salazar // dramione

By ravenclawdahisi

132K 8.3K 26.3K

"Sondördünde doğan çocuk dünyanın sonu olacak, Egemen olmak istediği büyüyü karanlığa boğacak." Beyza'yla bir... More

➳ prolog
➳ bir
➳ iki
➳ üç
➳ dört
➳ beş
➳ altı
➳ yedi
➳ sekiz
➳ dokuz
➳ on
➳ on bir
➳ on iki
➳ on dört
➳ on beş
➳ on altı
➳ on yedi
➳ on sekiz
➳ on dokuz
➳ yirmi
➳ yirmi bir
➳ yirmi iki
➳ yirmi üç
➳ yirmi dört
➳ yirmi beş
➳ yirmi altı
➳ yirmi yedi
➳ yirmi sekiz
➳ yirmi dokuz

➳ on üç

5.7K 338 1.9K
By ravenclawdahisi

Merhabalar! Küçük bir açıklama yapmak için buradayım.

İlk bölümlere gelen birçok "Nagini kız şimdi?" temalı yorumlara cevap olarak bir şeyler yazmam gerekiyormuş gibi hissettim.

Hayır arkadaşlar, Nagini kız değil. Kendisi erkek. Biz Nagini karakterini yaratıp, kurguda bir yere yerleştirdiğimizde Fantastic Beats henüz yayınlanmamıştı, fragman çıkmamıştı, Nagini'nin aslında insan olduğunu bile bilmiyorduk. Burada olay sadece yılanın ismini kullanmaktı. FB'de Nagini'nin aslında insan olduğu ve kız olduğu ortaya çıkınca hatlar biraz karıştı ama tuhaf bir tesadüf oldu gerçekten bizim için de. Yani, Nagini erkek ve sonrasında Voldemort'un yılanı olmayacak arkadaşlar. Biz sadece ismi kullanarak bir gönderme yapmak istemiştik, bunların hepsinin neden olduğunu da bölümler ilerledikçe göreceksiniz zaten.

Neyse çok konuşmuşum bile.

Çokça öpüldünüz, seviliyorsunuz.

İyi okumalar.

*

Rowena'nın öpücüğü rüyasında görmesi çok da şaşılacak bir şey değildi. Gece koridorda şoktan çıkıp Ravenclaw kulesine gidişi bile saatlerini almış olabilirdi. Zaman kavramını da düşünme yetisini de kaybetmiş gibi hissetmişti.

Tom'un dudaklarının dudaklarında oluşunu düşündüğü her an tüm kanı çekiliyor, kalbi hızlanmaya başlıyordu. Hissettiği şey heyecan değildi, saf şaşkınlıktı ve bu şaşkınlık ilk an ki gibi kendini korumaya devam ediyordu.

Gözleri açıldığı anda yine aynı sahneler zihnine dolarken inlememek için dudağını ısırdı. Bu işin bu kadar karışmış ve çözülemez hale geldiğini fark etmemişti.

Üstüne üstlük dudaklarında hissettiği baskıyla gözlerinin önünde Nagini belirmişti. Her şey dört dörtlük, her şey şahane ilerliyormuş gibi başında bir de hayalleri eksikti.

Kuleden nasıl çıktığını, kahvaltıyı nasıl bir hızda ettiğini bilmiyordu. Gözleri habire Slytherin masasında Tom'u aramıştı fakat ne Tom ne de Nagini masadaydı.

Tabii ki Tom'u dinlemeyecekti. Gurur yapabilecek ya da duyguları yüzünden kaçabilecek durumda değildi; aksine bu işin üstüne düşmek ve ondan uzaklaşmamak zorundaydı. Özellikle büyücülük dünyasının buna bağlı olduğu düşünülürse.

Büyücülük dünyasında büyük önem taşıyan ruh kavramı, Rowena'nın şaşırmasına neden olmaya devam ediyordu. Okul, sanki kurucusunun geldiğini anlamış gibi hileli hiçbir merdivenin onu kandırmasına izin vermiyor, döner merdivenler dönmüyor, tabloların arkasında saklanmış olan küçük kestirme yolların tabloları bir anda savrulup kendisini ortaya çıkarıyordu.

Slytherin ortak salonunun tam önüne çıktığında da yine böyle bir durumla karşılaşmıştı. Oraya saklamış olduklarını unuttukları bir geçit, portrede olan herkesin çığlık atmasına sebep olarak öne savrulup, gözler önüne serilmişti.

Zindandan içeriye parola dışında herhangi bir giriş yolu bilmiyordu, bilse bile elini kolunu sallayarak oraya giremeyeceği kesindi. Bir şekilde Tom'a ulaşmalıydı. Onun burada olup olmadığı bile kesin değildi fakat pazar günü kafası karışmış ve yorgun hisseden birini bulmak için gideceğiniz ilk yer yatakhanesi olurdu.

Rowena umutsuzca kapının önünde volta atıyordu. Şu ana kadar hiç kimsenin girip çıkmamış olması da sinirlerini bozuyordu. Kim olursa olsun, gördüğü ilk kişinin koluna yapışacak ve Tom'u soracaktı.

Volta atmasını durduran içeriden açılan zindanın kapısı oldu. Rowena hızla gözlerini o tarafa çevirdi ve nefesini tuttuğunu bile fark etmeden merakla izlemeye başladı.

En sonunda uzun saçları karışmış, yorgun olduğu belli olan Nagini göründü. Elinde birkaç parça kitap vardı. O kadar dalgındı ki bir an için Rowena'yı göremedi fakat köşede dikkatle kendisini izleyen gözleri sonunda hissetmiş bir şekilde ona döndü.

