YAKAMOZ

By mangaokuru

1.2M 73.3K 91K

Tüm hayatını sahip olduğu fikirleriyle yaşayan bir adam ile hiçbir ideolojiye sahip olmayan adamın hikayesi... More

GİRİŞ
1.BAMBAŞKA BİR DÜNYA
2.BEN İNSAN DEĞİL MİYİM?
3.BİR İNTİKAM BİR CEZA
4.FIRSATLARI DEĞERLENDİR
5.HAİN KİM?
6.DÜĞÜN ŞARKISI
7.KİTAP vs İDEOLOJİ
8.İKİ DELİ
8.İKİ DELİ (TEKRAR)
9.İSTİHBARAT SAĞLAM
10.VE CÜCE UZAR...
11.YAKAMOZ GRUBU
12.SENDE SAKLI DÜŞLERİM
13.1.NASIL AZRAİL OLUNUR?
13.2. DORUKLARA SEVDALANDIM
14.BİR REİS VE BİNLERCE YAKAMOZ
15.HER SEVDA BİR HARESEDİR ASLINDA
16.ALP REİS>>MENEMEN
17.REİSİN KALBİNDE TALİM,TEŞKİLATTA KÜRT YARİ VAR
18.DOĞUM SANCISI
19.DİYARBEKİR'DE AKŞAMÜSTÜ
20.KARANFİLLER ATEŞTE DE AÇAR
21.DAVASI BÜYÜK OLANIN SEVDASI
22.ACIYA NEDEN GÜLÜNÜR?
23.YILDIZLAR SİZİN İÇİN İNTİHAR EDER
24.MEKTEBİN BACALARI
25.KURŞUNDAN SÖZLER
26.AÇTIĞIN YARAYI KİM KAPATIR?
27.BULUNMAZ HİNT KUMAŞI
28.HANGİ İZ ACITMAZ?
29.AZRAİLLERİN ARASINDAKİ BOZKURT
30.KARANLIK GELECEK
31.UÇSUZ BUCAKSIZ ÖZLEM
32.YAĞMUR KISKANIR SENİ
33. DÜŞ DEĞİL ALP SOKAĞI
34.KIŞIN AYAK SESLERİ
35. SİNİR KRİZİ VE ENKAZ
36.DİRHEM DİRHEM AZALIRSIN
37.KARANLIĞA YENİLEN YILDIZ
38.ADIMIZA SÖYLENEN TÜRKÜLER
39.OLMASAYDI SONUMUZ BÖYLE
40.FİNAL
'HAYAT'IMA HOŞ GELDİN
ACEMİ BABALAR VEDAYI SEVMEZLER
mangaokuru'ndan mektup var

ALP'TEN MEKTUP VAR

17K 1K 616
By mangaokuru

Karekter olarak güçlü olduğumu söylerler hep. Yıkılmaz olduğumu, başıma gelen her felaketten dik bir şekilde kurtulduğumu, sonuç ne olursa olsun doğru bildiğimi yaptığımı... Güçlü olup olmadığımı bilmem ama her zaman doğru bildiğimi yaptığımı söyleyebilirim. Önüme çıkan engeller beni asla yıldırmaz, yolumdan döndürmezdi. Küçüklüğümden beri attığım her adımı planlı attım, işlediğim her eylemin sonunu düşündüm. Birine sinirlensem bile onu döversem olacakları hesaplayıp öyle dövdüm. Çünkü layık olmam gereken bir baba, hakkını vermek zorunda olduğum bir dava vardı. Bu yüzden erken olgunlaşmıştım, kendimi bildim bileli bu değerler vardı.

Ama şimdi hayatım hiç tahmin edemediğim bir süreçteydi. 8 yıl... Her gününü farklı duygularla yaşadığım, her seferinde yepyeni heyecanlar tattığım, kalbimde varlığından habersiz olduğum odalara sızan aşkla geçen koskoca 8 yıl. Ve bunun tek sebebi olan Emre.

Emre benim için anlatılamayacak kadar değerli. O, benim sonsuz uzunluktaki gökkuşağından yapılma kaydırağımdı. Gökkubbemi sarıyordu ama asla yere inmiyordu. Emre benim hayata attığım rövaşata golümdü; hem zordu hem de havalıydı. O, bana her güldüğünde dağlardan şırıl şırıl bir dere akıp gönlüme doluyordu, öyle bir serinlik. Emre, bana her "Alp'im," dediğinde bir çölde yağmur yağıyor, kışlar bahara evriliyordu. Gözünün değdiği her zerremde milyonlarca çiçek açıyordu, kokusu ömrümü sarıyordu.

