BARINAK MESELESİ

By ZenginYazar

47.3K 3.8K 9.4K

Daha ne kadar susacaksın? Ne zamana kadar takacaksın maskeni? Ne kadar daha saklayabileceksin gerçeği? Susma... More

11.02.1997
1.Bölüm - YÜZLEŞME
3.Bölüm - İNTİKAM ATEŞİ
4.Bölüm - İÇİMİZDEKİ KALABALIK
5.Bölüm - HEDEF
6.Bölüm - HARESE
7.Bölüm - PAMUK PRENSES
8.Bölüm - HEDİYE PAKETİ
9.Bölüm - ÖLÜMÜN TA KENDİSİ
10.Bölüm - GÖRÜNMEZ PRANGA
11.Bölüm - DİKEN MEVSİMİ
12.Bölüm - ASYA'NIN HAMLESİ
13.Bölüm - KÜRKÇÜ DÜKKANI
14.Bölüm - RESİMSİZ HİKAYE

2.Bölüm - 97 YILININ LANETİ

3.4K 364 707
By ZenginYazar

Multimedya; Ateş Karan

---

Nasıl olabilirdi bu? Daha önceleri sürekli kabuslarıma giren adam işte tam da şimdi karşımdaydı. Kalbim deli gibi atıyordu. Her gece gördüğüm o rüyalardan birinin içinde miydim yoksa? Bu çok saçmaydı. Bu basit bir benzetme değildi. Rüyamda gördüğüm adamın ta kendisiydi. Bir aydır rüyamda onu gördüğümden yüzünün her bir ayrıntısını ezberlemiştim.

Kalın kaşlarına değen uzun ve kıvrımlı kirpikleri altından parıl parıl parlayan yeşil gözler, çıkık elmacık kemikleri, dümdüz inen sadece ucu hafifçe kıvrılmış burnu, kemikli çenesi, yüzündeki savruk benler, dağınık saçlarıyla kabuslarımdaki adamdı işte. Yanılmıyordum. Zihnimin bir oyunu falan değildi. Bağırışımın ardından büyük bir sessizlik olmuştu. Basın mensupları tam bir kaosun ortasında kalmışlardı. Onlara da haber çıkıyordu.

O da bende tanıdık bir şeyler bulmuş gibiydi. Gözleri iyice kısılmış, beni süzüyordu. Tek kaşını sorgularcasına kaldırmış yüzümü inceliyordu. Belki de ona karşı çıkma cürretini nasıl bulduğumu sorguluyordu. Yanımdaki muhabirler geriye çekildiğinde ona doğru bir adım daha atıp karşısına dikildim. Kendimden emin bir şekilde gözlerinin içine bakıyordum.

Muhabirler bir bana bir de karşımdaki adama bakıyordu. Kadın muhabirlerden biri mikrofonunu ona uzatarak "Ateş Bey, gördüğünüz gibi bunun katliam olduğunu düşünen insanlar var. Sizin bu konuya vereceğiniz bir cevabınız var mı?" diye sorduğunda kollarımı göğsümde kavuşturdum. Adının Ateş olduğunu öğrendiğim adam başını usulca salladı ve bakışlarını kameraya dikti.

"Bu tam olarak bir katliam değil. Neticede bu barınakta hayvanlara gereken ilgi ve yaptırım sağlanmıyordu. Bu yuva insanlara tehdit saçıyor. Bu barınak temiz değil. Haber arşivlerinizi birazcık karıştırırsanız 1997 yılında bir bebeğin burada, hayvanlardan enfeksiyon kaparak öldüğünü görmüş olursunuz." dedi kollarını göğsünde bağlarken. Bana kısa bir bakış attıktan sonra tekrardan bakışlarını kameraya odakladı.

Daha sonra ekledi; "Buradaki hayvanları uyutmaktaki amacımız sadece mahalle sakinlerinin huzuru ve sağlığı için değil elbette ki. Her şeyden önemlisi buradaki hayvanlar daha fazla acı çekmemeliler. Böylesinin herkes için daha uygun olduğunu düşünüyorum."