Gayet ciddi ve yorgun olan suratı haylaz bir sırıtmayla aydınlanırken Rowena içindeki çalkalanmaya küfretti. Tom'un kendisini öptüğü an gözlerinde canlanmaya başlıyordu ve her seferinde onu Nagini olarak düşündüğü aklına geliyor, şu anda kendisine bakan gözler ona batıyordu. Utandığını kabul etmek istemese de utanıyordu.

"Bakınız burada kimler varmış?" dedi Nagini ona doğru yürüyerek. Kendisini binalarının kapısının önünde görünce rahat bırakmayacağı zaten kesindi fakat bu kadar da keyiflenmez diye düşünmüştü. "Ama çok da keyifsizmiş sanki."

Rowena yine cevap vermeyip mimik bile oynatmadan kendisini izlemeye devam edince sırıtışı biraz silinir gibi oldu; gözlerini devirip sıkıntıyla geçirdi.

"Hanginiz hanginizin dilini kesti çözemedim ki. Dünden beri onun da ağzını bıçak açmıyor."

"İyi mi?" dedi Rowena birden. Onu gerçekten arkadaşı gibi seviyordu ve gerçekten kötü hissetmesini, üzülmüş olmasını istemiyordu. Ama bunun çok da zor olacağının farkındaydı.

"Halbuki onun dilini senden bahsetmek bile açamamıştı. Sen de Tom'un etkisi daha büyük sanırım." dedi iğneleyerek. Fakat bundan memnun olmadığını çatılan kaşlarından anlayabilirdiniz. Suratında durması için çabaladığı gülücük bile ona ihanet etmiş gibi görünüyordu.

"İyi mi?"

"Bilmiyorum, dilini kestiysen değildir tabii!"

"Nagini!" dedi Rowena hırsla kendine engel olamayarak omzuna vurduğunda.

Nagini sonunda derin bir nefes alıp elindeki kitapların düşmesini umursamadan onu ittirdi ve duvarla arasına sıkıştırdı. "Dün," diye başladı. Rowena, Nagini'nin her kelimesinde kendisine daha çok yaklaşıyormuş gibi hissediyordu ve bu yakınlık dün gecenin görüntülerini gözlerine serip karnına bıçak saplanmış gibi hissetmesine yol açıyordu. "Aranızda ne olduğunu, neler yaptığınızı, ne hakkında konuştuğunu bilmiyorum; tahmin bile edemiyorum ama ikiniz de bu şekilde bakıyor ve bu şekilde konuşmuyorsanız, çok da iyi şeyler olmuş olamaz."

"Onu görmem lazım." dedi Rowena hemen. Duygusal olarak çocuğun kendinden uzaklaşmasına izin veremezdi. Konuşup bir şekilde içini rahatlatmalıydı, bunun için aşık rolü yapmasına gerek duysa bile. Şu anda hala hayatta olmasının tek nedeni o çocukken, o çocuğun ondan uzaklaşabilecek olması fikri kanını donduruyordu.

Nagini kendisine biraz daha yaklaştı, Rowena kıpırdamaya hatta nefes almaya korkarak durdu. En ufak hareketlerinde dudakları birleşebilecekmiş gibi hissediyordu ve bu dünün üstüne gerçekten iyi olmazdı. Kaldırabileceğinden daha fazlası demekti. Buraya birilerine bir şeyler hissetmeye, birileriyle ilişkide olmaya gelmemişti. Nagini ne kadar kafasını karıştırıp, kendisini etkilemiş olursa olsun; Tom öncelikti.

Kendisinden uzaklaştırmaması için her şeyi yapmaya hazır kalbini bir kenara iterek ellerini Nagini'nin göğsüne koydu ve ittirdi. Fakat genç adam en ufak tepki göstermeden olduğu yerde durmaya devam etti. Hissettiğine dair bir belirti bile göstermeden kendisine bakmaya devam ediyordu.

"Neler oldu?" dedi Nagini tekrar. Gözlerini bir saniye bile gözlerinden ayırmadan, daha önce Rowena'nın hiç duymamış olduğu bir ciddilikle konuşuyordu.

Genç adamın gözlerinden gözlerine akan yoğun duygular içinin ürpermesine neden oluyor ve bu tanıdık ürperti rahatsız hissetmesini sağlıyordu. En son Salazar'ın kendisine bakışlarında bu kadar ürpermişti. Onu düşünmek bile titremesine neden oluyordu. En eski arkadaşı daima ona hep bu şekilde bakardı. Bu kadar derin.

"Bunu sana söylemek zorunda değilim." dedi zorlukla.

"Evet zorundasın."

"Zorunda olduğumu nereden çıkarıyorsun?"

"Canım öyle istiyor."

Rowena konuyu değiştirmek adına, "Lütfen Tom'u buraya çağır." diye mırıldandı. Kendisine geçmişi hatırlatan, duygularında daha çok boğulmasına neden olan bu gözlere biraz daha bu kadar yakından bakarsa gerçekten kontrolünü kaybedecekti. O da insandı.

"Çağıramam."

"Çağırmaz mısın, çağıramaz mısın?"

"İkisinden de biraz."

"Senden nefret ediyorum, Rhys."

"Aşk ve nefret arasında ince bir çizgi olur derler, yanlışlıkla onu geçmeyesin?"

"Benim çizgim biraz daha kalın." dedi Rowena gülümsemeye çalışarak.

"Kim demiş?" dedi Nagini de kaşlarını kaldırıp.

"Seninle bu aptal sohbete devam etmeyeceğim! Tom'u çağırır mısın ve Merlin aşkına lütfen biraz uzaklaş!"

