KÖRDÜĞÜM

By lalgonul

22.6K 3.4K 3.8K

İntikamın içine hapsolmuş bir aşk. Aşk mı daha güçlüdür intikam mı? Gitmek mi daha zordur kabullenmek mi? Aşk... More

ÖN DEYİŞ
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
BÖLÜM 20
BÖLÜM 21
BÖLÜM 22
23 ~ SON
24 • VEDA •

BÖLÜM 1

2.5K 216 1K
By lalgonul

Başladığınız tarihi ve saati yazmayı unutmayın.💞

"Öfkeyi getiren şey acısı değil miydi?"

'''

Balkonda güneşin doğuşunu izlerken aklında olan tek şey oğluydu. Bu zamana kadar hayat ona hiç adil davranmamıştı. En sevdiğini elinden almıştı. Ama ona verdiği bir evlat sanki bütün yaralarına kefaret olmuştu. Mirza bey sehpada duran çaydan bir yudum daha alacaktı ki oğlu esneyerek girdi içeri. Babasının yanaklarından öpüp yanına oturdu.

"Günaydın babam."

"Günaydın oğlum. Nasıl geçti nöbet?"

"Uykusuz, çokta yorgunum valla babam. Selam vereyim dedim. Direkt yatmaya gidiyorum." dedi gülümseyerek Muhammed Emin.

Muhammed Emin babasıyla birlikte iki kişilik kocaman bir aileye sahipti. Onun için önemli olan tek kişi babasıydı. Sadece babası değildi Mirza bey. En yakın arkadaşı, annesi, sırdaşıydı. Her zor anında yanında olurdu babası. Biraz üzülse babası onun gözlerinden anlardı üzüntülü olduğunu. Şifa olmadan rahat etmezdi. Bu dünyada ki tek ve en büyük armağanıydı.

Muhammed Emin'in balkondan içeri girmesiyle telefonunu çıkarıp kardeşini aradı Mirza Bey. Uzun süredir aklında olan bir durumu artık açıklığa kavuşturması gerekiyordu. Bir kaç kez çalmıştı ki açıldı telefon.

"Abim bu saatte aramazdın sen hayırdır bir şey mi oldu?"

"Bir şey yok Mustafa Kemal sakin ol. Evdeki defterlerimi buraya yolla. Artık Muhammed Emin'in gerçekleri öğrenme vakti geldi. " dedi Mirza bey otoriter ses tonundan bile endişeli olduğu hissediliyordu. Yapacağı şeyin doğru olduğuna emindi ama doğru zaman mıydı ona emin değildi Mirza bey.

"Abi sen ne diyorsun? Emin misin?"

"Daha fazla saklayamam. Ona haksızlık yaptığımı düşünüyorum Mustafa Kemal. Beni her şeyden çok seviyor."

"Sen onun babasısın abi. Bu çok normal değil mi?"

"Beni hayatının merkezine koymuş Mustafa Kemal. Eğer bana bir şey olursa oğlum hayata küser. Tutunacak dalı kalmaz."

Mirza bey eliyle şakaklarını sıkıp balkonda ileri geri yürümeye başladı. Hayat ona da oğluna da adil davranmamıştı. Kendisi ne kadar sevgiyle büyütmeye çalışsa da yaralıydı oğlu. Annesinin onu terk ettiği günü zihninden silemiyordu. O gün öyle bir düşmüştü ki yıllar geçmiş olmasına rağmen hâlâ o çukurda yanan canının acısını unutamamıştı.

Oğlu o günden sonra daha sıkı bağlanmıştı kendisine. Korkuyordu. Bir gün babasının da onu bırakıp gideceğinden korkuyordu. Muhammed Emin her ne kadar hissettirmemeye çalışsa da Mirza bey hissediyordu.

"Allah korusun abi sen daha genceciksin. Yapma böyle kendini boşa üzme." dedi Mustafa Kemal bey abisine bir şey olma ihtimali bile onu korkutmuştu.

"Benim kararım kesin Mustafa Kemal sen yolla defterleri. Oğluma tutunacak bir dal vereceğim." deyip telefonu kapattı Mirza bey.

Hiçbir sır sonsuza kadar gizli kalmaz. Ne kadar ertelersen ertele gün gelir kafesten kaçmış bir kuş gibi bağıra bağıra çıkar karşına. Mirza bey yıllarca oğlunu kaybetme korkusuyla saklamıştı sırrını. Bu oğluna yaptığı en büyük haksızlıktı belki de. Bir kuşu sırf sevdiğin için kafese mahkum etmeye hakkın yok. Eğer kuş seni seviyorsa ne kadar uzağa giderse gitsin elbet bir gün geri döner. Ne kadar zor olsa da şimdi Mirza bey için kuşunu özgür bırakma vaktiydi.