Sinir ve şaşkınlıktan tüm uzuvlarımın titrediğini hissedebiliyordum. Bu adam ne saçmalıyordu böyle? Gözlerinde acımasızlığı, sevgisizliği ve küstahlığı görebiliyordum. Derin bir nefes aldım. Ne olursa olsun bu adamın amaçladığı şeyi yapmasına izin vermeyecektim.

"Hah," Ağzımdan istemeden çıkan sitem dolu sözcüğe aldırış etmedim. Muhabirler konuşacağımı anladıklarında bana döndüler. Mikrofonlarını bana yöneltmişlerdi. "Cidden bunu hayvanların iyiliği için mi yaptığınızı söylüyorsunuz? Komik olmayın lütfen, gözlemlediğim kadarıyla medyada tanınan birisiniz ve hayvan düşmanı gibi büyük manşetlerle anılmak istemiyorsunuz. Onun için de bunu hayvanların iyiliği için yaptığınızı söylüyorsunuz. Ama bu sizin hayvan düşmanı olduğunuzu göz ardı etmemizi sağlamaz Ateş Bey!"

Ateş tehditkar bir şekilde gözlerini kısmıştı ama hiçbir tepki vermiyor konuşmama devam etmemi bekliyordu. Bakışlarından adeta ateşler püskürüyordu. Basın mensupları burada olmasa üzerime yürüyeceğine hatta kaba kuvvet uygulayacağını bu bakışlarından anlayabiliyordum. Hayvanları sevmeyen birinden insanları sevmesini bekleyemezdik zaten.

"97 yılında yaşanan tatsız olayı biliyorum. Fakat bu olay buradaki hayvanlarla alakalı değil. Bebekler zaten doğdukları ilk altı ayda hassas bir bünyeye sahip olurlar. Yani bu enfeksiyonu hayvanlardan kaparak yaşamını yitirmiş olması, hayvanların suçu değil. Bu o bebeğin ebeveynleri tarafından ilgilenilmediğini gösterir. Bir bebek eğer aşıları yaptırılmamışsa bu türlü enfeksiyonları dışarıda insanlardan, hatta soluduğu havadan bile kapabilir." Durdum ve soluklandım. 97 yılında yaşanmış bir olayı şimdiki hayvanlara nasıl mal edebiliyordu? Nasıl bir kafa yapısına sahipti, hiç anlamamıştım. Gaddarın teki olmalıydı.

Tehditkar bakışlarımı Ateş'in yüzüne diktim. O da aynı şekilde karşılık veriyordu. Konuşmamı henüz tamamlamadığımı fark etmiş olmalı ki gömleğinin kollarını düzelterek kafasını hafifçe sağa doğru eğdi. "Ayrıca yaşanan olayın üzerinden yirmi iki yıl geçti. Bu barınakta çok şey değişti. O yıldan hiçbir hayvan kalmadı, tahmin ettiğiniz üzere. Ben bu barınaktan sorumlu veteriner hekimim. İçerideki hayvanların bakımı ve sağlık durumlarıyla ben ve ekibim ilgileniyor. Emin olun ki içerideki tüm hayvanlar son derece sağlıklı. Sizin zihin yapınızdan daha sağlıklılar hepsi. Yani içiniz rahat olsun ne mahalle sakinlerine ne de kendilerine zararları var. Ekibim ve ben sizin bu hayvanları uyutmanıza daha doğru tabirle öldürmenize izin vermeyeceğiz."

Konuşmamı noktaladığımda muhabirler mikrofonları tekrardan Ateş'e doğrulttular. Onlara da haber çıkıyordu tabii! Bahar'a doğru dönüp arabanın anahtarını eline tutuşturdum ve kulağına fısıldadım. "Sen arabayı al okula git, dersine geç kalma. Benim burada işim anlayacağın üzere epey uzun sürecek." Bahar başını usulca sallayıp anahtarları aldı ve kalabalığın arasında kayboldu.

