salazar // dramione

By ravenclawdahisi

132K 8.2K 26.3K

"Sondördünde doğan çocuk dünyanın sonu olacak, Egemen olmak istediği büyüyü karanlığa boğacak." Beyza'yla bir... More

➳ prolog
➳ bir
➳ iki
➳ üç
➳ dört
➳ beş
➳ altı
➳ yedi
➳ sekiz
➳ dokuz
➳ on
➳ on bir
➳ on iki
➳ on üç
➳ on beş
➳ on altı
➳ on yedi
➳ on sekiz
➳ on dokuz
➳ yirmi
➳ yirmi bir
➳ yirmi iki
➳ yirmi üç
➳ yirmi dört
➳ yirmi beş
➳ yirmi altı
➳ yirmi yedi
➳ yirmi sekiz
➳ yirmi dokuz

➳ on dört

4.7K 317 1K
By ravenclawdahisi

Sömestırın bitmesine moral olması amacıyla erkenden paylaşalım bu bölümü istedik. Ben zaten dünyanın en sabırsız insanı olduğum için. 🤷🏻‍♀️

Diğer bölüm 10 Mart'ta gelecek. Kesin tarihtir efenim, kendimi tutacağım o zamana kadar!

Neyse, iyi okumalar o zaman. 💗

Rowena'nın gözlerini açar açmaz beynine üşüşen ilk şeylerin yine tamamen Tom ve Nagini'yi kapsıyor olması kaçınılmazdı.

İki gün önce zindanlarda yaşadıkları o tuhaf ve saçma andan beri ne Tom'la ne de Nagini'yle bir daha görüşmemişti.

Tom ondan; o Nagini'den kaçmıştı.

Tom'u ne zaman yalnız yakalayıp yanına gitse çocuk bir daha dinlemeden direkt orayı terk ediyor ve gün içinde bir daha da görünmüyordu.

O kadar ki Ravenclaw ve Slytherin ortak derslerinde bile yoktu. Nagini her zaman onunla oturduğu sırasında yalnız oturuyor, arada sıradaysa başkasının yanına geçiyordu. Gözlerini daima kendi üzerinde hissediyordu ama ona bakmamak, onunla yalnız kalmamak için Tom'un gösterdiği çabaların aynılarını sergiliyordu.

Kendini tutamayıp en sonunda geçirdiği ağlama krizi sırasında ona sığınmış olması hâlâ içinde anlamını bildiği ama bunu kabullenmek istemediği bir duygunun şahlanmasına neden oluyordu. Aynı zamanda çok da çekiniyordu, onunla gerçekten arkadaş olduklarını fark etmemişti fakat o orada ağlarken hiçbir şey söylemeden sadece saçlarını okşamış ve özürler dilemişti.

Evet, Nagini ondan özür dilemişti ama Rowena kendine gelip ayağa kalktığı ve ona ters ters baktığı anda tüm o özürleri unutmuş gibi davranarak gülümsemiş, ardından "Aslında çok güzel bir ikili olurduk." demişti.

Rowena bir daha kendisine bakmadan zindanları terk etmiş ve o günün pazar olmasından faydalanarak kendinisini yatakhaneye kapatmıştı.

Akşama doğru Aida yanına gelip şu Gryffindor'lu çocuğun kendisini sorduğunu ve onun yalnız olup olmadığını sormuştu. Bu Rowena'yı biraz eğlendirmişti. Aida'yı Godric'le flörtleşirken hayal etmek nedense kendisine fazlasıyla komik gelmişti.

Düşünceleri birbirine girmiş bir şekilde yatakhaneden çıkıp kahvaltıya indi. Büyük Salon'a adımı atar atmaz gözlerini direkt Slytherin masasına çevirdi. Tom ve Nagini'nin uzak oturmuş olduklarını fark ettiğinde kaşlarını çattı. İkisini önceki gün de yan yana çok görmediğini o anda hatırladı ve bu içindeki merak duygusunun deli gibi büyümesine neden oldu.

Ravenclaw masasına otururken Tom'u daha rahat görebileceği bir yeri özenle seçmişti. Çocuğun artık kendisinden kaçmasına göz yumamazdı. Yine bir şekilde onunla yakınlaşması gerekiyordu.

Tom bir an için kafasını kaldırdı, göz göze geldikleri ilk bir kaç saniye boyunca donmuş gibi kızı izledi; ardından gayet sakin bir şekilde kafasını önüne eğip okuduğu kitabına devam etti. Aynı zamanda kahvaltısını da ediyordu.

Rowena gözlerini ondan ayırmadan tabağındaki peyniri eşeledi, ekmeklerden bir kaç parça ağzına attı. Tom yerinden kalkarken Rowena hâlâ olmasını önemsemeden masadan fırladı.

Tom'u gözden kaybetmemek için neredeyse uçarcasına Büyük Salon'dan çıktı ardından çocuğun gittiği merdivenlere doğru yürüdü. Kendisini göstermeden peşinden gitmeye devam etti. En sonunda çocuk bir kapının önünde durdu, kapıya vurdu. İçeriden herhangi bir ses gelmeyince Tom kapıyı açtı ve içeriye girdi.

Rowena kapanan kapının ardından bir kaç saniye boyunca baktı. Ardından şansının yaver gitmesini dileyerek kapıya ilerlerdi ve kapının kolunu çevirip içeriye girdi.

O kadar yavaş girmişti ve Tom da o kadar konsantre olmuş durumdaydı ki kızın geldiğini fark etmedi. Rowena o anda derslerinin biçim değiştirme ve Slytherinlerle ortak olduğunu fark etti. Demek derslere girmediği boş zamanlarını böyle değerlendiriyordu: kaçırdığı dersi boş bir sınıfta tekrar ederek.

Tom önündeki tabağa asasıyla tekrar dokundu. Tabağın bardağa dönüşmesi sadece bir kaç saniye sürdü, Tom en ufak sevinme belirtisi göstermeden asasını bu sefer bardağa değdirdi ve bardak artık bir çataldı.

"Sanırım bana da öğretmen lazım."

Tom korkmuşsa bile korktuğunu belli edecek herhangi bir şey yapmadı. Asası hala önündeki eşyaya doğruydu, bakışlarını da önündeki çataldan çekmemişti. Kız birden konuşunca bile sıçramamış, herhangi bir şey yapmamıştı.

"Sana herhangi bir şey öğretmek zorunda olduğumu düşünmüyorum."

Tanıştıkları gün ki ses tonundan bile soğuk ve duygusuz olan ses tonu Rowena'nın kafasını duvarlara vurmak istemesine neden oldu.

"Herhangi bir zorunluluktan bahsetmedim, Tom." diye mırıldandı Rowena ona doğru bir kaç adım atarak.

"Neden sevgililerinden birinin yanında değilsin?" dedi Tom bu sefer arkasını dönüp kızla göz göze gelerek. Tom'un sert yüz hatlarından ve bu kadar soğuk bakan gözlerinden nefret ediyordu. Hepsi kendisine görevinde nasıl da başarısız olduğunu hatırlatıyordu. Gerçekten arşınladığını düşündüğü onca yolun yine en başındaydı. Elinde hiçbir şey kalmamıştı ve her şeyin bu kadar bozulmuş olmasına neden olan kişi Nagini'den başkası da değildi.