Son cümlesiyle beraber Nagini'yi umutsuzca bir kere daha itti, genç adam bir kere daha yerinden kıpırdamadı.

"Bak aranızda ne oldu bilmiyorum ama-"

"Öptüm."

Yandan gelen sesle ikisi de o tarafa döndüğünde kaşları çatılmış, gözleri bir Rowena da bir Nagini de gezen Tom'u gördüler. Rowena o anda nasıl bir pozisyonda yakalandıklarının farkına vardı fakat Nagini'nin boşluğundan yararlanarak sonunda onu ittirip kendine yer açabildi ve sırtını da duvardan ayırdı.

"Sen ne-" diye söze başladı fakat sözü bir kez daha Tom tarafından kesildi.

"Onu öptüm." dedi tekrar. Gözlerini Nagini'ye çevirmeden dümdüz Rowena'ya bakıyordu. "Aslında o kadar sert konuştuğum için de pişman oldum sayılırdı ama sanırım ikinizi burada duvar kenarında öpüşürken görmek düşüncelerimin değişmesine neden oldu."

"Öpüşmüyorduk!" dedi Rowena hızla. "Tom lütfen-"

Tom bu gün söz kesmeye alışmış gibi görünüyordu. "Affet, öpüşmek üzere demek çok uzun gelmişti."

"Tom aramızda hiçbir şey yok!"

"Evet aramızda bir şey olmadığının farkındayım ama aranızda olduğundan da eminim."

"Sadece bana dün gece hakkında neler olduğuyla ilgili soru soruyordu."

"Seni duvara sıkıştırmış, üstüne eğilmiş, gözlerini senden bir saniye bile ayırmadan mı? Nagini herkese böyle mi soru sorarsın?"

Geldiğinden beri ilk kez Nagini'ye bakarak konuşmuştu. Nagini cevap vermeyince sırıttı.

"Ben de öyle düşünmüştüm." Bir kaç saniye sessizliğin ardından, "Ben kütüphaneye gidiyorum, sen de gelirsin." dedi Nagini'ye doğru. Ardından arkasına bir kere bile bakmadan merdivenleri tırmandı.

Rowena hırsla Nagini'ye doğru gidip sert bir yumruğu göğsüne geçirdiğinde gözü dönmüş gibiydi. Gözlerinin yaşlarla dolmuş olduğunu Nagini son anda yakaladı.

"Neden?" diye çığlık attı resmen Rowena hala vurmaya devam ederek ama artık engellemekte zorlandığı göz yaşları akarken yumrukları gittikçe güçlerini yitiriyorlardı. "Lanet olasıca çeneni açıp neden hiçbir şey söylemedin? NEDEN AĞZINI AÇIP TEK BİR KELİME BİLE ETMEDEN DURUMU KABULLENDİĞİNİ DÜŞÜNDÜRTECEK ŞEKİLDE DAVRANDIN?"

Nagini, Rowena'nın yumruklarını bileklerinden yakalayıp durdurduktan sonra göz göze gelmelerini sağladı. Rowena'nın dudaklarından bir anda kaçan hıçkırık, Rowena'nın durmasına neden oldu. Nagini de yumruklarını serbest bıraktığında Rowena rahatça suratını elleriyle kapadı.

Ağlamaması gerektiğini, özellikle bunun Nagini'nin önünde olmaması gerektiğinin farkındaydı fakat her şeyi o kadar batırmış, o kadar işin içinden çıkılmaz hale getirmiş ve duyguları birbirine girmişti ki artık dayanamayacak duruma gelmişti.

Nagini'nin varlığını bile unutarak sırtını duvara dayayıp kimsenin onu görmeyeceğini umduğu bir köşeye çökerken elleri hala yüzündeydi. Bir kaç saniye sonra bedenine dolanan bir kol hissetti, ardından kafası tanıdık ama uzak olan bir kokuyla bezeli göğsün içinde kayboldu.

Rowena sinirlerinin boşalmasının verdiği etki, geçmişe duyduğu özlem, her şeyi batırmış olmanın korkusuyla o göğse sığındı. Ağlaması yavaşlaması gerekirken hızlandı ama Nagini bunu pek umursamış gibi durmuyordu. Kızı sıkıca sarmış, üstündeki o yükü paylaşmak istercesine onun gibi eğilmişti.

"Ben ne yapacağım?" diye mırıldandı Rowena ağlamaya devam ederek. Nagini cevap vermedi, kollarını biraz daha sıkı sarmayı tercih etti. Kız hissetmeden kafasının üstüne, saçlarına bir öpücük kondururken o da gözlerinin dolduğunun farkındaydı.

Aylardır paylaşmayı umduğu sarılma bu olmasa da; bu da her şeye değerdi. Rowena'nın dahil olduğu her şey, her şeye değerdi.


ϟ



Gözleri açılır açılmaz beynine doluşan anılar suratında büyük bir gülümseme oluşmasını sağlamıştı. Dans ettikleri, konuştukları her an gözünün önünde canlanırken tüm vücudunun enerjiyle dolmasına engel olamıyordu. O kadar mutlu, o kadar enerjik ve o kadar deli dolu hissediyordu ki her şeyi yapabilirmiş gibi.

Yataktan kalktıktan sonra hazırlanıp aşağıya indi, Harry ve Ron oturmuş sohbet ediyorlardı. Hermione'yse hala suratındaki gülümsemeyi taşıyordu.

Dün gece ortak salona gelişlerini hayal meyal hatırlıyordu. Dans ederlerken çok sarhoş hissetmese bile onun kollarındayken bir şey düşünemez hale gelmişti.