"Bu hanımefendinin bizi nasıl engelleyeceğini bilmiyorum. Çünkü burası benim arsam artık ve dilediğim şeyi yapabilirim. İstediği kadar yırtınsın ama beni kararımdan vazgeçiremeyecek. Şu anda barınak için karar verebilecek konumda olan kişi o değil. Benim." dedi yüzündeki umursamaz ve silik tebessümle gözlerimin içine bakarken. Kendinden emin bir şekilde duruyordu. "Anlatabiliyor muyum?"

Etrafımızdaki kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı. Sadece o, ben, birkaç muhabir ve Ateş'in ekibinden olduğunu tahmin ettiğim birkaç takım elbiseli adam kalmıştık.

Kameramanlar ve muhabirler de aramızdaki konuşmanın bittiğini fark ederek toparlanmaya başlamışlardı. Ateş gömleğinin kollarını hafifçe yukarı doğru çekiştirdikten sonra birkaç adım attı. Sonra bir şey unutmuş gibi ardına döndü.

Bakışlarımız birbirini buldu. Bana olan sinirini bakışlarında görebiliyordum. Ben de bakışlarına aynı şekilde karşılık veriyordum. Tüm öfkem ve tiksintim yüzümden okunuyordu eminim ki. Ateş bana doğru adımlamaya başlamıştı, yüzüme sinir bozucu bir gülümseme yerleştirdim ve kollarımı göğüslerimin ardında birleştirdim. Suratına okkalı bir tokat geçirmek istiyordum ve bunu yapmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Üstünüze vazife olmayan şeylere burnunuzu sokmamanızı öneririm küçük hanım. Bunu sizin iyiliğiniz söylüyorum." dedi samimiyetten uzak bir gülümsemeyi yüzüne yerleştirirken. Yeşil gözleri üzerimde dolanırken gittikçe koyulaşıyor, göz bebeği büyüyüp küçülüyordu. Karşısında ben değil de bir adam olsaydı tek yumrukla yere devirebilirdi. Zaten karşısında bir kadın olduğu için çok da ciddiye almıyor, alaycıl bakışlar atıyordu.

Şaşırmış gibi kaşlarımı kaldırdım ve dudaklarımdan şuh bir kahkaha döküldü. "Bunun bir tehdit cümlesi olmadığını söyleyebilir misiniz?" dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. Ardından başımı iki yana doğru salladım ve başımı hafifçe eğerek "Sanmıyorum." dedim.

Dilini dişleri üzerinde gezdirdikten sonra bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Sabır istercesine güldü ve o da benim gibi kaşlarını kaldırdı. "Tehdit mi? Aa, o da ne demek?" dedi dudaklarını diliyle ıslatırken. "Zarif bir hanımefendiyi tehdit etmek hiç bana yakışır mı?" Göz kırptığında mide öz suyumun tadını almıştım. Küstahtı! Karşısındaki insanları da kendi gibi aptal sanıyordu. Her şeyi kabullenip ardımı dönüp gitmemi beklemiyordu herhalde. Eğer öyleyse daha çok beklerdi.

"Bir hanımefendinin kendinizle boy ölçüşemeyeceğini düşünüyorsunuz. Karşınızdakinin gücünü hafife alıyor, erkeğim diye böbürleniyor ve kendinizden güçsüz gördüğünüz biriyle boy ölçüşmeyi kabul etmiyorsunuz öyle mi?" dediğimde sırıtışı genişlemişti.

"Tam olarak öyle. Doğru anlamışsınız beni. Bir kadınla kavga edecek değilim tahmin ettiğiniz gibi." dediğinde yumruklarımı iyice sıkmaya başlamıştım. Karşımdaki insan eğitilmez cahil bir şeytandı ve ona karşı duran tek kişi bendim. Neden kimse ağzını açıp da tepki vermemişti bu adama?

