ARTİST

By Eeezgiii

68.7K 3.7K 829

"Mavi denizin rengiydi, boğardı, tamam. Ama onun gözlerine bakınca yeşilin boğamayacağını söylemek saçmalık o... More

ARTİST TANITIM
1.Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17.Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm FİNAL
30. Bölüm FİNALİN FİNALİ

6. Bölüm

2.7K 153 49
By Eeezgiii

Bölüm düzenlenmiştir.

"Ben geldim!" Beste'nin son heceyi kulağımın dibinde uzatarak bağırmasının, uykumun en güzel yerinde alarmın çalmasından farkı yoktu. İkisi de sinir bozucuydu. Tek fark Beste benim dostumdu, çalar saat düşmanım.

"Günaydın." dedim gözlerimi ovuşturarak. Güneşlikleri sertçe iki yana açıp gün ışığının gözüme gözüme girmesini neden oldu. Ellerimi gözüme siper etmeden yapamadım. Acaba neden uyanınca böyle oluyordu? Sonu gözükmeyen karanlıkta sürüklenip rüya gördüğümüzden mi ki?

"İçeridekiler kim?" Beste'nin heyecanla parlayan gözleri, yerinde duramayan elleri sorusunun cevabını ne kadar çok merak ettiğini kanıtlıyordu.

"Kim var ki?" Uykudan boğuklaşan sesim bana bile yabancı gelmişti.

"Oturma odasında oturmuş televizyon izleyen hoş bir çocukla, mutfak balkonunda Barış ile sigara içen bir hoş çocuk daha. Bir hoş çocukta Barış zaten... Etti mi sana üç? Daha Özgür var tabii. Ömür-"

"Tamam. Anladım." Sanırım Tuğrullar buradaydı.

Gözlerimi bir kez daha ovuşturup ayağa kalkmamla hâlâ çıkarmadığım abimin eşofmanına takılmam bir olmuştu. Yatağın başlığına son anda tutundum.

Dün gece eve on iki gibi geldiğimden Barış'ın bana sinirlenmemesi için herhangi bir sebep yoktu. Haber de vermemiştim üstelik. Ben de bu yüzden evime bir hırsız gibi sessizce girmiş, hâlâ bıraktığım gibi balkonda oturan abimi görünce doğru odama gidip kıyafetlerimi bile değişmeden yatmıştım. Tartışamayacak kadar yorgundum ki zaten Barış'la tartışmak istemiyordum.

"Ya hadi git elini yüzünü yıka." En yakın arkadaşımın sesiyle kendime geldim. Tenimin yapış yapış oluşundan rahatsız olarak üzerimdekileri kokladım. Ter kokuyordu, dün gece o kadar koşturmadan sonra normaldi.

"Beni on beş dakika beklesene geliyorum hemen."

Beste'nin söylenmelerine aldırmadan hızlıca dolaptan siyah bir şort ve beyaz, önü siyah baskılı tişört aldım. Odamın karşısındaki banyoya girecekken koşturarak geri döndüm ve kapıdan Beste'ye öpücük attım. Gülümsemesine yetmişti.

Verdiğim on beş dakikalık sözü tutmak için hızımı azaltmadan duşumu aldım, saçımı tarayıp kuruttum. Islak ayaklarımın fayanslarda bırakacağı izi önemsemeyip odama geçtim, kitaplıktan aldığı bir kitabı karıştıran Beste'ye döndüm.

"İşin bitince gel, kahvaltı yapacağız."

Çıplak ayaklarımın yerde çıkardığı ses hoşuma gidiyordu. Sanki etraftakilere "Ben geliyorum." demenin kelimesiz haliydi.

Televizyonun sesine yönelip oturma odasına geçtiğimde tahmin ettiğim gibi Tuğrullar buradaydı.

"Günaydın." gülümsememi yüzüme yerleştirerek başıyla beni onaylayan Tuğrul'a baktım. Burada dün ısmarladığı yemeğe teşekkür amaçlı kibar olmaya çalışıyordum fakat bu onun umrunda değildi.