Sırf fikri bile feleğimi şaşırtıyor, zaman veya mekan algımı yitiriyordum. Bu yüzden şu an tıklanan kapımı bile çok sonradan fark ettim. Ocaktaki odamda yapılacak olan yurt için son hazırlıkların üstünden geçerken aklım yine yarime kaydığından biraz geç "Girin," diyebildim. Kapı ağır ağır aralanırken ardından görünen beden Cengiz'e aitti. Benden yaklaşık 5 yaş büyük teşkilat üyesiydi. Diyarbakır esnafındandı.

"Kolay gelsin Reis," kapıyı kapatıp masamın karşısına geçti. Koltuktan doğrulup elini sıktım, önümdeki misafirler için olan dönerli sandalyeleri işaret ettim.

"Sağol Cengiz, hoş geldin bu arada. Hangi rüzgar attı seni?"

Genelde teşkilatta olmazdı, sadece önemli organizasyonlara katılırdı. Bir de yardıma ihtiyacımız olduğunda gelirdi. Mesela yapılacak yurdun arazisi ona aitti, karşılıksız bağışlamıştı teşkilata.

"Bir maruzatım var Reis."

Esmer adam karşımda ellerini birbirine geçirirken dişleriyle bıyıklarını çiğnemeye başladı. Söyleyeceği şey galiba hoşuma gitmeyecekti.

"Buyur tabi," ellerimi masada birleştirip göğsümü masaya dayadım. Rahat olması için samimi bir gülümseme kondurdum dudaklarıma.

"Reis bilirsin, senin karşında boynum kıldan ince. Dediğin her şeye gözüm kapalı onay veririm, yürüdüğün yolda tereddüt etmeden peşinden gelirim."

Evet, öyleydi. Sadece Cengiz değil sağolsunlar üyelerin çoğu böyle bağlıydı hem bana hem davamıza. Usulca başımı sallayıp devamını getirmesini bekledim.

"Reis bu yüzden arkadaşının dövüş okuluna oğlumu gönderirken de hiç düşünmedim."

Emre'nin sadece arkadaşım olmadığını hepsi biliyordu ama kimse bana sormaya ya da bunu dile getirmeye cesaret edemiyordu. Böyle olmasında babamın beni alenen reddetmemesinin de etkisi vardı muhtemelen.

"Ama Reis artık olmuyor. Çocuklarımız her gün değişiyor. Kürtçe bile konuşmaya başladılar. Biz nesiller boyu Diyarbakır'da özümüze sadık kaldık. Ailemizden bir kişi bile Kürtçe konuşmayı bilmezdi, çocuklarımız oraya gidene kadar."

Adam haklıydı ama eksikti. Çocukların Kürtçe konuşmasında ne gibi bir sorun vardı anlamıyordum.

"Kürtçe konuşmaları problem mi Cengiz? Onların dilini bilmeden nasıl iletişim kuracaksınız? Ayrıca onlar Türkçe konuşurken sıkıntı değil de biz Kürtçe konuşunca mı sıkıntı oluyor? Hem ben de Kürtçe biliyorum, günlük hayatımda da gayet konuşuyorum."

Tekdüze ses tonum esmer adamı morartırken konuyla alakalı tek derdinin bu olmadığını tahmin ediyordum.

"Reis sadece bu değil ki! Çocuklar başlamışlar herkese eşit davranmalıyız, her görüşe saygı duymalıyız diye konuşmaya. Tarafsız olduklarını söyleyip duruyorlar."

Derdi şimdi anlaşılmıştı. Ah Emre, ahhh! Yine duramamıştı. Çocuklara dövüş dersi vermeye gönderiyoruz, beyefendi hayat dersi veriyor. Yıldım, harbiden yıldım.

"O zaman sorun sizde Cengiz. Evde doğru düzgün davamızı anlatamamışsınız ki çocuklar başka görüşlere sarılmış."

Bu konuşmayı yaptığıma inanamıyordum. Saçma sapan mevzulara giriyorduk, burada konuşulacak konu muydu bu? Eve gidince Emre'yi vurmak şart olmuştu.

"Benden ne istiyorsun ayrıca?"

Koltukta gittikçe büzülen adam içine kaçmış sesiyle cevap verdi.

"Reis, müsaaden olursa çocuğumu oradan almak istiyorum."

Gözlerim sinirden titreşerek kapanırken derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Fayda etmeyince koltuğuma yaslanıp dişlerimi sıktım. Muhatabımın gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Bugüne kadar çocuğunun dersleri veya karekteriyle ilgili bir şikayet aldın mı?"

