salazar // dramione

By ravenclawdahisi

132K 8.2K 26.3K

"Sondördünde doğan çocuk dünyanın sonu olacak, Egemen olmak istediği büyüyü karanlığa boğacak." Beyza'yla bir... More

➳ prolog
➳ bir
➳ iki
➳ üç
➳ dört
➳ beş
➳ altı
➳ yedi
➳ sekiz
➳ dokuz
➳ on
➳ on bir
➳ on iki
➳ on üç
➳ on dört
➳ on beş
➳ on altı
➳ on sekiz
➳ on dokuz
➳ yirmi
➳ yirmi bir
➳ yirmi iki
➳ yirmi üç
➳ yirmi dört
➳ yirmi beş
➳ yirmi altı
➳ yirmi yedi
➳ yirmi sekiz
➳ yirmi dokuz

➳ on yedi

4.3K 250 948
By ravenclawdahisi

1. Parça:  Einaudi - Experience

2. Parça: Mariage d'Amour - Paul de Senneville

İyi okumalar, uzun zaman oldu, özlemişiz. 

-

Yapması gerekenler ve yaptıkları hakkında sık sık düşünür olmuştu Rowena. Şu ana kadar Tom'a karşı nasıl bir tavır sergilemesi gerektiğini ve bunun yanında nasıl bir tavır sergilediğini düşünürdü.

Çocukla bir şekilde yakın olmak zorundaydı. En başında belki çocuğa fazla yakın davranmıştı. Kontrol edemediği bu yakınlık, çocuğun kendisini öpmesine neden olmuş, olayların kontrolünden çıkmasına neden olacak şekilde gelişmesini sağlamıştı.

En başından beri biraz mesafeli davransaydı her şey daha iyi olabilirdi belki de. Sırf çocuktan uzaklaşmaması gerektiği için hissetmediği şeyleri hissediyormuş gibi davranmak zorunda kalmaz, çocuğu kandırması gerekmezdi.

Salazar hakkında da düşünüyordu. Nasıl davranması gerektiği ve büyük ihtimalle nasıl davranacağı.

Salazar Slytherin'i bir an önce ortadan kaldırıp görevi engellemesine izin vermemesi gerektiğinin farkındaydı. Bunu biliyordu. Ama ilk kez kendisinden şüphe ediyordu. Bunu yapabilir miydi? Bunun cevabını veremiyor olduğunu fark etmek içinde büyüyen sıkıntının kontrol edilemez hâle gelmesine neden oluyordu.

Şu ana kadar yanlarında olup fazlasıyla görevlerini baltalamıştı zaten. Bunun devamının geleceğinden de adı gibi emindi. Salazar her zaman görev adamı olmuştu. Ne hissederse hissetsin, ne düşünürse düşünsün görev her zaman önce gelirdi.

Rowena Ravenclaw için de hep bu böyle olmuştu ama hiçbir zaman kendini Salazar kadar güçlü görmemişti bu konuda. Kendisinin yerinde Salazar olsaydı büyük ihtimalle biraz bile düşünmeden kendisini öldürürdü. Öldürür müydü? Eğer görevin gerçekten tehlikede olduğunu hissederse, yapardı.

Öldürmek. Salazar'ı bir şekilde ortadan kaldırması gerektiğini biliyordu ama bunu bu şekilde yapmayacağı, yapamayacağı kesindi. Salazar'ı öldüremezdi. Kimseyi öldüremezdi!

Godric'e bahsederse sonucun ölüm olacağından da emindi. Belki de Godric'e söyleyip aradan çekilmeliydi. Kendisi için bunu hallederdi, böylelikle görevi başarıyla tamamlayabilirlerdi.

Kendi kendine söylenerek düşüncelerinden uzaklaşmaya çalıştı. Saçlarını karıştırıp gözlerini kırpıştırdı. Elindeki kitapta birkaç sayfa ilerlemişti ama ne okuduğundan bile haberi yoktu.

Öldürmeyi düşünmesi bile hataydı. Salazar'ı öldüremezdi, birinin öldürmesine izin de veremezdi. Her zaman aklını kullanarak sorunları çözmenin bir yolunu bulmuştu. Salazar'ın kendisi kadar temiz oynamayacağından emindi. Eğer kadının kimliğini bildiğinden emin olduğunu anlarsa bunun üstüne oynamaktan çekinmezdi. Kadının kafasında şüphe olarak kaldığını düşünürse de kafasını karıştırmak için bunu kullanmaya çalışırdı ki Rowena'nın yapacağı da tam olarak bu olacaktı.

Emin olduğunu hiçbir zaman belli edemezdi. Bu da Gryffindor'a söylememek demekti. En iyi bildiği şekilde oynayacaktı. Kimseyi olaya dahil etmeden.

Godric'e anlatmayacak, Salazar'ın kendisi için attığı yemleri birer birer yiyecek asla tam olarak istediğini eline vermeyecekti. Onu ne kadar süre oyalayabilirse, o kadar zaman kazanırdı. Salazar ne zaman net bir hamle yaparsa ancak o zaman karşılık verirdi.

"Bu kadar derin ne düşünüyorsun?"

Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki dışarıdan gelen sesle sıçradı. Elini hızla atan kalbinin üzerine götürüp birkaç derin nefes aldı.

"Beni korkuttun." dedi kendisine yukarıdan bakan Tom'a doğru.

Genç adam, Rowena'nın karşısındaki sandalyeyi çekip oturduktan sonra boş kütüphaneye şöyle bir göz attı. "Yapılması gereken, benim bilmediğim bir ödev falan mı vardı?"

Rowena kafasını iki yana salladı, "Kitap okumayı her zaman çok sevdim. Sadece biraz rahatlamak için gelmiştim ama zamanın farkına varmamış olmalıyım."

"Yemekte de yoktun."

"Zamanı fazla kaçırmışım dediğim gibi." dedi tekrar Rowena gülümseyerek.

"Bugünlerde düşünceli görünüyorsun."

Rowena sanki bu imkansızmış gibi şaşırdı. "Ödevleri yetiştirme telaşı yüzünden biraz fazla yoruluyorum. Ondandır belki."

"Belki."

Aralarında oluşan sessizliğin ardından Tom etrafı incelemeye başladı. Rowena'ysa Tom'a bakıyordu.

Çocuğun ilk geldiği andan bu yana fazlasıyla değiştinin farkındaydı. Bakışları bile değişmişti. Binasındaki başka insanlarla birkaç kez konuştuğunu görmüştü; Hagrid'in kulübesinin arkasında kendisini tersleyen o insan olmadığının farkındaydı.

Görev belki de düşündüğü kadar kötü gitmiyordu. Bu düşünce suratında küçük bir tebessümün peyda olmasına neden olduğunda Tom onu yakaladı.

"Neye gülüyorsun?" dedi sessiz bir tonda. O da gülümsemeye başlamıştı.

Rowena omuz silkti. "Yaşananları." diye mırıldandı.

"Ne yaşandı ki?" dedi Tom haylaz bir tavırla masanın üzerinden kıza doğru eğilerek. "Benimle paylaşmak ister misin?"

Rowena da gülümseyerek ona bakmaya devam etti. "Güzel şeyler yaşandı." dedi üstü kapalı bir şekilde. "Milyonların hayatını etkileyecek şeyler yaşandı."

Tom kaşlarını kaldırıp ilgiyle kıza baktı, "Bak sen," diye mırıldandı. "Nasıl bir olay milyonların hayatını etkileyebilirmiş ki?"

Rowena masanın üzerinden eğildi, dudaklarını yavaşça çocuğun dudaklarına değdirdi. İkisi de dudaklarını kıpırdatmadan, o şekilde durdular. Rowena sonunda ayrıldıktan sonra gözlerini açıp gözleri hâlâ kapalı olan ve sessizliği dinleyen karşısındaki genç adama baktı.

"Böyle bir olay." diye fısıldadı. Aslında fısıldamak istememişti fakat ortamın ve olayın etkisiyle sesi ancak bu kadar çıkabilmişti.

Tom'un göz kapakları titreşti, ardından yavaşça açıldılar ve Rowena'yı buldular.

"Evet." dedi genç adam. Sesi çatallaştığında boğazını temizleyip tekrar, "Evet." dedi. "Gerçekten milyonların hayatını etkileyebilirmiş."

Birbirlerine baktıkları birkaç saniyenin ardından Rowena sandalyesini ittirerek ayaklandı. Kitabını kapatıp koluyla gövdesinin arasına sıkıştırdıktan sonra, "Hadi." dedi. "Gidelim de yatalım artık."

