söyledi.

"Anka yoksa o ekşi tat..." Utançla kıvrandım, ilk amaç ondan uzaklaşmak olarak sırtımı döndüm ve mutfaktan kaçmaya çalıştım ama Uluç belimden kavrayarak beni durdurdu ve beni kendine çekti. Ani yakınlığına üzerimde hakim olan kokudan şaşırıp kızaramıyordum bile.

"Uluç bırak."Kollarından kurtulmaya çalışmam onun uzun parmaklarının etime daha çok gömülmesinden başka hiçbir işe yaramadı. Beni kendine iyice yaslamıştı. Tepeme değen çenesi kuş yuvasına dönmüş saç yumağımın tam ortasına denk geliyordu.

"Kıpırdanıp durma, koluna bakayım önce, sonra yaparsın." Tekrar uzaklaşmaya çalıştım ama bırakmak yerine homurdandı.

"Kıpırdanıp durma dedim." Bu sefer sesli homurdanan ve tepkilerini arttıran bendim.

"Kokuyorum aptal, bırak beni." Utançsa utançtı. Kızarmaksa kızarmaktı. Beni kendinden çok uzaklaştırmadı ama aramızda yüzümü görmeye yetecek kadar büyük bir mesafe açtı. Yüzüne bakmadım ama Uluç bunu bekliyordu, biliyordum.

"Uluç bakmayacağım, bırak gideyim lütfen." Homurdanarak güldüğüne yemin edebilirdim.

"Bende önce o koluna bakmadan gitmene ve banyo yapmana izin vermeyeceğim Anka." Sesimi çıkarmadım ve koluma bakması için onu salona çektim. Yüzüne arada kaçamak bakışlar atıyordum, kolumdaki sargıyı açıp etimi sağa sola iteleyerek dikişleri kontrol etti. Artık utanmayı bir kenara bırakmış merakla yüzünü inceliyordum.

"Duş aldıktan sonra merhem sürelim yeter, bir süre sargıya almayalım da dikişlerin hava alsın." Kafamı salladım ve yanından doğrulup yürümeye başladım.

"Yardım ister misin arkadaşım?"Açık açık güldü. Açık açık sövmek istedim ama açık açık susmaktan ileriye gidemeyip koşar adımlarla ortadan kayboldum.

Duş alıp aşağı salona döndüğümde onu ortalarda bulamadım. Ortadan habersiz kaybolmalarını görmemeye ve bunun işime gelmesi gerektiğine kendimi inandırmaya çalışıyordum, inanıyordum da ama hissettiğim tedirginlik yalnızca o etrafımdayken ortadan kayboluyordu. Beklemek ve beklediğimi Uluç'a belli etmek istemedim, kendime ekmek arası bir şeyler hazırladıktan sonra odaya çıkıp Uluç'un dediği gibi kolumdaki yarayı kremledim. Yatarken rahatsız olduğum için kolumu kendi rızamla sargıya aldığımda evde Uluç'a dair bir ses hala yoktu.

Ertesi gün Uluç'un ortadan kaybolmaları devam etti. Belirli aralıklarla ortaya çıkıyor belirli aralıklarla ortadan kayboluyordu. Uluç'un bir şeyler planladığını zaten biliyordum ama bu hareketleri merakımın yanına belirgin bir şüphe ve sorgulama duygusu ekliyordu. Salona geçtiğimde dış kapı bunu bekliyormuş gibi yavaşça tıklatıldı, gelenin Uluç olmadığını biliyordum. Buraya geldiğimiz günden itibaren anahtarı yanına almadan bir kez olsun dışarıya çıkmamış ve bana aklına geldikçe kapıya bakmamam gerektiğini söyleyip durmuştu. Ama merak ediyordum çünkü Uluç dün geceden beri ortalarda yoktu. Gelen Ahmet'ten başka kimse olamazdı. Kapıyı açmasam bile kapının ardından ona Uluç'un nerede olduğunu sorabilirdim. Bu yüzden kapıya yanaştım ve konuşmadan önce kapının deliğinden bakarak Ahmet'i izledim.

Onda hoşuma gitmeyen şeyin ne olduğunu bilmiyor ve bunu çözmeye çalışmıyordum. Zaten onu görmediğim sürece içimde şüphe uyandıran varlığı da bedenimi uyarıp dikkat çekmeye çalışmıyordu.

"Uluç evde yok ve kapı kilitli, nerede olduğunu biliyor musun Ahmet?" Sanki benimle göz göze gelebilirmiş gibi kapının deliğine doğru baktı ve gerçekten beni görüyormuş gibi konuşmaya başladığında bu beni ürküterek bir adım geri gitmeme sebep oldu.

"Bende size onu soracaktım efendim. Uluç bey her gün bu saatlerde mutlaka yanıma uğrardı ama bugün onu hiç görmedim, bir sıkıntı olduğunu düşünmüyorum ama güvenliğiniz için evi kontrol etmek istedim." İçimde sabahtan beri var olan merak ve kuşku tohumlarının büyümesinin önüne geçemedim.

"Aramayı denediniz mi?"

"Evet efendim aradım ama telefonu son iki saattir kapalı. Dışarda bir yerlerdeyse bile telefonu kapandıktan sonra bu kadar uzun süre sizden haber almadan durması bende kuşku yaratıyor, evde olmadığı da kesinleştiğine göre sizden beni içeriye almanızı rica ediyorum. Tehlikeli bir durum varsa burayı bulmaları uzun sürmeyecektir."

Söylediklerini tartıp biçmeme gerek yoktu ama Uluç'un mıh gibi beynime işlemiş olan sesi kapıyı kimseye açmamam gerektiğini bana yeniden hatırlattı. Saatlerdir ortalarda yoktu. Onun beni uyaran sesini duyuyordum evet ama söz konusu olan tehlike şu an onun bedeni üzerindeyse artık onun sözlerini dinlememin hiçbir anlamı yoktu. Yine de onun için endişelenmeden edemedim ve uydurduğum kapı kilitli yalanını bir kenara bırakıp kapıyı ardına kadar açtım.

Ahmet yavaşça içeriye girdi, etrafı gözleriyle kolaçan ettikten sonra bana salonda beklemem gerektiğini, güvenliğim için evi baştan aşağı kontrol edeceğini söyleyerek ortadan kayboldu. Uluç'tan kaçtığım zamanlar gözümün önünden geçerken anıların aslında birer birer perde arkasından geldiğini biliyordum. Anıların aslında geçmişteki gerçeklerin aynası olduğunu da biliyordum. Ama tüm o dolu anılara rağmen hissettiğim boşluğun nedenini bilmiyordum. Boşluğun barınamayacağını, önünde sonunda ortadan kaybolacağını biliyordum. Şu son birkaç ay içinde yaşadığım doluluğun bile oluşan boşluğu dolduramadığını gördüm. Hangi anı birikintisi bir çimdik gediği bile dolduramazdı ki? Bunlar doldurmuyordu işte. Ne yaşarsam yaşayayım yaşadıklarım o boşluk dolu kısıma erişemiyordu. Biri ya da birileri sanki o boşluğun önüne engeller koymuştu.

Bir boşluk, tıpkı sihirli bir sonsuzluk içeren küre gibi, başka birileri tarafından korunur muydu? Ben koruyordum. Ben lanet olsun diyebileceğim çok şey yapıyordum. Hiçbir şekilde yaşadıklarımı görünenin ötesine götüremiyordum. Elimi uzatıyordum, adım atıyordum ama bunu hep o bir çimdik bile dolmayan boşluğa karşı yapıyordum.

Boşluğa kürek çekiyordum ve kendi gözyaşlarımı bile bir deniz yerine koyamıyordum. Baştan aşağı lanetlenmiş görünüyordum. Görünmekten öte baştan aşağı lanetlenmiş hissediyordum.

"Kim olduğunu biliyorum." Uluç yanımdan hiddetle geçtiğinde tenime çarpan ılık hava beni düşüncelerimden sıyırarak kendine çekti. Düşüncelerde Uluç'un yaydığı auraya takılırken o, saniyeler içinde bana yaklaşmış ve aynı saniyeler içinde benden uzaklaşmış aramıza birkaç adım mesafesi koymuştu. Nerden çıktığını görememiştim bile. Uluç sandığımızın aksine dışarda değil evin içindeydi ve saatlerdir nerde olduğuna olan merakım boşunaydı. Başına bir şey gelmiş olabileceğini bile düşünmüştüm ama Uluç'un planlarının her zaman olduğunu ve hep olacağını unutuyordum. Buradaydı işte. Buradaydı ve sinirliydi. Bu siniri ve öfkesi onda gördüğüm onca sinir ve öfke patlamasından daha farklıydı. Bunu tenime değen havadan bile hissetmiştim ama sinirinin neye karşı olduğunu bilmiyordum. Doğrudan bana saldırmadığına göre siniri bana değildi ve bu beni rahatlatmıştı.

Biraz önce Ahmet için açtığım dış kapıyı hiddetle geriye savurarak açtı ve görüş alanımdan dakikalar içinde hızlı adımlarla kayboldu. Orada öylece kalırken Uluç'un nereden çıktığını düşünüyordum ama görebildiğim farklı bir kapı olmadığından tahmin yürütemiyordum.