Muhammed Emin başucundaki alarmın çalmasıyla gözlerini açtı. Öğlen olmak üzereydi. Elleriyle yüzünü sıvazlayıp yataktan çıktı. Kendine gelebilmesi için duş alması şarttı. Duşunu aldıktan sonra mutfağa geçti her zamanki gibi kahvaltısı masada hazırdı. Nöbetten her döndüğünde uykuda kalkınca kahvaltısını masada hazır bulurdu.

Nemli bal rengi saçlarını elleriyle geriye doğru itip cezveyi çıkardı. Kahvaltıdan önce babasıyla kahve içiyorlardı. İki sade kahve yaptı ve balkonda oturan babasını çağırdı. Oğluyla birlikte mutfağa geçip masaya oturdu Mirza bey. Artık bir rutin haline gelen kahvelerini içtikten sonra oğlu kahvaltısını yapıp bulaşıkları makineye kaldırdı.

"Oğlum şöyle yanıma otur seninle konuşacaklarım var." eliyle mutfak masasını işaret etti Mirza Bey. Defteri vermeden önce oğlunu bu ağır sırra alıştırması gerekiyordu. Muhammed Emin bulaşık makinesini kapatıp babasının yanına oturdu.

Babasını hiç böyle derin düşüncelere dalmış bir şekilde görmemişti. Anlıyordu onun canını sıkan bir şeyler vardı. Endişeyle konuşmaya başladı. "İyi misin baba? Ne oldu bir yerin mi ağrıyor? Hastaneye gidelim mi?"

"Sakin ol oğlum iyiyim." dedi Mirza bey oğlunun masanın üzerinde olan elinin üzerine elini koydu. "Bak oğlum sen beni çok seviyorsun, hayatının merkezine koymuşsun. Benden başka kimse yok gibi davranıyorsun.."

Muhammed Emin şaşkınlıkla dinliyordu babasını. Zaten öyle değil miydi? Bu hayatta babasından başka kimsesi yoktu ki. Bütün hayatını ona göre planlamıştı. Aslında o polis olmayı değil konservatuar okumayı istiyordu ama her ne kadar babası tercih senin dese de babasının gönlünden geçen mesleğin polislik olduğunu bildiği için polisliği tercih etmişti Muhammed Emin. Asla da pişman olup üzülmemişi çünkü babasının mutluluğu ona yetiyordu.

"Zaten öyle baba benim senden başka kimsem yok ki." dedi tek bir an düşünmeden. Ela rengi harelerini babasına sabitlemişti.

"Annen... "

"Benim annem öldü baba." dedi Muhammed Emin dudaklarını ısırıp gözlerini kaçırarak.

"Yapma böyle oğlum o güzel kalbine nefreti koyma. Gel beni dinle anneni bulalım konuşun sarılın..."

Elini babasının elinden hızla çekip ayağa kalktı Muhammed Emin. Öfkesi gözlerinden bile okunuyordu. "Baba sana ne oluyor Allah aşkına? O kadın sadece beni değil seni de terk etti. O kadın başka bir adam için ikimizi de bırakıp gitti. Sen unuttun belki ama ben bize yapılanı unutmadım."

Muhammed Emin ceketini alıp çıktı evden. Babasını kırmak en son isteği bile olamazdı ama biraz daha orada kalırsa babasının kalbini kırabilirdi. Arabasına binip karakola doğru sürdü. Kalbindeki tek siyah lekeydi annesi. Bu hayatta nefret ettiği tek kişiydi. Gözlerinden firar eden iki damla yaşı hızlıca sildi. O giderken bir damla yaş bile dökmemişti. "Senin için en doğrusu babanla kalman Muhammed Emin." demişti. Oysa çocuktu o anneye de babayada muhtaç bir çocuk. Neden ikisiyle de yaşayamıyordu ki? Neden diğer çocukların aileleri gibi olamamışlardı?

Karakolun önüne geldiğini fark etmesiyle arabayı park edip içeri geçti. "Niye geldin oğlum bugün izinlisin? İşkolik mi oldun lan? " diye sordu arkadaşı Samet.

"Kafam bozuk Samet hiç bulaşma bana." kafasını bile çevirmeden hızlı adımlarla odasına gitti Muhammed Emin. Öfkesine iyi gelen iki şey vardı bu hayatta babasının yanı ve işi. Şimdi öfkesinin sebebi babası olduğu için tek çare kalıyordu. Çalışmak...