"Güzel şeyler yaşanıyordu." dedi Tom mızırdanarak. "Milyonların hayatı falan etkileniyordu. Yazık değil mi o milyonlara?"

Rowena güldü, ardından çocuğun elini tutup çekiştirerek ayaklanmasını sağladı. "Biraz daha uyumazsak yarınki derslerden hiçbir şey anlamayacağız. O yüzden," dedikten sonra çocuğu daha güçlü bir şekilde çekiştirip ayağa kalkmasını sağladı. "Yürü de yatalım."

Tom yenilgiyi kabul ettikten sonra fazla ses çıkarmamaya özen göstererek kütüphaneden ayrıldılar.

Hogwarts'ın boş ve sessiz koridorlarında yan yana yürürlerken Tom'unda kendisiyle beraber kuleye çıktığını fark edince onu durdurdu.

"Benimle gelmene gerek yok. Boşuna yolunu uzatma. Zindanlar buraya çok yakın, bir an önce git yat."

"Emin misin?" dedi Tom şüpheyle. Normalde bunu asla kabul etmezdi ama gerçekten yorgun hissediyordu ve iyi bir uykuya ihtiyacı vardı.

Rowena hızla kafasını salladı. "Eminim."

Tom onaylarak, kızın yanağına bir öpücük kondurduktan sonra "İyi geceler." dedi. Kendi kendine gülümseyerek zindanlara giden merdivenlere yöneldiğinde derin bir nefes almıştı.

Ne olursa olsun Tom Riddle'a gerçekten değer veriyordu.

Kuleye çıkan merdivenleri tırmanmaya başladı.

Kule kendisini tanıdığı için olsa gerek içeriye girmesi için hiçbir zaman soru sormuyor, kapının önüne geldiği anda kapı otomatik olarak açılıyordu.

Bu her seferinde kendisine evinde olduğunu hatırlatıyor ve rahatlamasını sağlıyordu.

Tam kapının önüne gelmiş, kendisi için açılmış kapıdan girecekken, yandan gelen sesle sıçradı. "Erkencisin."

Bu gece Slytherin mensuplarının kendisine garezi olduğu kesindi. Karanlık kısımdan camın önüne çıkan Nagini'nin gözleri kızarık görünüyordu.

"Sen ağladın mı?" dedi Rowena kaşlarını çatarak. Kapının kendisi için hâlâ açık olduğunu fark ettiğinde kapıyı kapatıp Nagini'ye yaklaştı.

Onun Salazar olduğunu unutarak davranması gerekiyordu. Verdiği açık her şeyi berbat ederdi. O Salazar değildi. O Nagini'ydi. Nagini.

Nagini suratını buruşturdu. "Tabii ki hayır." dedi dişlerinin arasından. "Biraz fazla uzun süre uykusuz kalmış olabilirim."

Rowena cevap vermedi. "Ben içeriye gidiyorum o zaman." dedi çocuk başka bir şey söylemeyince.

Rowena arkasını dönüp kapıya ilerlemeye başladığında Nagini onu kolundan yakalayarak durdu. "Rose." dedi kısık bir sesle.

Bu Rowena'nın derin bir nefes almasına neden olurken bunu belli etmemek için kitabına sarıldı. "Bana Rose demeni istemediğimi sana söylemiştim."

"Çok da sikimdeydi." dedi Nagini beklemeden.

Bu Rowena'nın kendisine sertçe vurmasına neden olmuştu. "Düzgün konuş!"

Salazar bu cümleyle beraber güldü. Hiç değişmemişti. Yüzyıllar geçmiş olsa bile o hâlâ onun Rowena'sıydı işte. Zamanını kiminle beraber geçiriyor olursa olsun, onun da kendisi gibi hissettiğinden emindi.

"Her şey ne kadar aynı." dedi Nagini kafasını iki yana sallayarak.

Rowena üstlendiği rolü gayet iyi yerine getirerek anlamadığını gösteren bir surat ifadesi takındı. "Bu da ne demek şimdi?"

"Biri," dedi Nagini Rowena'nın sorusunu duymazdan gelerek. "Çok sevdiği birini sence unutabilir mi?"

Rowena buna ne cevap vermesi gerektiğini bilemeyerek birkaç saniye durakladı. Ardından çok da ciddiye almaması gerekiyormuş gibi hissederek, "Ne o?" dedi. "Nagini Rhys aşk acısı mı çekiyor?"

Nagini kaşlarını çatarak kızı izledi. Anlamış mıydı, anlamamış mıydı karar veremiyordu. Anladığından emin olduğu bir çok an yaşamıştı ama bir de böyle bazı anlar vardı ki karşılık almak istediği göndermelerinin hiçbirine karşılık alamıyordu.

Bu da iki şeyden biri demekti: Bir; Rowena, kendisinin Salazar olduğunu anlamamıştı. İki, burada hâlâ birine karşı bir şeyler hisseden bir tek kendisiydi. Ki bunu düşünmek duvarları yumruklamak istemesine neden oluyordu. Binlerce yıl yaşında olmasına rağmen tek bir kadın tarafından umursanmamanın hâlâ kendisine bu kadar dokunmasına inanamıyordu.

"Evet." dedi sonunda cevabı beklenmeyen soruya, Rowena'yı da şaşırtarak cevap vererek. "Aşk acısı çekiyorum."

Rowena güldü. O kadar yapmacıktı ki Nagini'yi inandırıp inandıramadığından emin olamadı. "Biz tanıyor muyuz?" dedi. Eli titriyordu, sesi titriyordu, vücudu bile titriyor olabilirdi şu anda. Salazar'ın bakışları ve imâlı sözleri düşünemez hâle gelmesine neden oluyordu. Bu gibi anlarda kendisinden nefret ediyordu.

"Daha iyi tanıyamazdın."

Rowena sustu, buna söyleyebileceği hiçbir şey yoktu. Salazar'ın kendini belli etmek için uğraştığının farkındaydı ancak kendisinin de bir yere kadar salağa yatabileceğinin farkındaydı. Salazar Slytherin kendisini tanıyordu. Çok fazla kaçamayacağının farkındaydı ama yine de bu sefer de kaçış şansını kullandı.

"Sen," dedi çocuktan uzaklaşarak. "Daha fazla saçmalamaya başlamadan yatmaya gidiyorum, Rhys." dedi.

Rowena adamın kendisini durduracağını düşünerek hızla arkasını dönmüş ve çoktan kendisi için açılmış kapıdan girerek kaybolmuştu.

"İyi geceler Rose." diye fısıldadı Nagini karanlığa doğru. Ardından eliyle alnını ovuşturup, derin bir nefes alarak zindanların yolunu tuttu.

-

"Fazla dalgınsın." Godric'in sesiyle beraber kafasını gömdüğü tabağından kaldırdı ve gözlerini ona çevirdi.

"Dün gece pek uyuyamadım." dedi Rowena çatalıyla peyniri eşelemeye devam ederek.

"Kabus mu?"

Evet derse kabusu anlatmasını isteyecekti, hayır derse diğer nedeni soracaktı. Rowena gözlerini devirmemek için savaş verdi. Sır saklamaması gereken tek insandan en büyük ve en önemli sırrı saklıyordu.

Nagini'nin Salazar olduğunu çığlıklar atarak söylemek istiyor, kendisine zorla engel oluyordu.

"Helga'yı gördüm." dedi tamamen uydurarak. "Uyandıktan sonra da bir daha uyuyamadım."

Gryffindor masasının diğer masalara göre daha sakin olmasından ve etraflarının çok dolu olmamasından dolayı ses tonunu kısmadan konuşmaya başladı Godric. "Onu özlüyorsun değil mi?"

"En yakın arkadaşlarımı yüzyıllar öncesinde bırakıp buraya geldim. Tabii ki özlüyorum." diye mırıldandı Rowena. Tüm arkadşalarını geçmişte bırakmış sayılmazdı aslında ama bunu Godric'e açık edemezdi.

"En yakın arkadaşın." dedi Godric Rowena'yı düzelterek. "Çoğul eki burada kullanabileceğin bir ek değil bence."

"Yapma Gryffindor." dedi Rowena kendine engel olamadan. "Biz dördümüz çok şey paylaştık."

"Üçümüz, aslında. Hayatımızın çoğunda Slytherin yoktu."

Onun konusunun açılması bile Godric'i geriyor ve bu Rowena'nın da gerilmesine neden oluyordu. "Dördümüz olmasaydık bu okul da olmazdı."