"Bu ne güzellik." Duyduklarım karşısında istemsizce kocaman açılan gözlerimi, fayansta anlamsız şekiller çizen ayağımdan Tuğrul'a çevirdim. O, cidden gülümsüyor muydu? Ve az önce iltifat etmişti. Bana?

Bakışlarımı bu sefer üzerimdekilere çevirip tişörtümü çekiştirdim. Klasik bendim.

"Her zaman ki-"

"Eee tanıştırmayacak mısın bizi?"

"Ne?"

Kafasıyla omzumun arkasını işaret etti. Arkamı dönmemle elim göğsümde bir adım geriye sıçramam bir oldu. Tanrım! Beste'nin hemen arkamda olduğundan haberim yoktu. Ödüm kopmuştu.

Tabii böylece az önceki iltifatın bana değil Beste'ye olduğunu anlamıştım.

Gerçekten aptal olmak için neden bu kadar çaba harcıyordum? Tuğrul'un bana iltifat etmesi gibi bir ihtimâl yoktu. Bana en kibar dün gece davranmıştı onda da gecenin bir yarısı beni parkta bi' başıma bırakıp gitmişti. Mersin'de gece yarıları sahilde sarhoş birilerine rastlamak işten bile değildi. Büyük ihtimalle bunu o da biliyordu. Beni boğmaya çalışan, yalancı diyen, gece gece bi' başıma bırakan biri bana neden iltifat etsindi ki? Peki, bunları yapan birine sırf bana yiyecek aldı diye kibar olmam niyeydi? Öküzdü işte...

Ayağa kalkan Tuğrul düşüncelerimi bölmüştü. Alay fışkıran gözleri ve gülümsemesi eşliğinde sol omzuyla omzuma vurdu hafifçe. Beste'nin tam karşısındaydı. Olduğum yerde geri dönüp ne olduğuna baktım.

"Ekin bizi tanıştırmayacak sanırım. Ben Tuğrul."

O az önce Beste'nin eline öpücük mü bırakmıştı? Bunun tek öküzlüğü bana mıydı?

"Ben de Beste." Tuğrul'un yeşil gözlerine hipnoz olmuş gibi bakan arkadaşımı kendine gelmesi için çimdiklemek istedim ama aramızda Tuğrul vardı.

"Çok memnun oldum. Böyle bir güzelliğin yanında şöyle biri..." Başını çevirip onaylamaz gözlerl süzdü beni. "Nasıl dolaşıyor anlamıyorum." Çirkin mi diyordu bana?

"Tam bir öküzsün." kolunu ittirip çıktım odadan. Beni gıcık eden kahkası da peşim sıra geliyordu. Lanet ya da simsiyah yoğun bir dumandan oluşan büyü gibiydi. Üzerime yapışmıştı.

Buzdolabının kapağını sertçe açıp kahvaltılıkları masaya koydum. Sabah sabah insanı bu kadar sinirlendirmeyi nasıl başarıyordu? Üzerimdeki gerginliği atmak için omuzlarımı önden arkaya hareket ettirdim.

İçerden hâlâ kahkaha sesleri geliyordu. O tını... Kulaklarıma pamuk tıkamamak için zor tutuyordum kendimi.

"Tuğrul tarafından gerilen Ekin! Sezon bir bölüm iki!" Gözlerimi kapatıp gülümsedim. Ne olurdu Tuğrul'da biraz Mete'ye benzeseydi? İnsanı germek yerine güldürseydi?

"Günaydın." Reçelle masaya döndüğüm sırada balkon kapısına dayanmış Mete'yi gördüm.

"Günaydın. Yine ne yaptı?" Beni kalçasıyla hafifçe sağa iterek dolapta uzanmaya çalıştığım bardakları kolaylıkla aldı.

"Öküzlük." Uzattığı bardakları alıp masaya yerleştirdim. "Bir tane daha alır mısın?"

"Her zamanki hâli yani." son bardağı da masaya getirip koyduğunda başımla onayladım.

"Ne zaman geldiniz?"