"Sevgililerimden mi?" dedi Rowena kaşlarını çatıp çoğul ekine vurgu yaparak. "Sevgilim bile yokken bunu çoğul hâle getirmeyi nasıl başardık?"

Tom alayla güldü. Gülüşü o kadar sinir bozucuydu ki Rowena'nın bile çıkıp gitmek istemesine neden oldu. "Zindanlarda Rhys'ın kollarıyla duvar arasındayken pek de öyle görünmüyordunuz ama."

Nagini'ye soyadıyla seslendiğini fark etmek yutkunmasına engel oldu. Kendisi Nagini'den hoşlanmıyor olabilirdi ama Nagini Tom'un arkadaşıydı ve Rowena'nın buradaki asıl görevi Tom'a sevgiyi öğretmekti. Arkadaşlarının olmasını sağlamaktı. Ama anlaşılan o ki onun yaptığı var olan arkadaşlarının da kendisine sırtını dönmesini sağlamaktı.

"Nag- Rhys benim sevgilim falan değil."

Tom yine güldü, o sırada kapı açıldı ve Nagini göründü. Rowena'nın içinden yükselen çığlık atma isteği çok güçlüydü. Nagini'ye doğru koşup onu yumruklamamak için kendisiyle savaştı.

"Biz de tam senden bahsediyorduk!" dedi Tom gülüp ellerini iki yana açarak. "Özel buluşma yerinizi falan keşfettim? İkinizin de bu kadar peş peşe gelmesinin başka bir açıklaması olamaz da."

"Keşke millete böyle saldırmadan önce dinlemeyi bilecek kadar olgun biri olsaydın."  Nagini'nin dudaklarından çıkan sert ve duygusuz her bir kelime Tom'un suratındaki gülümsemesinin silinmesine neden oldu.

"Neyi dinleyecektim?" dedi bir adım atıp Nagini'ye yaklaşırken. Nagini kapıyı kapatıp çoktan içeriye girmişti bile. "Ona nasıl dokunduğunu mu? Onu nasıl öptüğünü mü? Ben yanınızda değilken nasıl mükemmel zaman geçirdiğinizi mi?"

"Bunlar bizim özelimiz, sana bunları anlatacağımı da nereden çıkardın?" dedi Nagini. Suratında şimdi hiç de iflah olmaz bir sırıtma vardı. Kendinden emin görünüyordu. Tom'unsa suratı kıpkırmızı olmuştu. Her an patlayacak bir bomba gibi görünüyordu.

"Nagini!" diye bağırdı Rowena. Fakat Tom başka hiçbir şeyi dinlemeden sınıftan çıkmıştı bile.

Rowena arkasından koşmak için harekete geçeceği sırada Nagini kolundan yakaladı. "Ne o, bu sefer neden yalan söylediğime dair azarlamak yok mu?"

"Sana bir şeyler anlatmaya çalışmanın hiçbir anlamı yok. Neden arkadaşının bu kadar kötü hissetmesine neden olmaya çalıştığını bile anlamıyorum! Seninle muhatap olmaya lüzum yok."

Nagini hâlâ sırıtarak sinirle kendisini azarlayan kızı dinliyordu. Fakat en sonunda kız kolunu elinden kurtarıp sınıftan koşar adımlarla çıktığında suratındaki gülümseme silindi.

Kendisine yakın tutmak istediği tek kişiyi de Tom'la beraber uzaklaştırdığının farkındaydı.

-

"Seni epeydir Tom'un yanına görmüyorum." dedi Godric önündeki balkabağı suyundan büyük bir yudum alarak.

Neol tatilinin yaklaşmış olması gerekçesiyle herkeste büyük bir heyecan vardı. Okul öğrencileri kendi arasında tatilde neler yapacaklarını, nereye gideceklerini anlatıyordu ve okulun gündeminde şu anda sadece bu konu vardı.

Rowena bu akşam Gryffindor masasında oturuyor, Godric'in yanında yemeğini yiyordu. Sabah yaşadıkları saçma sapan andan sonra tüm sinirleri yine gerilmişti. Nagini'nin dudaklarından çıkan cümleler hâlâ kafasında dolaşıyor, neden böyle yalan söylediğini anlamaya çalışıyordu ama en ufak bir fikri yoktu.

"Benden kaçıyor." dedi Rowena en sonunda hâlâ Godric'in bir cevap bekleyerek kendisine baktığını hatırlayınca.

"Neden? Gerçekten bir arkadaşlık kurduğunuzu düşünmüştüm."

"O biraz arkadaşlık olmaktan çıkmış sanırım." dedi Rowena derin bir nefes alarak. Bu konuyu düşünmek sıkılmasına neden oluyordu ve her an sadece bu konuyu düşündüğünü hesaba katarsak; hep sıkkındı.

"Bu da ne demek?"

"Seninle barıştığımız gün, partide yani, beni bileğimden yakalayıp götürdükten sonra aramızda tuhaf bir konuşma geçti. Sonrasında beni öptü."

Godric elindeki çatalı tabağına düşürdüğünde gürültülü çınlama bütün Büyük Salon'a yayılıp çoğu kafanın kendilerine dönmesine neden oldu. "Ve sen de böyle bir şeyi bana anlatmak için bu kadar uzun süre mi bekledin?"

"Önemsiz olduğunu düşünmüştüm ama anlaşılan o ki önemliymiş çünkü kendisine ulaşamıyorum."

"Sen ters bir tepki vermediysen neden onun seni öpmesi kötü olsun?"

"Beni o boş koridora götürdüğünde kıskançlık yüzünden öfke saçıyordu. Kendine engel olamayıp beni öptü, ben de diğer gün onu görmek için zindanlara indim. O sırada ortak salonlarından Nagini çıktı."

Çocuğun adını duyunca bile çatılan kaşlarına engel olamadı Godric. "O çocukta hoşuma gitmeyen bir şeyler var." dedi dişlerinin arasından Rowena'nın konuşmasını bölerek.

Rowena onu duymazdan gelip devam etti, "Nagini beni kendisiyle duvarın arasına sıkıştırdı, ne yaparsam yapayım kurtulamadım. O anda Tom ortak salonlarından çıkınca bizi yanlış anladı ve işte buradayız." dedi. Hemen ardından bu gün olanları da anlattı.

"Çocuk sadece işimize engel olmak için var gibi." diye söylendi Godric kendi kendine. Aynı zamanda kaşları çatılmıştı. Ağzına bir parça daha ekmek attı. "Sanki bunun için dünyaya gelmiş! Görevi yapamamamız için."

"Ne dedin?" diye mırıldandı Rowena öne eğilerek. Kaşlarını çatmış Godric'e bakıyordu. Görevi engellemek. Her an onların işine engel olmak. "Siktir." diye mırıldandı. Godric'se anlamamış bir şekilde kıza bakmaya devam ediyordu.