Peşinden gitmeden önce saniyeler boyu tereddüt etsemde gelen saniyeler boyunca ona yetişmiştim. Adımlarını sayarak saydığım adımlar kadar adım atıyordum. Korkmuş, endişelenmiş, yalnız hissetmiş ve sonra yeniden onun varlığı ile bütün tedirginliğimi yitirerek neler olduğunu çözmeye çalışmaya başlamıştım. Önce demir kapıya doğru ilerleyip sokağa baktı. Sonra yukarıya, daha sonra aşağıya ve daha sonra tekrar yukarıya bakarak sinirle alnına düşen saçlarını avuçladı. Gözüme düşen görüntüler anlamsız ve sinir bozucu bir hal alarak onun bu haldeyken bile ne kadar güçlü göründüğüne beni ikna etmeye ve Uluç'a uzun saçın yakışıp yakışmama ihtimalini düşünmeye itiyordu. Uluç'un saçları günün son ışıklarında parlarken bu parıltının gözüme düşmesine ve bu ayrıntıyı farkedebilmiş olmama şaşırdım. İki gece önce de Uluç ile ara holde karşılaştığımızda belindeki beni farketmiştim. Tam sağ kalçasının üst kısmındaydı ve altındaki şortun açık bıraktığı teninde simsiyah bir şekilde gözüme çarpmıştı. Benimde o noktalarda doğum lekem vardı, bu benzerlik garip bir şekilde hoşuma gitmişti.

Uluç biraz önce çıktığı demir kapıyı kapatıp yeniden yanımdan geçerek arka bahçeye doğru ilerledi. Yanımdan geçerken gözünün içine bakamamıştım ama onun bakışlarını kısa bir süreliğine de olsa yüzümde hissetmiştim. Bu arada olayın ciddi olduğunu anladım. Demek istediğim Uluç gerçekten muazzam bir şekilde sinirlenmişti, siniri o kadar büyüktü ki bunu bana yansıtmak için çabalamıyordu bile. Arkasından neler olduğunu anlamaya çalışarak bakmaya devam ettim. Uluç benim kendini takip ettiğim o arada ne zamandır orada olduğunu fark etmediğim belindeki silahı çıkarıp gözler önüne serdi. Gözlerim iri iri açıldı ve ortada dönen sinirinin sebebi her ne ise beni daha çok merak uyandırdı.

Evin bana bakan açık kapısı içeriye girmem için nefsimi kabartsa da onu tam anlamıyla terbiye edemedim ve kendimi Uluç'un arkasından koşar adımlarla ilerlerken buldum. Attığı adımları saymayı bırakalı çok olmuştu. Artık attığı adımların iki katını atarak onun yakınında kalmaya çalışıyordum.

Bahçenin korumalar için ayrılmış bölmesine doğru ilerledi, eski evdeykende sürekli gördüğüm iki koruma Uluç'un kendilerine doğru geldiğini farkettikten hemen sonra biri sözlü bir emir almadan ayağa kalktı ama diğeri kendine doğru gelen eli silahlı Uluç'u algılamada vakit kaybetti. Neyse ki sersemliğini Uluç onlara tam anlamıyla ulaşmadan atlatıp ayağa kalktı ve diğerinin yanında elleri önünde hazır bir şekilde durup Uluç'un kendilerine ulaşmasını bekledi.

"Nerede o şerefsiz!" Uluç'un sesi ortaya sessizliği yaran bir kılıç darbesi gibi düşmüştü. Korumalar şaşkınlıkla birbirlerine baktı. Uluç'un kimden bahsettiğini bilmiyorlardı ama hem Uluç'un hemde benim aklımdaki tek isim şüphesiz Ahmet'ti. O adamın beni huzursuz ettiğini ve bunun da boş yere olmadığını tahmin ediyordum.

"Kimden bahsediyorsun abi?" konuşan korumalardan diğerine göre daha sıska olanıydı, adını bilmiyordum. Uluç silahı alnının önünden sinirle ve hızla geçirdi. Aslında bilek kısmını önüne düşen saçı geriye itmek için kullanmıştı ve bu sırada elindeki en dikkat çekici şey olan silah dikkati daha da çok üzerine çekmiş bütün ilgiyi elinde tuttuğu silaha odaklamıştı.

"Ahmet. Nerede o piç kurusu!" Uluç konuşurken silahı hızla savurdu ama rotasında kimse yoktu. Tavırları dengesizdi, konuşurken bakışlarının odağı kayıyordu. Normal olan Uluç, en tehlikeli durumlarda bile sanki her şey normalmiş gibi davranan Uluç hareketleri değildi bunlar. Hareketleri fazla genişti ve dikkati sürekli dağılıyordu. Sürekli alnına düşen saçı şu an onun için çok sinir bozucuydu ama normalde bu onun dikkatini dağıtacak en son şey bile olamazdı. Bunu biliyordum çünkü onu artık tanıyordum, Uluç'un son zamanlarda artan dikkatsizliğini de bunun arkasına saklanarak görmezden gelmiştim, işte gerçek şimdi buradaydı ve bu normal olarak niteleyebileceğim, Uluç için kullanabileceğim bir şey değildi, bu durum onu olduğundan daha da fazla tehlikeli hale getiriyordu.

Koluna bakmak için gözlerim bedenini taradı ama hangi ara değiştirdiğini bilmediğim gömleği kolunu kapatıyordu.Uyuşturucu kullanmış olma ihtimali midemi kamçıladı, acı bir safra tadı genzime savruldu. Bunu düşünmeyi istemiyordum. Bunu düşünmemek için çırpınıyordum ama aklıma artık saatler boyunca ortada görünmemesinin tek nedeni bu olarak geliyordu ve bu düşüncemi sürekli sarsılan bedeni destekliyordu.Yüreğim ağzımda atmaya başladı. Gerçekten ortadan kaybolmam gerektiğini hissettiğimde eve dönmek için hareketlendim ve tam o sırada, sırtımı Uluç'a çevirdiğimde Ahmet ile göz göze geldim.

Ben daha ne olduğunu anlamadan elini omzuma dayayıp sırtımı göğsüne sertçe bastırdı. Boynunda taşıdığı kolyenin baskısını  göğsüne dayadığı sırtımda hissedebiliyordum.

"Buradayım." İki dudak arasından yükselen bu ses Ahmet'in dudaklarından çıkıp Uluç'a ulaşmadan önce etrafımda büyükçe bir bariyer ördü ve Uluç'a ulaşan göz bebeklerimden birini de o bariyerin ardında karanlığa terk etti. Uluç anında bize döndü. Gözleri doğrudan Ahmet'i bulmuştu. Beni farketmesi normalinden daha uzun sürdüğünden telaşlandım. Uluç gerçekten ayık değildi ve bunu farkediyor olmak beni korkutuyordu. Uluç, Ahmet'in elleri arasındaki beni idrak edebildiğinde gözleri onda belki de ilk defa görebileceğim bir şekilde büyüdü. Gerçek duygu kırıntısıydı bu. Telaşlanmıştı. Kalbim tuhaf bir hisle kaplandı. Endişesi bana kadar ulaşırken,

"Seni sikeceğimi biliyorsun değil mi?" Dedi. Ahmet kahkaha atıyordu. Kulağımın hemen dibindeki sesi midemin sancılanmasına ve ördüğü bariyerin beni biraz daha sıkıştırmasına neden oldu. Uluç bize doğru öfkeyle bir adım attığında soğuk bir metal kafamın yan tarafından alnıma dayandı. Uluç buna rağmen durmadan bize doğru gelecek olduğunda yakınında olduğumdan olsa gerek kulağımı sağır edecek kadar güçlü çıkan silahın ateşlenme sesi duyuldu. Ahmet havaya ateş açmıştı. Barut kokusu genzimi yalamaya başladığında hissettiğim şey korkuydu.

Korktum. Tıpkı Ahmet gibi. Onunda korktuğunu biliyordum çünkü Uluç'un bir adımıyla kargaşa çıkarıyor, kendine doğru yönelmesini elindeki tek savunma aracı olan silahıyla bastırmaya çalışıyordu.

Uluç bize doğru olan adımlarını sonlandırıp benimle göz göze geldi. Nasıl olduğuma bakıyordu. Önce alnımın hemen kenarına düşmüş saç tutamına sanki onu elleriyle geriye itmek istermiş gibi baktı, sonra Ahmet'le bütünleşmiş olan bedenimi çekip kendi bedeninin kanatları altına almak ister gibi omuzları kasıldı ve gözleri ayak parmak uçlarıma dahi değmek istiyormuş gibi beni süzdü.

"Bu silahı ilk kimde kullanacağım diye merak ediyordum."Ahmet'in sesi kafatasımı açmak ve orada kendine yer edinmek istiyormuşçasına yüksekti, sesi bedenimde bariz bir karıncalanma yaratıyordu. Havaya ateş açmak için alnımdan ayırdığı namluyu yeniden kafama dayadığında namlunun sıcaklığı beni titretti. Titrediğimi Uluç'ta fark etmiş olacak ki gözbebeklerinden ayırmadığım gözlerim oradan geçen karaltıyı çok net bir şekilde gördü.

"Ama böyle bir güzellikte kullanmak istemiyorum." Ahmet silahın namlusunu alnımı eşeleyerek bastırdı. Uluç elindeki silahı beline soktu ve her zaman bileğinde gördüğüm kırmız bilekliği kullanarak önüne düşen saçları tepesinde topladı. Geniş ve kemikli alnı gözlerimin önüne serildi. Bu sırada Ahmet, Uluç'a gelen rahatlıktan tedirgin olmuş olacak ki silahın sert namlusunu alnıma çok daha sert bastırdı ve bir adım geriye çekildi.

"Seni harbiden sikeceğim."Dedi Uluç ama bunu yalnızca demiş gibi hissetmedim. Sesindeki ciddiyetin kuvveti ete gömülmüş kemiklerime güven aşılırken aynı işlemin tersinin Ahmet için söz konusu olup olmadığını da düşündüm. Pantolonun kemeri, beline soktuğu silah yüzünden gevşemiş görünüyordu ve derin göz yuvası açılan alnı ile doğrudan dikkatimi sömürüyordu. Bakmam gereken yer gözleri değildi. Saçlarının bu hali dikkatimi çekmemeliydi. Ama olmuyordu. Alnıma baskı yapan silahın namlusu bile bu düşüncelerimin önünü geçip onların yerini tamamen alamıyordu. Ahmet beni dayadığı göğsünü sarsarak güldü.