Buzdolabını tekrar açıp alt raftan domates ve salatalık çıkardım. Bol suyla yıkayarak doğrama tahtasına koydum. Çekmeceden bıçağı da alınca... İşte! Bekleyin beni doğrarken ezilip suyu çıkacak domatesler!

"Aslında bir yere gitmediğimiz için teknik olarak gelmedik. Çatallar nerede?" Kafamla ilk çekmeyeceği işaret ettim. Gösterdiğim yerden çatalları alıp geri döndü.

"Burada kaldınız yani?" Kırışan alnım istemsizce çatılan kaşlarımın kanıtıydı.

"Evet, Barış burada kalmamızın sorun olmayacağını söyledi. Tuğrul da kabul etti. Yani sen sahile gitmeden önce konuşmuştuk bunu. Eğer senin için sorunsa-"

"Yok yok." dedim salatağın kabuğunu soyarken. Tanrı aşkına bu kabuk değil bildiğin salatalığın kendisiydi. Nasıl güzel soyamıyordum. "Ne sorun olacak canım?" Evde üç erkekle kalacak olmamın nesi sorun? Tuğrul'un alaylarına maruz kalacaksam ne olmuş?

Tanrım, düşüncesi bile berbattı.

"Dün gece için özür dilerim. Tuğrul'un inanılmaz şakası yüzünden ayrılmak zorunda kaldım oradan."

"Ah, sorun değil bi' an seni göremeyince endişelendim ama eve geldiğimde Barış Tuğrul'un olmadığını söyledi. Anladım sonra."

Gerçekten Tuğrul'un dediği gibi olmuştu demek.
Beni evde göremeyince anlar.

"Açım ben acele edin biraz."

Kendine mukayet ol. Sakin ol. Hayır elinde bıçakla ona dönme. Bıçağı ona doğrultma! Bir adım daha atma!

İç sesim olmasa o sinirle bıçağı Tuğrul'a tabii ki saplamazdım ama şansını zorluyordu. Benimle uğraşmaktan eğlendiği gözlerinden belliydi. Parıldamalarından demiyorum. Yine su yeşiliydiler. Mutlu olduğunda büründükleri renk...

"Bak Tuğrul'cuğum." dedim dişlerimin arasından.

"Tuğrul'cuğum?" Kollarını göğsünde çaprazlayıp tek kaşını alayla kaldırdı. Elbette gıcık olduğum gülümsemesini de ekledi suratına. İsmine yaptığı vurguya aldırmadım.

"Neden gidip Beste'yle ilgilenmiyorsun? Yanında bir pul koleksiyonun yok mu? Etkile kızı. Hadi Tuğrul, hadi hadi."

"Onu etkilemek için sence o saçmasapan koleksiyonlara ihtiyacım var mı?"

Bu çocuk derin nefesler almayı alışkanlık hâline getirmişti bende. Hiçbir şey demeden işime geri döndüm. O da gitti.

Kapı çalıp ben banyodayken gittiğini düşündüğüm abim elinde ekmek, poğaça ve simit dolu poşetlerle içeri girerek masaya koydu. Barış'ın geldiğini duyan herkes de bir bir girdi mutfağa.

"Ooo, günaydın sevgili beni dün sinirden çıldırtan kardeşim."

"Günaydın abiciğim." Tüm sululuğumu kullanıp şirin şirin gülümsedim, dediklerine aldırmadan. Yani Tuğrul'un yorumuna kadar ben şirin olduğunu düşünüyordum.

"Biri şuna böyle gülünce çok çirkin olduğunu söyleyebilir mi?" Sanki ben orada yokmuş gibi beni aşağılması gerçekten çok sinir bozucuydu. Ama cidden haddini aşıyordu.

Elimdeki portakal suyunu herkesin bardağına doldururken şansa bakın ki Tuğrul'un bardağını doldururken elim bardağa yanlışlıkla çarpmıştı. Meyve suyu siyah pantolonu ve v yaka, solmuş bordo tişörtüne dökülmüştü. Tüh.

"Ya bu kadar beceriksiz olmayı nasıl başarıyorsun?" Sinirlenmesi ya da sesini yükseltmesi korkup sinmeme neden olmalı mıydı bilmiyorum ama benim tek yaptığım alayla gülerek sandalyeme oturmak ve onu biraz daha sinirlendirmekti.