"Ne?" dedi sakince kızı izleyerek. Rowena'nın her bir hareketine dikkatle bakıyordu. Artık yemek yemeyi bile tamamen bırakmış sadece karşısındaki Rowena'ya odaklanmıştı.

Rowena düşünceleri yüzünden nefesini tuttuğunu birkaç saniye sonra fark edebildi.

Gözlerini Godric'e çıkardığında adam kaşlarını çattı, "Konuşacak mısın artık?" dedi.

"Yok, önemli bir şey değil. Sadece Tom'a nasıl yaklaşacağımı buldum sanırım." diye mırıldandı.

Godric kızın aşırı tepkisine kendi kendine söylenirken kendisini bekleyen tavuğuna geri dönmüştü.

Rowena'nınsa fark ettiği şey kesinlikle bu değildi.

Fark ettiği şey kesinlikle önemli bir şeydi.

Fark ettiği şey kesinlikle Nagini'nin sadece Nagini olmadığıydı.

ϟ

Hermione Granger yatakta kıvrılmış, üstüne yorganı çekmiş bir şekilde uyurken Draco Malfoy hâlâ koltukta oturmuş dün gece olanları düşünüyordu. Kız oradan ayrıldıkları ilk bir kaç dakika ağlamış, ardından hiçbir şey olmamış gibi tuttukları odanın banyosunda üzerini değiştirip, "Bu gece ben yatakta yatsam, sonra koltuğa geçsem olur mu?" diye sormuştu.

Draco şaşkınlıktan kafasını onay vererek sallamıştı ama kendisine daima yatakta yatacak kişi olacağını söylemeyi unutmuştu. Kızın bir anda tekrar tüm duygularını saklayıp güçlü bir kimliğe bürünmesi kendisini etkilemişti ve kıza nasıl yaklaşması gerektiğini bilmediği için de suskun kalmak zorunda kalmıştı.

Gece kız yattıktan sonra koltuğa uzanıp uyumayı denemişti fakat kızın ailesinin hafızasını silişini ve çok kısa bir süre de olsa içindeki yıkılmış insanı görmek tüm dünyasının tepe taklak olmasına neden olmuştu. Gözlerini her kapadığında ağlayarak kendisini kollarına bırakan kız zihninde canlanıyor ve aynı hızla gözlerinin açılmasına neden oluyordu. 

Sabahı etmiş, gözleri büyük ihtimalle uykusuzluktan kanlanmış bir şekilde hareketsiz bir şekilde koltukta oturmaya devam etti.

Uyuyamayışının kaçıncı dakikasında pes edip kızı izlemeye başlamış olduğundan hiçbir fikri yoktu. Arada titreşen kirpikleri, hızlanan nefesleri, refleks gibi buruşan suratı çok da güzel rüyalarda olmadığının büyük bir göstergesi gibiydi.

Saçı yatakta her dönüşünde biraz daha kabarıyor gibi gelmişti kendisine. Sapık gibi kızı izlememesi gerektiğinin farkındaydı fakat bunu durduramıyordu. Ailesiyle geçirdiği bir kaç saatin ardından kızın hakkında düşünmeden duramıyordu; gözlerini ondan alamıyordu, gözleri gibi beyni de kendine itaatsizlik ediyordu.

Genç kızın kendisini ailesine götürmesini beklemiyordu. Gerçekten beklemiyordu. Hermione kapıdaki kadına anne dediği anda beyni bütün düşünme yetisini kaybetmişti. Hermione onu kolundan tutup içeriye çekmese o şaşkınlıkla kapının önünde öylece dikilmeye devam edebilirdi.

Dans ettikleri gecenin sabahında sarhoş gibi uyanmıştı ve gerçekten uzunca bir sürede bunun etkisinden çıkamamıştı. O gece Hermione Granger'ın kendisi hakkında söylediği şeyler de uykusunun kaçmasına sebep olmuş, düşünüp durmasına neden olmuştu. Kız son günlerde kendisinin uykularını kaçırmayı alışkanlık ediniyor gibi görünüyordu.

Daphne'nin ölümünü kendine hatırlatarak diri tutmaya çalıştığı öfke kızın gerçek kimliğini görüp onu yavaş yavaş tanımasıyla yok oluyordu. Kıza dair yıllardır içinde biriktirdiği nefretin de sadece bir rolden ibaret olduğunu Salazar yüzünden bir şekilde iletişime geçmeleri gerektiği ilk günden fark etmişti.

Çevresinde kendisine arkadaş adını verdikleri ama duygularının hiçbiriyle ilgilenmeyen ve gerçekten kendisini bile tanıdıklarından şüphe ettiği insan grubunda havalı görünebilmek için her şeyi yapmıştı. Sadece bir Malfoy olmak bile Slytherin binasında çok ses getirmişti fakat bir yerden sonra onlara ayak uydurması gerektiğini fark ettiğinde arkadaşsız kalma korkusuyla bunu yapmıştı. Evde yeterince yalnızlık çekerken Hogwarts'ta da bunun olmasına göz yumamazdı.

Gözleri hala kızın üzerindeydi. Kızın yatakta bir kaç kere dönüp ardından mırıldanarak gözlerini açtığını gördüğü anda gözlerini kapadı. Kızın uyanmasıyla derin nefesler kesilince oda sessiz bir hâl almıştı. Hermione'nin kendisine baktığını hissedebiliyordu ve bu tuhaf bir biçimde bütün bedeninin karıncalanmasına neden oluyordu.

Çıkan hışırtılardan kızın yataktan kalktığını anladı, parkenin çıkardığı çıtırtılardan kızın kendine yaklaştığını fark etmesi birkaç saniyesini aldı. Fark etmeden tuttuğu nefesini Hermione uyanık olduğunu anlamasın diye hızla düzene sokmaya çalışarak gözlerini sımsıkı kapalı tuttu.

Adım sesleri kesilmişti ve hemen ardından bedenine sarılan bir yorganla titredi. Böyle bir şey beklemediği için aslında korkmuştu fakat kendisini o kadar sıkmıştı ki ani bir tepki gösterememişti.

Hermione üstünü örtüyordu.

Bir kaç saniyenin ardından kızın ayak sesleri uzaklaştı ve bir kapının kapanma sesi duyuldu. Draco yavaşça gözlerini açtı ve kızın üzerine sermiş olduğu yorgana baktı. Oturur bir pozisyonda olduğu ve kafasını sadece koltuğun arkasına yaslamış olduğu için yorganın çok büyük çoğunluğu yeri süpürüyordu.

Kızın bunu düşünmüş olması bile suratında büyük bir gülümsemenin peydahlanmasına neden olurken tuvalet kapısının tekrar açılmasıyla Draco hızla gözlerini kapadı. Bir kaç saattir ilk kez bu kadar huzurlu hissediyor oluşuyla üstüne çöken yorgunluk onu içine çekerek uyuma numarasını gerçeğe sürükledi.