"Dördümüz olmasaydık," dedi Godric. Ardından masanın üzerinden kıza eğildi. "Şu anda yüzyıllar sonrasına gelmiş, bir görev peşinde koşturmaya çalışıyor olmazdık. En başında üç kişi olsaydık yaşadığımız sorunların neredeyse hiçbirini yaşamamış olacaktık."

"Salazar'a hiç mi değer vermedin Gryffindor? Yapma lütfen."

Godric güldü, "Senin Salazar aşkını asla anlamayacağım." diye mırıldandı sinirle.

"Benim Salazar aşkım diye bir şey yok." dedi Rowena kaşlarını çatıp çocuktan biraz uzaklaşarak. "Söylediklerine dikkat et lütfen. O benim arkadaşımdı."

"Sen onun arkadaşı değildin. Salazar Slytherin en yakınımızmış gibi davranıp sırf seninle daha fazla zaman geçirebilmek için Helga'yı kullanabilen biriydi. Gerçekten hâlâ bana ona değer verip vermediğimle ilgili sorular sorman saçmalıktan başka bir şey değil. O hiçbirimizin arkadaşı değildi."

"Yine mi bu mesele?" dedi Rowena bu sefer gayet ciddi bir şekilde. "Seni böyle bir şey olmadığına dâir nasıl ikna edebilirim?"

"Edemezsin. Çocuk değilim, salak değilim ve zamanında kör de değildim."

"Ne duymak istiyorsun Godric? Kavuşamayan aşıklar olduğumuzu mu? Ne seni tatmin edecek? Bunu kabullenmem mi? Helga'nın duygularıyla bir hiçmiş gibi oynamış olmasını kabullenmem mi seni tatmin edecek?"

Godric dayanamayıp masaya yumruğunu geçirdiğinde birkaç baş kendilerine dönmüştü. Hiçbirini umursamadan masanın üzerinden fısıldayarak fakat son derece sert bir ses tonuyla, "Hayır." dedi. "Beni tatmin edecek olan şey senin Salazar'ı rahip olarak görmeyi bırakman olacak. Onun neler yaptığının farkındaydın. Bunları biliyordun. Buna rağmen onun yanımızda kalmasına göz yumacak kadar aşıktın. Aradan yüzyıllar geçmiş o aramızda değilken bile onu bana karşı savunmayı bırakamıyorsun. Beni aklını kullanman tatmin edecek."

Rowena sinirle soludu. "Ben miyim aklını kullanmayan?" dedi neredeyse dalga geçer gibi. "Kendi egosuna yenik düşüp bir ergeni düelloya çağıran koskoca büyücü aklını kullanıyor da; ben mi kullanmıyorum? Bu olay daha fazla büyümeden ve birimiz bir daha birbirimizin yüzüne bakamayacak hâle gelmemize neden olacak şeyler söylemeden buradan gidiyorum. Salazar'a karşı olan nefretin içinde o kadar çok büyümüş ki bunu geçerli bir nedene bağlayabilmek için ne uyduracağını şaşırmışsın. Salazar'ı sevdim Godric, evet. Ona karşı bir şeyler hissettim ama hiçbir zaman aramızda bir şey olmadı. Hiçbir zaman da olamazdı. Yıllarımızı beraber geçirdik, ona o güne kadar en yakın arkadaşınmış gibi davrandın. Kılıcını çekmen beş saniye sürdü. İçinde onu o kadar büyütmüşsün ki arkadaşlık kavramı bile hiçleşmiş senin için."

Ayağa kalktıktan sonra kitaplarını kolunun altına sıkıştırıp şaşkın ve suskun bir şekilde kendisini izlemeye başlamış olan Godric'e son bir bakış daha attı. "Burada birbirimizden başka kimsemiz yok Godric. Bunu kabullen, birbirimize dişlerimizi göstermemizin bize hiçbir yararı olmayacak."

Kız giderken Godric bir şey diyecek gibi oldu fakat son anda dudağını ısırarak kendisini durdurdu. Şu an için birbirlerinden uzak olmaları ikisi için de gerçekten daha iyiydi. 

Rowena hızla adımlarla, elindeki kitaplarına sarılmış, kaşlarını çatmış bir şekilde sert adımlarla iksir sınıfına doğru yürürken hâlâ kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. 

Godric'le kavga etmekten özellikle nefret ediyordu. Çocukla uzaklaşmış olmak, aralarında bir gerginliğin olması kendini daha da yalnız hissetmesine neden oluyor, hissettiği her şey iki katı kadar sert bir şekilde kendisine çarpıyormuş gibi geliyordu. 

Sınıfa kaşları çatık bir şekilde girdiğinde boş sıralardan birine oturdu. Hızlı hareketlerle kitaplardan birini açıp kafasını dağıtmak için okumaya başlayacağı sırada arkadan gelen sesle o tarafa döndü. 

"İyi misin?"

Aida meraklı gözlerle Rowena'ya bakıyordu. Rowena gülümsedi, "İyiyim, teşekkür ederim." dedi.

"Seni ilk kez bu kadar ciddi görüyorum sanırım, Rose." dedi kız gülerek. Uzun kumral saçlarını tepesinde sıkı bir at kuyruğu yapmış, elindeki tüy kalemi döndürüp duruyordu. O anda sınıfa bir göz attı ve ikisi ve birkaç Slytherin öğrencisi dışında sınıfın boş olduğunu fark etti. 

Tabii ki herkes hâlâ kahvaltıdaydı. Godric'e o kadar sinirlenmişti ki saatin bile kaç olduğuna bakma ihtiyacı duymadan ilk dersinin olacağı sınıfa atmıştı kendisini.

"Benim için çok değerli olan biriyle tartıştım. Çok büyük bir olay değil."

"Şu Gryffindorlu çocukla mı, yoksa Riddle'la mı?" dedi Aida. Suratında hâlâ küçük bir gülümseme vardı. 

Rowena, "Şu Gryffindorlu çocukla." derken güldü.

"Çok yakınsınız onunla, değil mi?" Kızın gözlerindeki parıltıları görünce gülümsemesinin büyümesine engel olamadı. 

"Kuzenim, aslına bakarsan."

"Öyle mi?" dedi Aida şaşkınlıkla. Rowena tam cevap vereceği sırada yanına sertçe bırakılan kitaplarla beraber sıçradı ve önüne dönmek zorunda kaldı. Aynı şekilde Aida'nın da sıçramış olduğunu yan gözle görebilmişti.

Nagini gayet doğal bir tavırla yanına kurulduktan sonra kıza göz kırptı, "Günaydın." dedi. "Sabah kahvaltıda çok sinirli görünüyordun."

Rowena yayılmış bir şekilde oturan ve yamuk bir şekilde sırıtan Nagini'ye baktıktan sonra derin bir nefes alıp arkasını dönüp Aida'ya baktı. Ağzını oynatarak, "Kusura bakma," dedikten sonra tekrar yanında kendisini izleyen Nagini'ye çevirdi gözlerini.

"Senin gibi birkaç saygısız sinirimi bozdu işte."

Nagini kıkırtısını saklamadı, "Daha çok Gogill bozmuş gibi görünüyordu."

"Madem tüm detayları bilecek kadar beni izliyordun, neden soruyorsun?"

"Sinirlenmeni izlemek eğlenceli oluyor."

"Dün gece sakin, hüzünlü, aşk acısı çektiğin için mutsuzdun. O hâlin daha rahat iletişim kurulabilir türdendi. On saat bile geçmeden nasıl bu kadar ruhsuz şekilde konuşabilecek duruma gelmiş olabilirsin?"

"Gecenin insanlar üzerinde tuhaf bir etkisi var güzelim, ben bile açıklayamıyorum."

Rowena gözlerini devirip önüne dönerken, "Ben senin güzelin değilim." diye mırıldandı. Aynı zamanda kitaplarını teker teker açıp hangi sayfada olduklarını bulmaya çalışıyordu.

Yanında konuştuğu kişinin Salazar değil Nagini olduğunu kendisine birçok kez içinden söylemesi gerekiyordu. Onu Salazar gibi görmeye başladığı anda açık vereceğinden korkuyordu ve bu yüzden bu kendisine asla vermediği bir izindi. 

Nagini cevap vermeyip suratındaki tebessümle Rowena'yı izledi. "Yanından kalkmam için çığlıklar atmayacak mısın? Ben ilk hamle olarak onu bekliyordum." 

"Atmayacağım." dedi Rowena omuzlarını silkerek. "Arkadaşız değil mi? O zaman yanımdan kalkman için çığlık atmama gerek yok."