"En sevdiğim huyumdur. Hep tam zamanında işe yarar." Az önce onun bana hakaret ettiği anda yaptığı gibi çatalımı domatese batırıp ağzıma attım. Kısasa kısas...

Masadan kalktığı sırada tutamadım kendimi. "Aaa yemedin bir şey Tuğrul, çok açım diyordun?" Ardından bir domates daha... Hiçbir şey demeden çıktı odadan.

"Baya sinirlendirdin." Mete'nin bana bunu somurtarak söylemesi benim de yüzümün düşmesine neden olsa da omuz silktim. Hak etmişti.

Kısa sürede ortamın gerginliği geçmişti. Tuğrul bir daha masaya gelmemişti ama Mete onun için hazırldığım tabağı götürmüş on dakika sonra sanki tabakta daha önce hiçbir şey yokmuş gibi tertemiz geri getirmişti.

Beste her ne kadar masayı kurmama yardım etmesede toplarken yanımdaydı. Bahsettiği tek şey Tuğrul'un ne kadar komik ve tatlı olduğuydu. Gözlerimi devirmeden ve içimden "Tuğrul mu?" demeden edemiyordum.

İşimiz bittiğinde oturma odasına geçip klimanın karşısına oturduk. Beste sürekli Tuğrul ve Mete'yle ilgili konuşuyor, haklarında soru soruyordu. Ama ben Tuğrul'un egoist, ukala ve öküz Mete'ninse kibar, komik ve anlayışlı olması dışında hiçbir şey bilmiyordum. Ah bir de ikiside aynı üniversitedeydi ve sanırım aileleriyle araları kötüydü.

Tüm günümüzü sohbet ederek geçirirken soruları soran genellikle Beste'ydi. Annemlerin nasıl olduğun sormuş, bir gün oraya bizimle gelmek istediğini eklemişti. Bu süre içinde de gözlerimi televizyondan çok fazla ayırmadan tüm sorularını yanıtlamıştım.

Tuğrul'un bana küs ya da o kadar çocukça olmasa da kızmış olduğunu düşündüğümden, yanımıza geldikten sonra kibarca "Kumandayı verir misin?" diyip ardından "Eyvallah." demesi beni şaşırtmıştı. "Teşekkür ederim."i tercih ederdim ama bunlar bile Tuğrul'dan beklenmeyen hareketler olunca insan ağzını açıp bir şey diyemiyordu.

"Ömür aradı, akşam biraları alıp sahile gidelim diyor." Barış, az önce Ömür'le konuştuğuna neredeyse emin olduğum telefonu cebine koyarken bize bakıyordu.

"Olur." dedi Tuğrul umursamazca "Gideriz."

Her ne kadar ortam içkili de olsa ben de giderdim, bunu arada bi' yapardık. Tabii o zamanlar Meteler bizimle olmazdı. Abim, ben, Ömür ve Özgür gider, Özgür'ün beni artık tahammül edemeyeceğim kadar çıldırtmasından sonra Barış'la eve geri gelirdik.

"Sen de gelsene." Beste bu teklifimi beklemiyor olacak ki gözleri büyümüştü.

"Ben mi?"

"Gel ya sen de." Tuğrul'un sırıtarak söylediği bu cümleye benim teklifimden daha çok şaşırmıştı.

"Geliyorsun değil mi?" Sol elimi tebessümüm eşliğinde koluna koyup kirpiklerimin altından karar vermeye çalışan Beste'ye baktım.

"Madem isitiyorsunuz, peki!"

"O zaman ben Ömür'e geleceğimizi haber vereyim." Koyduğu telefonu tekrar cebinden çıkaran Barış'ı gülerek başımla onaylamamın ardından kendimi Beste'nin boynuna atmaktan alamamıştım.

********************************************

"Hadi Beste!"

Parmak arası sandaletlerimi ayağıma geçirip son kez aynaya baktım. Yine ve yine klasik bendim. Şort, askılı atlet, açık bırakılmış uzun saçlar...