Draco kendisini kuleye bırakmıştı. Partide yaptığı gibi. Çocuk gerçekten bunu alışkanlık haline getirmeye başlıyormuş gibi görünüyordu ve bu alışkanlık Hermione'nin de hoşuna gitmeye başlamıştı.

Dans ettikten sonra birbirlerine sarılmış bir şekilde orada öylece dikildiklerini hatırlıyordu. Bunu düşünmek tüm kanının kaynamasına neden oluyordu. Onunla zaman geçirdikçe ona karşı hislerinin farklı boyutlara ulaştığınının farkındaydı fakat bunu kısa zamanda kabullenebileceğini düşünmüyordu.

"Cormac'la çok eğlenmiş gibi görünüyorsun." dedi Ron, Hermione'yi hayal dünyasından çıkartıp aralarına dönmesini sağlarken. Hermione fark etmeden gözlerinin daldığı şömine ateşinden kendini kurtararak Ron'a döndü. Çocuğa karşı hissettiği öfkenin en ufak azalmadan hala içinden yükselmeye başladığını fark ettiğinde bunu dışa vurmamak için dudağını ısırdı.

"Tahmin bile edemezsin." dedi gülümseyerek. Gülümsemesi gerçekti çünkü anında yine gözlerinin önüne Draco ve kendisine büyük bir zarafetle dokunan elleri gelmişti. "Hayatımda geçirdiğim en güzel geceydi sanırım."

"Cormac ve seni çok yan yana-" diye söze başlayan Harry'e fark ettirmeden dirseğini sokuşturan Hermione, Harry'nin susup sonrasında cümleyi ters yüz ederek devam etmesini sağladı. "...gördüm! O kadar da beraber zaman geçireceğinizi düşünmemiştim."

"İnanır mısın, ben de onunla öyle güzel zaman geçireceğimi düşünmezdim."

"Başımıza ikinci bir Viktor geliyor desene." dedi Ron gülümsemeye çalışarak fakat onunla beş buçuk yılınızı beraber geçirince sinirlendiği zaman nasıl hareketler sergilemeye başladığını hemen öğreniyordunuz.

"Senin benim ilişkilerim hakkında ne düşündüğünü önemsememem çok iyi olmuş o zaman." dedi Hermione de hızla. Çok yakın bir arkadaşı olmasına rağmen tüm isteğini ve enerjisini bir anda yok etme gücüne sahipti. Söylediği bir şey, yaptığı bir hareket, herhangi bir ters bakışı bütün modunuzu değiştirebilir, en güzel günü size zehir edebilirdi. İşte bu da öyle bir andı. Ron'la arkadaş olmak Hermione için bu demekti. Kendini güzel, alımlı ya da mutlu hissettiği her anında kıskançlıkla dolu bir cümleyle karşısına çıkıp bütün duygularının ters yüz olmasını sağlıyordu.

Ron cevap vermeyip hızla ayaklandığında Hermione hala sinirliydi. "Ben kahvaltıya gidiyorum." dedi Ron ikisine de bakmadan, ardından salondan çıktı.

Hermione sinirden delirecek bir şekilde Harry'e döndü, "Neden her zaman her şeyi berbat etmek zorunda? Neden birinin mutluluğunu paylaşamayacak kadar kıskanç?"

"Sadece senin erkeklerle olan ilişkilerine alışık değil sanırım." dedi Harry mırıldanarak.

Hermione bir şey demeyip ellerini saçlarından geçirdi. Çoktan volta atmaya başlamıştı. "Biz de inelim." dedi sonunda. "Ginny indi mi?"

"Evet, arkadaşlarıylaydı."

Hermione onay verircesine kafasını salladıktan sonra Harry'nin arkasından kulenin çıkışına doğru yürümeye başladı. Ron'un bir anda kaçırdığı enerjisinin geri gelmesi çok da uzun ya da çok da zor olmamıştı.

Büyük Salon'da gözleri Draco'nun gözlerini bulduğu anda kaçan gülümsemesi, bitip gittiğini hisseden enerjisi hiçbir yere gitmediklerini belli edercesine bir anda her tarafına yayılmıştı. Draco'nun da kendisini görünce suratında oluşan gülümsemesi Hermione'nin içindeki hislerin biraz daha büyümesine neden olmuştu.

Harry'le Gryffindor masasına oturduklarında Ron diğer uçta kalmıştı. Yanına kimsenin gelmemesini istediğini belli edercesine Dean ve Seamus'un arasına girmişti.

"Ron'un tüm hevesimi kaçırmasından nefret ediyorum." dedi Hermione kendine engel olamadan. Kendisini görmek yine sinirlenmesine neden olmuştu.

"Birbirinizle gerçekten iyi anlaşabileceğiniz bir an hiç olacak mı?" dedi Harry kahvaltıya başlarken.

"Bunu kendisine soralım bence, nasıl olsa her türlü sorunun kaynağı daima kendisi oluyor."

Harry kavgalarından bıktığını göstermek istercesine gözlerini devirdi. Bir şey demeden kahvaltı etmeye devam etti. Hermione de arada arkadaki Slytherin masasına bakış atmaya çalışarak kahvaltı etmeye başlamıştı.

Sonbahar güneşi etrafa çok da sıcak olmayan bir ısı yayarken Hermione cübbesine sarılmış, Harry'nin yanında yürüyordu. Karagöl'ü şu sıra ne kadar çok ziyaret ettiğini fark ettiğinde yine gülümsemeden edemedi.

"Gerçekten senin bu halde habire sırıtmana neden olan kişiyi merak etmeye başladım."

Hermione dudaklarını ısırdı, "Bunu başka bir zamana saklamak istiyorum."