Nagini şaşırdığını belli etmek üzere kaşlarını kaldırdı, "Her geçen gün beni şaşırtmaya devam ediyorsun, Rose."

"Bana Rose dememen için ne yapabilirim?"

"Bundan neden bu kadar rahatsız oluyorsun?"

Çünkü bu tüm dikkatinin dağılmasına neden oluyordu. Eskiden de Salazar'ın kendisine çok nadir de olsa Rose olarak seslenişi kendisini eski günlere götürüyor, karşısındaki kişiye Nagini gibi davranması gerekirken açık vermekten korkuyordu. Onu Salazar olarak kabullenmeye dünden hazır, istekli ve özlem doluydu. O yüzden onun her Rose deyişi, içinin titretip kafasının bomboş olmasına neden oluyordu.

"Çünkü..." boğazını temizledi. İçinden geçen hiçbir şeyi suratına haykıramayacağını bildiğinden, "...rahatsız oluyorum." diye tamamladı.

Nagini beklenmedik cevap üzerine güldü, "Senden her zaman mantıklı cevaplar beklememeliyim sanırım." 

"Birinin rahatsız olduğunu söylemesi neden seni tatmin etmiyor? Bir şeyi yapmayı bırakmak için karşı tarafın rahatsız oluşundan daha büyük ne gibi bir neden olabilir?"

"Benim artık yaptığım şeyden zevk almıyor oluşum." dediği sırada suratındaki yamuk gülümsemeye bir yumruk çakmayı gerçekten istediğini fark etti Rowena. Salazar her türlü duygusunu ayaklandırmayı başarabiliyordu. 

Tam cevap vereceği sırada masanın üstüne düşen gölgeyle beraber kafasını kaldırmak zorunda kaldı.

"Sevgilimle oturabileceğimi umut ediyordum."

Nagini dudağını ısırarak sırıtmaya devam etti kendini şöyle bir yokladıktan sonra Tom'la girilecek bir laf dalaşını canının hiç istemediğini fark ettikten sonra hiçbir şey söylemden kitaplarını toplardı. "Sevgilin senindir." diye mırıldandı. Rowena'ya bir kere bile daha bakmadan arka sırada oturan Aida'nın yanına geçti. 

Tom, Rowena'nın yanına otururken Rowena, Nagini'nin çabuk tesliminin nedenini sorguluyordu.

Rowena'nın yanağına dudaklarını değdirdikten sonra, "Seni kahvaltıda göremedim." diye mırıldandı Tom. 

Rowena gülümsedi, dikkatini toplamaya çalıştı. "Canım bir şeyler yemek istemiyordu. O yüzden çok kal-"

"Sevgiline neden yalan söylüyorsun?"

Tom'un kaşları otomatik olarak çatılırken Rowena gözlerini devirmemek için kendisini zor tutmuştu. Nagini, Tom'un arkadaşı olduğunu söyleyerek onlarla dolaşıyordu; bir de bunun tam tersi olsaydı neler olurdu tahmin bile etmek istemiyordu.

Tom, Nagini'ye dönmeden Rowena'ya bakmayı sürdürdü. "Nasıl yani?" dedi Rowena'ya hitaben.

"Yalan değil, sadece gereksiz olan bir şeyi anlatmamam gerektiğine karar vermiştim."

"Gereksiz olduğunu düşündüğün şeyi Nagini'ye neden anlattın?"

Rowena omuzlarını silkti, "O gereksiz şeyleri anlatabileceğim, gereksiz biri." dedi. Bu Tom'u güldürürken, Nagini yapmacık bir şekilde elini kalbine götürüp suratını buruşturdu.

"Çok acıttı." diye mırıldandı. Aida gülümseyerek üç arkadaşın konuşmasını izliyordu.

Tam Tom tekrar bir şey söyleyecekken Slughorn'un sınıfa girmesiyle sesler yavaş yavaş kesildi. 

"Günaydın gençler!" dedi profesör şen şakrak. Suratındaki gülümsemesiyle tüm sınıfı süzdü, ardından "Bugün partnerli çalışacağız." dedi. Sonra biraz bekleyip, "Ama yanında oturduklarınızla değil!" diye ekledi. Bu sınıfın büyük çoğunluğundan itiraz nidalarının yükselmesine neden oldu.

"Hiç oflamayın Bayan Melatrie!" dedi Slughorn sinirli bir şekilde. Bir anda böyle ani bir değişim beklemeyen Rowena arkasını dönüp kıza baktı. "Geçen dersimizde eşli çalışılan bir iksiri resmen düşük çenenizle sabote ettiniz! Bugün bunun olmasının tek sorumlusu siz ve yanınızda size eşlik eden arkadaşınızdır!"

Bir öğrenciyi bir derste bu kadar keskin bir şekilde ilk kez aşağıladığını gören Rowena hiçbir tepki gösteremedi. Tom'un da en az kendisi kadar şaşkın olduğunu bakışlarından anlayabiliyordu. 

Slughorn'un bir hareketiyle herkesin önünde kapalı bir zarf belirdi. 

"Herkes zarfını açsın." dedi Slughorn yine aynı neşeli hâline dönerek. "Aynı sayıya sahip olan kişiler yan yana geçsin! Haydi! Acele edin! Koskoca bir dersimi böyle bir oyuna harcayamam ya!"

Tom zarfı eline alırken, "Sence seninle aynı sayıyı çıkartabilecek kadar şanslı bir insan mıyımdır?" dedi. Rowena zarfını açmış, kağıttaki "3" sayısına bakıyordu. 

Rowena gülümseyerek Tom'un zarfına bakmaya başladığı sırada, "Bu şansı ben kaptım kardeşim." diyen Nagini'yi duydu. Tom söylenerek zarfını açtı ve "2" sayısına kaşlarını çattı. 

"2!" diye bağırarak yerinden kalktı bir daha Rowena ya da Nagini'ye bakmadan. "Lanet olasıca 2 kimde?"

Söylenerek arkaya doğru ilerliyordu, Nagini'yse arkaya geçtiği gibi tekrar Rowena'nın yanına geçti. 

"Bu derste çok eğleneceğiz desene." diye mırıldandı kızın yanına oturur oturmaz.

"Bir de bana sor."

-

Dürüst olmak lazımdı, Rowena derste gerçekten eğlenmişti. Slughorn, Fotoğraf İksiri* yaptırmıştı ki bunun için derste olan çoğu muggle doğumlu öne çıkmak zorunda kalmıştı. İlk fotoğrafı canlandıran grup diğer dersin yapılacak iksirini seçecekti. 

Rowena ve Nagini iksirde birlikte çalışırken zorlanmamışlardı, tabii ki. İksiri, Aida'nın onlara verdiği fotoğrafın üstüne sürdüklerinde gülümseyen kadın birden kahkaha atmaya başlamış, ardından saçlarını karıştırmıştı. 

Aida gülümseyerek fotoğrafa bakarken, Slughorn ikisini tebrik etmiş, ardından herkesin dağılabileceğini söylemişti.

Rowena kitaplarını toparlarken hâlâ suratında bir tebessüm vardı. 

"Eğlendiğini kabul et, Rose."

Nagini kitaplarını toplamış kolunun atlına almıştı bile. Tom, ikisini kapının önünde bekliyorlardı ve sona kalanlar yalnız onlardı.

"Eğlendim, Rhys." dedi Rowena saklamanın gereği olmadığını bilerek. Surat ifadesi yeterince şey anlatıyordu zaten. "Ama buna çok alışma."

"Oyunbozansın."

"Ve ben de hâlâ bekliyorum."

İkisi de Tom'a döndükten sonra Rowena biraz daha hızlanıp kitaplarını çantasına doldurdu. Tom'un yanına ulaştıktan sonra koluna girdi ve derin bir nefes aldı. 

"Bizi uzun bir düşünme süreci bekliyor." dedi Nagini yanlarından yürürken. 

"Mesela?" dedi Tom. Sesi derste Rowena'yla birlikte olan taraf olamadığı için biraz bozuk çıkıyordu. Kıskanmıştı ama bunu kabullenmek de istemiyordu. Nagini'nin arkadaşı, Rowena'nın da sevgilisi olduğunu biliyordu. İçinde yersizce büyüyen hiçbir şüpheye yer bırakmaması gerektiğinin bilincindeydi. 

"Haftaya yapılacak olan derste hangi serumu yapacağınızı biz seçeceğiz sonuçta. Dünyanın en zor iksirini bulmamız lazım Rose."

Rowena güldü, "Bunu başarabileceğimizden eminim Rhys." 