Konuşmadan başını olumsuz anlamda başını salladı.

"Özgüveni eksik olan çocuklarınızın hepsi oraya gittikten sonra sosyal olmadı mı?"

Bu defa bir onay kazandım.

"Evlatlarınız hem spor hem de dersler açısından sayısız başarı elde etmedi mi?"

Kısık sesle "Evet Reis," dediğini duyunca devam ettim.

"Hadi diyelim ben müsaade ettim. Gerçekten çocuğunu oradan koparabileceğini mi sanıyorsun? Bunca başarının yanında sizden çok Emre'yi dinlemesi bile çocuğun oraya nasıl bağlandığını gayet güzel anlatıyor bence."

Anlamadıkları şuydu. Çocuklar ben istedim diye değil kendileri istedikleri için gidiyorlardı Emre'ye. Tamam, ilk birkaç kişinin kaydı benim sayemde olmuştu ama her yıl yenilenen kayıtlarda ve devamında gelen çocuklarda benim hiçbir etkim olmamıştı. Emre çocuklara o kadar güzel eğitim veriyordu ki onlar eşimden kopamıyordu. Adam herkeste bağımlılık yapıyordu işte.

"Bak Cengiz eğer çocuğun ayrılmak istiyorsa kaydını sildir, benim hiç itirazım olmaz. Ama çocuğun rızası yoksa öyle bir şeye kalkışırsan karşında beni bulursun."

İstediğini alamamış olmanın yarattığı hezeyanla ayağa kalkarken "Peki Reis," diye mırıldandı. Cidden ne bekliyordu? Çocuklara rağmen ebeveynleri destekleyeceğimi mi? Hayır, cidden çocuklar dövüş okulunu ve Emre'yi sevmese onlara gerek kalmadan ben söylerdim ayrılmalarını. Ama yok, gittikleri okullardan daha çok seviyorlardı orayı. Baş selamı vererek ayrılan adamın ardından ben de duvardaki saate baktım. Eve gitme vaktim gelmişti. Önümdeki dosyaları bir düzene koyup ayaklandım. Normalde daha uzun kalırdım ancak son aylarda yurt işiyle o kadar çok uğraşmıştım ki doğru düzgün ne evi ne de Emre'yi görmemiştim. Tüm o zamanların yorgunluğu ve özlemi üstüme binerken bugün erken çıkmak istedim.

Odamın ışığını kapatıp kapısını kilitledikten sonra teşkilattakilere selam vererek ayrıldım binadan. Yaza girmiş bulunduğumuz için akşamın 7'si olduğu halde hala aydınlıktı gökyüzü. Bulutların kümeler halinde hareket ettiği sonsuzluk yüzümü güldürürken aracıma binip yola koyuldum.

Evle aramdaki mesafe azaldıkça içime dolan huzur yorgunluğumu daha şimdiden alırken Emre'ye sarılıp uyursam kim bilir nasıl iyi olurdum. O benim her derdimin dermanıydı çünkü. Farkında dahi olmadan tüm yaralarımı sarıyor, acılarımdan geriye hiçbir şeyi bırakmıyordu.

Ama yine de şu an kendimi dizginlemeliydim çünkü evde ona kızmam gerekiyordu. Çocuklara dövüş dışında bir şey öğretme diye defalarca söylemiştim ama adam bir kere bile dediğimi dinlememişti. Bu yüzden bana dert yanmaya çalışan ama çekinen teşkilat üyelerinden bıkmıştım.

Eve varana kadar Emre'yi görünce yelkenleri suya indirmemek için kendimi gazladım. Bunun da bir işe yarayacağını sanmıyordum çünkü onu görünce geriye kalan her şey aklımdan ve kalbimden siliniyordu maalesef. Sonunda eve girip salona geçince Emre'nin daha gelmemiş olduğunu fark ettim. O gelene kadar dinlenmek için kendimi geniş koltuğa atıp ayaklarımı sehpaya uzattım. Kolumu koltuğun desteğinden sarkıtırken kafamı başlığına yasladım. Tüm uzuvlarım uzun zaman sonra varlıklarını kanıtlamak ister gibi aynı anda ağırırken biraz daha yayıldım bulunduğum alana.

Bir süre kendi kendine ağrılarımın geçmesi için bekledikten sonra dış kapının dönen kilidinin sesi yankılandı ıssız evimizde. Emre'nin geldiğini anlamak için ise müneccim olmaya gerek yoktu. Ki saniyeler sonra salonun girişinde görünen yarim doğruluğumu ispatlamıştı. Çok özlemiştim ulan bu izbandut ibnemi. Ama asık suratı pek favorilerim arasında değildi açıkçası.