🪢

Başındaki örtüyü düzeltip adımlarını hızlandırdı. Buraya defalarca gelmişti ama ilk kez bu denli heyecanlıydı. Mutlu haberi ilk annesine verecekti. Zaten öyle sevincini paylaşacak çok kişi yoktu. Bir annesi birde halası. Babası da vardı ama bu haber onun pek sevineceği bir haber olmazdı.

Annesinin yanına yetiştiğinde çöküp oturdu. Soğuk mezar taşını okşayıp gülümsedi. Herkes annesinin gömüldüğünü söylüyordu ama doğru olan bu değildi. Asıl kendisi sonsuz bir karanlığa gömülmüştü. Daha on yaşındaydı annesi onu karanlığa hapsedip gittiğinde.

"Başardım anne kızınla gurur duyabilirsin. Bak bu diplomam kızın artık üniversite mezunu. Ahh be annem ne yapsam da sana hak veremiyorum. Yapamaz mıydın, kızın için yaşayamaz mıydın? Tek çözüm ölüm müydü yani? Anlayamıyorum anne özür dilerim ama anlayamıyorum. Ben anlasam on yaşında bir başına kalan çocukluğuma anlatamıyorum."

Gözlerine dolan yaşları hızla sildi. Bugün ağlamak istemiyordu. "Bugün çok mutluyum ama onu bile tam yaşayamıyorum. Anne ben on yaşımdan beri her şeyi yarım yaşıyorum."

Başını mezar taşına yaslayıp öylece bir kaç dakika durdu. Annesine yaslanmış gibi huzurla doluyordu kalbi buraya her geldiğinde. Bakışları kolundaki saate takıldığında otobüs saatine az kaldığını fark etti. Duasını edip çıktı mezarlıktan.

Hızlı adımlarla otobüs durağına geldiğinde hemen önünden otobüsün kalktığını gördü. Peşinde koştu ama yetişemedi. Bir sonraki otobüs yarım saatten önce gelmezdi. Döndüğünde babası evdeyse uyduracak bir yalanı düşünmesi gerekiyordu. Yavaş adımlarla gelip otobüs durağına oturdu.

Babasından gizli okumuştu üniversiteyi. Dört yıl boyunca gizlice açıktan aşçılık fakültesini okumayı başarmıştı ama son gün otobüsün kaçacağı tutmustu. Bütün aksiliklerin onu bulması şart mıydı? Okuması o kadar da zor olmamıştı doğrusu. Babası o kadar ilgisizdi ki kendisine karşı eve doğru dürüst uğramazdı bile. Dört yıldır bir gün olsun fark etmemişti kızının neler yaptığını. Çünkü görmek, ilgilenmek dahi istemiyordu. Babaydı işte öyle orada varlığı belli olan bir kişiden ibaretti.

Annesi ölüydü ama Asi için çok daha fazla vardı. Anne demek Asi için geceleri masal okuyan, düştüğünde en önce el uzatan, bakışlarında bile şefkat barındıran bir kadın demekti. Baba demek ise; bayramda elini öptürür, hastalanınca günler sonra 'Nasıl oldun?' diye sorar. Buraya gidilmeyecek, bu kıyafet bir daha giyilmeyecek diye binlerce yasak koyan bir adamdı.

Düşüncelere dalmışken durağa bir taksi yanaştı şoför camı indirip kafasını uzattı ve "Asi hanım siz misiniz ?" diye sordu.

"Evet benim." dedi Asi şaşkınlıkla ayağa kalkarken.

"Buyrun sizi gideceğiniz yere kadar götüreceğim."

"Ama ben...."

"Merak etmeyin ücreti ödendi. Ödeyen kişi koruyucu meleğinizmiş"

Asi taksiye binmek zorundaydı daha fazla geç kalırsa babası durumu fark edecekti. Bugünü mutlu bitirmek istiyordu hiç babasının bağırışlarını çekecek halde değildi. Taksi ilerlerken düşüncelere daldı. Yıllardır bu gizemli meleğinin kim olduğunu bulamamıştı. Her zor durumda kaldığında ona bir el yetişiyordu. Bir kaç yıl önce eline geçen mektup olmasa peşindekinin bir sapık olduğunu düşünebilirdi.

"Ben senin koruyucu meleğinim yavrum nedenini sorma şunu bil ben hep arkandayım ve eğer zor durumda kalırsan aşağıdaki numarayı ara seni çok seviyorum yavrum kendine dikkat et sen bana önce Allah' ın sonrada annenin emanetisin." yazıyordu ama bu kişi kendisini hep gizliyordu defalarca ona ulaşmaya çalışmıştı ama başaramamıştı. Annesi cennete giderken bile onu düşünmüştü demek ki. Annesinin aklına gelmesiyle gözleri doldu annesini kaybettiği gün dün gibi aklındaydı. Şoförün sesiyle kendine geldi Asi eve yetişmişlerdi.