"Diğer dersiniz ne?" dedi Rowena uzun bir sessizliğin arından bahçeye çıktıklarında. Beş dakika içerisinde diğer sınıflarında olmaları gerekiyordu.

Nagini dudaklarını aşağı sarkıtıp omuzlarını silkerken, Tom, "Biçim Değiştirme." dedi. "Senin?"

"Sanırım kehanet." dedi Rowena. Ardından ikisiyle de vedalaştıktan sonra arkasını dönüp onların aksine kuleye doğru ilerlemeye başladı.

Kabullenmesi gereken birkaç büyük şeyden bir tanesi Nagini'nin yanındayken evde gibi hissettiği ve bu evin içini tamamen(?) huzurla doldurduğuydu.


ϟ


Dünkü olaydan sonra Draco ve Hermione ilk kez bir geceyi birbirleriyle hiç konuşmadan geçirmişlerdi. Hermione her zaman yaptığı gibi Draco'nun yatağı alması için savaş vermemiş, bu konuda şakalar yapmamış, uykusu geldiği zaman yatağa geçip, kedi gibi kıvrılarak orada uyumuştu.

Draco, Hermione'nin kendisiyle bu konuda şakalaşmasını arayacağını kız uyumaya başladığında fark etmişti. Gözlerini duvara dikmiş, uyuyamayacağından emin bir şekilde uzunca bir süre koltukta oturmuştu. Kızın hareketlerini izlemiş, söylediklerini düşünmüş, kafası patlayana kadar olasılıkları saymıştı. 

Aralarında yaşanan öpüşmenin bir şekilde tekrar ortaya çıkacağını biliyordu, tahmin ediyordu ama hiçbir zaman bu şekilde cümleler sarf edeceğini düşünmemişti. Karşılık vermişti, kendisini öpmesini engellememişti. Bu konuda sadece kızı suçlu bulmak ya da sadece kızın bunu istediğini savunmak çok büyük yalan ve haksızlık olurdu. 

Hermione güneşin gözlerine hücum etmesiyle uyandı. Odanın  açık perdesine baktıktan sonra kendi kendine homurdandı. Kırgın olabilirlerdi, küs olabilirlerdi, birbirleriyle alakaları olmayabilirdi fakat bir başkasına böyle bir kötülüğü yapmanın anlamı yoktu.

Söylenerek yatakta kalktı, perdeyi kapadıktan sonra yatağın üstüne oturup boğazını temizledi. Odanın sessizliğine karşı kaşlarını çatıp etrafına baktı. Draco ortalıkta görünmüyordu. Tekrar kendi kendine söylenerek yataktan kalkıp banyoya geçti. Kısa bir duşun ardından bornozu üzerine geçirip odaya geçti. 

Draco, beklediğinin aksine gelmiş, yatağın üzerinde oturuyordu.

Hermione üzerinde bornozuyla Draco'yla göz göze gelince yutkunup geri kaçmamak için kendisiyle savaş verdi. Çocuğun geri dönmüş olacağını hiç düşünmemişti. 

"Dönmüşsün." dedi Hermione tok bir sesle.

Draco kıza döndükten sonra kafasını salladı. "Döndüm. Kahvaltı almaya gitmiştim." dedi gözleriyle masanın üzerini göstererek.

Hermione kendi kendine gülümsedi, ardından, "Teşekkür ederim. Giyinip geleyim." diye mırıldandıktan sonra hızla eşyalarını kaptığı gibi tuvalete girdi tekrar.

Ateş yüzünden kızaran yanaklarını birer kez daha yıkadıktan sonra boğazını temizleyip giyindi. Saçlarıyla oynamayıp bir tokayla tepesinde topuz yaptı. Taramanın da kurutmanın da saçlarını daha beter hâle sokacağını çok iyi biliyordu.

Tekrar odaya döndüğünde Draco çoktan aldığı poğaça ve kahveleri masaya açmıştı. Yanlarında bir tane de küçük peynir duruyordu. 

"Neli seveceğini bilemedim. Tahmin etmek zorundaydım. Zeytinli mi kaşarlı mı?"

"Zeytinli." dedi Hermione düşünmeden.

Draco elini yumruk yapıp kendisine doğru çekerek, "İşte budur!" dedikten sonra sandalyeyi gösterdi. "Çok zevk alacağınız bir kahvaltı olacağından eminim."

Hermione gülümseyip sandalyeye oturduktan sonra Draco'nun kendisi için aldığı poğaçadan bir parça kopartıp ağzına attı. "Düşündüğümden de güzel." diye mırıldandı. Ardından kahvesinden bir yudum aldı. "Ama kahvaltıda kahve değil, çay ya da meyve suyunu tercih ederdim."

Draco da kendi poğaçasından bir yudum aldıktan sonra gülümsedi, "Aklımda bulunsun." dedi.

İkisi de sessizce kahvaltısını etmeye devam ederken bir ilk olarak Draco, "Dinlenmek için ne yapacağız?" diye sordu. Hermione durakladı, zaman kazanmak için kahvesinden bir yudum aldı.

Hâlâ kırgın hissediyorken her hissettiği şeyi bir kenara bırakarak eğlenebilir miydi? Omuzlarını silkti, "Odada da zaman geçirebiliriz diye düşündüm." diye mırıldandı. "Hep değişik aktiviteler bulmak şart değil ya?"

Draco bir şey söylemedi, kendisine bakmaktan kaçan kızı izledi. Ardından o da gözlerini masaya çevirip derin bir nefes aldı. Aralarının tabii ki mükemmel olacağını beklemiyordu ama fark ettirilmemeye çalışılan o soğukluk, kötü olmasından daha kötüydü.

-

Akşam olduğunda Hermione verdiği karardan pişmandı. Daha önce hiç bir odada bu kadar uzun süre kaldığını hatırlamıyordu. Yanına aldığı kitaplardan biri daha bitmişti ve bu kadar fazla kitap okuyabilme fırsatına sahip olamayacağını düşündüğü için yanında başka bir kitabı da yoktu. 

Sıkıntıyla kitabını yanına koyduktan sonra saate baktı. Akşam üstü yediye ancak geliyordu. Gözleri Draco'yu buldu. O da elindeki kitaba bakıyordu ama sadece bakıyor gibi görünüyordu. Gözleri oynamıyor, aksine bir noktaya odaklanmış sadece düşünüyor gibiydi.

"Yürüyelim mi?" diye sordu Hermione dayanamadan. 

Draco kafasını kitaptan kaldırıp kıza baktı, "Olur." dedi sadece ardından. İkisi de yavaş adımlarla hazırlandıktan sonra odadan çıktılar.

Hermione serin New York sokağının havasını içine çekerken gülümsedi. "Miami'den sonra New York fazla güzel." diye mırıldandı. Akşam serinliği o kadar güzel gelmişti ki kış mevsiminde olduklarını bile unutuyordu neredeyse. Hava çok güzeldi. Hermione sadece etrafına bakarak, olabildiğince az düşünmeye çalışarak, Draco'nun varlığını bile unutarak yürüyordu.

"Keşke yağmur yağsa." diye mırıldandı Hermione. Draco bir çocuk heyecanıyla gökyüzüne bakarak kendisinden ileride yürüyen Hermione'ye bakarken gülümsemeden edemedi. Kızı izleyerek ilerledi birkaç saniyenin arından kızın aniden durmasıyla ona çarpmaktan son anda kurtuldu.

"Ne oldu?" dedi Draco dikkatle.

Hermione'nin suratındaki gülümseme büyüdü, "Benim birkaç işim var, birkaç saate burada buluşsak olur mu?" dedi Hermione sonunda baktığı yerden gözlerini ayırıp Draco'ya dönebildiğinde. Draco kızın baktığı yere dönüp küçük bir kafe kütüphane gördüğünde, bu kadar heyecanlanmasının nedeninin bu kadar küçük bir şey olmasına şaşırdı. Kaşları otomatik olarak çatıldı.

Pek gönüllü olmasa da, "Tabii," dedi. Hâlâ içeriyi süzüyordu. "Tabii olur."

Hermione başka bir şey söylemesine izin vermeden hızlı adımlarla kafeye doğru ilerledi. İçeriye girdiği zaman Draco olduğu yerde birkaç saniye dikildi. Şimdi ne yapacaktı? Kız fazlasıyla zevk alacağı bir aktivite bulmuştu bile.

Hermione içeriye girdiği anda çok özlemiş olduğu o kitap kokusu ve kitap kokusuyla harmanlanmış kahve kokusunu aldı. Kafenin kafe kısmına bakmadan direkt kütüphane bölümüne yöneldi. 