"Bir kadınla kavga etmeyi, onu güçsüz gördüğünüz için erkekliğinize yediremiyorsunuz ama sizden kat kat güçsüz, dilsiz ve savunmasız hayvanları öldürmeyi kendinize yakıştırabiliyorsunuz. Size baktığımda acıyorum. Gerçekten acıyorum."

Yüzündeki sırıtış silinmişti. Kaşlarını olağanca çatmış, derin derin nefesler alıyor, göğsü sinirden inip kalkıyordu. "Sizi ciddiye alıp cevap vermem bile zaman kaybı. Nefesimizi boşuna tüketiyoruz. Kararımdan vazgeçmeyeceğim. Bunu siz de çok iyi biliyorsunuz. Buradan uzak durun. Planımızı en kısa sürede uygulayacak ve buraya bir otel yapacağız."

"Ben barınağın bulunduğu araziyi satın alıp onu değerlendirmek istemenize karşı çıkmıyorum, farkında mısınız? Benim karşı çıktığım şey içerideki hayvanları uyutmak istemeniz. Bunun başka çözümleri de var." dediğimde bıktığını belli etmek istercesine kafasını yana eğdi. "Hayvanları başka barınaklara aktarabiliriz. Ben bu hayvanlardan sorumluyum. Bize bunun için fırsat verebilirsiniz."

"Bakın anlatamıyorum sanırım. Bizim başka barınaklardan onay bekleyecek vaktimiz yok. Uyutma işlemlerine hemen bu akşam başlanacak ve inşaatımız en kısa sürede tamamlanacak. Ve artık siz buradan sorumlu değilsiniz. Daha fazla nefesinizi tüketmeyin." deyip ardını dönüp aracına ilerlemeye başladığında sinirle ayaklarımı yere vurdum.

Ayağıma değen taşı fark ettiğimde sırıttım ve taşı yerden alıp Ateş'in omzunu hizalamaya çalışarak fırlattım. Taş istediğim yere isabet ettiğinde Ateş öfkeden kudurmuş şekilde bana doğru döndü, ardından tekrardan aracına doğru ilerlemeye başladı.

"Hayvanlara zarar vermene izin vermeyeceğim Ateş!" diye bağırdım ve ardıma döndüm. "Bu beni son görüşün değil."

Yokuşa tırmanırken derin derin nefesler alıyor, neler yapabileceğimi düşünmeye çalışıyordum. Sevda ve Levent'e danışacak o hayvanları oradan çıkarmanın bir yolunu bulacaktım. Göz göre göre o hayvanları katletmesine izin vermeyecektim. Sadist duygularını tatmin etmesine göz yummayacaktım. Nereden çıkmıştı bu Allah'ın cezası adam? Amacı neydi yani? O kadar arazi varken gelip gönüllüler tarafından açılan barınağın arazisini mi bulmuştu ruh hastası? Bu adamda bir şey vardı. Yani amacı arazi falan değildi. Arazi için hiçbir planı dahi yoktu! Hiçbir özelliği olmayan bir semte otel dikecekti öyle mi? Onu külahıma anlatsın! Konuştuklarımdan anladığım kadarıyla onun derdi arazi falan değildi. Tam bir hayvan düşmanıydı, kabul etse de etmese de öyleydi. Sonuçta derdi arazi olsaydı oradaki hayvanları öldürmeyi tasarlamak yerine başka bir barınağa sevk etmeyi uygun görürdü. Teklifimi değerlendirmeye gerek bile duymadan reddetmişti.

Derin bir iç çektim. Beynim kazan gibiydi.

Bir de şu rüya meselesi vardı! Nasıl bir bilinçaltım vardı bilmiyordum. Daha bugün gördüğüm o adamı aylardır rüyalarımda görüyordum ve bunun normal olmadığını hissedebiliyorum. Tanımadığınız bir insanı rüyanızda görmekti ne demekti? Bu rüyaların anlamı neydi? Çok saçmaydı, gerçekten saçma! Daha önce onunla karşılaşmadığıma emindim.