🪢

Muhammed Emin işlerle meşgul olduğu için biraz daha sakinleşmişti. Odasında önündeki dosyaya dalmışken Mert girdi içeri. Mert onun çocukluktan en yakın arkadaşıydı. Elindeki suyu sehpaya indirip oturdu.

"Abi inanmayacaksın bugün başıma ne geldi."

"Anlatma." Muhammed Emin bakışlarını dosyadan kaldırmadan konuştu.

Mert Muhammed Emin'den böyle bir tepki beklemediği için hayretle konuştu. "Nasıl?"

Muhammed Emin önündeki dosyayı kapatıp dirseklerini masaya koydu. Bir gram duygu barındırmayan bakışlarını Mert'e sabitledi. "Maden inanmayacağım anlatmana ne gerek var? " dedi bakışlarının aksine dudakları tebessümle kıvrılmıştı Muhammed Emin'in.

"Çok komik." Mert Muhammed Emin'in şaka yaptığını anlayınca rahatlamış bir şekilde koltuğunda geriye doğru yaslandı.

"Madem komik gül o zaman." dedi Muhammed Emin en sevdiği aktiviteydi Mert'i kızdırmak.

"Anlatmıyorum bir şey abi." Mert sahte bir kızgınlıkla ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Adımlarını olabildiğince yavaş atıyor Muhammed Emin'in kendisini döndürmesini bekliyordu.

"Tamam lan şaka yaptık gel buraya hadi anlat ne oldu?"

Mert Muhammed Emin'in huyunu bildiğinden uzatmadan elini kapıdan çekip yerine oturdu. Yaşadığı olayı heyecanlı bir şekilde ayrıntılarıyla anlattı Muhammed Emin'e. Onlar koyu bir sohbete dalmışken kapı açılıp bir polis memuru girdi içeri.

"Komiserim şüpheliyi sorguya aldık."

Muhammed Emin başını tamam anlamında eğip ayağa kalktı elini masaya vurup gözlerini sanki şüpheli karşısındaymış gibi kapıya dikti. "Hadi Meto gidip alalım ifadeyi."

Muhammed Emin ve Mert yarım saattir sorgu odasına konuşmamakta ısrar eden şüpheliye baktı.

"Abi adam ısrarla konuşmuyor." dedi Mert bıkkınlıkla. Yarım saattir konuşturmak için uğraşıyorlardı ama adam tek kelime etmiyordu.

"Madem konuşmuyor o zaman dilini keselim Meto." dedi Muhammed Emin öfkeyle kararmış gözlerini bir an olsun şüpheliden çekmiyordu.

"Böyle bir şeyi yapamazsınız" dedi şüpheli belli etmemeye çalışsada korkmuştu.

Adamın cümlesi bitmesiyle Muhammed Emin gırtlağına yapıştı. Dişlerinin arasından öfkeyle bağırdı. "Yapamam mı? Duydun mu Meto bana yapamazsın diyor."

Mert, Muhammed Emin'i çok iyi tanıyordu öfkesi söz konusu olduğunda gözü dönüyordu her şeyi yapabilirdi. Mesleğinin yanması da alacağı ceza da umrunda olmaz yakardı her şeyi. Endişeyle Muhammed Emin'in kolunu tuttu.

"Abi yapmayacaksın değil mi ? Mesleğinden olursun abi saçmalama."

Kaşlarını çatıp öfkeden sıktığı dişlerinin arasından konuştu Muhammed Emin. "Doğru değmez ama seni öyle bir yere yollarım ki dilimi kesin diye yalvarırsın."

Adam korkusundan neredeyse bayılmak üzereydi. Karşısında ki kişi düpedüz deliydi. Hâlâ boğazını sıkıyordu. Biraz daha konuşmazsa nefesi kesilecekti.

"Ben yaptım tamam kabul ediyorum. Çok pişmanım, ben onu seviyorum."

"Kes sesini köpek sevgi bu mu lan? Pis ağzına sevgi lafını alma sakın seven adam sevdiğine tecavüz eder mi lan? İfadesini de imzalatıp gönderin bunu elimde kalacak yoksa zorluk çıkardı diye de not edin cezasında hiçbir indirim olmasın."

"Ama ben pişmanım diyorum duymuyor musunuz ?"

"Yooo ben duymuyorum sen duyuyor musun Meto?" Muhammed Emin Mert'e öyle bir bakıyordu ki korkusundan iki kulağının da sağır olduğuna yemin edebilirdi Mert.