Harry kabul ettiğini belirtircesine kafasını salladı ama onun da suratına bir gülümseme yerleşmişti. Hermione'nin her an sırtıyor olması onu da etkilemişti.

Çimlerin üstüne oturduktan sonra Hermione, Harry'e doğru yaslandı. Harry de ağaca yaslanmıştı.

"Sizin dün gece nasıl geçti?" dedi Hermione bir kaç saniyelik sessizliğin ardından.

"Yarı yarıya." dedi Harry sıkıntıyla. "Ben yine bir şeyler elde edebilme umuduyla Slughorn'un başına üşüşünce o da benimle gezmek zorunda kaldı. Bu konuda hiç şikayet etmeyip aksine yanımda olduğunu ve sıkılmadığını söyleyip durdu ama hayalindeki partinin de o olmadığından emindim."

Hermione destek olduğunu göstermek amacıyla elini Harry'nin elinin üstüne koyup sıktı. "Ginny anlayışsız bir insan değil, neyle boğuştuğunu, neyin içinde olduğunu ve bunu çözmek için de nasıl çabalayıp çevrene nasıl değer verdiğinin farkında. Bunun için seni suçlayacak, senden sıkılacak ya da senden muhteşem romantik anlar bekleyecek biri değil. Düşündüğünden daha az hayal kırıklığına uğradığına emin olabilirsin."

"Umarım öyledir."

"Öyle."

"Muhteşem parti randevularınızdan mı bahsediyordunuz?" Ron'un sesi arkadan geldiğinde ikisi de yavaşça kafasını çevirip oraya baktı.

Hermione cevap vermedi, Harry'se kafasını sallamakla yetindi.

"Hermione, gidebilecek birini bulduğu için bile mutlu olduğundan bahsediyordu sanırım?" dedi Ron sırıtarak. Tam yanlarına oturacakken aniden ayağa fırlayan Hermione, Ron'un da durmasına sebep oldu. Harry'se Hermione gibi onun hemen arkasından ayağa fırlamıştı.

"Ne zaman benim gerçekten birileriyle partiye gitmiş olduğum gerçeğini kaldırabileceksin? Senin tercihin olmadığım, başka kimsenin tercihi olmayacağım anlamına gelmez." dedi hiddetle. Kontrol edemediği ses tonu herkesin kendisine dönmesine neden olurken bir an bile pişman değildi. Ron kaşlarını çattı, gözlerini kendilerine çevrilmiş olan yüzlerin hepsinde teker teker gezdirdi.

"Sadece dalga geçiyordum, bunu bu kadar büyütüp herkesin dikkatini üstümüze çekmeye gerek var mıydı?"

"Yıllardır benim üzerimden geçtiğin dalgalardan, benim birini bulup bulamamam konusunda girdiğin iddialardan fazlasıyla sıkıldım, Ronald Weasley. Ve inanır mısın bilmiyorum ama artık bunun pek de dalga olduğuna inanacak halim kalmadı."

"Sadece kendine özel alınma. Hemen arından Harry'e de laf atacaktım. Biraz sakin olur musun?"

Hermione'nin aksine gayet sakin görünüyordu, onun sakinliğiyse Hermione'nin daha çok sinirlenmesine neden olan başlıca nedenlerden biriydi.

"Ne o, yoksa altın üçlümüz de dağılmaya mı başladı?"

Arkadan gelen tiz ses herkesin tekrar o tarafa dönmesine neden oldu. Bu sefer göz göze gelince bile içinde mutluluk patlamasını yaşamasını sağlamayan o mavi gözlerde normalden biraz daha fazla oylandı.

"İşinize bakın." dedi Ron onlara dönmeden. "Bu bizim aramızda."

"Granger konuşmaya başladığında nasıl olsa olay neymiş öğreniriz, çok da ses tonuna hakim olamıyor gibi." dedi Parkinson yine gülmeye başlayarak. Diğerlerinin de ona katılmasını beklediğini göstererek çevresindeki herkese göz gezdirdi. Draco dışında hepsi sırıtmaya başlamıştı bile.

"Bizi düşürdüğün duruma bakar mısın?" dedi Ron bir adım atıp Hermione'ye biraz daha yaklaşarak. "Milletin diline düşmemize sebep oluyorsun! Şu alınganlığını sonraya sakla."

Hermione ağzını açacakken, "Belki de sen onları düşürdüğün duruma dikkat etmelisin."

Altıncı yılın başlamasıyla Hogwarts kavgalarından fazlaca uzak durup, sadece derslerde doğru düzgün görünen Draco Malfoy'un pürüzsüz ve sert sesi ortamı doldurduğunda herkes nefesini tutmuş bir şekilde onu izlemeye başlamıştı. Pansy Parkinson bile Draco'dan bir atak beklemediğini gösterircesine şaşkın görünüyordu. Gözlerini bir kaç kez kırparak önce Draco'ya ardından laf attığı Weasley'e baktı.

"Sen ne zamandır aramızdan birinin kötü duruma düşmesine sinirlenir oldun?" dedi Ron arkasını dönüp bu sefer direkt Draco'ya bakarak. Harry de Ron'un hemen yanında bitmişti fakat o daha çok onu uzaklaştırmaya çalışan taraftı. Hermione'yse donup kalmış bir şekilde ikisine bakıyordu. Draco'dan böyle bir şey beklemediğini o da son derece belli ediyordu.

"Aranızdan birinin kötü duruma düşmesine sinir olmuyorum." O sırada Draco'nun gözleri saniyelik olarak Hermione'nin gözlerini buldu. "Sadece suçu kendisinde görmeyip hep etrafa atmaya çalışanlara karşı bir garezim olmuştur. Hem yıllardır merak ettiğim bir şey var, Weasel," dedi Draco Malfoy yüzündeki alaylı ifadeyle. Ron'a doğru bir adım attı. Ron'un çoktan çatılmış olan kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı. "Bu manzara beni öyle kışkırttı ki bu merak içimi kemiriyor şuan, engel olamıyorum."