"Her zaman bu kadar sert olmak zorunda değilsin abi, anlaşabileceğimizi umduğum bir teklifim var."Ahmet konuşurken Uluç yanına yaklaşmış olan korumayla kısaca bakıştı.

"Çıkarıma olan her teklife açığım. "Gözler artık Ahmet'in üzerindeydi.

"Ama Anka, senin üzerinde teklif sunabileceğin biri değil. Çek siktiğim ellerini onun teninden." O kadar yavaş ve pürüzsüz bir ses tonuyla konuşmuştu ki bende arkamdaki bedenin kasıldığı gibi kasıldım. Uluç'un gözlerinden gözlerimi kaydırıp başka hiçbir noktaya bakmıyordum ama Uluç gözlerime bakmayı dakikalar önce kesmişti.

"Basit bir bakıcı kavramının sendeki anlamı bu kadar büyük mü?"Ahmet olayların çok gerisinde kalmıştı. Kime çalıştığını merak ettim.

"Anka benim bakıcım. Ve ben basit bir Sahip değilim.Dokunduğum bedene dokunabilecek bir adam değilsin sen."Uluç'un kasılan çenesini gördüm ama yüzünde başka hiçbir ifade yoktu.

"Sende en sevdiğim şeyde bu işte."Dedi Ahmet, sanki alay sırası ona geçmiş gibi Uluç'la paslaşıyordu.

"Ne kadar aciz olursan ol şu egolu tavrından vazgeçmiyorsun. İçerde devirdiğin malı gözlerimle gördüm. Şuradan koşmaya başlasam beni yakalayamacak olduğunun ikimizde farkındayız. Gözlerinin önünden ceylan gibi sekerek kaybolacağımı sende benim kadar net biliyorsun. "

Ahmet konuşmasını henüz bitirmişti ki Uluç gülmeye başladı. Bu sırada dövme olan bileği dikkatimi çekti. Dikişlerim onun yarasını görmemi bekliyormuş gibi sızladı.

"Demek bende en sevdiğin şey bu." Uluç sinirlerinin bozuk olduğunu bize de göstermek istiyormuşçasına güldü. Hayır, daha çok sarhoş gibi gülüyordu. Ya da Ahmet'in söylediklerine bakılırsa kafası uçuk gibi gülüyordu ve konuşurken kelimelerden bazısı dilinde fazla oyalanıyordu.

"Peki ben kendimde en çok neyi seviyorum?" Gözleri bir an için benimle buluştu. O kısacık temasta ne yapmaya çalıştığını kavramaya çalıştım ama hiçbir şey anlayamadım.

"Bende kendimde en çok işimi asla şansa bırakmayışımı seviyorum." Ahmet'in kasılan bedeni artık daha belirgin olmuştu ve sırtıma değen göğsünden onun nefesini tuttuğunu da anlayabiliyordum. Uluç'un arkasındaki koruma elinde tuttuğu telefonu Uluç'a uzattı.

"Bak burada ne var?" Uluç eline uzatılan telefonu alıp parmaklarını bir süre dokunmatik ekranda dolaştırdı. Sonra telefonun ekranını bizden tarafa çevirdi ve gözlerimin içine baktı. Bana kızgın gibi görünüyordu. Yalnızca dediklerimi yapsaydın olmazdı değil mi, der gibi bakıyordu gözlerimin içine. Telefondan ses gelene dek onun bana bakan gözlerinin içine baktım ama telefondan tok bir ses geldiğinde gözlerimi üzerinden çekmiştim. Bir an telaşa kapılık bakışlarımı yeniden gözlerine çevirdiğimde o da artık bana değil Ahmet'e bakıyordu.

"Buradayım."Başta boğuk gelen kelimenin tam olarak ne olduğunu seçemedim ama sonuna doğru işitebilmiştim. Uluç sırıtarak hattın diğer ucundaki kişiye konuştu.

"Silahın menzilinde kim var?"

"Ayşin Karaman."Telefonun ahizesinden gelen aynı boğuk sesi Ahmet duyar duymaz boynuma doladığı elini soluğumu kesmek istercesine bastırdı ve silahı hemen çenemin altına başımı uzun kirpiklerini görebileceğim kadar geriye savurarak dayadı.

"Senden korktuğumu mu sanıyorsun piç kurusu!"Ahmet bağırıyordu. Gözbebekleri sürekli hareket ediyordu. Ayşin Karaman kimdi bilmiyordum ama bu adam için önemli biriydi. Ve evet, Uluç işini hiçbir zaman şansa bırakmıyordu.

"Benden değilse bile vereceğim emirlerden korkuyorsun." Ahmet beni kendiyle birlikte geriye çekti. Elinde tuttuğu silahı Uluç'un arkasında sıralı duran iki korumadan birine ateşledi. Bunu silahın namlusunu çenemden çektiği o birkaç saniye içinde yapmıştı. Uluç'un arkasına yığılan bedene korku dolu gözler ile baktım.

"Senden de vereceğin emirlerden de korkmuyorum. Hiçbir şey yapamazsın. Hiçbir şey yapamazsın çünkü eğer bu kız senin için bir şey ifade etmiyor olsaydı elindeki tek kozumu bu kadar açık ortaya koyamazdın."Çıldırmış gibi bağırıyordu. Uluç'un verdiği tepkiyi göremiyordum. Ona bakmak istiyordum ama sıcak silah namlusu bunu yapmamam için beni uyarıyordu.

"Bak amına koyduğumun çocuğu." Uluç cümleyi her bir kelimenin üzerinde gereğinden fazla baskı yaparak telaffuz etti. Sadece ses tonundan kasılan çenesini, genişleyen omzunu ve birbirine kenetlenmiş parmaklarını tahmin edebiliyordum, çenem onu göremeyecek kadar havaya kaldırılmış gözlerim yalnızca açık olan gökyüzünü görmeye başlamıştı.

"Ayşin'e ufacık bir şey olsun bu kızın kafasını kendi ellerimle ortadan ikiye ayırırım." Geriye doğru adımlıyorduk, bu yüzden Ahmet'in sesinde yer yer kısılmalar oluyordu.

"Sana yapamayacağımı düşündüren şey elindeki kızın benim için değerli olması mı? Deneyelim ister misin? Ona karşılık Ayşin Karaman, var mısın?"Midem burkuldu. Midem feci halde burkuldu. Ahmet'in ortaya serdiği bariyer üzerime yıkıldı ve beni Ahmet'in kucağına sıkıştırıp, olabilirmiş gibi daha da küçülttü.

"Bana yapamayacağını düşündüren şey başlı başına bu kız zaten. Bu kız olmadan önce sana karşı hep bir korkum vardı çünkü hiçbir korkusu olmayan bir adamdan korkmama gibi bir durumum yoktu.Ne zaman bu kız geldi sana karşı olan tüm korkum yıkıldı." Uluç'tan bir şeyleri duymayı bekledim. Bu kadar söze vereceği cevabı az önce almış olduğum yanıta rağmen merak ediyordum. Ahmet'in çeneme baskı yapan kolu diyaframıma kadar indiğinde o kadar sert bir şekilde beni kavradı ki bir an nefes alamayıp öksürmeye başladım.

"Yemin ederim o elini ters yüz edip götüne sokacağım."Gözlerim yaşarmıştı.

"Kime çalışıyorsun?"Uluç'un benden uzaklaşan sesiydi bu cümleyi de kuran. Öksürüklerim arasında duyabildiğim yalnızca bunlar olmuştu ama devamının olduğunu biliyordum.

"Ayşin'i bulan adamın bunu bulamaması ne kadar ironik."Sesler artık daha seçilir olmuştu. Uluç herhangi bir şey söylemedi. Bu sırada Ahmet Uluç'un sessizliğine karşı olabilecek tüm özgüveni omuzlarına yüklendi ve arkamdaki bedeni daha da dikleşti.

"Kime çalışıyorsun?"Uluç'un sesi soğuktu.Uluç'un sesi onda ilk zamanlar duyduğum seslenişler kadar soğuk ve ifadesizdi.

"İşin asıl ilgi çekici yanı da bu." Saniyelik bir süre sustu, arkasına doğru baktığını bir an için teması azalan bedenlerimizden hissettim.

"Kimseye çalışmıyorum. İşimin patronu hesabı. "Gerilemeye devam ettik. Uluç'un yüzüne baktım. Gözleri Ahmet'teydi. Uluç ondan beklenilmeyecek kadar sakindi. Orada öylece sakince durmasının bir sebebi olmalıydı, farkındaydım.

"İşini de sikeceğim, bil bunu."Ahmet Uluç'a karşılık küfür eden küçük bir çocuğun annesi gibi hoşnutsuzca cıkladı.

"Duymayı beklediğim şey bu değil, nerede kızı bırakmamı ifade eden cümlelerin, tehditlerin, emirlerin?" Uluç Ahmet'in bu sözlerine karşı bana baktı. Tam gözlerimin içine. On dakika içinde ikinci kez. Ama bu sefer farklıydı. Bu sefer sahiden farklıydı. Ve ben bu farklılıktan ilk kez korkmadım. Ve ben bu farklılıktan ilk kez almam gereken tek cevabı aldım. Ve ben bu farklılıktan ilk kez tutunacak bir destek bulup ona tutundum.

Güven. Bunun adı güvendi.

"Al git. Nasılsa geri alacağım." Gerilmedim. Korkmadım ya da telaşa kapılmadım. Ahmet'in üzerime yığdığı bariyer bile bir anlık tökezleyip geriye çekildi ve nefes almam için bana alan açtı. Ama beni tökezletip korkutmayan her şey Ahmet'e oldu. Korktuğunu da, telaşa kapıldığını da, gerildiğini de sırtıma temas eden göğsünden hissettim. Uluç'un bu kelimleri öylesine telaffuz etmediğini hepimiz biliyorduk.

Ahmet demir kapıyı ayağıyla itip bizi evin sınırlarından çıkardığında Uluç bana bakmayı sürdürmedi.