"Hayır abi bende duymuyorum."

"O halde sorun yok dediğimi yap." deyip kapıya doğru yürümeye başladı Muhammed Emin. Kapının önüne gelince Mert'i eliyle yanına çağırdı. "Bugün izin günümdü zaten eve gideceğim. Sabah babamın kalbini kırdım biraz, onun gönlünü yapayım. Burası sende"

"Tamam abi gerisi bende sen endişe etme."

🪢

Mirza bey salonda gazetesini okurken kapı çaldı. Muhammed Emin dönmeden adamların gelmiş olmasına şükür ederek açtı kapıyı. Adamlar mahalleye yetişince aramışlardı kendisini bu yüzden kimin geldiğini biliyordu. Mustafa Kemal beyin adamları vardı. Elindeki koliyi kapıdan içeri indirip tekrar kapının ağzına çıktı ve konuşmaya başladı en önde duran adam.

"Mustafa Kemal ağa yolladı bizi ağam. Bu koliyi size vermemizi istedi."

"Sağolun geçin bir yemek yiyin."

"Sağol ağam biz geri döneceğiz. Bir emrin yoksa gidelim biz. "

"Yok Allaha emanet olun."

Mirza bey koliyi alıp girdi içeri. Odasına geçip koliyi açtı defterleri, fotoğrafları bütün anları duruyordu. Buruk bir tebessüm edip kapattı koliyi. Bütün hayatı bu kolinin içindeydi. Gözlerini kapatıp Muhammed Emin'i ilk kucağına aldığı anı hayal etti. Oğlunu ilk kokladığında "Ben dünyanın en şanslı adamıyım." diye mırıldanmıştı Mirza bey. Çok acı çekmişti. Kalbi viran haldeydi ama oğlunu kucağına aldığı an her şey silinip gitmişti. Eşi Hülya hanım onları bırakıp gideceğini söylediğinde aklına gelen ilk şey oğlu olmuştu. Öyle çok korkmuştu ki onu da beraberinde götürecek diye.

Mirza bey düşüncelere öyle dalmıştı ki çalan telefonu bile son anda fark etti. Mustafa Kemal arıyordu.

"Abi adamlar aradı almışsın koliyi ne yaptın?"

Mirza bey kolinin kapağını kapatıp ayağa kalktı. Odasındaki pencerenin önüne gidip bakışlarını gökyüzüne çevirdi. "Ben yapamayacağım Mustafa Kemal. Oğlum bunları duyarsa yıkılır. Ben oğlumu kendi ellerimle öldüremeyeceğim. En azından şimdilik yapmayacağım. Bir yuvası olsun kalbine sevda düşsün sonra anlatacağım."

"Sen en doğrusunu bilirsin abi."

"Bu hafta sonu memlekete geleceğim haberin olsun." dedi Mirza bey. İstanbul'da yaşasa da sık sık gidip gelirdi memleketine.

"Hoş geldin sefa geldin abim."Mirza bey telefonu kapatıp kolinin yanına gitti eğilip tekrar açacaktı ki kapının sesini duyunca hızla kapatıp dolaba yerleştirmek için kucakladı.

Muhammed Emin içeri girer girmez babasına seslendi ama cevap alamadı. Kapıyı ayağıyla kapatıp salona girdi, babası yoktu. Elindeki paketi mutfağa indirip babasına bakmak için balkona çıkacaktı ki babası girdi mutfağa. Hiçbir şey söylemeden sıkıca sarıldı oğluna. Omzuna hafifçe vurup aralarında biraz mesafe bıraktı ve konuşmaya başladı Mirza bey.

"Yaşlanıyorum ben artık yaşlandıkça da huysuzlaşıyorum, idare edeceksin. Seni üzeceğimi bile bile o konuyu açmamalıydım. Nefret olmasın istedim kalbinde ama ne olursa olsun bunu senden istemeye hakkım yok. Bu hayat senin bu kalp senin. Affedemiyorum baba diyorsan bana kabul etmek düşer. Özür dilerim."

"Ne olursa olsun sana sesimi yükseltmemeliydim, özür dilerim baba."

"Künefem nerede? Ne bakıyorsun şaşkın şaşkın? Gönlümü almak için künefe almadın mi? "

"Aldım da... "

"Babalar evlatlarını tanır. Hadi servis et soğumadan yiyelim." dedi Mirza bey tebessüm ederek bu sırada mutfak masasına oturmuştu.

Muhammed Emin önce banyoya gidip elini yüzünü yıkadı. Mutfağa girer girmez hızlıca künefeyi servis edip babasının karşısına oturdu.