Hermione bir kaç saatini yanına aldığı kitapları yatağın üstünde okuyarak, yıkanarak, hatta abartıp oje sürerek geçirdi. Çocuğu uyandırmayıp zaman geçirmek için her türlü yolu denemişti. Ama en sonunda midesinden yükselen feryat çığlıkları pes etmesine ve adımlarını koltukta gerçekten kötü bir pozisyonda uyuyan Draco'ya doğru çevirdi.

Çocuğun hemen yanına oturup elini Draco'nun kolunun üstüne koydu ve sarsıp aynı anda seslendi.

Draco'nun gözleri düşündüğünden çok daha hızlı bir şekilde açıldı, nerede olduğunu bir an kavrayamamış bir şekilde etrafını inceledi, ardından boğazını temizledi. "Saat kaç?"

"Sana da günaydın."

Kızın homurdanması Draco'yu güldürdü. Başının ağrısına ve boynunun tutulmuş olmasına rağmen bayağı gerçek bir gülüştü.

"Saat kaç?" diye mırıldandı tekrar, gözlerini bir kez daha odada gezdirdi fakat herhangi bir saat göremedi.

"On ikiye geliyor."

"Lanet olasıca saate nereden bakmamız lazım?" dedi Draco. Gerçekten sinirlenmiş görünüyordu.

Hermione elini çocuğun çenesine yerleştirip kafasını tamamen geriye doğru yatırmasını sağladıktan sonra hemen arkalarında kalan duvarda asılı duvar saatini gösterdi. "Tam olarak oradan."

Draco homurdandı, ardından yorgana baktı. Bilmiyormuş gibi davranması gerektiğini fark ettikten sonra oyuncu kimliğine bürünerek kaşlarını çattı. "Üzerimi sen mi örttün?"

Hermione kafasını salladı. Normalde bu tip cevabı bariz sorulara alay ederek cevaplamaya bayılırdı fakat hiç de içinden gelmiyordu. "Üşüyeceğini düşündüm. Aralıktayız ve sen üstüne hiçbir şey almadan koltukta oturarak uyumuşsun." dedi. Oturarak kelimesinin üstünde özellikle vurgu yaparak.

Draco cevap vermedi, "Neden daha erken uyandırmadın?" diye mırıldandı ayaklanıp yorganı tekrar yatağın üstüne bırakıp yüzünü yıkamak için lavaboya doğru giderek. Kızın çoktan hazırlanmış olduğunu fark etti. Kendi üstündeyse takım elbisesi hâlâ duruyordu.

"Gerçekten yorgun olabileceğini ve dinlenmen gerektiğini düşündüm. Ne tarz bir görev içinde olduğumuz hesaba katılırsa..." dedi Hermione eliyle oynayarak.

Draco kıza son bir bakış atıp tuvalete girdi ve gözden kayboldu.

Hermione guruldayan midesine karşılık acıyla suratını buruşturdu. Gerçekten çok acıkmıştı ve saatlerdir ayaktaydı!

Bir kaç dakika sonra Draco tekrar odadan içeriye girdi, kızı hala oturuyor görünce kaşlarını çattı. "Hadi gel," dedi odanın kapısına doğru yürüyerek. Hermione kafasını kaldırıp çocuğa baktı. "Kahvaltıya inelim. Sen uyanalı ne kadar oldu bilmiyorum ama açlıktan ölüyor olmalısındır."

Hermione kafasını hevesle sallamakla yetindi. Draco'nun arkasından odadan çıktılar ve kapıyı kapadılar. Otelin restoran bölümüne doğru yürürlerken ikisi de sessizdi.

Draco yine aklına dün gecenin dolmasına engel olamamıştı; Hermione'yse o kadar tuhaf hissediyordu ki beyni uzun zamandır ilk kez bomboştu. Sadece bir kaç saat önce kendisini unutturduğu ailesini bile düşünemiyordu. Tüm duygularını kapatmış gibi ruhsuz hissediyordu.

Kahvaltıları sessizlik ve düşüncelerle dolu geçmişti.

İçecek bir şeyler alıp otelin bahçe kısmına doğru geçtiklerinde şemsiyeli yerlerden birine oturdular.

"Ne yapıyoruz?" diye mırıldandı Hermione çevresine şöyle bir göz atarak. Herhangi bir şekilde kendilerine kulak misafiri olmamaları önemliydi.

Draco ceketinin iç cebinden iki tane fotoğraf çıkartıp masanın üstüne koyduğunda Hermione rahatsızca yerinde kıpırdanıp tekrar çevresine bakındı. Kimsenin kendilerine dikkat etmediğini fark ettiğinde fotoğraflara geri döndü.

"Aubrey ve Vicente."

İkisinin de aslında çok iyi bildiği iki ismi söylemeden yapamadı Draco. İsmi ne kadar sık tekrarlarsa o kadar kolay olurmuş gibi hissediyordu ama karşısındakilerin gerçek bir ölüm yiyen olduğu fikrinden kurtulamıyordu. Kendisi de bir ölüm yiyendi ama hiçbir zaman onlar gibi olmamıştı; hiçbir zaman Hermione'nin de sağlığı açısından bu kadar endişeli değildi ama kız alt dudağını ısırarak fotoğrafları incelerken çok da ümitli görünmüyordu.

"Ne yapıyoruz?" diye tekrarlardı Hermione gözlerini fotoğraflardan ayırıp kendisine dikkatle bakan genç çocuğa şöyle bir bakarak.

"İlk kez bu kadar fikirsizim."

"Herkesin ortasında göğüslerine yeşil ışık yollamak onların yaptığı şeyi güçlendirmekten başka hiçbir işe yaramaz." dedi gülerek. Aynı zamanda kafasını kendisine inanamadığını göstermek amacıyla iki yana sallamıştı.

Draco bir an bunu kafasında canlandırmış olacak ki, güldü.

"Ben en başında onlara daha dostça yaklaşma fikrindeydim aslında. Neden tavlamaya çalışacakları mugglelar biz olmayalım?" dedi Hermione birden aklına gelen fikirle. Bunu hiç düşünmemiş olmamaları tuhaftı zaten!

Hermione sıkkın olduğunu belirtircesine dudağını bir kez daha ısırdı. Draco kızın dudağını dişlerinin arasından kurtardıktan sonra, "Şunu yapmamanı kaç kere söylemeliyim?"

"Gerildiğimde ne yaptığımı fark etmiyorum." dedi yavaşça Hermione. Ardından gözlerini tekrar fotoğraflara çevirdi.

"Peki bizi seçmelerini nasıl sağlayacağız?" dedi Draco tekrar konuya dönerek.

"Biraz fazla dikkat çekerek."

"Nasıl?" dedi Draco. Hermione dudağını ısırmaya başladığını fark ettiğinde kendini durdu, gözlerini Draco'nunkilerle buluşturdu. Draco daha önce hiç görmediği kadar sıcak bakıyordu kendisine. Suratında oluşmaya başlayan sırıtma Draco'nun kaşlarının çatılmasına neden olurken Hermione boğazını temizledi ve anlatmaya başladı.