"Geldim, geldim." Doğal kıvırcık saçlarını bir eliyle hacimlendirmeye çalışırken diğer elinde telefonla bir şeyler yapıyordu. Özgür'ünde geleceğini duyduğundan beri banyodaydı. Kuzenimin ergen tavırları Beste'ye oldukça şirin, karşı konulamaz derecede çekici geliyordu. "Havalı bile denebilir!" demişti bi' keresinde. Ben de acımadan, kendine gelmesi için vurmuştum.

"Annemlere de haber verdiğime göre gidebiliriz. Nasılım?" Kollarını iki yana açıp kendi etrafında döndü. Üzerinde benim daha çok dışarı çıkarken giydiğim, askılı bluzum vardı.

"Çok güzel. Ama acele etmezsek Özgür tüm bunları ayıkken göremeyecek." Tam yerinden vurmuştum. Hızla iç çekip ayağına benim gibi sandaletlerini giydi. Kolumdan çekerek dışarı çıkardığında anahtarı son anda cebime atabilmiştim.

Evde bizden başka kimse yoktu. Barış, Ömür'le konuştuktan sonra arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti. Tuğrul ve Mete çıkalı yaklaşık bir saat oluyordu. İçecek ve cipsleri alacaklardı.

Apartman bahçesinden çıktıktan sonra sağa dönüp sahile yürümeye başladık. On beş dakikalık bir yoldu. Normalde oraya hiçbir şekilde tek başıma yürüyerek ve şortla gitmezdim. Bizim gibi biralarını alıp giden birçok kişi vardı ama çoğu bizim gibi ağzıyla içmiyordu. Laf atanlar, küfür edenler, bağıranlar... Daima yanınızda birinin olması gerek yoksa sarhoşlardan biriyle burun buruna gelmeniz işten bile değil.

Her ne kadar yanımda Beste de olsa ve yine her ne kadar geceyi aydınlatan sokak lambaları loş ışık da verse içip sarhoş olanların iğrenç sözlerine maruz kalmıştık kısa bir an. Yapmanız gereken tek şey: Sabırla duymazlıktan gelmek ve adımlarınızı sıklaştırmak. Ki biz de öyle yapmıştık.

Tuğrul ve Mete'nin motorunun ardından oturan beş erkek siluetini görmüştüm. Beste'yi yönlendirerek yanlarına gidip oturduk.

Öyle filmler veya kitaplardaki gibi ortada yanan bir ateşimiz yoktu. Gitar çalıp şarkı söyleyen kimsenin de olmaması gibi... Kendi konuşmalarımız dışındaki tek ses, usul usul sahile vuran dalgalara aitti.

Ayaklarımı öne uzatıp kollarımı geriye, kuma, koyarak destek aldım. Kafamı arkaya atıp önce yıldızları sonra da yakamozu izledim.

Herkes kendi alemindeydi. Beste ve Özgür yakınlaşmış kendi aralarında muhhabbet ediyorlardı. Barış ve Mete Ömür'ün ünivesitede yaşadığı komik anlara gülmekle meşguldü. Tuğrul? O arkasın bize dönmüş, elinde birası denize karşı sessizce içiyordu.

Herkesin bir şeylerle meşgul olduğunu görünce ben de onu izledim.

Bacaklarını kırıp iki yana açmış, sol kolunu sol dizinin üzerine yerleştirmişti. Eliyle bacaklarının arasındaki şişeyi tutuyor ve kafasını eğmiş, düşünceli gözlerle kuma bakıyordu.

Yüzünde hiçbir ifade yoktu ama zaten onu ele veren tek şey gözleriydi. Pek mimik yapan biri değildi. Acaba şuan ne düşünüyordu? Gözleri yeşilin hangi tonundaydı? Çimen yeşili? Belki...

Kambur durmasına rağmen yine de diğer oturanlardan uzun duruyordu. Bir seksen beş falandır belki. Belki biraz daha kısa.