Mekân büyük bir rafla ikiye bölünmüştü. Rafın sol tarafında daha çok kitap, ki burası Hermione'nin ilgisini şu an için büyük ölçüde çeken taraftı, sağ tarafında ise masa ve sandalyeler bulunuyordu.

Hermione ilk rafa gittikten sonra ellerini ikinci el olduğu belli olan, biraz yıpranmış kapaklı kitapların üzerinde gezdirdi. 

"Özellikle baktığın bir şey var mı?"

Hermione o kadar dalmıştı ki yandan gelen sesle birlikte sıçradı. Gülerek elini kalbine koyduktan sonra, "Beni korkuttun." diye mırıldandı sadece. Yaka kartında isminin Murphy olduğu yazılı olan genç de tebessüm etti.

"Özür dilerim, amacım kesinlikle korkutmak değildi."

Hermione bir önceki sorusuna cevap verdi. "Hayır," dedi. "Özellikle bir şey aramıyorum. Sadece bakıyordum."

Hermione tekrar kitaplara döndü, Kitap Hırsızı'nı görünce suratında oluşan tebessümle eline almadan yapamadı. 

"Favorilerinden sanırım?" dedi Murphy Hermione'ye biraz daha yaklaşarak.

Hermione kafasını salladı, "Evet," diye mırıldandı. "Birkaç kez okudum ve her okuyuşumda beni daha da çok etkiler."

O sırada Draco hâlâ olduğu yerde dikiliyordu. Amacı kız kafeye girip kaybolduktan sonra bir parka gidip oturmaktı fakat kızı hâlâ görebiliyordu. İlk birkaç saniye yanına gidip peşine takılıp onu gıcık etmek için gelmiş gibi davranmayı düşünmüştü. Yapacak daha iyi bir planı yoktu. Fakat birkaç saniye sonra bir çocuğun yanında belirmesi ve gözlerini bile ayırmadan kızla bir şeyler konuşması kaşlarının yine çatılmasına neden olmuştu.

İstemsizce adımları kafeye doğru ilerlemişti. Gözlerini kısıp biraz daha dikkatli baktı, kız hararetle bir şeyler anlatıyor, elindeki kitabın sayfalarını çeviriyor, bir şeyler arıyor gibi görünüyordu. Sonunda aradığı şeyi bulmuş gibi gülümsedi, kitabı çocuğun da görebilmesi için ona sırtını dönerek yaklaştı ve Draco, çocuğun kızın boynuna baktığını ve ardından kızın sırtına göğsünü yasladığını fark ettiğinde söylenerek kafeden içeriye girdi.

İkisinin de kendisini fark etmeyecek kadar meşgul olması işine gelmişti. 

Hermione'yse heyecanını kaybetmiş, çocuğun kendisine fazla yakınlığından rahatsızlık duyarak boğazını temizledikten hemen sonra kitabı kapatmış ve "İşte orası." demişti. "Orası favorim."

Murphy suratında tebessümle kızı izliyordu. "Sana kitap önermemi ister misin?"

"Tabii!" dedi Hermione heyecanla. Çocuğun bir önceki davranışından rahatsız olduğunu unutmuş gibi tekrar heyecanlanmıştı. Çocuk arka taraftaki rafa yöneldiği sırada Hermione'nin duyduğu piyano sesi tüm dikkatinin dağılmasına, daha doğrusu başka bir olayda toplanmasına neden olmuştu.

Hermione'nin kaşları çatıldı, sese doğru yürümeye başladı. Elindeki kitabı raflardan birinin üstüne bıraktıktan sonra rafların bittiği açık alana ulaştı.

Draco Malfoy, tam karşısındaki piyanonun karşısına oturmuş, Hermione'nin daha önce hayatında duymayı dileyebileceği en güzel parçalardan bir tanesini çalıyordu. Hermione gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı, her bir notanın yüreğinden geçerek ilerlemesine izin verdi. 

Yanında duran rafa dayandıktan sonra gözlerini tekrar açtı, Draco Malfoy kendisine bakıyordu. Suratında tek bir mimik bile yoktu ama gözleri her şeyi anlatıyordu. Ya da Hermione anladığını düşünüyordu.

Zaten çocuğu genel olarak sadece anladığını düşünüyordu.

Draco'nun parmakları büyü yapar gibi tuşların üzerinde ilerliyor, gözlerini arada Hermione'den çekip tuşlara çeviriyor hemen ardından göz bağlarının kurulmasını tekrar sağlıyordu. Hermione titrek bir nefes alıp vücudunun gevşemesine izin verdi.

Piyanoyu çok severdi, çok çok severdi fakat bir parçanın kendisini bu kadar etkileyebileceğini bilmezdi. Bunun parçadan mı yoksa çalan kişiden mi kaynaklı olduğunu da bilmiyordu. Fakat parça duyguları taşıyormuş gibiydi. Piyano notaları aktarmakla kalmıyor, onları duygularla işliyor gibiydi. Her bir nota kendisine yeni bir his yaratıyor, yeni bir heyecan duymasını sağlıyordu.

Draco gitmemişti. Neden gitmemişti? Neden kızı burada bırakıp gitmemişti? Hermione titrek bir nefes aldıktan sonra adım adım piyanoya yaklaştı. Piyanonun yanında durup elini piyanonun üstüne koydu. Göz temaslarını hâlâ bozmamışlardı.

Draco son birkaç notaya basıp elini piyanonun üzerinden kaldırdıktan sonra Hermione'ye baktı. "Neden durdun?" diye mırıldandı Hermione. Dokunsalar ağlayacakmış gibi hissediyordu. Bir şarkının birden çok duyguyu bu denli hissettirmesi haksızlıktı. Gözünün önünden ailesi, arkadaşları, şu ana kadar kaybettiği herkes teker teker geçiyor, kendisini savunmasız hissediyordu. Tek bir şarkıyla kendini korumaya çalıştığı duyguların hepsi tarafından vurulmuştu. 

Draco kafasını yere eğdikten sonra güldü. "Çünkü," dedi sessizce. "Parça bitti." 

Hermione kendi kendine güldü, yeniden bir şeyler çalmasını isteyeceği sırada çocuk onu şaşırtan bir hamlede bulundu.

Draco yavaşça piyano koltuğunda yana kaydı, eliyle boş alana vurduktan sonra, "Gel," dedi. Hermione'nin kaşları havaya kalktı, hissettiği heyecan daha da büyüdü. "Gel de bir şeyler çalalım."

"Çalamadığımı biliyorsun."

"Tek başına çalmayacaksın."

Hermione'nin kalbi deli gibi atıyordu. Çocuğun yanına yavaşça oturdu. Bedenleri çok yakındı. Hermione'nin elleri deli gibi titriyordu.

Hermione yanına oturduğu sırada arkada kendilerini şaşkınlıkla izleyen Murphy'e dönen Draco, "Bize en kaliteli şarabını getirir misin?" dedi sert bir sesle. Ardından ekledi. "Kırmızı olsun." 

Murphy sanki bu anı bekliyormuş gibi yanlarından yok olurken Draco tekrar kıza döndü ve meraklı bir çocuk gibi heyecanla piyanoyu inceleyişine gülümsedi.

Kızın elleri bacaklarının üstünde öylece bekliyordu, Draco gülümsemeye devam ederek kızın elini tutup yavaşça piyanonun üstünde duran kendi sol elinin üzerine bıraktı. Hermione bu hareketle çocuğa döndü. Draco boğazını temizledi.

Kızın arkasından kolunu uzatarak sağ elini de piyanonun üstüne koyduktan sonra derin bir nefes aldı. Hermione'nin sağ eli hâlâ bacağının üzerindeydi. "Bu sefer," diye fısıldadı Draco, "Elini kendin elimin üstüne koyman gerekecek."

Bu Hermione'yi güldürdü. Draco da onun gülüşüne güldü.

Hermione titreyen elini kaldırdıktan sonra yavaşça çocuğun elinin üzerine bıraktı. Draco gözlerini kızdan ayırmadan, hatta biraz ileri giderek çenesini kızın omzuna yaslayarak piyanonun üzerinde ellerini gezdirmeye başladı. Kızın hipnoz olmuş gibi tuşları izlediğini gördüğünde, "Gözlerini kapat," diye fısıldadı kulağına doğru.

Kız bir robotmuş gibi otomatik olarak gözlerini kapadı. Derin bir nefes aldığını işitti Draco, çünkü o da gözlerini kapatmıştı.

Kızın kokusu, kızın hissettirdikleri ve piyanonun eşsiz büyüsüyle kendini kaybetmişti. 