"Seni bulduğumda neler olacağını biliyorsun değil mi? Ve ona yaptığın her şeyi o çok sevdiğin kıza da yapacak olacağımı?"Ahmet artık daha hızlı bir şekilde gerilemeye başlamıştı. Uluç'un söylediklerinden çok Uluç'un konuşurken kuşandığı ses tonunun herkes üzerinde aynı etkiyi yarattığının farkına vardım.

"Adil bir anlaşma." Ahmet'in cevabına karşılık Uluç yalnızca dudağının bir kenarını kıvırarak güldü. Ondan bana bakmasını bekledim ama benimle göz göze gelmedi. Benim sınırlarım dahilinde hiçbir yere bakmadı. Sanki...bakamadı. Ama korkmuyordum. Tüm bu belirsizliğe rağmen korkmadım. İçimden korkmak gelmiyordu. Bu daha yeni bir ölüm atlattığım için olabilirdi. Ya da dikişlerimden yayılan sızı yüzünden de kaynaklanıyor olabilirdi. Acı cesaret verir derlerdi. Böyle bir şey olmalıydı. Hissettiğimin daha farklı bir şey olması imkansızdı. Olmamalıydı.

Sert bir fren sesi duyuldu. Uluç bana bakmadı. Araba kapısının açılma sesi duyuldu. Uluç bana bakmadı. Sırtım gerilen göğüsten koparak kokan bir arabanın soğuk koltuğuna dayandırıldı. Uluç bana bir kez bile gözlerini indirmedi.

Ama korkmadım. Çünkü Uluç bana tüm sarhoşluğunun içinde korkma der gibi bakmıştı. Gözlerim kararmadan önce işittiğim sesler sert fren sesleri ve bir el ateş sesiydi.

Ve o ateş sesi de bana tek bir kelime fısıldadı.

Korkma!

*

"Başıma aldığım belanın da, elimdeki kozun büyüklüğünün de farkındayım."Ahmet'in sesi uğultu şeklinde duyuluyordu ve gözlerimi aralamaya çalışmama rağmen karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Araba yolculuğunun nasıl gerçekleştiğini hatırlamıyordum. Bayılmış olmalıydım ama bayılmam için hatırladığım bir darbe almamıştım.

"Kıza ne oldu?"Duyduğum ses yaşlı bir adamdan çıkıyor olmalıydı çünkü kalın, tok ve hırıltılıydı ama göremediğim için bundan emin değildim. Dikkat çekmemek için hareketsiz kaldım.

"Bilmiyorum, kendiliğinden bayıldı." Ahmet'in adım seslerini duydum. Bana yaklaşmış ya da benden uzaklaşmış olmalıydı ama göremediğim için hareketinin ne yönde olduğunu kestiremedim.

"Niye bağladığınız o zaman."Biri ellerini bileklerimde gezdirdi. Bu hareket bileğimde ince bir sızı yarattı ama sızı yeni oluşmamış zaten var olan sızıyı uyandırmıştı.

"Bilmiyorum. Uyanırsa çırpınıp durmasını istemedim." Gözümde bağlı olan şeyin baskısı göz kapaklarım üzerinden kaldırıldı. Gözlerimi açmamaya, dahası titretmemeye çalıştım.

"Ne olduğunu anlamaya çalışmalıydınız. Kız ölebilirdi. Sen hiçbir şey yapmadan." Yaşlıca olan ses hemen yanımda olmalıydı çünkü konuşurken ağzından kelimeler ile birlikte dökülen nefes bedenime dokunmuştu.

"Nefes alıyorsa sıkıntı yok."Bu ses Ahmet'e aitti. Biri beni kucağına alıp daha yumuşak bir yere yatırdı.

"Ayşin'i de sadece nefes alıyor şekilde bulmak istemiyorsan bu kıza gözün gibi bakman gerekiyor."Ahmet duydukları karşısında homurdandı ama bu itiraz eden bir homurdanma değildi. Daha çok kabullenemiyor ve kendine hayıflanıyor gibiydi.

"Kızı fazla önemsiyor. Ayşin bu saate kadar onun eline geçmediğine göre daha farklı bir planı var."

"Kızı önemsediğinden emin olman kadar emin misin Ayşin'in onun eline geçmediğinden."Sandalye sürümesine benzer bir ses duyuldu. Sürtünmeden oluşan titreşim bana kadar ulaşmıştı.

"Eminim. Az önce mesaj attı. Her şey onun için normal." Aynı titreşim bana kadar ulaşmaya devam ettiğinde bu şeyin bir sandalye sürümesi olmadığını da anladım.

"Ne zamana kadar normal kalacak? Bu kızın uzun süre burada kalmayacağını biliyorsun. Tıpkı Ayşin'in normal hayatının kısa bir süre içinde anormal bir havaya bürüneceğini bilmen gibi." Gözlerimi aralayıp konuşan kişiyi görmeyi istedim ama bu isteğimi bastırmaya devam ettim.

"Kızı niye kaçırdım bilmiyorum ama içimden bir ses Uluç'u savunmasız bırakmanın bu kız sayesinde olacağını söyledi."Bir el alnıma dokundu. Ateşime bakıyordu.

"Kızın ateşi var."Kısa bir süre sonra alnıma değen elin yerini soğuk bir bez parçası aldı.

"Senden daha fazla yaş gördüm. Uluç'u senden daha iyi tanıyorum. Bu kızı kaçırmakla yanlış yaptın. Dediğin kadar önemli biri olsa Uluç onu öylece senin eline bırakmazdı."Konuşan her kimse açıp ona gözlerimi dike dike bakmak istedim. Benim kadar mantıklı düşünüyor olması nedensizce kanıma dokunmuştu ve benim şu an ihtiyacım olan şey bu değildi. Uluç'un bakışları kendi göz kapağımda yeniden belirdiğinde tutunmam gereken şeyin bu olduğunu biliyordum.

Şu an için başka bir şeye tutunacak olmak beni daha da karanlığa gömmekten başka hiçbir işe yaramazdı. Bir süreliğine gerçekleri görmeyi reddettim.

Korkmuyordum. Nasıl olsa beni geri alacaktı, söylediği gibi. Biliyordum.

"Madem önemli biri değil, neden gece uyurken kızı izliyor?"Gözlerim elimde olmadan kendiliğinden açılacak olduğunda telaşa kapılıp öksürmeye ve sanki boğuluyormuş gibi nefes almaya başladım. Uluç gece uyurken beni mi izlemişti? Ben öylece her şeyden habersiz yatarken o beni mi izliyordu? Güzel olmasını isterdim ama salak gibi göründüğümden emindim. Hayır beni iliklerime kadar şoka uğratan salak gibi görünmem değildi. Beni benden habersiz izlemiş olmasıydı. Söz konusu olan kişi Uluç'tu. Uluç için bu fazlaydı. Çok fazlaydı. O, bu taraflarda bezi olmayan bir adamdı.

Kırardı, daha kötüsü parçalar daha sonra seni tedavi ederdi ama asla bu kadar...duygusal davranmazdı. Gece uyurken birini izlemek...bu masalsıydı. Ve kulağa Uluç için korkutucu geliyordu. Öksürmeye devam ediyordum, bir el sırtıma kayıp beni doğrulttu ve sırtımı yavaş yavaş sıvazlarken,

"Kızım, iç suyu." diyerek önüme bir bardak su uzattı. Uzanan bir bardak dolusu suyu tek seferde içmeye başladım. Amacım zaman kazanmak ve etrafımı tanımaya çalışmaktı. Tam karşımda Ahmet vardı. Sağ tarafımda kalan açık mavili gömlekli adamda mantıklı konuştuğuna kendimi ikna ettiğim ve yaşlıca olduğunu tahmin ettiğim amca olmalıydı. Yüzünü göremiyordum, öksürmekten yaşaran gözümü kırpmadan önce o buğulu görüşle görebildiğim yalnızca bu oldu. Gözümü kırpıp görüş alanımı berraklaştırdığımda mantıklı konuştuğunu düşündüğüm yaşlı adamın ancak ellilerinde olan bir amca olduğunu gördüm. Ve sandalye olarak düşündüğüm nesnesin anlam veremediğim bir kutu ve tam şu anda gözlerimle görebildiğim yerinde tabuthane olarak isimlendirebileceğim bir oda olduğunu gördüm. Onlarca tabutun yarısı duvara, yarısı yere bırakılmıştı ve olduğum yerin yarım metre ilerisinde başka bir tabutun yapımı yarım bırakılmıştı.

"Merak etme onlardan birinin içine girmeyeceksin."Konuşan Ahmet'ti. Ahmet tedirginliğimi görmüş olacak ki gözlerimin içine alay dolu bir ifade ile bakıyordu.

"Uluç rahat durduğu sürece tabii."Uluç derken yüzünde olan ifade beni rahatsız etti. Sanki varlığının dünya üzerinde hiç bulunmaması gerektiğini bağırmak istiyormuş gibi sıkıntılı görünüyordu. Ama bunu yapamayacağını bu kadar vasat bir yere gizlenerek her halinden belli etmişti. Uluç'un saniyeler süren bakışından mıdır yoksa Ahmet'in Uluç'tan sıska oluşundan mıdır bilinmez Ahmet'ten korkmuyordum.

"Uluç'un rahat durmayacağını bildiğini düşünüyorum."Konuşurken üzerimdeki acemi tozu atmak istermiş gibi silkelendim. Uçurumdan atlamış biriydim. Belki gönül rızamla atlamamıştım ama atlamıştım. Ve kolumda kurşun yarası ile fazla iyi idare ediyordum. Pamuk prenses ya da masallardaki herhangi nazik prenseslerden biri olmadığım aşikardı. Uluç'a kafa tutabildiğim zamanlar bir elin parmaklarını geçmiyor olabilirdi ama o parmakların orada ben burdayım diyerek kalktığı da yalan değildi. Ahmet'e öylece kafa eğen biri olmam aptallık olurdu.