Suratındaki ifadeye bakılırsa Draco oldukça eğleniyor gibi görünüyordu. Pansy Parkinson ve Blaise Zabini'nin anlamlandıramayan bakışları, yerini Draco'nun gözlerindekine benzer bir parıltıyla kaplı bakışlara bırakmıştı.

"Harry Potter; seçilmiş çocuk, hayatta kalan çocuk, ölümsüz bla bla bla... Daha saymama gerek var mı? Kusura bakma Potter, seni övme seansını sonraya bırakıyorum, sözüm olsun." dedi Draco. Durmadan devam etti. "Hermione Granger; çağının en zeki cadısı falan filan... Bu ikisini anlıyorum ama seni anlamlandıramıyorum. Bunların arasında ne işin var? Vasfın ne tam olarak yani? Bak, oldukça merak ediyorum bunu. Sana acıdıkları için mi yanlarındasın yoksa bir çeşit büyü falan mı yaptın?"

"Yeter," dedi Hermione. İçinde büyüyen öfkeyi kontrol edebilmek için yumruklarını sıkmıştı. Draco Malfoy, Ron Weasley'nin üzerindeki bakışlarını çekmedi. "Haddini aşma, Malfoy."

"Bak işte," dedi Draco gülerek. Kasılan yüz hatlarını saklamak için en iyi yol buydu belki de. "Bu cadıya demediğini bırakmadın ama kalkmış bir de seni savunuyor. İtiraf etsene Weasel, hangi büyü bu?"

"Anlamlandıramıyorsun, seni anlıyorum," dedi Harry sakin bir tavırla. "Ve sana acıyorum Malfoy çünkü hayatında hiçbir zaman iki insan arasındaki gerçek bir bağın nasıl hissettirdiğini anlayamayacaksın. Bahsettiğin büyü bu sanırım." Harry gülümeyerek burnunun ucuna düşen gözlüklerini hafifçe geri itti.

Ron gülerek Draco'ya doğru bir adım attı.

"Sen gidip sahibine havlamaya devam et Malfoy, bizim işimize de burnunu bir daha sokma. Zararlı çıkıyorsun sonra."

Ron'un kurduğu son cümle her şeyin çok hızlı gelişmesine neden oldu. Draco Malfoy daha önce kimsenin görmemiş olduğu hız ve öfkeyle Ron'un üstüne atlarken kimse onu tutamamıştı. Attığı ilk yumrukla yere sermiş olduğu Ron'un üstüne eğilip yakalarından tutup silkelediği sırada ancak Harry ve Hermione bir şeyler yapabilmişti.

Hermione hızla Draco'nun koluna tutunurken, Harry de Ron'u yerden kaldırmaya çalışıyordu.

Draco'nun atacağı yumruğun üstüne elini koyduktan sonra çocuğun dikkatini çekebilmek adına yumruğu sıktı, kalabalıkta olduğunu hatırlaması gerekip yapmaması gereken bir şeyi yaparak çocuğun çenesine elini koyup kendisine dönmesini sağladı.

"Yapma." diye mırıldandı gözleri buluştuğu anda. "Lütfen." diye ekledi Hermione.

Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki o karmaşada bunu pek de fark eden birinin olduğunu düşünmüyordu. Ama her şekilde kendisini izleyen ve kendisinin de iyiliğini en az kendisi kadar isteyen Harry, aralarındaki bakışmayı görmüş, konuşmayı işitemese de bir şeyler döndüğünü fark etmişti.

Draco bir şey belli etmemek istercesine kolunu kızdan kurtardı, bir kaç adım ondan uzaklaştıktan sonra gözlerine bakmaya devam ederek ilerledi. En sonunda arkasını dönüp kalede kaybolduğunda Hermione'nin içi içini yiyordu.

Hermione arkasını dönüp Ron'un yanına ilerledi. Kalabalık yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı, Harry ve Ron kendi köşelerine çekilmiş, ağaca yaslanmışlardı.

Ron'un dudağı patlamıştı, bir de elmacık kemiğinin üstü biraz çizilmiş ve morarmış gibi görünüyordu.

"Orospu çocuğu." diye hırladı. "Bizim aramızda konuştuklarımızdan ona ne?"

Sinirini atacak bir şey arıyor gibi görünüyordu. Yerdeki çimleri koparıyor, elinde sıkıyor, yeşil bir sıvı her tarafına damlamaya başladığında yeni bir çimen topluluğu koparıp aynı şeye devam ediyordu.

Harry gözlerini Hermione'ye çevirdi, Hermione hızla gözlerini ondan kaçırdığında Harry'nin bir şeyler gördüğünü anlamıştı bile. Fakat suçlayıcı bir şeyler söylememesi ve Ron'a herhangi bir şeyden bahsetmemiş olması içinde büyüyen minnet duygusunun başlıca nedeniydi.

Ron hala kendi kendine konuşmaya devam ederken, "Ben bir ödevi unuttuğumu fark ettim." dedi Hermione sonunda sessizliğini bozarak. "Yarına yetiştirmem gerekiyor, sizinle sonra konuşurum."

Ron, bu gibi bir durumda kendisini yalnız bırakıp ödeve gittiğine inanamadığına dair bir şeyler mırıldanırken Harry de onu pek dinliyormuş gibi değildi. Hermione'nin gerçekten nereye gittiğini tahmin edebiliyordu ve bu merak duygusunun biraz daha büyümesine neden oluyordu.