"Bıktım ulan senin bu ülkücü arkadaşlarından!"

Emre tüm bezmişliği ve siniriyle bana bakarken hiç istifimi bozmadım. Kim bilir yine neye dellendi bu deli.

"Ne oldu?"

"Ne mi oldu? Ulan bugün yine çocuklardan birinin babası geldi,elime bir CD tutuşturdu. Neymiş efendim çocuklara kick boks çalıştırırken onları dinletecekmişim."

Yorgunluğun getirisi olan bayık gözlerle baktım yarime. Yaşlandıkça daha huysuz oluyordu ızbandut herif.

"Yani?"

"Yanisi bu tipini sevdiğim; odam ülkücü CD'leriyle doldu. Her gelen aynı şeyi yapıyor ya."

Gözlerimi devirmekten kendimi alamadım. Ulan asıl sinirli olup atarlanması gereken benim ama boş boş söylenen o.

"Gören de zannedecek dediklerini yapıyorsun."

Sonunda girişte dikilmeyi kesip gelip yanıma oturdu.

"Tabi ki yapmıyorum lan! Senin evde dinlediklerin yetmiyor bir de kursta mı maruz kalayım marşlarınıza?"

Koltuğun öte ucundan yayılan kokusu burnumun direğini sızlatırken ayaklarımı sehpadan çekip Emre'nin bacaklarına uzattım. Sırtımdaki kırlenti de başımın altına koydum, işte şimdi tamam olmuştu.

"Bizim çocuklara Kürtçe şarkı dinletmeyi biliyorsun ama. Ulan senin yanına gelen her çocuk ikinci hafta Kürtçe şarkı söylemeye, üçüncü hafta evde Kürtçe konuşmaya başlıyor."

Emre, bacaklarındaki ayaklarımı eline alıp yavaş yavaş masaj yapmaya başladı. Yüzümde geniş bir gülümseme oluşurken başımı biraz daha geriye atıp iyice gevşedim.

"Olsun o kadar. Hem bir dil bir insan, iki dil iki insan."

Dilimin ucuna gelen küfürleri yutmak için zorladım kendimi, dua etsin şu an masaj yapıyordu bana.

"Ya bi git! Senin yaptığın dil öğretmek değil, bildiğin asimile etmek."

Aniden elinin altındaki parmaklarımı bükerken acıyla inleyip ayaklarımı çekmeye çalıştım ama izin vermedi pezevenk.

"Asimile etmek benim yaptığım değil seninki oluyor. Ulan Mehmet dayımın oğlunu ülkücü yapmaya çalışan sen değil miydin lan? Çocuk evde bozkurt işareti yaparak geziyordu lan!"

Elimde olmadan gülerken yavrum ayaklarımı ovma işine devam etti.

"Bu tamamen davama yeni bir bozkurt kazandırma çabamla alakalı."

Emre başını sağa sola salladı, galiba bu "Senden adam olmaz," demekti.

"Oğlum adam hem Kürt hem solcu,ne demek çocuğunu ülkücü yapmak. Geçen gün beni aradı sinirden ağlayacaktı neredeyse. Neymiş, Ali Gaffar efendi okulda hoşlandığı kızın yolunu kesip 'Turana yolculukta eşim sen ol Asena,' diye çıkma teklifi etmiş."

Artık kendimi tutamayıp kahkaha atarken güçlükle konuştum.

"Vayy be demek ki sonunda Helin'e açıldı."

Tabi ki Ali Gaffar'ın her şeyini biliyordum. Çocuk babasından çok benimle dertleşiyordu. Tıfıl bir şeydi ama tam büyümüş de küçülmüştü.

"Artık dayıma hesap verirsin, sıkıldım ben aranızda kalmaktan."

Ellerinin büyüsüyle ayaklarımdan vücuduma bir ferahlık yayılırken biraz sonra Emre dışında hiçbir şeyi hatırlamayacağımı bildiğimden aklımı toplamaya çalıştım.

"Bizim üyelerden de senin yüzünden şikayet var. Çocuklara Kürtçe ya da tarafsız olma gibi şeyleri öğretmeni istemiyorlar."

Omuz silkip umursamamak tam ona göreydi.

"Ben özellikle bir şey yapmıyorum. Çocuklar beni taklit ediyorlar, ben de doğru taklit etsinler diye kendi doğrularımı anlatıyorum. Hepsi de gayet zekiler. Hoşlanmadıkları şeyleri yaptıklarına bir kez bile şahit olmadım."