Kendisi çalıyor olmasına rağmen gerçekten Hermione'yle çalıyormuş gibi hissediyordu. Hermione belki bir şey yapmıyordu ama o kadar hissediyordu ki, kızın tüm hislerinin çocuğu da delip geçmesi şaşırtıcı bir şey değildi.

Ortamda yankılanan müzik ikisinin birlikte yaptığı bir ağıt gibiydi. İkisinin de kulaklarını sağır edercesine beyinlerine nüfuz ediyor, ikisinin de kendi hislerinde ve acılarında fakat aynı anda boğulmalarını sağlıyordu. Ortak işlenen bir parça, ikisine de farklı dokunuyor, ikisini de farklı etkiliyordu. 

Piyano büyülü bir alet gibi çevrelerinin sadece kendilerine has duygularla sarılmasına neden olmuş, onları farklı bir boyuta taşımış gibiydi. İkisinin de gözleri kapalı, ikisi de birbirlerine kendilerini bırakmış durumda birbirlerine ayak uyduruyorlardı. 

Draco sonunda son notaya bastığında etrafı ölümcül bir sessizlik kapladı. Duyulan tek şey ikisinin ağır nefes sesiydi. Draco gözlerini yavaşça araladı, kızın yanaklarının ıslak olduğunu görünce sol elini piyanonun üstünden çekti. Hermione bu sayede bir rüyadan uyanmış gibi sıçrayarak gözlerini açtı. Draco küçük bir tebessümle elini kaldırıp kızı çenesinden tutup kendisine çevirdi.

Kızın gözyaşlarını sildikten sonra gülümsemeye çalıştı. Diğer elleri hâlâ üst üste piyanonun üstünde duruyordu.

Hermione gözlerini kırptığı sırada bir damla yaş daha düştü, Draco pes etmiş bir şekilde çenesini tekrar Hermione'nin omzuna yasladı ve gözlerini kapadı. Burnu kızın yanağına değiyordu. O sırada kızın dudağını şakağında hissetmesiyle gözleri tekrar açıldı. Elinde olsa kızı kendisine biraz daha çekecek, biraz daha sıkı sarılacaktı fakat bedenleri yeterince yakın durumdaydı. 

"Teşekkür ederim." diye mırıldandı Hermione.

"Neden?" dedi Draco. Gözleri kızın dudakları ve gözleri arasında mekik dokuyordu. Gözleri hâlâ hafif nemliydi. Dudakları fazla kırmızı görünüyordu.

"Bir hayalimi gerçekleştirmeme yardım ettiğin için."

Draco gülümsedi, içinden gelen tek şeyi yapmaya karar verdiği an da kızın kendisine tekrar gülümseyip gözlerinden bir damla yaşın daha düştüğü andı.

İzin ister gibi kıza yaklaştırdı suratını biraz daha. Gözleri sadece kızın dudağındaydı, Hermione'yse çocuğun gözlerine bakıyordu. Bütün hisleri karman çormandı zaten, buna izin vermesi bunu daha da beter etmeyecek miydi? 

Draco kızın çekilmemesinden medet umarak bir tık daha yaklaştı. Hermione tekrar çekilmedi. Draco sonunda dudaklarını kızın dudaklarına değdirdiğinde bu sefer hisler daha farklıydı.

Göletteki gibi aceleci ya da tutku dolu değildi. 

Kız dudaklarını araladı, Draco kızın alt dudağını iki dudağının arasına aldı. 

Kısa fakat etkili bir öpücüğün ardından ikisi de tekrar nefes nefese ayrıldılar. Hermione'nin gözleri kapalıydı, Draco'ysa yeni açmıştı. 

"Şaraplarınız." Murphy'nin şaşkın ve sert sesi ikisinin paylaştığı sessizliği böldüğünde Hermione neredeyse düşecekti. Draco onu yakaladıktan sonra gözlerini Murhpy'e çevirdi.

"Müthiş zamanlama." dedi gözlerini çocuktan ayırmadan.

Murhpy adeta oradan tüyerken Hermione kollarının arasından çıkmıştı bile. Derin bir nefes aldı, gözlerini kollarıyla kuruladıktan sonra ayakta duramıyormuş gibi piyanoya yaslandı. 

"Şarapları unutmamak gerek." dedi gülerek, rol yaptığı bariz. Onun da en az Draco kadar sarsıldığı belliydi.

Şarabı zorlukla açtıktan sonra ikisine de bir bardak doldurdu. Bardağı piyanonun üstünden Draco'ya doğru ittirdi, kendisininkini bir dikişte bitirdi.

Draco kendi bardağını alıp bir yudum almakla yetindi. Zihninin açık olmasını istediğinden emindi. Düşünceleri ilk kez hoşuna gitmişti. Bir kez olsun bundan kaçmayacaktı. Ne kadar yanlış ve ne kadar tehlikeli olursa olsun. 

Hermione kendisine bir bardak daha doldurdu. O da Draco'nun aksine hissettiklerinden tamamen uzaklaşmak istiyordu. Açık bir zihin ve bir şeylerin üzerine düşünüp fikir üretebilen beyin istemiyordu.

Draco piyano koltuğunda oturuyor, Hermione piyanonun yanında öylece dikiliyorken yarım saat geçirdiler. Sessizlik içinde, biri duygularından kaçarken biri ilk kez onları benimserken. 

Sonunda Draco kalktı, "Haydi gidip yatalım saat geç oldu." dedi. 

Hermione tekrar bir robot gibi ona uydu. Draco'nun arkasından ilerlerken hem mutlu hem mutsuzdu. Bu düşünceye kendi kendine güldü.

Otellerine vardıklarında Hermione her zaman verdiği savaşı vermedi. Bu sefer yaptığı şey hep yaptığından biraz farklıydı.

Draco'nun yastığını alıp yatağa koyup kendisininkini koltuğa koymak yerine, sadece Draco'nun yastığını yatağa koydu.

Ardından kendi tarafına yatıp kafasını yastığa koydu ve yorgana sarılarak, Draco'nun yatacağını düşündüğü tarafa arkasını döndü.

Kalbi deli gibi atıyordu, çocuğun yastığını alıp tekrar koltuğa taşımasından ölesiye korkuyordu ama sadece birkaç saniye sonra yatak sarsıldı, sarıldığı yorganın diğer ucuna da bir başkasının sarıldığını hissetti. Gözleri dolarken onları hızla kapadı. Ardından derin bir nefes alıp kendisini uykuya bırakmaya çalıştı.

-

Diğer gün akşamı edene kadar ikisi de birbirlerinden uzak durmuşlardı. İkisi de hâlâ kendi içinde yaşıyordu. Sonunda tekrar bir avlanmaya çıkmalarını gerektiğini fark etmek ikisinin de gerçekte nasıl bir dünyada olduklarını onlara hatırlatmıştı. 

Draco bir kez daha elindeki iki fotoğrafı önlerine bıraktı. Boğazını temizledi.

"Matthew ve Lindsey."

"Sevgililer gibi duruyor." dedi Hermione ikilinin birbirlerine gülümsedikleri fotoğrafa bakarken.

"Benim de tahminim o yönde." diye mırıldandı. "Bir lunaparkta, kendilerine ait bir standları var. İnsanları arka tarafa alıp küçük gerçek birkaç numaradan sonra en büyüğüne geçiyorlar."

Hermione güldü, "Yaratıcı." diye mırıldandı. Ardından bağdaş kurup daha rahat bir pozisyon aldı. "Plan?" diye sordu.

Draco ellerini saçlarının arasından geçirip bir müddet sustu. Gözleri fotoğrafın üstünde oynuyordu. En sonunda derin bir nefes aldı, "İki sevgili gibi lunaparkta dolaşacağız. Bizi yanlarına çekmek için çağıracaklarından şüphem yok. Çağırdıkları zaman gideceğiz, sen biraz aşırı davranacaksın. Fazla heyecanlı, fazla meraklı ve fazla çocuk gibi. Bizi arkaya çağırmaları zor olmayacak, orada da her şey daha önce olduğundan daha temiz bir şekilde hallolacak."

Hermione kafasını sallayarak onay verdi, "Demek bu sefer beni planından tamamen uzaklaştırmadın Malfoy, öyle mi?"

Draco iğnelemeye cevap vermedi, sadece gözlerini devirmekle yetindi. 

"Hazırlan da gidelim." dedi Draco ayaklanarak.

"Hazırım zaten." dedi Hermione ayağa kalkarak. Üstünde kot ve bir kazak vardı. "Lunaparka giderken elbise giyecek değilim."