Hermione kaleye girdikten sonra etrafına bakınmaya başladı. Yalnız kalmak isteyeceğini biliyordu. Fakat Draco Malfoy yalnız kalmak istediğinde Karagöl dışında nereye giderdi?

Nereden başlaması lazımdı?

Nereye bakacağını bilmeden kafası sadece Draco'dayken bomboş yürüdüğü sırada yan tarafında ihtiyaç odasının kapısının açılmasıyla beraber kalakaldı. Buraya saklanmış olabilir miydi?

Etrafa bir göz atıp kimsenin olmadığını gördüğünde büyük kapıyı açıp içeriye hızlıca girdi ve hemen arkasından kapanmasını sağladı.

Karışık ve bir çok eşyayla dolu ihtiyaç odası en başta pes edip gitmesine neden olacak kadar ürkütücü görünse de, kafası Draco'dayken buranın açılmasının bir nedeni olmalıydı. O yüzden küçük küçük adımlarla ilerlemeye başladı.

"Draco." diye seslendi sessizliğe ve karışık eşyalara doğru.

Her adımında etrafı inceliyor, artık kullanılmayan, eskimiş, kırılmış, bir parçası kopmuş eşyalara dikkatle bakıyordu.

"Beni nasıl buldun?"

Arkasından gelen sesle sıçrasa da ses çıkarmadı. Arkasını döndüğünde saçları karışmış, gömleğinin kolları dirseğine kadar sıvanmış ve ceketi, hemen arkasında duran koltuğun üstüne biçimsizce atılmış olan Draco Malfoy'u gördü.

"Seni arıyordum, koridorlarda gezdiğim sırada ihtiyaç odası ortaya çıktı."

"Beni düşünerek mi geziyordun?" Şimdi çocuğun suratına bir sırıtma yerleşmişti.

"O bahçedeki olaydan sonra tabii ki seni düşünerek geziyordum!" Hermione'nin sesindeki öfkeyi hisseden Draco gözlerini devirdi. "Sakın, sakın bana gözlerini devirme!"

"Granger, bu tartışmayı yapmayı hiç düşünmüyorum. Böyle bir amacın varsa hiç heveslenme."

"Sana sormuyorum zaten," dedi Hermione sinirden gülerek. "Haddini aştın."

"Haddimi belirleyen kim? Kim kime karşı haddimi belirliyor benim?" Draco'nun da sesi yükselmişti. Zaten sinirliydi, şu an yapılmaması gerekenler listesinin başında Draco Malfoy henüz sakinleşmemişken tekrar onu sinirlendirmek vardı. "Yıllardır böyleyiz, Granger. Şimdi biz beraber bir savaşın içine girdik diye o mankafaya koşup sarılacağımı mı düşünüyordun? Bu kadar aptal olduğunu söyleme bana lütfen."

Hermione derin bir nefes alıp iki eliyle saçlarını geriye attı. Sakinleşmesi gerekiyordu yoksa ikisi de gittikçe yükselecek ve aralarında yeni yeni kurulan bağı tamamen koparacaklardı. Bunu yapamazlardı. Her şeyden önce bir görevleri vardı, bunu düşünmeliydi.

"Peki sana ne demeli?" dedi Draco sinirden gülerek. "Sen değil miydin dün gece o aptalın hareketlerinden yakınan? O ağzına geleni söyleyecek ve sen susup dinleyecek misin? Bu musun sen?"

"Yeter," diye bağırdı Hermione. "Ne sanıyorsun sen kendini? Ne hakla arkadaşlarımla aramdaki ilişkiyi sorgulayabiliyorsun? Kendine gel, Malfoy."

"Sorguluyorum çünkü seni bu kadar üzmesine rağmen yine kalkıp onu savunuyorsun. Aptal mısın sen?"

"O benim en yakın dostum! Ne olursa olsun hiçbir şey değiştiremez bunu, anladın mı?" dedi Hermione. Artık kendini kontrol etmeye çalışmıyordu. Zirâ kontrol edilecek bir şey de kalmamıştı zaten. "Bu beni aptal yapmaz."

Draco sinirle gülerek arkasını döndü. "Dostunu sikeyim senin," dediğini duydu Hermione. Cevap vermeye kalmadan tekrar ona doğru döndü Draco.

"Haklısın," dedi alayla Hermione'nin söylediklerini onaylar gibi. İçindeki öfkeyi bastıramıyordu. Yumruklarını sıktı.

O anda çocuğun kanayan elini gördü Hermione. Birkaç saniye önce yaşadıkları her şey buğulu bir tablo gibiydi şimdi gözünde. Derin bir nefes aldı sakinleşmek için. "Tek bir yumrukla elini bu kadar parçalamayı nasıl başardın?"

"Ona attığım yumruk tüm sinirimi çıkarmamı sağlayacak düzeyde değildi."

"Ah, Tanrım." dedi Hermione kafasını geriye atarak. Sonra bakışlarını tekrar birkaç adım ötesindeki Draco'ya çevirdi. Gözlerinde az önceki tartışmalarına dair bir öfke kırıntısı yoktu. Sadece biraz yorgun gibiydi. "Onu temizlememiz lazım. İltihap kapar."

"İltihap kapacak tek yara benimki değil, Granger. Bunlardan Weasley'nin suratında daha çok var, onlarla ilgilenmeye ne dersin?"

Hermione gözlerini devirerek cebinden asasını çıkardı. "Otur şuraya," dedi koltuğu göstererek. Draco tepki vermeden dümdüz bakınca ona doğru yaklaşıp kolunu tuttu ve koltuğa çekiştirdi Hermione.