Yapılı bir vücudu var mıydı? Hayır. Aslında tam olarak belli olmuyordu, portakal suyunu döktükten sonra değiştirdiği siyah tişörtü üzerinde bol duruyordu. Ama kolları, şuan sıkılı kaslarına bakarsak pek de güçsüzmüş gibi görünmüyordu. Zaten Tuğrul da cılız ya da aşırı zayıf değildi. Tam olarak bilmediğim boyuna göre normaldi.

Kafasını aniden bana çevirince yakalanmanın verdiği utançla tebessüm ettim. Karşılık vermek yerine elindeki bira şişesiyle ayağa kalktı. Barış'in arkasında dolanıp yanıma geldi. O süre içerisinde iç sesim çoktan bir güzel aşağılamıştı beni.

Belli etmeden bakmaya çalışırken bu kadar bâriz belli eden tek insansın Ekin, tebrikler! Aptal!

Kafamı kaldırmış şaşkınca hemen yanımda dikilen Tuğrul'a bakarken kendimi çok açıkta hissettim Uzattığım ayaklarımı altıma toplayıp bağdaş kurdum.

Hâlâ bana anlam veremediğim bir surat ifadesiyle bakarken bendeki tek duygu meraktı.

Elindeki şişeyi bırakmadan eğildi, kafasını bacağıma koyup sırtüstü uzandı.

Şok!

"Saçımla oynar mısın?"

Şok üstüne şok!

Henüz kucağıma yattığı gerçeğini idrak edememiş, ağzım açık bir şekilde ona bakarken kapalı gözlerinin ardından mırıltıyla benden istediği şey donup kalmama neden oldu.

"Lütfen."

Lütfen, dedi! Öldür Allah'ım bizi! Nirvanada bırakalım bu işi.

Ne yapıyordu, neden yapıyordu bilmiyorum ama kendimi Barış'a bakmaktan alamadım. Bu durum hiç hoşuna gitmeyecekti. Ama o çakırkeyif bir şekilde hâlâ Ömür'ün anlattıklarına gülüyordu.

Bir anlığına boşverdim. Kendi etrafıma; içine Tuğrul'u da alacak boyutta bir çember çizdim, hayali. Ve o çemberin dışında kalan her şeyi, herkesi boşverdim.

Sağ elimi gözleri kapalı şekilde kucağımda yatan Tuğrul'un saçlarına götürürken, elimin titrediğini gördüm. Tanrı aşkına ne yapıyordum ben? Ama istiyordum. Dışardan göründüğü gibi yumuşacık mıydı o saçlar öğrenmek istiyordum. Hem de çok... İçimde karşı koyamayacağım bir istek vardı.

Yavaş hareketlerle elimi saçında gezdirmeye başladım. Kalbim, kan değil de sıcacık duygular pompalıyıordu sanki vücuduma. Ama o an aklımda dolanan tek düşünce saçlarının gerçekten de göründüğü gibi yumuşacık oluşuydu. Tepkisini ölçmek için baktığımda minik bir tebessüm gördüm yüzünde. Tekrar fısıldadı:

"Teşekkür ederim." O görmese de ben de gülümsedim.

Hava daha da ısınmış gibiydi, anlam veremiyordum. Huzursuzdum biraz. Ama bunun nedeni Barış ve diğerlerinin bizi böyle görünce ne düşüncekleri değildi. Tuğrul öylece kucağımda yatarken ondaki sıkıntıya net bir şekilde hissedebiliyordum. Bu yüzden huzursuzdum. Asıl sorunsa, canının neye ya da nelere sıkkın olduğunu bilmememdi. Düşünmek yoruyordu onu, belliydi. Elimden geldiğince ona yardımcı olacağıma dair söz verdim birden kendi kendime.

Kaç saat orada öylece oturduk bilmiyorum. Sol bacağım tamamen uyuşmuştu fakat kıpırdamadım. Tuğrul bir kez bile gözlerini açmamıştı. Sadece kolum ağrıyıp elimi saçlarından çektiğim o kısa anda "Devam et." diye mırıldanmıştı boğuk boğuk. Ağrımasına rağmen aldırış etmeden tekrar elimi saçlarına götürmüştüm.