Sinirlerim biraz olsun yatışmıştı. Sakin kafayla düşünmem gerekiyordu. O hayvanlar için ne yapabilirdim. Levent ve Sevda ile bir an önce konuşup bir çıkış yolu bulmaya çalışacaktım. Hızlı adımlarla kliniğe gidiyordum. Kolumdan çekilip geriye doğru döndürülene kadar...

Tanımadığım bir adam tarafından kolumdan tutulup çekildiğimde korkuyla çığlık attım. Kolumu tutan adam hemen kolumu bıraktı. Panik olmuştu. Adamın yüzüne baktığımda onun Ateş'in ardında gördüğümü hatırladım. Kaşlarımı çatarak bir adım geriledim. Bunların hepsi manyaktı. Patronu laflarımı yedirememişti de ardımdan bunu mu yollamıştı?

"Özür dilerim, özür dilerim." dedi panikle. Panikten eli ayağına dolaşmıştı. "Sizi korkutmak istememiştim. Gerçekten özür dilerim. Bir şeyiniz var mı?"

Elimi kalbimin üzerine yasladım ve bir sorun olmadığını göstermek amacıyla tebessüm ettim. Samimiyetle uzaktan yakından ilişkisi olmayan bir tebessümdü bu. İyi olduğumu belli etmek içindi sadece. "İyiyim, bir sorun yok." dediğimde derin bir nefes aldı. Ateş'e nazaran daha kibar bir tipe benziyordu. Ama Ateş'in yanındaki bir insan ne kadar iyi olabilirdi ki? Çok fazla şey beklememek gerekirdi.

"Yine de özür dilerim. Sadece sizinle konuşmam gereken birkaç şey var. Bayağıdır peşinizden geliyorum ancak o kadar hızlı yürüyordunuz ki bir ara sizi gözden kaybettim. Ara sokağa girmişim de... Sonra sizi görünce bir daha kaybetmemek adına öyle panikle tutundum size." dedi nefes nefese kalmıştı. Neden benimle konuşmak istiyordu ki?

"Sizi Ateş Bey'in yanında görmüştüm değil mi?" diye sorduğumda başını salladı. "Benimle ne konuşmak istiyorsunuz peki? Patronunuz hırsını alamadı mı yoksa? Ya da onu basının önünde sıkıştırdığım için bedel ödememi falan mı istiyor?"

"Öncelikle ben Güntaç." dedi ve elini uzattı.

"Derin." dedim elini sıkarak.

"Memnun oldum Derin. Ateş benim patronum değil. En yakın arkadaşım." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Ateş'in arkadaşı neden benimle konuşmak istiyordu ki? "Şu an Ateş hakkında ne düşündüğünü tahmin edebiliyorum. Onun bir cani olduğunu düşünüyorsun. Bunları düşünmekte haklısın. Ben de Ateş'i desteklemiyorum bu konuda. Ama Ateş... Yani... Nasıl anlatsam bilemiyorum ama bunu keyfinden yapmıyor Derin."

"Benimle aynı düşünmenize sevindim. Arkadaşınızın yaptığı şey nereden bakılırsa bakılsın doğru değil." dedim kollarımı göğsümde toplarken. Güntaç başıyla beni onayladı. "Bunu yapmasının nasıl haklı bir sebebi olabilir? Ama sen de o da emin olsun buna engel olacağım."

"İşte ben de bunun için seninle konuşmak istiyordum. Sana yardım edeceğim, çünkü Ateş'in yapmak istediği şeyin doğru olmadığının farkındayım. O mantıklı düşünemiyor."

Başımı usulca salladım. Karşımdaki kişi merhametli ve daha mantıklı birine benziyordu. "Arkadaşın tam bir sadist." dediğimde onaylamadığını belirtmek için başını iki yana salladı.