"Sen buradayken duracak."Ahmet marangoz masası olduğunu tahmin ettiğim masaya doğru ilerledi ve kalçasını masaya dayadı.

"Aranızda ne var bilmiyorum ama şimdilik benim güvencemsin."Yanımdaki amca onu unutmuş olmamızdan rahatsız olmuş olacak ki elini omzuma atıp beni kendine çevirdi.

"Kızım arabada bayılmışsın, ateşin de var. Neyden ileri geldiğini biliyor musun?" Ateşimin olup olmadığından emin değildim ama içim yanıyordu. Soluk borum dahi sıcak bir buhara mahsur kalmış gibi susamıştı.

"Üşüttüm."Ellilerindeki amcaya güvenip güvenemeyeceğime henüz karar vermemiştim. Mantıklı konuşuyordu ama bu ona güvenmem için yeterli mazereti doğurmazdı. Ne olursa olsun bu adamda güvenemeyeceğim bir adamdı. Uluç'un beni kurtaracağından emindim. Ve bu eminlik o kadar baskındı ki korkmuyordum. Kimin elinde olduğumu bilmememe rağmen burada otururken gayet sakin hissediyordum. Tabutlu kısım hariçti. Tabuttan korkmam onun aurasından kaynaklanıyordu. Hem tabut görüpte irkilmeyen biri var mıydı?

Yaşlı amca elimdeki bardağı alıp bana gülümsedi. Tüm dikkatimi gülümsemesi üzerine toplamıştı.

"Sana ilaç ayarlayayım. Ateşin daha fazla artmasın."Yanımızdan uzaklaşıp gittiğinde Ahmet'e dönmekte acele etmedim. Nasıl olsa yerini biliyordum. Tabutların birkaçının farklı renkte olması Ahmet'ten daha çok dikkatimi üzerine çekiyordu.

"Burayı sevmiş görünüyorsun."Uzandırılmış olduğum yere baktım. Eski bir koltuktu. Neredeyse ömrü bitmişti ama burada kendi rızası ile kalıyormuş gibi de rahattı.

"Bir süredir nereyi sevip nereyi sevmediğim önemli değil."Ahmet 'e döndüm. Elindeki telefonla uğraşıp bir yandan da bana bakıyordu.

"Evi sevdiğini sanıyordum."Omuz silktim. Ona cevap vermek zorunda olmadığımı biliyordum.

"Orayı sevecek kadar uzun süre kalmadım."Aslında kalmıştım. Zaman bakımından olmasa da yaşadığım olayların etkisi zaman kavramından daha etkiliydi.

"Yüzündeki gülümseme neden tam tersini söylüyor?"Kaşlarım kuvvetlice çatıldı.

"Neyden bahsediyorsun?" Ahmet bana doğru adımladı ve elindeki telefonu bana uzattı.

"Şuraya bak. O evde neler çektiğini bilmesem seni ona aşık sanacağım."Ahmet'in uzattığı telefondaki kişi bendim. Resmimi çekmişti. Mutfaktan çıkıyordum. Elimde bir bardak dolusu su vardı ve yüzüme kaşlarımın sonsuza kadar çatık kalmasını sağlayacak bir gülümseme yerleşmişti. Bu resmi, o zamanki saati bile hatırlıyordum ama yüzümdeki gülümsemenin nedenini çıkaramıyor, yüzümdeki bu gülümsemeyi tanıyamıyordum.

"O evde neler çektiğimi bilecek kadar akıllı yine de o silahı boynuma dayayacak kadar aptalsın."Söylediklerimi işitmem zaman almıştı ama bu cümle baştan aşağı iki dudağımın arasından çıkmıştı. Bu cesareti nerden almıştım? Korkmamayı abartıyordum. Ya da o kare içinde bana ait olan gülümsemeyi hazmedemiyordum. Neye gülümsüyordum öyle?

"Seni incittim mi?" Ahmet güldü. Sesindeki alay dalga dalga yayılarak bana kadar ulaştı ama yine de korkmuyordum.

"O silah olmasa oradan çıkamayacağımızı bildiğini sanıyordum" dedim. Bana bakmayı sürdürüyordu ve bu bende tekrar konuşma isteği yaratmaktan ileriye gidemedi.

"Uluç'un ne olursa olsun beni geri alacağını biliyorsun değil mi?"Ahmet beni başıyla onayladı.

"Bu durum canımı sıkıyor desem yalan olur. Onu tehdit edebileceğim bir varlığın olması beni huzura boğuyor."Aslında o varlık tam olarak ben değildim ama bunu ona söylemedim. Zihnime düşmeye çalışan sedye görüntülerini geri itmeye çalışırken tabutlarla dolu bir odada olmak beni kahkahalara boğmalıydı. Gözlerim bu ironi karşısında yaşardı ama yemin ederim korku yoktu.

"Benden önce başka bir varlığın hala istediğin yerde olup olmadığından emin olmaya bak. " Gerginliğimi onu gererek bastırmaya çalıştım. Ahmet kimi kastettiğimi anında anlamıştı. Gözlerimin önünde atan ten rengi bir an için gözüme o kadar kötü göründü ki bana vurmasından korktum.

"Bu konu kıyaslama yapabileceğin bir konu değil." Sesi tehditkardı ama bu sefer gülen bendim.

"Uluç'ta üzerinde oyun oynayabileceğin bir adam değil." Ahmet sanki yarışmaya girmişiz gibi benden uzaklaştı ve sırıttı.

"Ondan nefret ediyorsun sanıyordum. Gerçi birbirinize nasıl baktığınızı gören herkes salt bir nefretin alfa durumda olduğunu savunmaz."

Şaşırdım ve hatta afalladım ama duygularımı Ahmet'e belli etmeme konusunda kararlıydım.

"Üçleme mi yapıyoruz?"Sanki dahiyane bir fikirmiş gibi el çırptı. Yüzüne yuva ettiği gülümseme artık midemi bulandırıp kanıma dokunmaya başlamıştı.

"Haydi yapalım." İşaret parmağını havaya doğru kaldırdı.

"Omega kesinlikle birbirinize karşı olan nefretiniz."Elindeki telefonu cebine sıkıştırdı. Ve havaya kaldırdığı işaret parmağını bana doğru uzatıp tasdiklememi bekledi. Tepki vermedim.

"İkinizinde birbirinden bağımsız öfkesi var. Uluç sana öfkelenmiyor ama sen hep o öfkeli olduğu zaman onun nefretinden beslenen bir mıknatıs gibi ona yapışıyorsun." Bir an için bir nebze de olsa haklılık payı bulduğumda kaşlarım iyice çatıldı.

"Omega yalnız dolaşır. Senin sandığın gibi onun nefretine doğru gidiyor olsam bunun adı omega olmaz."Ahmet söylediklerimi düşünüyormuş gibi yaptı. İçinde bulunduğumuz durumdan haberdar mıydı?

"Yine de en iyi seçenek bu." Cevap vermek yerine oynadığı oyunu sürdürmesine izin verdim.

"Beta ne olabilir?" Bana sorulmuş bir soru değildi, kendi kendine soruyor ve sonra kendi kendine yeniden düşünüyordu.

"Bence beta bugünde bizzat şahit olduğum o şeydi. Ney diyorduk adına, güven mi? Güven. Beta ikinizinde birbirinize duyduğu güven. Bu saate kadar mızmızlanmadan duruşun da bahsettiğim bu beta olayı. Onun seni alacağını bilmen gibi." Güven. Uluç'a duyduğum güven. Güven iki kişi arasında karşılıklı olan bir şeydi. Uluç'un beni kurtaracağından emindim, bunun adına güven de diyebilirdim ama Uluç'un bana güven duyduğundan emin değildim. Ona el uzatmış olabilirdim ama Uluç ona her el uzatmama bana ters tepecek davranışlarda bulunmuştu. Uluç'un güvenini kazanmış olmam imkansızdı.

"Ne kaldı? Alfa."Kendi etrafında dolaştı. Neler yaptığını bilmesem ve ondan zarar görmeyeceğime emin olsam onu gözümde büyütür, onu şimdi bu davranışıyla gözümde kahinleştirebilirdim.

"Bak bundan bende emin değilim. Senin bir fikrin var mı?"Omuz silktim. Ben hala güven meselesindeydim.

"Ona aşık değilsin bundan eminim. O da sana aşık değil bundan da eminim. Ama neden seni sürekli yanında tutuyor anlam veremiyorum."Neden beni gece izlediğine dair bir fikrim olmaması kadar bilinmezde misin demek istedim ona ama dile getirmekten vazgeçip mırıdandım.

"Çünkü işine yarıyorum. Aslanların önüne atılacak bir yemi hazırda bulundurmak bizimkisi. Tıpkı bugün olan durum gibi."Bugün olan şey aslında tam olarak sınırları çizilmiş bir kalıba girmiyordu. Bana sitem dolu bakışı işleri bir şekilde benim bozduğumun kanıtıydı. Yapabileceği bir şey yoktu. Hatta yaptığı şey bile Uluç'tan beklenmeyecek bir şeydi. Ahmet'i kışkırtıp beni vurmasına sebep olabilir Ahmet'i elinden kaçırmayabilirdi ama yapmadı.

"Öyle mi dersin? Bunu galeyana getirmeyelim. Uluç ve sen üzerinde düşünülmesi gereken iki muhteşem şeysiniz."

"Yerinde olsam Alfa'yı tek bir kalıba sokmazdım."Bunu Ahmet'in duymayacağı şekilde fısıldamıştım. Ahmet gerçekten düşünüyor gibi görünüyordu. Bir an o kadar kafayı takmış göründü ki başını kaldırıp bana hala burda olduğumdan emin olmaya çalışır gibi baktı.

"Uluç sana ne yaptı?" Ahmet bunu sormamı bekliyor gibi görünmedi. Bunu sormam dikkatini dağıtmış olmalıydı ki bozguna uğradı ve bir süre gözlerimin içine baktıktan sonra yavaşça konuştu.