"Memleket kokuyor bu tatlı memleket." dedi Mirza bey lokmasını ağzına atarken.

"Baba Hatay'ı bu kadar çok sevdiğin halde neden geri dönmeyi düşünmedin?"

Mirza bey elindeki çatalı tabağın kenarına indirip bakışlarını oğluna sabitledi. "Ben Hatay'ı sevdim evladım hemde çok sevdim. Fakat Hatay beni sevmedi. Saçma gelecek belki ama o şehir benimle düşman sanki. Belki de sevdiğimi aldı diye böyle düşünüyorum bilmiyorum ama seni de elimden alır diye korkuyorum."

"Beni senden kimse alamaz babam. Neyse sen sıkma canını hadi tatlımızı yemeye devam edelim." Muhammed Emin tabağın kenarındaki çatalını alıp babasının doğru uzattı.

Mirza bey tebessüm edip oğlunun uzattığı çatalı aldı ve tatlısını yemeye devam etti. Sessizce tatlılarını yemeye devam edeli bir kaç dakika olmuştu ki Mirza bey sessizliği bozdu. "Oğlum hafta sonu memlekete gideceğim."

"Baba bu sıralar izin almam mümkün değil. Bekleseydin bir kaç gün sonra birlikte giderdik."

"O zaman ben senin yerine yiyeceğim içli köfteleri, börekleri."

"Baba bak sakın geçen seferki gibi fotoğraf atayım deme hatta gitme bir kaç gün bekle birlikte gideriz."

"Yok oğlum ben kestim bile biletimi." dedi Mirza bey başına geleceklerden habersiz.

Sahi bilseydi yinede gider miydi oraya? Elbette gitmezdi böylece yaşanacak kötü günler de yaşanmazdı ama hayat imtihanlar diyarıydı işte insan ne yaparsa yapsın olacakla öleceğe çare bulamazdı.

Peki Muhammed Emin bilse gönderir miydi babasını? Elbette göndermezdi. Gerekirse önünde yatar, ayağına kapanır belki de eve hapseder ama yine de engel olurdu gitmesine. Kader gayrete aşıktır derler, kaderin kendi elinde olduğunu çabayla değiştirebileceğin anlamına gelir bu. Doğrudur da kaderin her ne kadar yazılı olsa da değiştirmek senin elindedir, gidişatını belirten senin seçtiğin yollardır. Fakat bazı şeylerin değişmesi mümkün değildir. Kaderde yazılmıştı, Mirza bey gidecekti. Herkesin hayatını tepetaklak eden o gün yaşanacaktı.

🪢

Babası gideli üç gün olmuştu. Bugün de evde huzur yoktu, sıcak yemek yoktu belli ki en iyisi Meto'ya gitmek diye düşündü Muhammed Emin, odasında otururken. Son yıllarda hayatı yolunda gidiyordu. Komiser olmuştu babasıyla da sorunsuz giden bir ilişkileri vardı tek sorunları Muhammed Emin'in bekarlığıydı. Hiç düşünmüyordu evliliği.. En güvendiği kadın onu bir başına bıraktığından beri aşık olmak bir kadına güvenip, bağlanmak ona çok uzaktı.

Onun tek ailesi babasıydı. Babasını defalarca üzmesine rağmen babası bugüne kadar bir kez bile kırmamıştı Muhammed Emin'i. Hiç uzun süreli ayrılık yaşamamışlardı. Muhammed Emin nereye gitse Mirza bey de en fazla on gün sonra ardından gelirdi. Askerliği bitene kadar aynı şehirde ev tutmuştu Mirza bey. Koskoca adam olmuştu ama babası hâlâ onu dizinde yatırır saçlarını okşardı. Çok seviyordu Muhammed Emin'i, çok güzel seviyordu Mirza bey.

Bal rengi saçlarını eliyle dağıtıp tebessüm etti. Henüz gideli üç gün olmasına rağmen deli gibi özlemişti babasını. 'Bebek misin oğlum? Babamı istiyorum diye ağla birde tam olsun.' dedi iç sesi. Ağlardı. Utanmaz çocuk gibi ağlardı. Üç yıl önce babası memlekette bir ay kalınca nasıl ağlamıştı telefonda dönmesi için, bugün olsa bugün yine ağlardı.

Muhammed Emin öfke problemi olan birisiydi. İki aydır psikolojik destek alıyordu. Buna bile babası ikna etmişti. Babası olmasa asla kabul etmezdi tedavi olmayı. Ona doğru yolu gösteren, elini hiçbir zaman bırakmayan, dağ gibi ardında duran, her koşulda destek olan, sevmeyi, hayatı öğreten tek kişiydi.