"Öyle biri değil gerçekten Derin. Yani bu yapmak istediği şeye bakıldığında sadist gibi gözüküyor haklısın. Ama kendince sebepleri var." dediğinde sesli bir nefes bıraktım.

"Hayvanları katletmek istemesinin nasıl bir sebebi olabilir Allah aşkına Güntaç?" diye sorduğumda yüzünde gergin olduğunu anladığım bir ifade belirmişti. Kaşları hafifçe çatılmış, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Elini ensesine attığında tek kaşımı kaldırdım.

"Ateş bugün 97 yılında yaşanan bir olaydan bahsetti." dediğinde başımı usulca salladım. "O olayın ana kahramanı Ateş'ti Derin. Ateş bu barınakta kız kardeşini kaybetti."

Ne diyeceğimi bilmiyordum. Nutkum tutulmuştu. Bunun mümkün olacağını hiç düşünmemiştim. Ateş muhabirlere bu olaydan bahsederken bir an duraksamıştı ama hiç şüphelenmemiştim. "Şey... Ben bilmiyordum. Ama... Yine de çok saçma bu. Yani bildiğim kadarıyla bebek enfeksiyon kaparak vefat etmiş bunun hayvanlarla alakası yok. Yani yapmak istediği şey her halükarda çok saçma Güntaç."

"Elbette doğru değil. Ama olay medyaya yansıtıldığı gibi bir enfeksiyon kapması değil Derin. Ateş'in annesi Ateş'i ve kardeşi Zeynep'i bu barınağa bırakıp gitti. Onları orada ölüme terk etti. Ateş orada üç gün boyunca kardeşinin cesediyle hayvanların arasında bekledi. Ateş çok büyük bir travma geçirdi anlayacağın. Şimdi kalkıp ondan hayvanları sevmesini bekleyemeyiz. Hala bir takım psikolojik sorunlar yaşıyor, bu barınağın ortadan kalkmasına ihtiyacı var. Ama bu demek değil ki hayvanları öldürmesine göz yumalım." dedi elini cebine atarken.

Dedikleri karşısında şoka girmiştim. Hangi cani böyle bir şey yapabilirdi? Çocuklarını ölüme terk etmek de neyin nesiydi? Bu insanlık dışıydı. İçimde bir sıkıntı vardı. İşte bu yüzden her kadın anne olmamalıydı... Her erkeğin baba olmaması gerektiği gibi...

"Derin, Ateş iyi değil. Yani o yüzden ondan iyi şeyler bekleme. Al bu anahtarı gece hayvanları başka bir yere götür. Ben Ateş'e hayvanları istediği gibi uyuttuğumuzu söyleyeceğim." Anahtarları elinden aldım.

"Sen ciddi misin?" diye sorduğumda gülerek başını salladı. Minnettarca Güntaç'a gülümsedim. "Çok teşekkür ederim, bu yaptığını hiç unutmayacağım."

"Önemli değil, cesur kız. Tek isteğim Ateş bunu duymasın, gece yarısı bitir işi." dediğinde gülerek başımı salladım.

"Tamamdır." dediğimde kapşonlusunu başına geçirdi ve ufak bir el hareketiyle yanımdan uzaklaştı.

Hızlı adımlarla kliniğe ulaşmıştım. Güntaç sayesinde içim biraz olsun rahatlamıştı. Hayvanları başka yerlere aktarmak da zorlu bir süreçti ama ölmelerindense bununla uğraşamyı yeğlerdim. Bizimkilere bu olaydan bahsetmemeye karar vermiştim. Neticede halletmiş sayılırdım. Onları da panik etmeye gerek yoktu. Gece barınağa girecek hayvanları kliniğe nakil edecektim. Daha sonra onlara durumu izah ederdim.

"Günaydın Derin!" dedi Sevda kliniğe gelen kedi mamalarını bir kenara dizerken.