Biz böyle otururken Barış'ı sadece bir kez bize bakarken görmüştüm onda da hiçbir şey dememişti. Büyük ihtimalle biraz sarhoştu ve yarın bunların hiçbirini hatırlamayacaktı. Beste'yle Özgür ilk baştakinden daha samimilerdi. Ama sarhoş gibi durmuyorlardı, neler olduğunu yarın mutlaka öğrenecektim. En kötü durumda olan Mete'ydi. Tam anlamıyla sarhoştu. Kendini kumlara atmış durduk yere kahkahalar atarak gülüyordu. Ömür Mete'nin kendine gelmesi için bir yandan ony tokatlayıp diğer yandan yüzüne soğuk su döküyordu. Tüm bunları yapıyordu da Mete hep daha çok gülüyordu. Sonunda Ömür de pes edip Mete'yle beraber kahkaha atmaya başladı.

İstemsizce Tuğrul'un başını koyduğu sol bacağımı oynatınca yavaşça açtı gözlerini.

"Üzgünüm." diye mırıldandım. Ağrıya dayanamamıştım.

Tuğrul dediğime aldırmayıp birkaç saniye sonra kafasını kaldırınca elimi nemlenen bacağıma koyup ovdum. Ciddi anlamda ağrıyordu. O, oturduğu yerde yüzünü avuçlarının arasına alınca ayağa kalkıp vücudumu özelliklede bacaklarımı gerdim. Vay canına, feci ağrıyordu.

"Hey." Uzun süre sessizce oturduğumdan tek düze çıkan sesimi öksürerek düzeltmeye çalıştım. "Beste?" Bakışlarını birkaç dakikalığına bana çevirmesi için ne yapmam gerekiyordu? Ömür'ün Mete'ye yaptığı gibi su döksem işe yarar mıydı? Tekrar şansımı denedim. "Beste?"

"Efendim?" Gönülsüzce kafasını bana çevirdiğinde yüzünde hâlâ kocaman bir gülümseme vardı.

"Eve mi gitsek? Çok yorgun hissediyorum." Gerçekten de sadece oturmama rağmen yorulmuştum. Tuğrul'da hissettiğim o sorunları ben sırtlamıştım sanki o, gözlerini açana kadar.

Beste'nin dudaklarını kemirmesi gitmek istemediğinin belirtisiydi ki bakışlarını Özgür'e çevirmesi de bunun kanıtı.

"Kendin gitsene?" Özgür'ün ağzından çıkan sözler Beste'nin gözlerinin içini güldürmeye yetmişti.

Sevgili arkadaşımın yalvaran gözlerine daha fazla dayanamayıp istemeye istemeye başımla onayladım. Ben o lanet yerden nasıl geçecektim? Bir sürü sarhoş... Üstelik gecenin bu saatinde... Bir şey olduğunda çığlık atsam bile bir işe yaramazdı. Beni sarhoşun elinden sarhoş mu kurtaracaktı?

Herkese iyi geceler diledikten sonra Barış çok dikkatli olmamı sıkı sıkı tembihledi. Sanki benim elimdeydi. Ben dikkatli olurdum da bana bela olacak olanlar bunu umursar mıydı? Nefesimi sessizce dışarı verip Beste'ye beni bir başıma bıraktığı için kızgınlıkla baktım. Çoktan Özgür'le
muhabbetlerine geri dönmüşlerdi.

Bir adım attığım sırada Tuğrul'un sesi beni olduğum yerde durdurdu.

"Motora bin, ben götürürüm." Duyduklarım beni şaşırtmıştı. Hayır, aslında benim için bir şey yapacak olması şaşırtmıştı beni. Gerçi bu bugün beni ilk şaşırtışı değildi.

Teklifi ne kadar cazip de olsa korkuyordum. Tuğrul'dan değil tabii ki motordan korkuyordum. Nasıl kullandığını bilmiyordum ve buralarda motor kazası yüzünden hayatını kaybeden çok genç olmuştu. Özellikle bu yaz zamanları... Sen hatasız kullansan bile bir arabanın gelip sana çarpması sonunu getirebilirdi. Gerçi bu hep böyleydi ama olsun. Korkuyordum işte.