İki kişilik kocaman bir aileydi onlar.

Masasında çoktan soğumuş kahvesinden bir yudum alınca yüzünü buruşturdu. Kahve buz gibi olmuştu. Fincanı masaya indirip telefonunu cebinden çıkardı sesini bile özlemişti babasıyla konuşması gerekiyordu. Tam tuş kilidini açacaktı ki telefonu çaldı babası arıyordu.

"Babam nasılsın?" telefonunu açar açmaz hasretle konuştu Muhammed Emin.

"İyiyim oğlum sağolasın sen nasılsın ne yapıyorsun?"

"Ben çalışıyorum baba aynı sen anlat amcamlar nasıl iyiler mi?"

"Çok şükür hepsi iyi selamları var bir daha mutlaka beraber gelin diyor amcan."

"Vala iyi olur babam çok özledim uzun zamandır gitmiyorum."

"Şimdi nereden dönüyoruz biliyor musun? Antakya Miras Künefe"

"Şaka yapıyorsun." Muhammed Emin dudağının kenarını ısırıp gözlerini kapattı. Künefenin hayali bile aklını başından almaya yetmişti.

"Vala gayet ciddiyim oğlum buralara kadar gelmişken yemesem olmazdı. Hatta bak seni mahrum etmemek için fotoğraf bile attım sana." dedi Mirza telefondan bile belli oluyordu gülüşü. Muhammed Emin'in en sevdiği mekandı orası her gittiğinde oraya uğramadan terk etmezdi Hatay'ı. "Neyse oğlum benim işlerim var görüşürüz. Çok dikkat et kendine. Yemek yememezlik yapma bak. İşlere dalınca kendini bile unutuyorsun."

"Tamam baba çocuk muyum ben?" dedi Muhammed Emin yalandan sitemle. Babasının onunla böyle bebek gibi ilgilenmesi çok hoşuna gidiyordu.

"Evet çocuksun tabi. Benim gözümde hiç büyümeyeceksin. Muhammed Emin lafı değiştirme bak her gün her gün dışardan yeme sakın mutfağa geç miden sıcak yemek görsün. Sen benim kıymetlimsin unutma senin canın bir acısa benimki bin acır."

"Tamam babam söz dikkat edeceğim kendime. Aklın geride kalmasın. Sende dikkat et kendine çünkü sende benim en kıymetlimsin."

"Görüşürüz oğlum."

"Görüşürüz babam."

Mirza bey telefonu kapatmasıyla bakışlarını camdan dışarı çevirdi. Bir an önce gerçekleri anlatacağım diyordu ama aynı zamanda da çok korkuyordu. Muhammed Emin'in gerçekleri öğrendiğinde kendisini terk etmesinden çok korkuyordu. Üç günde özlemişti oğlunu uzun süreli ayrılığa asla dayanamazdı.

Araba yolda normal bir hızla ilerlerken birdenbire "Durdur arabayı." dedi şoföre Mirza bey. Araba durunca kafasını arkaya doğru çevirip kardeşine açıklama yaptı. "Ben burda ineceğim Mustafa Kemal siz gidin."

"Yapma abi, unut artık yıllar oldu yapma böyle. Bir gün başına bir şey gelecek diye çok korkuyorum." dedi Mustafa Kemal sesinden bile endişesi belli oluyordu. Abisi her geldiğinde aynı tartışma yaşanıyor ama her seferinde abisi galip geliyordu.

"Korkma kimseye görünmüyorum zaten."

"Ben de geleyim o zaman."

"Mustafa Kemal hadi eve git geleceğim geç kalmayacağım söz." ses tonundan bile itiraz kabul etmediği belliydi Mirza beyin.

Mustafa Kemal ne kadar istemese de abisini yol kenarında bırakıp kendisi eve gitti. Sadece bir kaç saat sonra bu yaptığı için pişman olacağını bilmeden. Mirza bey bir telefon görüşmesi yapıp kimseye görünmemek için ormanlık yoldan gideceği yere doğru ilerledi.

🪢

Muhammed Emin çıkmak için hazırlanırken öğleden bellidir ara ara sıkışan kalbi tekrar sıkıştı derin nefes alıp masadaki suydan içti ama sanki kalbine birisi bıçak saplıyor gibiydi. İçinde anlamlandıramadığı kötü bir his vardı. Babasını aradı telefonu defalarca çaldı ama açan olmadı. Telefonunu cebine koyup çıktı odasından. Çıkışta Meto'ya rastlayınca ona gideceğini hatırlayabildi.