"Günaydın Sevda." diye karşılık verdim ve kendimi koltukların birine attım. Uzun ve yorucu bir sabah olmuştu. Hayvanlar için panik olmuştum, Ateş'in küstah tavırları karşısından sinirden kıvrılmıştım. Başım feci ağrıyordu. Kaşlarımı çok çatmış olmalıydım. Parmaklarımla alnımı ovuşturdum.

Nedense içimde Ateş'e karşı bir yumuşama oluşmuştu. Yaşadığı şey gerçekten kolay atlatılır bir şey değildi. Yaşadığı şeyler onu haklı çıkarmazdı ama bir miktar da olsa anlamamı sağlardı. Aklınca kız kardeşinin intikamını almaya çalışıyordu ama yanlış kişilerden almaya çalışıyordu. İntikam alacağı tek kişi annesiydi. Masum hayvanlar değildi. Hayvanları sevmemesini yaşadığı travmadan ötürü maruz görebilirdim ama öldürmeye çalışmasının elle tutulur hiçbir yanı yoktu.

Kardeşini orada kaybetmesi yüreğimin ezilmesine sebep olmuştu. Ben küçük yaşta annemin ölümünü kabul edemezken, onun küçük yaşında annesi tarafından ölüme terk edilmesi... Ne bileyim işte... İçim burkulmuştu.

Babam ben beş yaşındayken annem ve beni bir kadın uğruna terk edip gitmişti. Bunun üzerine annem artık dayanamamış intihar etmişti. Babam bunu öğrendiğinde geri dönüp beni almıştı ve yıllarca annemin ölümüne sebep olan iki insanla birlikte yaşamıştım.

Herkesin hikayesi farklıydı işte. Ben bu yaşadıklarım üzerine aşırı büyük travmalar atlatmıştım. Yıllarca psikolojik destek almıştım. Hâlâ da almaya devam ediyordum.

Şimdi düşününce kim bilir o ne yaşamıştı o olaydan sonra. Nasıl atlatmıştı? Daha doğrusu atlatabilmiş miydi? İnsanın canından bir parçasını öldürmeye kalkması da ne demekti? Bir anne bunu nasıl yapabilirdi? Dokuz ay karnında taşıdığı çocuğunu terk etmek bir yana nasıl öldürmek isteyebilirdi? Sağlıklı düşünebilen bir insanın yapabileceği bir şey değildi bu.

İçimdeki merak duygusuna engel olamayarak telefonumu cebimden çıkardım ve internet bağlantısını açıp, arama motorunu açtım. Parmaklarım klavyenin üzerinde gezindi.

"1997 Barınak Meselesi." Ara tuşuna bastım ve anında bir sürü sonuç karşıma döküldü. İlk başta çıkan sayfaya tıkladım ve metni okumaya başladım.

"Bir Küçük Barınak Meselesi...

Karan Holding'in kurucusu Ahmet Karan'ın kızı Zeynep Karan hayata gözlerini yumdu. Ahmet Karan üç ay önce ikinci kez baba olmanın mutluluğunu yaşamıştı. Kızının doğumu üzerine eşi Asya Karan'ı hediye yağmuruna tutmuş, kızı için evinde bir kutlama düzenlemişti. Ancak ünlü iş adamının mutluluğu uzun sürmedi. Üç aylık kızı Zeynep Karan, Asya Karan ve ilk çocukları Ateş Karan ile birlikte köpek sahiplenmek için gittikleri barınakta, hayvanlardan enfeksiyon kaparak hayata gözlerini yumdu. Acılı baba ve anne şu anlık suskunluklarını koruyorlar. Zeynep Karan cumartesi günü öğle namazına müteakip, zincirlikuyu mezarlığına defnedilecektir. Acılı aileye Allah'tan rahmet ve sabır dileriz."