-

Hermione üstündeki elbiseye bakarken derin bir nefes aldı. Aynadaki yansıma kendisinin çok zıttı gibiydi. Üstüne tam oturup tüm hatlarını ortaya çıkartan kırmızı bir elbise giymişti. Elbise dizlerinin bir kaç parmak üstünde bitiyordu ve normalde giydiklerinden kısa olduğu için bununla bile rahat edemiyordu.

Elbiseyi bir kez daha aşağıya çekiştirdi, plan anlatırken daha kolaydı; şimdi aynanın karşısına geçmiş kendisini bu şekilde görünce plandan vazgeçmemek için güçlü bir neden arıyordu.

Gözleri aynadan, arkasında durmuş, kollarını göğsünde birleştirip sırtını duvara yaslamış Draco Malfoy'un gözlerini buldu. Kaşları çatıktı, büyük bir dikkatle kızı süzüyordu.

"Bu planın iyi olup olmadığını tekrar düşünmeye başladım." diye mırıldandı genç adam.

Büyük bir iki adım atıp kızın yanına geldi, Hermione, Draco'nun arkasındaki varlığıyla derin bir nefes alıp arkasını döndü. Genç adam kendisine o kadar sert bakıyordu ki ne hissettiğini anlamak çok güçtü.

"Bir şekilde onların dikkatini çekmemiz lazım."

"Dikkat çekmek için çıplak olmaya gerek mi vardı? Bir yere oturup sadece gülümsesen bile seni göreceklerine şüphe yok."

Hermione bir an nefessiz kalmış gibi hissetti. Bunu elbisesinin çok sıkı olmasına yordu ama öyle olmadığını gayet de biliyordu. Draco'nun kendisine dikkatle bakan gözleri ve kafasının daha çok karışıp teninin karıncalanmasına neden olan sözleriydi kendisine bunu yapan.

"Teşekkür mü etmem lazım?" dedi Hermione sonunda konuşması gerektiğini fark ettiğinde.

Draco keyfisizce homurdandı, hala bundan ne kadar haz etmediği belli oluyordu.

"Hangi mekanda takıldıklarını nereden öğrendin?" dedi Hermione konuyu değiştirmek için, Draco mekana gitmeleri için bir araba kiralamıştı. Kesinlikle onlarla yalnız kalana kadar büyü kullanmamaları, en ufak şüphe çekecek ve kendilerini ifşa edecek hareketten kaçınmaları gerekiyordu.

"Salazar." dedi Draco sadece.

Salazar. Bu elbisenin içinde olmasının en büyük nedenlerinden biri de oydu. Olabildiğince adamı düşünmekten kaçıyor, varlığını umursamamak istiyordu ama her an sanki tepelerinde onları gözleyip, her hareketlerini kınayacak biri varmış gibi hissediyordu.

Birlikte odadan çıktıktan sonra asansörle aşağıya indiler. Draco son model bir Mercedes kiralamıştı, Hermione güldü.

"Bir şekilde gösteriş yapmak zorundasın, değil mi?"

"Bir şey oluyorsa en iyisinden olsun." dedi Draco da yandan kıza bir bakış atıp aynı şekilde sırıtarak. Hermione asasını Draco'ya vermişti. Draco bunun ne kadar tehlikeli olduğunu söylese bile asasını koyabileceği bir yeri yoktu. Jartiyer giyme fikri kendisini korkutmuştu ki jartiyer giyip asayı arasına sıkıştırsa bile elbise üstüne öyle bir oturuyordu ki asayı fark etmemek imkansız hâle gelirdi. Aksine daha çok dikkat çekeceği de kesindi.

"Gözden çok uzaklaşmamaya çalış." dedi Draco vitesi biraz daha arttırıp boş yollarda hızla giderek. "Asan sende değil ve benim ulaşamadığım bir durumda başına kötü bir şey gelmesini istemiyorum."

"Büyücü olduğumu bilmiyorlar. Dişiliğimle onları oyalayabilirim herhalde."

"Kötü bir şey derken bahsettiğim buydu, affedilmez lanetler değil."

Hermione cevap vermeden gerçekten endişeli ve plan yüzünden hâlâ sinirli görünen adama çevirdi gözlerini. Üzerindeki takım elbisesi sabah üstünde olana göre çok daha koyu renkliydi, üstündeki gömlek de gri değil beyazdı. Ona çok daha yakışmış olduğunu o anda fark etti.

"Araba kullanmayı nereden öğrendin?"

Draco gözlerini bir kaç saniye yoldan ayırıp kendisine bakan kıza dönüp gülümsedi, ardından boğazını temizledi. "Yazları gittiğimiz yerde kızlarla olacağımı söyleyip kaçıyordum. Ama altıma aldıklarım kızlar değil arabalardı."

"Hayatımda bu kadar argo bir anlatım daha görmemiştim."

Draco'nun gür kahkahası arabayı doldurdu. Gerçekten eğlenmiş gibi görünüyordu. "Yalan mı söyleseydim?"

"Kızlar yerine arabalarla ilgilendim diyebilirdin, tanrı aşkına." dedi Hermione de gülüp kafasını iki yana sallayarak.

Sonunda Draco yavaşlayıp bol ışıklı ve müziğin sesinin dışarıya vurduğu bir mekanın önünde durdu. Arabadan indi, Hermione de çoktan inmişti. Draco anahtarları valeye fırlattı.

"Burası otelin barı mı?"

"Barın oteli diyelim." dedi Draco büyük binayı gözleriyle süzerek. "'Oda tutun' deyimini gerçekleştirmek için yapılmış bir proje."

Draco, elini Hermione'nin beline yönlendirmek için koyduğunda Hermione hızla onu durdurdu.

"Yalnız girmeliyim. Biriyle girdiğimi görmemeliler. Özellikle bir erkekle."

Draco'nun yüz hatları serleşti, dişlerini sıktığını oynayan çene kaslarından anlayabilirdiniz. Sıkıntıyla yutkunduğunda dans eden âdem elması Hermione'nin de dikkatini dağıttı. Boğazını temizledi.

"Bunu başaracağıma inan lütfen."

"Başaracağına hiç şüphem yok!" dedi Draco. Dudaklarının arasından çıkan kelimeler Hermione'nin gülümsemesini sağladı.

"Benden bir kaç dakika sonra gel."

Draco sonunda teslim olarak kızı onayladı. Hermione adımlarını içeriye çevirdi ve derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. İçerisi düşündüğünden boştu. En azından yürünecek yer ve oturulacak yerler vardı.

Gözlerini etrafta gezdirip tanıdık yüzleri bulmaya çalıştı ama ikisini de göremeyince adımlarını bara çevirdi. Gürültülü müzik çoktan kulaklarının çınlamasına neden olmuştu bile. İçmeden biraz daha buraya katlanamayacağını fark ettiğinde kendisine merakla ve büyük bir beğeniyle bakan barmeni gördü. Büyük ihtimalle bir kaç saniye önce kendisine ne içeceğini sormuştu ama mekan o kadar gürültülüydü ki birine odaklanmadığınız zaman onu duymanız imkansızdı.