"Yapmaması gereken bir şey."

"Uluç sürekli yapmaması gereken şeyleri yapan birisi. Ben ayrıntısını merak ediyordum." Cevap vermeyeceği belliydi ama onu zorladım ve bir cevap bekleyerek devam ettim.

"Beni kaçırdığına değecek bir şey olmalı?"

"Değecek bir şey."Dedi yalnızca.

"Kimin için çalışıyorsun?" Dedim onun kadar rahat oduğuma emin olarak.

"Benim hakkımda hiçbir şey bilememesinin nedeni de bu. Kimseye hizmet etmiyorum."

"Öyleyse beni neden kaçırdın?"Dedim. Ahmet cebinde çalan telefona bakmadan önce bana tehlikeli olduğuna ikna etmek isteyen bir bakış attı. Daha sonra tüm dikkatini telefona verdi ve gördüğü şeyden memnun olarak bakışlarını yeniden bana çevirdi.

"Uluç'un sana öğretmiş olması gerekir."Bana doğru hızla gelmeden önce yerden görmediğim bir şey aldı ve ben daha ne olduğunu anlamadan beni üzerinde olduğum koltuğa yasladı. O kadar hızlı davrandı ki çığlık atmama fırsat bile vermeden başımı koltuğun tozlu minderine bastırmıştı. Bir şeyler söylüyordu ama adrenalin patlaması yaşadığım için kulaklarım buğulu duyuyordu. Kollarımı arkamdan bağladığında beni minderden kaldırıp göğsüne hızla çarptı. Dikişli olan kolumdu ve o kadar ani olmuştu ki birkaç dikişin açıldığını hissettim. Acıya ani yakalanmış olduğumdan sol gözümden bir damla yaş geldi. Ahmet bunu beklemiyor olmalıydı çünkü şaşırmıştı. Buna rağmen duraksamadan beni tabut yığılı olan yere çekip yerde duran bir tanesinin içine yatırdı. Gözlerim kocaman açıldı. Ahmet gözümdeki korkuyu gördü. Bunun ona keyif vermesini bekledim ama yüzündeki ifadede buna benzeyen bir duygu göremedim.

"Ağzını kapatmamız gerek." Yakınlara bakındı. Tabutun 30 santimlik dikey duvarından hiçbir şey göremiyordum. Ahmet sonunda aradığını bulmuş olmalı ki benden uzaklaşıp saniyeler sürmeden elinde koli bandıyla geri döndü.

"Bunun içine girmeyeceksin derken plansız davrandım. Kusuruma bakma."Dudaklarıma koli bandını güçlüce bastırdı. Ayaklarım içinde bir çözüm bulmayı akıl etmiş olacak ki vakit kaybetmeden koli bandını ayaklarımın etrafından birkaç tur attırdı. Sonra gözlerimin içine dönüp bakmadan tabutun kapağını kapattı ve koşar birkaç adım sesinden sonra ortalık tamamen sessizliğe büründü.

Ne düşünmem gerektiğini bilmediğimden ve adrenalin kalbimin dört odacığını da patlarcasına doldurduğundan bir süre sakinleşmek adına derin derin nefes aldım. Ama bu aptallığımın bir diğer boyutuydu ve nefesimin sıcak buğusu yüzüme çarptığında artık sakin de değildim.

Uluç'un sana öğretmiş olması gerekir.

Uluç'un bana neyi öğretmiş olması geriyordu ? Ahmet'in söyledikleri bir an için beni boğmaya başladı. Aslında boğan tabutun içiydi. Kaç dakika geçmişti bilmiyordum ama hem düşünmekten hemde nefesimin buğusundan oluşan sıcaklıkla terlemeye başlamıştım. Hızlı adım sesleri duyulduğunda çırpınıp çırpınmamam gerektiğine bir an için karar veremedim ama tanıdığım o sesi duyduğumda kalbime saplanan sızıyla adrenalinin o boğucu dalgasının yırtılması bir anda oldu ve ayaklarım benden bağımsız bir şekilde tabutu tekmeledi.

"Hani buradaydı lan!" Bu Uluç'un sesiydi. Uluç'un bana doğru yaklaştığını adımlarının kulağımda yükselen sesinden anladım. Çok geçmeden tabutun kalın yapısı üzerimden sıyrıldığında gördüğüm ela gözler beni tüm korkudan sıyırdı ve sanki her zaman olması gereken buymuş gibi ona doğru koşmaya zorladı.

Uluç'un çatık kaşları beni bu şekilde görmekten hoşnut olmadığını belli etti. Kalın kolunu boynumun altından geçirip beni kucakladığında ellerimin boşta olmasını istedim. Onun bana dokunduğunu hissettiğim gibi bende ona dokunmak istiyordum. Uluç gözlerimin içine bakmayı bir saniye olsun kesmeden beni tabutun içinden sıyırdı ve hemen sonra bana istediğimi vererek önce bileklerimi daha sonra da ayaklarımı serbest bıraktı. Ahmet o tabutun içinde hareket edebileceğimi biliyordu. Yapmaya çalıştığı şey beni hareketsiz bırakmak değildi. Beni Uluç'un bu şekilde bulmasını sağlamaya çalışıyordu ki sağlamıştı da. Bir an için gözümde amacının yalnızca bu olduğu belirdi. Uluç'la arasındaki mesele her ne ise burayla ve bu tabutlarla alakası vardı.

Uluç elinin birini yanağıma getirip diğerini de ağzımdaki bandın ucuna getirdi ve benden onay istemeden ya da çekeceğini bile belli etmeden koli bandını dudaklarımdan hızlıca çekti. Dudağımın eti karıncalandı ve bir damla gözyaşı daha sol gözümden düştüğünde hiç beklemediğim bir şey oldu. Uluç önce akan gözyaşımı daha sonra da kızarmış dudağımın üstünü öptü. Dudağımın karıncalanması daha da artmıştı. Kollarını etrafıma doladı ve beni yavaşça kendine doğru çekti, onu karıncalanan dudağımla takip ettim. Kolları arasındayken bunu yapması titremem sebep olmuştu. Uluç bunu hissetti. Yüzümün kızarmayacağını bilsemde hissettiğim duygu yoğunluğunun içime yansıttığı sıcaklık beni telaşlandırdı. Ona bakmamaya çalışmaktan çok gözlerim doğrudan onun gözlerine kitlenirken ilk defa Uluç'u anladığımı ve ona onu anlayabildiğimi gösterdiğimi hissettim.

"Teşekkür ederim."Sesim titremişti. Neden teşekkür ettiğimi bilmiyordum. Beni kurtarmıştı farkındaydım ama teşekkürü bunun için etmemiştim. Kendime itiraf etmem gerekirse teşekkür beni öpmesi içindi. İyi hissettirmişti. Tehlikeli bir yer olsa da öptüğü yer dudağım değildi ve ben ilk defa dudağımdan öpse de karşı koymayacağımı hissettim. Bu düşünceden dolayı kendimden iğrenmem gerekebilirdi ama şu an için kendimi böyle hissetmekten alıkoyamıyordum. İçime giren şey her ne ise şimdi ben Uluç'un kollarındaykenUluç'un çekip beni öpmesini bekliyor en önemlisi bunu istiyordu.

"Sana bir şey yaptı mı?" Cevap vermekte gecikmeyebillirdim ama Uluç'un arkasından çıkan yaşlı adamı gördüğümde biraz bekledim. Düşüncelerim olduğu yerde tökezledi ve gözlerini yavaşça yükseklerden alçaklara doğru indirdi, Uluç ise hemen arkasındaki adamı görüp umursamadan yeniden bana döndü.

"Bir şey mi yaptı?"Bu sefer hangisi için sormuştu emin olamadım.Kastettiği kişi Ahmet miydi yoksa garip garip baktığım yaşlı adam için miydi? Yinede ikisi içinde aynı cevabı verdim ki doğru olan buydu. Bana bir şey yapmamışlardı.

"Yapmadı."Sesim kısık ama hissettiğimden daha güçlü çıkmıştı. İçim yanıyordu. Ya yaşadığım duygu yoğunluğundan ya da ateşim olduğundan kaynaklanıyordu bu. Uluç ateşim olduğunun farkına varmış mıydı?

Beni bırakmadan ayağa kalktı ve yaşlı adama döndü. Uluç beni uzun kollarıyla kavramış ve hemen yanında onun gibi ayakta kalabilmem için beni kolunun altına sıkıştırmıştı. Kollarımı onun cüsseli bedeninin aksine ince beline doladığımda bunu yapmayı bende beklemiyordum. Uluç bu hareketimle kasıldı ama ne beni itti ne de bakışlarını bana indirdi, yalnızca kollarını bedenime daha sıkı dolayarak beni daha da yakınına çekti. Şimdi Uluç'un çenesi tepemi eşeliyordu ve burnundan verdiği soğuk nefesler orada olan birkaç tel saçımı havalandırıp, yerinden oynatıyordu.

"Bu iyiliğini unutmam."Bu kelimeler bana değil yaşlı amcayaydı. Başka hiçbir şey söylemedi ya da bir şey duymayı beklemedi. Gördüğüm açık kapıdan çıkıp beni arabasının oraya kadar sessizce götürdü. Sonunda arabanın yanına, şöfor koltuğunun kapısının önüne geldiğimizde Uluç beni kendinden uzaklaştırdı ve gözlerimin içine bakarak arabanın kapısını açtı. Koltuğa beni yavaş hareketlerle oturturken bile gözlerimle olan temasını kesmemişti. Emniyet kemerini bağlamak için üzerime uzandığında içime yüzüme vuran derin kokusunu yavaşça çektim ve tepkisiz kalarak emniyet kemerimi bağlamasını bekledim.