"Abi nereye böyle bize gitmiyor muyuz?"

"Unutmuşum neyse hadi gidelim."

Arabalarına binip Mert'in evine doğru sürdüler. Yetiştiklerinde Elif hanım kapıda karşıladı onları. "Hoşgeldiniz oğlum nasılsınız?"

"Hoşbulduk Elif teyzem vala kurt gibi açız." dedi Muhammed Emin gülümseyerek.

"Yaramaz seni insan önce bir hal hatır sorar."

"Onu da sorarız merak etme sen yemekte ne var onu söyle."

"Brokoli yaptım size."

"Meto size afiyet olsun ben yalnızlığımı da alıp evime gidiyorum."

Muhammed Emin tam arkasını dönmüştü ki "Ama yanında mantı da var " dedi Elif Hanım.

"Elif teyzem o nasıl bir ikili ya?" Muhammed Emin tekrar önünü dönüp ayakkabılarını çıkarmaya başladı.

"Brokoli benim için diyetteyim."

"Bugünün pazartesi olduğunu unutmuşum kusura bakma." dedi Muhammed Emin gülerek.

"Şimdi dayak geliyor, seni eşek sıpası seni." Elif hanım ayağındaki terliği Muhammed Emin'e fırlatmıştı ki Muhammed Emin ışık hızıyla içeriye koştu.

Ellerini yıkayıp hemen masaya oturdular. Bugün işler çok yoğun geçmişti. Öğlen yemeği yemeye fırsat bulamamışlardı, Mert'te Muhammed Emin de çok açtı. Muhammed Emin yemek yediği sırada telefonu çaldı. Kaşığını diğer eline alıp aceleyle telefonunu cebinden çıkardı. Babasını en son aradığında açmamıştı muhtemelen oydu.

"Amcam arıyor kesin yine bir mekana gittiler babamla beni kıskandıracaklar." elindeki telefonu gülümseyerek Elif hanım ve Mert'e doğru salladı ve cevapladı telefonu Muhammed Emin.

Birdenbire elindeki kaşık düştü alt dudağını ısırmaya başladı şu an duyduklarının kabus olması için her şeyini feda edebilirdi. Kalbinin sıkıştığını hissetti, nefes alamıyordu. Yaşadığına emindi ama nefes alamıyordu. Telefon elinden düşmüştü ama o farkında bile değildi.

"Abi neyin var?"

"Oğlum ne oldu? Korkutma bizi..."

Vücudunun zangır zangır titrediğini hissetti. Elif hanım ve Meto telaşla bağırıyorlardı. Yüzünde su hissetti. Kendine gel diyorlardı. Cevap ver bize oğlum diyordu Elif hanım. Korkuyoruz diyordu. O da korkuyordu. Az önce duyduklarının bir kabus olmamasından çok korkuyordu.

İki kişilik ailesinin bile dünyaya çok gelmiş olmasından korkuyordu.

Onları duyuyordu ama konuşamıyordu. Bir türlü cümle kuramıyordu. Sanki beyni işlevini yitirmişti. Sonra çenesinde bir ıslaklık hissetti parmağıyla dokunduğında farkında olmadan ısırdığı dudağının kanadığını anladı. Peki neden acıyan kalbiydi? Ya da kalbi acırken neden dudağı kanıyordu? Mert ve Elif hanımın şaşkın bakışlarına aldırmadan hızla ayağa kalktı. Sussun istiyordu. Kafasında ki ses bir an önce susmalıydı. Bir tekmeyle masayı yerle bir etti. Öfkesi mi daha fazlaydı acısı mı? Sahi öfkeyi getiren şey acısı değil miydi zaten?





***
Eleştirilerinizi bekliyorum iyi ki varsınız ve hep olun 🌸💜😘

Continue Reading

You'll Also Like

35.1K 5.4K 67
DÜNYA'NIN 6 KELİMELİK EN KISA ÖYKÜSÜNÜN BİR GÜN BAŞINA GELECEĞİNİ BİLEMEZDİ
1.2K 421 6
AŞK. VEFA. İNTİKAM.... Hangi duygu daha ağır basa bilir bir kadının gönül terazisinde.?? Ya bu kadın doğuda bir kadınsa.!! Bazı hikayeler bir sonla b...
12.6K 1.2K 21
"Gözlerin, gözlerin bana aklımı kaybettiriyor ama ancak İncilerinle buluşunca yolumu bulabiliyorum. İnci, ben sana bakmazsam kaybolurum. Issız sokakl...
4M 113K 73
Lamia: Ayrılık ay dönümümüz kutlu olsun. Mirza: Lamia şaka mısın? Mirza: Sen terkettin beni.