Çok ağır bir şeyler içmemesi gerektiğini, kafasının sağlam kalması gerektiğini hatırladığında tadından çok hoşlanmasa da kendisini en az çarpacak şeyi sipariş etti. "Bira alabilir miyim, lütfen?"

Barmen kafasını sallayarak onayladıktan sonra büyük bir bardağa birayı koydu ve önüne ittirdi. Hermione gülümseyerek kafasını salladıktan sonra biradan bir yudum aldı. Uzun zamandır içmediği içki kendisini rahatsız etse de suratını buruşturmadı. Arkasını dönüp mekanı taramaya devam etti. Bir şekilde ilgi çekmesi, en azından mekandaki herkesin kendisini gördüğünden emin olması lazımdı. Dans mı etmeliydi? Bir anda çığlık atıp herkes kendisine döndükten sonra yanlış bir anlaşılma olduğunu mu söylemeliydi?

O sırada içeriye giren Draco'yu gördü. Ceketini çıkarmış, bir parmağıyla yakasından tutmuş, omzunun üstünden taşıyordu, gömleğinin uçlarını da pantolonunun içinden çıkarmıştı. Saçları bir kaç dakika önceye göre daha dağınıktı. Çocuk bir kaç dakika yalnız kalmamış olsa Hermione onun sevişip geldiğine inanabilirdi. Bu düşünce gülümsemesine sebep oldu, bar taburesinde zorla bacak bacak üstüne attıktan sonra, Draco'nun gözleri kendininkileriyle buluştu.

Genç adamın kaşları biraz daha çatıldı, derin bir nefes alıp kendisini rahat görebileceği bir masaya yerleştirdi. Bileğini dizinin üstüne koyduktan sonra kelimenin tam anlamıyla koltuğu yayıldı. Gözlerini bir saniye bile Hermione'nin üzerinden çekmiyordu.

"O baktığından çok daha güzel şeyler anlatıp gösterebileceğimize eminim."

Hermione'nin sağ tarafından gelen sesle Hermione korksa da belli etmemek için dudağını ısırdı. Bar taburesiyle beraber döndüğünde karşısında adının Aubrey olduğunu bildiği ölüm yiyeni görünce nefesi kesildi. Suratına gerçek bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı.

"Sanırım ben de eminim." dedi Hermione tamamen onlara dönerek. Draco'nun da onları tanımış olduğunu ummaktan başka çaresi yoktu. İkisi de fotoğraflara ezberleyene kadar saatlerce en ufak ayrıntıya kadar bakmışlardı. Tanımamasına imkan yoktu.

"James." dedi aslında adı Aubrey olan elini uzatarak. "Ve sen de?"

"He- Helaine." dedi son anda. Dudaklarından çıkan kendi ismini zorlukla yuttuktan sonra.

"Erkek kardeşim seni konuşamayacak kadar mı heyecanlandırdı?"

Bu sefer ses sol tarafından gelmişti. Bir anda iki ölüm yiyen tarafından araya alınmış olmak bütün tüylerinin ürperip kalbinin deli gibi çarpmasına neden oldu. Dudaklarındaki gülümsemeyi korumak için elinden gelen her şeyi yaparak oturduğu yerde biraz sallandı. Kanının damarlarındaki akışını hissediyor, bütün organları sıkışıyormuş gibi geliyordu.

"Heyecanlanmamak elde değil." dedi Hermione gülümseyerek.

"O zaman sana gösterdiğimiz şeylerden sonra dilini yutacaksın."

Hermione yutkundu, hala gülümsemeye çalışıyordu ama artık ne kadar inandırıcıydı kestiremiyordu. Belki de Draco'yu dinleyip plandan vazgeçmelilerdi.

"Ne göstereceksiniz?" diye mırıldandı. Konuşmak zorunda olduğunu, onları oylamak ve bir şekilde ücra bir köşeye götürmek zorunda olduğunu biliyordu.

Adının James olduğunu söyleyen Aubrey, belinden asasını çıkardıktan sonra masanın üstüne bıraktı.

Hermione'den incelemesini beklediklerini anladığında Hermione gözlerini ikisinden ayırıp aslında kendisinin en çok kullandığı ama daha önce hiç görmemiş ya da anlamını bilmiyormuş gibi yapmak zorunda olduğu nesneyi incelemeye başladı.

"Bu nedir?" diye mırıldandı eline alarak. İnceliyor, evirip çeviriyor, tabii bu sırada da herhangi bir büyüyü düşünmemeye özellikle dikkat ediyordu. Kazara asanın ucundan renkli büyüler fışkırmasını istemezdi sonuçta. "Bir tür... oyuncak mı?"

Vicente güldü, o kadar pis bir gülüştü ki bu Hermione hâlâ ilgili görünebilmek için büyük bir rol oynadı.

"Ne tür düşüncelerin o güzel kafandan geçtiğini anlayabiliyorum," dedi bir elini kızın bacağına yavaşça koyarak. "Ama bizim sana göstermek istediğimiz oyun senin kafanda olandan biraz daha büyülü."

Hermione bacağının üstündeki eli görmezden gelmeye çalışarak gülümsemeye devam etti. "Oyunlar her zaman ilgimi çekmiştir." diye mırıldandı. "Peki ne zaman göreceğim?"

Aubrey güldü, "Çok hevesli çıktın bakıyorum, Helaine." Bir elini kızın yüzüne çıkartıp yanağına dokunmuştu. Önüne gelen saç tutamını parmağına dolayıp oynadıktan sonra kulağının arkasına sıkıştırdıktan sonra açıkta kalmış olan kulağına eğildi.

"Yaptığımız onca güzel büyüyü herkesin görmesini istemeyiz değil mi? Yukarıda kardeşimle bir oda tutmuştuk, büyülerimizi gösterebileceğimiz senin gibi büyülü bir kızı bulabilirsek diye, Helaine. Gelmek istemez misin?"

Diğeri elini bacağından çekmişti ama hala aynı şekilde gözleri kızın her yerinde dolaşıyordu. Fotoğrafları ezberlememiş olsa iki ölüm yiyene değil de sapığa çattığını düşünebilirdi. Ama emindi, biri Aubrey diğeri de Vicente'ydi. Bunun buralara geleceğini tahmin etmişti, Draco da tahmin etmişti ki bu kadar bu plana karşı çıkmıştı. Neler olacağını ya da nasıl hissedeceğini bilmesine rağmen bunu yaşıyor olmak çok daha farklıydı.

"Hiç sormayacaksınız sanmıştım." dedi sonunda konuşmayı başardığında.

Vicente güldü, "Anahtarları alayım, siz de arkamdan gelin." dedikten sonra kızın bacağına elini bir kere daha sürttü ve ardından gözden kayboldu.

Aubrey kızın beline elini koyduktan sonra neredeyse kucağına alarak bar taburesinden indirdi, bir yandan da asasını kızın omuzlarına, açıkta kalan boynuna sürtüyordu.