İçim daralmıştı. Bu haberi daha önce defalarca okumuştum ama ilk defa kalbim bu kadar sıkışmıştı. Güntaç sayesinde olayın iç yüzünü öğrenmiştim ve bu üzücü olayı daha da dramatikleştirmişti. Aklım gerçekten almıyordu bir anne üç aylık bir çocuğunu ölüme terk etmek isteyecek ne yaşayabilirdi? Nasıl bir zihin yapısıydı bu? Anneliğe sığar mıydı? Ya da şöyle sorayım insanlığa sığar mıydı? Bu iki küçük çocuk hayvanların arasında aç susuz, soğukta karanlıkta üç gün boyunca ne yapmışlardı? Ateş bu travmayı nasıl atlatmıştı? Gerçi hiç atlatabilmiş gibi gözükmüyordu.

Sanki hiçbir derdim yokmuş gibi olayın iç yüzünü öğrenip canım sıkılmıştı. Çocuk doğurmakla anne, evlenmekle aile olunmuyordu işte. Olan hep çocuklara oluyordu. Masum ve hiçbir şeyden haberi olmayan çocuklar ödüyordu başarısız evliliklerin ağır bedelini. Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın ardına ittim.

Sayfayı biraz daha kaydırdığımda bir fotoğraf gözüme çarptı. Üzerinde kocaman Karan ailesi yazıyordu. Siyah beyaz bir fotoğraf karesiydi bu. Ahmet Karan kucağında bir bebek tutuyor objektife gülümsüyordu, yanında ise küçük bir oğlan çocuğu vardı. Ateş... Ahmet Karan her ne kadar gülümsese de bakışlarında tanıdık bir sertlik vardı. Kucağında tuttuğu bebeğin mutluluğu yüzüne yansıyordu ama bakışlarından ödün vermiyordu. Otoriter bir adam olmalıydı.

Ateş ise elinde büyük bir oyuncak araba tutuyor, objektife göz kırpıyordu. Saçları kaşlarını örtüyordu. Üzerinde çizgili bir gömlek vardı. Bir fotoğrafa ne kadar uzun süre bakılabilirse o kadar uzun süre bakmıştım. Bakışlarım Ateş ve kundaktaki bebek arasında mekik dokuyordu. Aklımda tek bir soru dolanıyordu.

Neden? Ne istemişti bu çocuklardan?

Ateş'in omzunda duran elin sahibine çevirdim bakışlarımı. Kıvırcık saçları ve siyah beyaz fotoğraf karesinden bile parlayan masmavi gözleriyle son derece katı bir bakış ile kameraya bakan Asya...

Kalbim sıkışmıştı, telefonum ellerim arasından kayıp yeri boylamıştı ben ise nefes alamıyordum. Titreyen ellerimi koltuğun kenarına sapladım. Gözlerim dolmuştu. Buna çok hazırlıksız yakalanmıştım. Defalarca bu haberleri okumama rağmen ilk defa bu fotoğrafla karşılaşmıştım. Kliniğe o sırada yeni giren Levent bana doğru adımladı.

"Derin iyi misin?"

Sertçe yutkundum ve bir fısıltı döküldü dudaklarımdan. "Asya!..."

---

Selam nasılsınız canlarım?

Hikaye nasıl gidiyor sizce?

Derin'i sevdiniz mi?

Güntaç hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ateş hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Derin hayvanları kurtarabilecek mi?

Sizce Derin'in yaşadığı şey mi (annesinin intihar etmesi) daha ağır yoksa Ateş'in yaşadıkları mı daha ağır?

Derin Asya'nın fotoğrafını görünce neden fenalaştı?

Sizi seviyorum.

Bölüm sınırı; +50 vote, +200 yorum.

Continue Reading

You'll Also Like

759K 44.8K 65
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
19.3M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
Zeynep By Jutenya_

General Fiction

554K 38.9K 34
Güzeller güzeli Zeynep... İki adam ve bir kadın. Afran'ın mutlu olmak istediği tek masal prensesi Zeynep'ti. Zeynep'in masalında aşık olduğu prens...
768K 44.1K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...