Kısa sürede emniyet kemerimi bağladığında geriye çekilmesini boynuna düşen gözbebeklerim ile bekliyordum ama Uluç tamamen geriye çekilmek yerine aramıza iki karışlık bir mesafe açıp emniyet kemerimi bağlamak için kullandığı elini alnıma değdirdi.

Dokunuşunu hissetmek beni ağırlaştırdı. Ateşten dolayı olsa gerek uykumda geliyordu ve Uluç bu kadar yumuşak dokunarak beni uykuya itiyordu. Bugün çok tuhaftı. Ne bağırıyor ne de içinde bulunduğumuz anormal durumu abartıyorduk. Abartmak şöyle dursun sanki normal bir şeymiş gibi davranıyorduk.

"Ateşin var." Dile getirmese bile bunu durumu önemsediğini yüzündeki ifadede görebiliyordum. Alnımdaki elini yavaşça ve sanki alnımda bir şey varmışta onu oradan uzaklaştırmak istiyormuş gibi avuç içini iyice sürterek yanağıma indirdi.

Yanağıma ulaştığında ve kocaman eliyle yüzümü kapladığında, "Önemli değil." diyerek fısıtıyla konuştum. Uluç yüzüme uzun uzun baktı. İyi olmamdan emin olmaya çalışıyordu. Buna benim sözlerime bakarak karar veremeyeceğini biliyor gibiydi.

"Kolun iyi mi?"Eliyle kolumu yokladı. Yaramı aslında onu oraya koyan kendisiymiş gibi anında bulmuştu. Bu düşünce beni daha da ağırlaştırdı. Bir çocuk gibi ağlamaya başlamayacağımdan ve onun kollarına sığınmayacağımdan emin olamadım.

"Bilmiyorum."Dikişin attığını hissetmiştim ama bunun için kanıtlarım yoktu. Sargı olduğundan kan görmemiş olabilirdim. Uluç yanağımdaki elinin tenimle olan temasını kesmeden önce benimle konuştu.

"Bir bakalım."Uluç gömleğimin düğmelerini açmaya başladığında bir süre anın ve Uluç'un yakınlığından doğan şokla tepkisiz kaldım ama saniyeler sonra onu durdurdum. Burada mı yapacaktı? Çevrede göremesemde insanlar olduğunu tahmin edebiliyordum. O yaşlı amcadan başka kimse olmasa bile Uluç'un yanında getirdiği korumalardan birkaçının bizi dikkatlice izlediğinden emindim.

"Gerek yok Uluç, çevrede insanlar var, eve kadar ölmeyeceğimden eminim." Onu durdurmuş olmama sinirlendi. Bunu kasılan çene kemiğinden anlamıştım ya da ben öyle yorumluyordum çünkü beni azarlamıyor ya da tersine bana haklılık payı vermiyordu. Bana uzun uzun baktı, alnıma düşen saçı uzun parmaklarıyla geriye itti ve elini geri çekmeden önce avcunu yeniden alnıma yaslayarak ateşime baktı. Geriye çekildiğinde hala bir şey söylemesini bekliyordum ama hiçbir şey söylemeden şoför koltuğuna bindi ve toprak yoldan çıkana dek arabayı yavaş kullandı. Arabanın tekerleri asfalt yolu yalamaya başladığı an hızını arttırdı ama kısa bir süre sonra dönüp yeniden bana baktığında hızını yine azaltmıştı, şimdiki hızı biraz öncekinin onda biri kadardı.Araba hareket halindeyken camı indirdi ve korumalara gidin işareti verdi, ne olduğunu anlamak için yerimde biraz daha doğruldum, Uluç arabayı korumalar uzaklaştıkça daha da yavaşlattı ve biraz daha ilerledikten sonra arabayı yolun kenarında durdurdu.

Ona dönüp neden durduğunu anlamaya çalışarak baktım. Uluç arabanın arka camlarını açıp bana döndü ve hiçbir şey söylemeden gömleğimin iki yakasını uzun parmaklarıyla kavrayıp beni biraz öne doğru çekti. Kasıldım ve ona meraklı gözlerle baktım.

"Arabada ilk yardım çantası var,çıkaralım şunu da dikişlerine bakalım."Güvence vermeye çalışıyordu.

"Ahmet'ten onu ilk gördüğüm günden beri hoşlanmıyordum."Beni soymaya başlamıştı. Kasıldığımı anladığını biliyordum ama onu engelleyecek bir davranış sergilemiyordum. Karşı çıkmadığım için rahatlamış görünüyordu. Elleri göğüslerimin üzerindeki düğmelere indiğinde nefesimi tuttum, bunu ona belli etmemeye çalışsam da bu Uluç'tu, anladı. Hareketini yavaşlattı ama bu beni sakinleştirmenin yanında daha da kastı ve adını bilmediğim duygunun baskısını yeniden kalbimin üzerinde hissetirdi. Göğsümün hemen üstündeki düğmelerden birini parmaklarının arasına kıstırdığında gözleri gözlerimden başka bir yerde değildi ve parmakları gömleği kendine doğru çekerek tenimle arasında mesafe açmıştı.

"Bunu bana o zamanlar söylemiş olman gerekirdi." Sesi havadan konuşuyormuşuz gibi telaşsız ve sıradandı, benim aksime. Gözleri hala benimle olan göz temasını kesmemişti ve parmakları tehlikeli bölgeyi geçmiş bir asker gibi göğsümün üzerinden sıyrılır sıyrılmaz yeniden hızlı hızlı hareket etmeye başlamıştı.

"O zamanlar pek konuşamıyorduk. Daha çok sen susuyordun bende derdimi anlatmaya çalışmıyordum."Güler gibi oldu. Hatta neredeyse güldü. Düğmelerle işi bittiğinde gömleği kollarımdan sıyırmak için kafamı omzuna yaslayabileceğim kadar yakınına çekti beni. Bu hareketi beni yeniden derin bir nefes almaya itti ve Uluç bunu hissetti. Hareketi gözler görülür ölçüde yavaşlamıştı ve çenesi yüzümü görmek istediğini belli edercesine aşağıya doğru eğilmişti. Kendimi suçüstü yakalanan küçük bir çocuk gibi hissedip tepkisiz kaldım, nefes bile almıyordum. Uluç bir süre bakmaya devam etsede sonunda gömleği çıkarıp arabanın kapısı ile benim aramdaki o boşluğa bıraktı. Ondan uzaklaşıp yan döndüm ve sargıyı açması için imkan verdim. Karşısında iç çamaşırıyla oturuyor olmak adını bilmediğim o duygunun artmasına ve bedenimi içeriden peş peşe yumruklamasına neden oluyordu. Onu neden kokladığımı bende bilmiyordum ama onun kokusunu aldığımda bunu bilinçli yapmamıştım. İstendik bir davranış değil, bir refleksti.

Uluç sargıyı açtı ve sargıda gördüğüm kanla birlikte onunda benim gibi iki kaşının ortasında derin bir çizgi oluştu.

"Çantayı alıp geleceğim." Kendi tarafından çıkıp arabanın arkasına ilerledi.Bu derin bir nefesi ciğerlerime doldurmam için fırsat yarattı. Başımı çevirip sağa sola baktım, tek tük araba geçiyordu,onun dışında çevrede dikkate değer başka bir şey yoktu. Uluç çok geçmeden elinde beyaz bir ilk yardım çantası ile geri döndü.

"Sadece dikişlerin zorlanmış. Sargıyı temizlesek yeter."Ses çıkarmak yerine ona işini yapması gerektiğini belli eden bir bakış attım. Uluç tüm bu süre boyunca kendinde bana karşı ilk kez görebileceğim kadar ağır hareketlerle yarayı temizledi ve gereğinden uzun bir şekilde gözlerimin içine baktı. Bir şey söylemek istiyor gibi görünüyordu.

"Evi yine değiştiriyoruz."Gerçekten söylemek isstediği şey bu değildi. Gözlerinde olan şeyin yalnızca bu olmadığına yemin dahi edebilirdim. Neyi bilmek istiyordu?

"Melisa ve Savaş'ta bizimle kalacak." Melisa ve Savaş. Birlikte kalmak? Bir şeyi bilmek istediği yoktu, bir şeyi bilmemi istiyordu. Bazen geliyorlardı ve o birlikte geçirilen süre zarfında diken üstünde oluyorduk. Bunu biliyor olmak bana hiçbir olumlu duygu hissettirmedi.

"Ne kadar?" Dedim duygu kırıntısı barındırmayan sesimle ama doğrusu bu değildi. Merak ediyordum, yalnızca belli etmiyordum. Uluç'ta umursamaz göründü ama onunki bende olduğu gibi bir savaş sonucu oluşmamıştı. Arabanın kapısını kapatıp hareket edeceğini belli ettiğinde arkama bıraktığı gömleği alıp ağır ağır giymeye başladım.

"Bu işler bitene kadar."Hızla ona döndüm. Bu işlerin yarın ya da bir hafta içinde bitmeyeceğini biliyordum. Gömleği giymeyi durdurdum.

"Ne demek bu?" Omuz silkip giymeyi yarım bıraktığım gömleği düzledi ve düğmeleri yeniden kendisi iliklemek istiyor ama buna karar veremiyor bakışı attıktan hemen sonra tamamen vazgeçip arabayı çalıştırdı.

"Birlikte olursak daha az zarar görürmüşüz." Birlikte olursak daha az zarar görür müydük bilmiyordum ama dördümüzü sürekli olarak aynı evin içinde düşününce neler olabileceğini tahmin edebiliyordum.

"Sen başkalarının ne dediğini umursamazsın ki?"Dedim hala düşündüğümü belli eden sesimle. Bu durumun yaratacağı karmaşıklığı tahmin edebiliyordum ve sürekli oluşacak olan kaos ortamını şimdiden görebiliyordum. Uluç'ta bunun farkına varmış olacak ki dönüp bana baktı ama bunu benim kadar önemsemedi ve beni süzdükten sonra konuştu.