"Binecek misin yoksa şu sarhoşların önünden geçip sana katılmalarını istediklerinde onlardan kaçmaya mı çalışacaksın?" Az ileride ellerindeki şişeleri havaya kaldırmış dans eden sarhoşları gösterdi kafasıyla. Gördüğüm manzara karşısında yüzümü buruşturup başımı iki yana salladım. Düşüncesi bile kötüydü.

Sağ ayağını motorun üstünden atıp oturdu, sol ayağıyla da desteği havaya kaldırdı. Ardından motorun sesi tüm sahili doldurmuştu. Tek kaşımın havaya kalkmasına engel olamamıştım.

"Kask yok mu?"

"Biniyor musun? Gidiyorum ben." Gaz verip motor bir adımlık mesafe katettiğinde öne atıldım. Sarhoşlarla uğraşmaktansa motorla giderdim.

"Dur! Geliyorum ama hızlı sürme tamam mı?"

Derin bir nefes alıp nefesi seslice geri verdi.

"Gidiyorum." Çabucak onun gibi sağ ayağımı motorun diğer tarafına attım. Kollarımı beline sıkıca doladıktan sonra kafamı sırtına koyup gözlerimi sımsıkı kapattım. Lütfen kusmayayım, lütfen...

Motor hareket edince dişlerimi sıkmadan edemedim. Kollarıma çarpan rüzgâr her ne kadar hoşuma da gitse gözlerimi açmaya cesaret edemiyordum. Gözümün önünden kayan evler, ağaçlar, insanlar... Tanrım! Düşüncesi bile midemi bulandırıyordu.

Ki birde şuan ne kadar hızlı gittiğimizi tahmin edemiyordum. Eğer hızlıysa kesinlikle kusardım. Tuğrul'un bu hareketimden hoşlanacağını da hiç sanmıyordum.

"Cidden motorun durduğunu hissedemiyor musun yoksa bana sarılmak çok mu hoşuna gidiyor?" Alayla dolu cümlesine aldırmadan yavaşça açtım gözlerimi. Bitmiş miydi? Bu kadar kısa mıydı yani? Kafamı kaldırıp sağdaki, gökyüzüne yükselen apartmanımıza baktım. Gerçekten gelmiştik. Üstelik beş dakika bile sürmemişti.

Kendimi geriye çekip ellerimi vücudundan çektim. Sendeleyerek de olsa inmeyi başardığımda o hâlâ motorda oturuyordu.

"Gelmiyor musun?" dedim bahçe kapısından geçerken. Sonuçta bizde kalıyorlardı değil mi? Bunu sormam da bir yanlışlık yoktu.

Cebinden telefonunu çıkarıp ekrana kısa bir an baktı ve tekrar cebine koydu.

"Hayır, birine söz verdim yanına gideceğime dair." Motoru tekrar çalıştırdı.

"Kime?" Bundan bana neydi?

Cidden. Sana ne?

Ama eğer sormasaydım içimdeki kurt tüm gece beni kemirip yok edecekti, biliyordum.

Sorduğum soruya kısa, çok kısa bir an gülüp motoru geldiğimiz yöne çevirdi.

"Benim için çok özel bir kıza."

Çekip giderken keşke dedim, keşke sormasaydım. Çünkü içimdeki kurt ciddi anlamda tüm gece beni kemirip yok edecekti.

Continue Reading

You'll Also Like

470 97 4
Çıkmaz bir sokağa girmiştim... Dönüşü olmayan bir sondaydım, ve kalbim başka, aklım başka bir şey söylüyordu... Tüm o anılar, yaşadıklarım... Hepsini...
Dolunay By 🃁

Teen Fiction

1.4K 127 5
Geri gelmesi mümkün olmayanlar hatırlanmamalı.
863 398 17
Putain, commande comme ça ! -Chester Lestrange.
2.4M 157K 83
Eva Johnson sıradan bir lise öğrencisi iken bir anda anlam veremediği olaylarla karşılaşır. Yazıları okuyamaması ve eşyaların ona doğru uçması ile ka...