Masajı ufak dokunuşlara evrilirken kapanmak üzere olan gözlerime dikti elalarını.

"Ama yine de çok şikayetçilerse alsınlar çocukları, benim için problem yok."

Haklıydı, Emre'nin zaten çok fazla öğrencisi vardı. Bizim üyelerin çocukları giderse bir şey kaybetmezdi okul ama Emre çok üzülürdü, orası kesin. Çünkü her çocuğa kendi evladıymış gibi bağlanıyordu. Bunu bildiğim için daha fazla bir şey söylemedim.

"Neyse, onu bunu bırak da bunca zaman eve gelmeyişinin hesabını ver bakayım."

Sesindeki sitem tebessümüme şefkat karıştırırken bensiz hiçbir şey yapamayan yarimin yokluğumda ne denli zorlandığını biliyordum. Bu yüzden yavaşça ayağımı çekip doğruldum. İyice koltukta kayıp dibinde bittim. Aramızdaki mesafe sıfıra inerken dünyanın tüm oksijeni bedenime doldu aniden. Ama bu yoğunluk aynı anda boğulmama neden olurken her halükarda tek kurtuluşum olan adama sokuldum.

"Kendime bunun hesabını verebilsem sana da verirdim yavrum."

Başının etrafına kollarımı sarıp yüzünü boynuma gömdüm. Kokumu içine çektiğini aldığı derin nefeslerden anlarken saçlarına dudaklarımı kondurdum. İşte benim sahip olduğum tek hazinem buydu. İnsanlar sürekli "Keşke doğmasayım," der. Ama ben sırf bu an için bile iyi ki doğmuşum diyorum. Hayatımın her günü zehir dahi olsa Emre'nin tenine değen tenimin, yeşillerine karışan kahvelerimin, kokusuna karışan kokumun bir saniyesi bile hepsine değerdi.

Kolları belimi sararken benim de ellerimden biri saçlarını diğeri de boynunu okşamaya başladı. Tüm yorgunluğum buhar olup uçarken başımı okşadığım siyah tutamlara yasladım. Hiç söyledim mi bilmiyorum ama benim kelimelerle aram iyi değildir.

Şimdi size Emre'nin ruhumda yarattığı depremleri, yokluğunu düşünmenin bile bataklık olup beni içine çektiğini, teninin değdiği her noktamın kor ateşlerde yandığını, asla iyileşmez dediğim babamın açtığı yarayı bile varlığının sebep olduğu yara bantlarıyla nasıl sardığını anlatamam. O kadar geniş değil kelime haznem.

Boynuma çarpan nefesleri gönlümde rüzgarlar estirirken belimi saran elleri etrafımda beni geriye kalan her şeyden koruyan bir duvar örtüyordu. İşte bu yüzden ona anlatamayacağım duyguları basit iki kelimeye sığdıran o cümleyi asla kullanmamıştım. Emre'ye olan duygularımı birkaç kelimeye sığdırmak sadece ona hakaret olurdu. Kimse ya da hiçbir şey onu anlatamazdı buna ben de dahildim.

İnsanın duygularının kendinden büyük olabileceğini bana ispatlayan yarimin başına öpücüklerimi tekrar tekrar kondururken bir kez daha pes ettim. Ben ne Emre'yi ne de bana yaşattığı duyguları anlatamazdım. Sadece şunu söyleyebilirdim umarım hayata attığım bu rövaşata golüm jübilem olurdu. Çünkü zirve daima Emre'me yakışırdı.

Continue Reading

You'll Also Like

449K 17.9K 41
"sare sence sigarayı bıraktıran mı yoksa ona bakarak dumanı üflediğin kişi mi daha çok sevgiyi hak eder?" kollarımı göğsümde birleştirdim. "ardıç abi...
31.2K 1.3K 17
Geçmişimdi, çocukluğumdu, bugünümdü, yarınımdı. Ama asla hayal ettiğim kişi değildi. Çocukluğumun masum yanı hiç değildi. *** "Geldim." Dedi, dudakl...
1.7M 167K 60
Ulaş: Hani sen bana ilk mesajında demiştin ya Ulaş: Dizi, film ve kitaplarda herkesin sevdiği yan karakterler gibisin diye Ulaş: O zamanlar bu benim...
1M 98.9K 44
Solcu katili diye tanıtılan bir ülkücü ona atılan iftiralar sonucunda solcularla dolu bir koğuşa mahkum düşer. +18, cinsellik, argo ve olumsuz davran...