"Artık umursuyorum, senin gibi bir kızın bunun farkına varmadığını söyleme bana." Onun lügatında benim gibi bir kızın nasıl olduğunu merak ettim. Bana bakınca ne gördüğünü az çok tahmin edebiliyordum ama tüm görünüşüm bir mecburiyetten ibaretti. Evet bütün varlığım bana aitti ama tepkilerim ve hatta nefes alışverişlerim bile istediğim şekilde değil isteğim dışında seyrediyordu. Uluç'a bakmayı son verip camdan dışarıyı seyretmek istedim ama gözüm direkt olarak camda olan görüntüsüne düştü. Bana bakmaya devam ediyordu. Bir ara göz göze gelir gibi olduk, Uluç sessiz olmamdan rahatsız olmuşcasına konuşmaya başladığında kafamı yeniden çevirdim ve ona baktım.

"Ben gelmeden önce dikkate değer bir şey oldu mu?" Nasıl soracağını bilememişti ama neyi öğrenmek istediğini biliyordum. Ona bana neyi öğretmiş olman gerekiyordu diye sormak istedim ama bunun öncesinde beynime neden beni gece uyurken izlediği sorusu düşmüştü. İkisini de sormaktan bir an için çekinge duydum.

"Hayır." Sesim pürüzlüydü, dilim beynimdeki soruları kelimelere dökmemişti ama gözlerim cevapları bulmak için Uluç'un yüzünde sayısız tur bindiriyordu.

"Ne konuştuklarını duydun mu?"

"O yaşlı adam bana dikkat etmesi gerektiğini söyleyip durdu. Ahmet'e karşı fazla babacandı. Sana yardım etmesine şaşırdım. Hem nasıl oldu da sana yardım etmesine rağmen Ahmet'i elinden kaçırdın merak ediyorum." Geniş omzunu küçük bir fiske atıyormuş gibi silkti.

"Kaçırmadım. Gitmesine izin verdim."

"Neden?" Evdeyken Ahmet'e savurduğu tehditler gözümün önünden geçmeye başlamıştı. Merak ediyordum, tam anlamıyla gerçek amacını ne zaman öğrenecektim?

"Kime çalıştığını bilmiyorum. Onu ele geçirsem dahi o piçin ölmek pahasına bunu söylemeyeceğini biliyorum, kovalamak yerine izini sürmek daha mantıklı geldi."

"Ya olmazda onu kaybeder ve yeniden başımıza musallat olmasına izin verirsen?" Uluç bir an için direksiyon hakimiyetini kaybeder gibi oldu ve araba sarsıldı. Torpidoya tutunarak ona ne olduğunu anlamaya çalışarak baktım. Bana bakmasını bekliyordum ama bana bakmak yerine yola bakmaya devam etti ve arabayı yeniden rayına soktu.

"Olmayacak. Olacaksa bile bu sefer elini kolunu sallayarak gitmesine izin vermeyeceğim."

"Beynimi dağıtmasına izin vermek pahasına mı?" Bu soruyu sormayı beklemiyordum ama içimde oluşan tek soru buydu ve bencilliğim yalnızca bu sorunun cevabını merak etti.

"Güzel beynine kimsenin dokunmasına izin vermem kuş beyinli, sil bunu kafandan. Bugün olanlar bir daha tekrarlanmayacak." Sesindeki berraklık bana Uluç'tan gelen güveni solutuyordu fakat diğer taraftan kolumdaki sızı ondan aldığım güvenin karıncalanmasını sebep oluyordu.

Sessiz kaldım. Bir an için söylenecek tüm sözlerin gereksiz olduğuna karar kılmıştım. Uluç'a güveniyordum. İstemesem bile artık ona güveniyordum. Tüm yaşanılanlar ben aksini düşünmeye çalışsam bile buna engel oluyordu.

İçimdeki seslerden biri hepsi onun yüzünden diye bağırıyor diğer bir ses derinden gelerek bana ama seni kurtardı diye fısıldıyordu.

"Söylediklerimi duydun mu?" Benden cevap bekliyordu ve o benden genelde cevap beklemezdi. Bakışlarımı tekrar onun rotasına soktuğumda onun bakışları yolda değil anlayıp anlamadığımı merak eden ve bunu yansıtacak olan suratımda, iki dudağımın üzerindeydi. Dudaklarım saatler önce olan temasını hatırlayarak sızladı. Uluç beni öptüğünün farkında mıydı? Tam olarak dudağımı öpmemişti ama alt dudağı üst dudağımın sınırında dolaşmış ve sıcaklığını oraya bırakmıştı.

"Duydum." Dedim, sesim yüksek çıkmamıştı çünkü dudaklarım sızlamaya devam ediyordu. Bu sızıdan rahatsız olup dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdığımda Uluç'un gözlerime bakan gözleri dudaklarıma kaydı.

"Kerpeten gibi tuttuğun o iki dudağının arasında ne var merak ediyorum." Beni neden öptün, beni neden uyurken izledin diye sormak ve hatta bağırmak istedim ama yapamıyordum. Cesaret edememek değildi bu ama cesaret edip söyleyebileceğimden de zaten emin değildim. Sormak için yanıp tutuşan tarafımı bastırdım ve yavaşça omuz silktim.

"Hiçbir şey." Bana şüpheyle baktı. Bir an için yola döndü ama ben ona bakmaya devam ettiğim için çok geçmeden yeniden bana dönmüş ve benim ona baktığım gibi bana bakmaya başlamıştı.

Ona bakmayı kestiğimde Uluç bunu istemiyormuş gibi benimle yeniden konuştu.

"Söyle." Bakışlarımın rotasını ona kaydırmamak için zorlandım çünkü merak ediyordum. Beni neden gece uyurken izlediğini merak ediyordum. Geçirdiğim gecenin şokunu atlatmaya çalışabilirdim ama hiç korkmamıştım ve bu durum beynimi meşgul etmeyerek beni onunla baş başa bırakıyordu. Sıkıntıyla nefes alıp verdim.

"Neyi?"

"Söylemek istediğin şey neyse onu." Ona bakmadım. Altımızda akıp giden yolu izlemeye devam ettim.

"Söyle." Ona bakmadım. İlk kez kendimden çekindim ve ona bakmadım. İlk kez vereceği cevaptan çekindim ve ona bakmadım. Araba hızlandı. Yolun ortasındaki beyaz şerit ince bir ip gibi görünmeye başlamıştı.

"Aç o dudaklarını, çevir bana şu kaçırdığın gözlerini." Bağırmıştı ve arabanın hızı artık sakince izleyebileceğim bir hızda değildi. Ona baktım. Gözlerinin içine. Bana bakıyordu. Gözlerimin içine.

"Bir şeyi kerpetenle tuttuğum yok Uluç, neyi bilmek istiyorsun?" Yalan söylüyordum elbette ama Uluç'un bunu anlamasını beklememiştim.

"Kuş beyinlisin!" Hırslanmıştı. Ona hayretle baktım. Durduk yere sinirlenecek kadar dengesizdi ama bu gece geri basması ve bastırılması gereken kişi ben değildim.

Hayretle soludum ve burnumdan akan siniri solumamak için dudaklarımı saniyeler içinde yeniden birbirine kavuşturdum.

"Sahi mi!"

"Evet, sahiden su götürmez bir kuş beyinlisin." Neden bağırıyordu ki?

"Evet öyleyim." Bu sefer bağıran bendim.

"Öylesin!" Araba hız göstergesinde hangi ibreye yaklaşıyordu bilmiyordum ama benimki son noktadaydı.

"Öyleyim!" Bu sefer cevap vermedi ama kafamın içindeki ibre bundan cesaret alarak olmayan sınırları aşmış, ateşler içinde kavrulmaya başlamıştı.

"Bidaha söylesene!" Bunu beklemiyordu. Araba yeniden tökezledi ama bu sefer tutunmadım. Ne olacaksa olsundu.

"Neyi?"

"Neyi olacak kuş beyinli olduğumu!?" Sesli bir şekilde güldü. Yanaklarımın sinirden  kızardığına emindim. Yüzüm yanıyordu.

"Evet öylesin." Gülmeye devam etti. Gülmesi güzel gelmekten çok kanıma dokunmaya başlamıştı, bunda ona duyduğum ve yenice oluşmuş öfkenin izleri vardı.

"Şimdi de beni uyurken neden izlediğini söyle!" Uluç frenlere öyle bir asıldı ki yer yarılacak ve içine gireceğimizi sandım. Bana bakışlarındaki hayretten her şeyi sorabileceğimi ama bunu sorabileceğimi beklemediğini anladım. Araba sarsılarak durdu. Kollarım torpido gözüne sıkı sıkıya tutunmuştu. Uluç'un parmakları direksiyondaydı, onu ne olarak tuttuğunu düşünüyordu bilmiyordum ama yalnızca parmakları değil bütün eli beyaz kesilmişti. Aramızdaki hava buz kesmiş çiğlerini üzerimize yağdırıyordu. Ortalığı beyaz bir ışık kaplamasaydı ne Uluç bana bakmayı keserdi ne de ben Uluç'a bakmayı keserdim. Bundan emindim. Emindim çünkü bu sefer dudaklarını birbirine sımsıkı bastıran ben değildim.

Continue Reading

You'll Also Like

562K 2.1K 3
Kitabımızın adı Asil Serseri olarak değiştirilmiştir. Gypsy Serisi II O, utanması olmayan, toplum kurallarını umarsamayan bir Çingene, Tek önem ver...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
19.8K 1.9K 37
Bu hayatta herkesin bir yasak elması olmuştu. Havva'nın büyük bir istekle dalından koparmak istediği, pamuk prensesin güzelliğine dayanamayıp bir ısı...
7.5K 1K 152
Hayallerinin gerceklesme ihtimali olmasa bile hayal et. Çünkü hayallerin seni ufuklarin zirvesine ve o zirvelerde seni hic tukenmeyecek umutlara götü...