Draco'nun da üzerinde siyah bir pantolon ve aynı şekilde siyah boğazlı kazak vardı. Kafasını sallayarak onay verdikten sonra kıza elini uzattı. 

"Bu sefer süslü arabalar yok mu?" 

Draco güldü, "Lunapark gibi kalabalık yerlerde park yeri bulmak zor oluyor."

Dünden sonra ilk kez Hermione gür bir kahkaha attı, başını iki yana sallayarak çocuğun uzattığı elinin üstüne elini koydu. Anlık temas ikisinin de göz göze gelmesini sağladı, dünün hatırası bir rüzgar gibi ikisinin arasından geçip giderken Draco cisimlendi.

Işıl ışıl lunaparkın karanlık bir köşesinde gözlerini açan Hermione derin bir nefes alıp kendisine gelmeyi bekledi. Cisimlenme hâlâ pek iyi hissetmesine neden olmuyordu.

Draco'nun yanına varıp yanında yürümeye başladıktan sonra derin bir nefes alıp çevresine baktı. Bu gibi yerlerde olmayı ne kadar özlediğini o anda fark ediyordu.

Tıpkı bir çocuk gibi zevkle hareket eden oyuncakları izlerken elinin Draco tarafından tutulmasıyla bir an için donakaldı. Gözlerini hızla çocuğa çevirdi.

"Plan, planı unutma." dedi Draco net bir sesle. Hermione dışında her yerde gözlerini gezdiriyordu.

Daha önce de çift rolü yaptıkları olmuştu. Hiçbirinde bu kadar net bir şekilde temas ettiklerini hatırlamıyordu Hermione. Tüm tüyleri ürperirken gözlerini Draco'dan ayırmasını sağlayan üstünde kocaman harflerle "The Magician" yazan tabelayı gördü. Bir asanın ucundan çıkılıyormuş gibi süslenen tabela yanıp sönen mor ışıklarıyla fazlasıyla dikkat çekiciydi. 

Hermione çocuğu dürtüp standı gösterdi, adımlarını o tarafa çevirdiler. Adamın bakışlarının kendilerine döndüğünü görünce Hermione olduğu yerde dönüp aletleri büyük bir hevesle Draco'ya gösterip anlatmaya başladı. Bu Draco'nun suratında bir gülümsemenin oluşmasına neden oldu.

"Genç arkadaşlarım!"

Standdan yükselen sesle beraber Hermione hızla o tarafa döndü. Draco'yu çekiştirerek oraya doğru yürüdüler.

"Merhaba." dedi Hermione gülümseyerek. Büyülenmiş gibi etrafı inceliyor, şapkalara, asalara, sihirbaz pelerinlerine bakıyordu. 

Adam gülümsedi, elini salladıktan sonra kolunun altından bir çiçek çıkardı. Hermione'ye uzattıktan sonra gülümsedi. "Buyrun, güzel bir bayan için güzel bir çiçek."

Hermione gülümseyerek çiçeği aldı, "Çok güzelmiş." dedikten sonra teşekkür etti. 

Draco rahatsızca olduğu yerde kıpırdanıyor, bir an önce asıl meseleye gelmek için saniyelerini sayıyordu.

"Gösterilerinizi izlemek için ne kadar ödeme yapmamız lazım?" dedi Hermione. "Hadi Drake," dedi Draco'ya dönerek. "Biraz cömert ol!"

Draco'nun kızın kendisine seslendiği isimle birlikte kaşları çatıldı. Ardından bir şey demeden kendilerini izleyen adama baktı. 

"Asıl gösterimizi içeride sunuyoruz. Karım da orada bekliyor. Orada izlemek istemez misiniz?"

"Hii!" diye zıpladı Hermione sevinçle. "Mükemmel olur değil mi, Drake?"

Draco söylendi, "Tabii," dedi yine de bozuntuya vermeden. Adamın peşinden standın arkasına doğru yürümeye başladılar. Lacivert perdeden içeriye girdikten sonra, Draco tamamen kapandığından emin olmak için dönüp kontrol etti.

Hermione etrafını inceliyor, kendilerine yaklaşan çifte bakıyordu.

Sonunda yanlarına geldiklerinde adamın elinde bir asa vardı, kadının elindeyse kendi asası yerine bir yılan duruyordu. 

Draco beklenmedik bir şekilde, zaman kaybetmeden asasını çıkarıp öldürücü lanetle adamı vurduğunda kadın korkudan bir an için donakaldı. Ama hemen ardından yolladığı lanetten kaçmayı başaran Draco, kendisini yere atmıştı. Hermione sessiz kalmak için uğraşarak asasını çıkardı, sersemletici bir lanet gönderdi fakat laneti tutturamadı. Bu kadının üstüne atlaması için yeterli zamandı. Draco yerde düşürmüş olduğu asasını arıyordu, kadınsa elindeki yılanı Hermione'nin üstüne bırakmış, kızın boğazına sarılmıştı.

Resmen tıslayarak, kızın kucağına ata biner gibi oturduktan sonra biraz daha bastırdı. Hermione'nin dudaklarından acı dolu bir inilti koptu, Draco hâlâ yerde asasını arıyordu. Hermione olduğu yerde debelenip aynı zamanda üstünde sürtünen yılandan kurtulmaya çalışıyordu. Elindeki asasını hızla kaldırıp kadının gözüne soktuğu zaman kadının çığlığı bütün odayı doldurdu. O sırada bacağında hissettiği acıyla beraber Hermione de çığlık attı. Yılan, dişlerini kızın bacağına geçirmiş, kıvrılmış bir hâlde tıslıyordu.

Hermione'nin arkasından çıkan yeşil ışık kadına isabet etti. Yerden kalkıp intikam için kızın üzerine atlamak üzere olan kadının bedeni yere düşerken Hermione neredeyse ağlamak üzereydi. Yılan onu soktuktan hemen sonra kayıplara karışmıştı. Hermione asasını alıp birkaç büyülü söz mırıldandı. Bu acısını dindirse de yılan zehirliyse en kısa zamanda tedavi almazsa hoş sonuçlarla karşılaşmayacağının bilincindeydi.

Yardım için Draco'ya döndü fakat çocuk bomboş gözlerle yerde ölü yatan iki bedene bakıyordu. Kızın yılan tarafından sokulduğunun farkında bile değildi.

"Draco..." diye mırıldandı Hermione acı içinde.

Çocuk ilk kez kendisine döndüğünde çocuğun yüzünü çok net görebildi.

Gözünden bir damla yaşın aktığını gördü. Gördüğünü sanmak istedi. Çocuk gözlerinin önünde ağlıyordu.

"Draco," dedi Hermione bu sefer daha güçlü bir sesle. Ayağa kalkmak için çabaladı fakat bacağına saplanan ağrıyla olduğu yerde kalmak zorunda kaldı.

Draco kıza bakmadı, gözlerini kuruladı ve olduğu yerde cisimlendi.

Hermione büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı içinde ayağına baktı, ne yapacağını kestiremediği şekilde etrafına baktı. Şu anda işine yarayacak hiçbir büyüyü bilmiyordu, yardıma kimseyi çağıramazdı iki ölü bedenle yan yana yatıyordu ve Draco Malfoy onu bırakıp cisimlenmişti! 

Hermione ağlamaya başladı, dudaklarından kaçan hıçkırıklar ve bacağının ağrısı önünü görmesine engel olacak düzeydeydi. Deli gibi terlemişti, saçları yüzüne yapışmıştı. Sürünerek ilerlemeyi denedi ve biraz olsun başarılı olduğunu fark ettiğinde buna devam etti. Zorlukla lacivert perdeyi geçti. Sürünmeye devam etti ve sesini çıkarabildiği kadar yüksek sesle, "Yardım edin!" diye seslendi. "Lütfen biri bana yardım etsin!"

Standdan zorla destek alarak ayağa kalktı, ayağına basmasıyla güçlü bir acı dalgası bedenini hapsetti. Dudaklarından kaçan çığlık birkaç kişinin dikkatini çekti fakat tabela ve stant yüzünden bir satıcıdan başka bir şey olmadını düşünen insanlar tarafından görmezden gelinmişti.

"Lütfen!" dedi son bir gayretle. Artık göz yaşlarından önünü göremez hâle gelmişti.

Bayılmadan önce hissettiği son şey biri tarafından tam düşmeden önce yakalandığıydı.


Continue Reading

You'll Also Like

61.8K 3.1K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
204K 21.5K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
71.9K 5.6K 37
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
68.2K 5.1K 30
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...