Hermione arkasına kaçamak bir bakış atmaya çalıştı fakat Aubrey öyle bir açıda duruyordu ki arkayı görmesine imkân yoktu. Biraz daha zorlarsa bir şeylerden şüpheleneceklerini düşündüğü için de ayak uydurup ilerlemeye başladı.

Barın diğer ucundaki merdivenlere geldiklerinde Aubrey'in eli hala belindeydi, belinin biraz altındaydı. Hermione'nin içindeki duygu giderek büyüyüp kendisini sarmaya başlıyordu.

Vicente onları merdivenin başında bekliyordu, suratında aynı pis gülüş hâlâ varlığından hiçbir şey kaybetmemişti. Onları gördüğü anda harekete geçip ilerlemeye başladı, Hermione ve Aubrey de arkasından yürüdü.

Bir odanın önüne geldiklerinde tam içeriye gireceklerken Hermione ayakkabısına abanıp topuğunu kırdı. Zaten belinde olan el sayesinde düşmekten kurtuldu.

"Lanet olasıca." diye söylenerek kırık topuğu ayağıyla kapının kenarına ittirdi. Draco'nun bir şekilde anlayacağını ümit ediyordu. Odaya çıkma kısmını konuşmadıkları gibi, hangi oda olduğunu belirtecek bir işaret de konuşmamışlardı.

Vicente güldü, "Hiçbir şey senin güzelliğini taşıyamıyor, değil mi?"

Yaptığı iğrenç kelime oynuna Hermione de gülmeyi denedi. Ne kadar sahte de olsa ikisi de son derece uçmuş gibi görünüyorlardı. Üstlerinden o kadar yoğun bir alkol kokusu gelmemesine rağmen kafalarının gerçekten de yerinde olmadığını şu ana kadar anlamamış olduğuna şaşırdı.

"Senin için ayakkabını tamir etmemi ister misin? Oyunumuzun bir parçası." dedi Aubrey.

"Ah hayır," dedi Hermione telaşla. Adamı içeri sokup kapıyı çoktan kapamıştı. "Yenisini alacaktım bu da bahanem olur."

Kırık topuğu yüzünden topallayarak ilerledi, ardından duvara yaslandı.

Şimdi ikisi de ellerinde asalarla ona bakıyorlardı.

"Eminim ki daha önce hiç kimse sana dokunmadan kıyafetlerini çıkartmayı becerememiştir."

Bir an tıkansa da, "O kadar beceriklisini hiç görmedim." diye mırıldandı Hermione de. Artık konuşmakta da gülümsemekte de zorluk çekiyordu. Ama karşısındaki iki kişi de bunu pek fark etmiş değildi.

İkisinden biri asasını sallayınca Hermione'nin ayakları çıplak kaldı. Hermione nefesini tutup dengesini sağlamaya çalıştı, korkusunu sonunda serbest bırakarak, "Bu nasıl olur?" diye mırıldandı. En azından içinde yükselen korkuyu bir gerekçeyle kullanabilirdi.

Adamların gülüşleri biraz daha genişleyip daha çok eğlendiklerini belli edercesine suratlarına yayıldı. Bir asa hareketiyle Hermione'nin üzerinde çorap yırtılarak üstünden çıktı, odanın başka bir köşesine savruldu. Ölüm yiyenin yaptığı kesme büyüsü çorapla beraber Hermione'nin bacağının da kesilmesine neden olduğunda Hermione inlemesine engel olamadı.

"Gece boyunca bu şekilde inlerse eğlenceyi düşünemiyorum." dedi Aubrey bir adım atarak. Artık gülümsemiyordu. Gözleri daha kara bir hâl almıştı ve çok daha ciddi bakıyordu. Kızın kanayan bacağına yaklaşıp asasını değdirdikten sonra iyileşmesini sağladı. Asanın ucunu teninden çekmek yerine batırmaya devam edince Hermione inlememek için dudağını ısırdı.

"Elbisesinden tam olarak ne zaman kurtulacağız?" diye mırıldandı Vicente. Arkada kalmış büyük bir merakla kardeşim dediği diğer ölüm yiyeni ve cadı olduğundan habersiz Helaine'yi izliyordu.

"Bir kaç saniye içinde." diye mırıldandı Aubrey dudaklarını kızın boynunun çok yakın bir yerinde durdurup. Cevap verdikten hemen sonraysa Hermione teninin üstünde ıslak dudakları hissettiğinde öğürmemek için dişlerini sıktı. Ağlamamak için de aynı çabayı gösteriyordu.

Draco nerede kalmıştı? Biraz daha gelmezse hali içler acısı olacaktı.

Bu iki ölüm yiyen de her gün barlarda kafası uçmuş kızlarla sevişerek büyülerini gösteriyorlarsa çok da kendilerine verilen görevi başarıyorlar sayılmazdı. Kimsenin o geceye dair gerçek bir şeyleri sonradan hatırlamayacağına emindi. Kimse böyle bir geceyi hatırlamak istemezdi.

Kızın elbisesinin fermuarı açıldı, Hermione derin bir nefes alıp kendini sıkmayı bıraktı. "Neyin var?" demişti Aubrey kafasını boynundan kaldırıp ona bakarak. Eğer eğlenmediğini düşünürler ya da bir şekilde şüphe çekerse ölümünün kaçınılmaz olacağını bildiğinden oyuna katılmayı denedi.

"Canımı çok acıtıp acıtamayacağınızı düşünüyordum."

"Senin gibi güzelin canını yakacağımızı sanmıyorum. Sadece biraz büyülü oynayacağız." diye mırıldandı hala kızın tenini öperken, boğuk bir şekilde. Vicente en sonunda arkadan bir büyü yaptı ve zaten açılmış olan fermuardan ötürü elbise ayaklarının dibine düştü.

Hermione artık dayanamayacak duruma gelmişti, dudaklarından çıkan her bir nefes yardım çığlığı niteliğindeydi.

Ölüm yiyen ellerini beline sardı, "Biraz daha sabırlı olamadığın değil mi, kardeşim." diye mırıldandı kardeşimin üstüne vurgu yaparak. Vicente'yse yanlarına doğru adımlamaya başlamıştı bile.

"Her şeyi senin yapacağını ve benim izleyeceğimi mi düşünüyordun? Özellikle bugünki muggleımız bu kadar... cezbediciyken."

Hermione işi uzatmak için, "Nasıl yaptınız?" diye mırıldandı. "O odun parçaları bunları yapmanızı nasıl sağlıyor?"

"Sizin gibi aşağıdakilerin asla anlamayacağı şeyler güzelim, sen o yüzden sadece bunu başkalarına anlatmaya ve bu gecenin eğlencesine odaklanmaya çalış."

"Ama oyunun sırlarını açıklamadıktan sonra oyunun an-"

"Şşş!" dedi Vicente. O da artık kendisine son derece yakındı. Elini dudaklarına koyup Hermione'yi susturduğunda artık o da gülümsemiyordu. Aubrey kızın teninin üstünde sırıtarak biraz yana çekildiğinde, Vicente yavaşça kıza yaklaşıp yanağına burnunu koydu.

Hermione artık ağlamamak için kendisiyle direniyordu. Lanet olasıca Draco Malfoy nerede kalmıştı?

Dudaklarını teninde hissettiği anda kapının patlayarak duvarın diğer tarafa uçmasıyla iki ölüm yiyen hızla asasına sarılıp kapıya döndü. Hermione yere düşmeden önce bir tanesinin asasını eline almayı başarmıştı. Draco'nun nefret dolu bakan gözleri yerde neredeyse ağlayacakmış gibi duran, yarı çıplak Hermione'yi görünce büyük bir öfkeyle parladı. Adamların ağzını açıp büyü yapmasına fırsat kalmadan genç adamın büyülü sözleri bile zikretmeden asasının ucundan yeşil ışığın çakmasını sağlamasını ve önde olanı, Vicente'yi, vurmasını izledi.

Arkadaşının yere yığılmasıyla kendisine gelmiş gibi olan Aubrey hızla asasını almak için kızın üstüne atıldı ama Hermione hazırlıklıydı, asayı adamın gözüne soktuğunda, Aubrey büyük bir iniltiye geriye doğru yalpaladı, bunu fırsat bilen Draco'nun asası yeşil bir ışıkla tekrar parladı ve yeşil ışık hedefini ikinci kez bularak diğer ölüm yiyenin de yere çakılmasına neden oldu.

Hermione apar topar gözünden akan bir damla yaşı silip yok ettikten sonra, Draco büyük iki adımda yanına bitti. Gözlerindeki öfke hala sönmemişti, kıza dikkatle baktı. Ceketini çıkartıp kızın üstüne sardı, yırtılmış odanın bir tarafında olan elbiseye bakmadı bile.

"Kesinlikle bir daha senin planını dinlersem adım Draco Malfoy değil." diye hırladı. Genç kız ağzını açıp hiçbir şey söyleyemiyordu.

"Neden bu kadar geç kaldın?" dedi Hermione titrek bir şekilde. O kadar gerilmişti ki boşalan sinirleriyle beraber ayakta bile duramadığını kalkıp duvardan destek alması gerektiğinde fark etti. Draco kıza tekrar sinirli bir bakış atıp bir şey söylemeden kucağına aldıktan sonra ilerlemeye başladı. Ölü bedenlere bir kere bile bakmadı, Hermione arkasından asayla odanın kapısını düzeltti ve ardından kafasını çocuğun geniş omzuna yasladı.

Kendisini taşımamasını, yürüyebileceğini, gerek olmadığını söyleyecek bile mecali yoktu. İçinde kalması için savaştığı duyguları, ağlamamak ve bir şey çaktırmamak için harcadığı güç onu yemişti. Üstüne teninde hissettiği dudaklar hala sinirlenmesine neden oluyordu. Çaresiz ve bir şey yapamıyor olmaktan nefret ediyordu.

"Barmenden kurtulamadım." dedi Draco sonunda biraz daha sakinleşmiş bir sesle. Derin bir nefes aldı, "Şanslı müşteri olduğuma dair bir şeyler zırvaladı. Bunu hakkı kullanmadan mekandan ayrılamazmışım, böyle bir mekanda böyle bir şey milyonda bir kez sana gelebilirmiş! Sikerim ihtimalleri." dedi Draco. Tekrar hiddetlenmişti, "Benden önce gelene ya da sonra gelene vermelerini söyledim, o da hile yapmak olurmuş. Siktiğimin içki hakkını kullanana kadar tepemden gitmedi."

Hermione ne kadar yorgun ve yıpranmış olsa da kıkırdamadan duramadı. Barmenle boğuşan Draco Malfoy görüntüsü kendisini eğlendirmişti.

Bardan çıktıktan sonra valenin arabayı getirmesi bir kaç dakika sürmüştü. Draco, hala Hermione'yi kucağında taşımaya devam ediyordu.

"İndirebilirsin," diye mırıldanmıştı Hermione orada beklerken ama içeriye göre daha sessiz olan sokağa rağmen genç adam duymamış gibi yapmıştı.

Gelen arabanın yolcu kapısını vale onlar için açtığında, Draco, Hermione'yi özenle ve yavaşça ön koltuğa oturtmuş, kendisine son bir bakış atıp kapıyı arkasından kapamıştı.

Valenin cebine biraz bahşiş sıkıştırdıktan sonra, sürücü koltuğuna geçti ve bir daha arkasına bile bakmadan gazı kökledi.

"Gitti iki." dedi sessiz arabanın içine. Hermione konuşmadan genç adamı izliyor, arada bir gözlerini camdan dışarıya çeviriyordu. "Kaldı sekiz." dedi ardından.

"Ama öğrendiğim bir şey varsa," diye devam etti Draco. Gözlerini yoldan ayırmadan konuşuyordu. "O da ne olursa olsun bir daha senin planlarını derine inmeden kabul etmeyeceğim."

Hermione gülümsemeye çalıştı, "Bir şey olmadı bak iyiyim." diye mırıldandı.

"Sana dokunduklarını gördüm, Hermione." dedi. "Keşke o kadar kolay öldürmeseydim, dudaklarını koparmak neden aklıma gelmedi? Böylece bir daha kimseyi o şekilde öpemezlerdi."

Hermione gülümsedi, koltuğunda biraz daha dik bir konuma gelip genç adama baktı. Draco'nun eklem yerleri direksiyonu sıkmaktan beyazlaşmıştı.

"Bu kadar geç kalmasaydın-"

"Siktiğimin milyonda bir hakkı!" diye bağırdı bu sefer.

Hermione'nin kıkırdaması arabayı doldurduğunda Draco biraz sakinleşmiş gibi hissetti. Gözlerini saniyelik olarak yoldan ayırıp, ayaklarını toplamış cekete öyle sarılmış olan kızı gördü. Saçları gecenin ilk anlarına göre biraz daha dağınık ve biraz daha kabarmıştı. Draco gözlerini hızla kızdan ayırıp tekrar yola odaklandı.

Kızın kendi ceketine sıkıca sarılmış görüntüsü yola baksa da gözlerinin önündeydi.

Suratına bir gülümseme yerleşti.

Bu gece, Hermione'nin planına uymamak dışında iki şey daha öğrenmişti.

Bir, Hermione kesinlikle düşündüğünden daha güçlü ve daha dayanıklı bir kızdı. Görev için her şeyi yapabilecek, her şeyi göze alabilecek, her şeyle başa çıkabilecek bir cadıydı. Bunun zaten farkındaydı ama bunu bu kadar net bir şekilde görmek çok daha iyi bir şekilde anlamasına neden olmuştu.

Ve iki, lanet olasıca Hermione Granger, kendi kıyafetleri içerisinde -bu sadece bir ceket parçası bile olsa- tıpkı bir tanrıça gibi görünüyordu.

Continue Reading

You'll Also Like

65.3K 5.1K 37
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
12.1M 588K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
202K 21.3K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
389K 35.8K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...