Draco inatla kendisiyle ilgilenen kızı inceledikten sonra sakinleşti, dün gece iyice sarhoş olmasına neden olan koku burnuna dolduğunda kanında kaynayan bir şeylerin durulduğunu hissetti. Attığı yumruk kızın buraya gelmesine neden olduysa, o yumruğu bir milyon kez daha atabilirdi.

"Yumruk atma nedenim küçük ya da sıradan bir olay değildi."

"Ron'la habire kavga ederiz. Gayet sıradan ve küçüktü. Gereksiz yere büyüdü olay."

"İlk kez bir konuda bu kadar yanıldığını görüyorum." Hermione kafasını kaldırıp Draco'ya baktı. Gözlerini kırpıştırıp ne dediğini anlamak istercesine kurduğu cümleyi bir kaç kere daha beyninde dolaştırdı. "Dün onun hakkında söylediklerinden sonra ona yeterince sinirlenmiştim. Bu aralar patlayacak yer arıyordum zaten. Weasley'nin sana söyledikleri de son nokta oldu. "

"Sadece bana karşı öyle konuştuğu için mi ona yumruk attın?"

"Dediğim gibi, zaten patlamak üzereydim, Weasley sebep oldu," Draco hemen yanında oturan kızın yüzüne biraz daha yaklaştırdı yüzünü. "Ayrıca, birine yumruk atmak için daha geçerli bir neden göremiyorum." diye mırıldandı.

Hermionen içinbedeninin titremesini engellemek oldukça zordu. Kafasını biraz geri çektikten sonra boğazını temizledi, "Yara." diye mırıldandı. "Temizlememiz lazım. İltihap. Elin."

Draco kızın cümle kuramayışına, etrafında dört dönüp çevreye bakışına karşı gülümsedi.

Sonunda hemen yanlarında olan, bir şeyi sakladığı belli olan örtünün ucunu yakaladı ve bir parça kopardı. Draco küçük bir an için dolabı göreceğinden korkarak onu durdurmak için hamle etse de kızın sadece küçük bir parça kopardığını görünce korkudan hızlanan kalbini sakinleştirmek için derin bir nefes alıp yutkundu.

Hermione o kadar utanmış ve telaşlanmıştı ki örtünün bir şeyi saklamak için orada olduğunu düşünmeyecek kadar dikkati dağılmıştı.

Kopardığı parçayı bir kenara bıraktı ve çocuğun elini dizinin üstüne yerleştirdikten sonra dünyanın en ince işini yapıyormuşçasına üstüne eğildi ve asasıyla fısıldadığı bir büyüyle yavaşça yarayı temizlemeye başladı.

Canı yanan Draco kızın duruşunun bozulmaması için ses çıkarmamak adına dudaklarını ısırdı. Kızın en küçük acı belirten sesinde kendini gerip çekip duracağını biliyordu ve şu anda onu izlemek, acı çekmesinden daha önemli görünmüştü gözüne.

Sonunda kanı temizlemeyi başarınca örtüden kopardığı parçayı da hafif nemlendirip elinin üstüne sardı.

"Daha iyi mi?" diye mırıldandı sonunda kafasını kaldırıp çocuğa bakarak.

Draco yutkundu, kendisi hakkında bir şeyde bu kadar endişelenmiş ve telaşlanmış bir şekilde onu görmek varlığından haberi olmadığı bir çok tuhaf duygu tarafından sarınmasına neden olmuştu. Kızın ısırmaktan kızarmış dudakları, meraktan büyümüş gözleri ve terden biraz ıslanmış yüzünün ona ne kadar çekici geldiğini o anda fark etti.

Biraz önce Potter'dan duyduklarını düşündü. Ve sana acıyorum Draco çünkü hayatında hiçbir zaman iki insan arasındaki gerçek bir bağın nasıl hissettirdiğini anlayamayacaksın. Potter'ın neyden bahsettiği umrunda değildi. Düşündüğü tek şey, burada, elindeki önemsiz yarayla sanki dünyanın en büyük derdi buymuş gibi ilgilenen kızdı.

Eğer her zaman arkasında olacağını bildiği  bir dostunun olmasını mı yoksa burada, eliyle ilgilenen bu kızı mı tercih edeceğini sorsa biri, vereceği cevaptan korktu; çünkü bu zamana kadar belki de bu hayattan dilediği tek şey her zaman arkasında olacağından emin olabileceği bir dosttu. Ne kadar derin bir okyanustu karşısındaki, bilmiyordu Draco. Bildiği tek şey buradan sağ sağlim çıkabilmesinin tek bir yolu asla o sulara girmemekti. Sular ona ne kadar cazip görse de uzak durmalıydı, emindi bundan.

"İyi," diye mırıldandı Draco fakat boğuk çıkan sesinden dolayı boğazını temizleyip kendini tekrar etti. "İyi."

Hermione tebessüm etti. "Rica ederim." diye mırıldandı iğnelemeyle. Ardından üstünden ne zaman çıkardığını fark etmediği cübbesini alarak koluna attı, "Artık gideyim, beni aramaya başlamışlardır." dedi geri geri yürümeye başlayarak.

Draco kafasını salladı, kız arkasını dönüp gidecekken sabahtan beri söylemeyi unuttuğu şey dilinin ucuna gelince adını seslenip kızın durmasını sağladı. Kız beklenti ve merakla dolu gözleriyle ona bakarken Draco boğazını temizledi.

"Salazar bu gün rüyamıza gireceğini söyledi. Önemli olduğunu ve ikimizle de aynı anda konuşması gerektiğinden bahsetti. Gece zihnini herhangi bir şekilde kapamamanı söylüyor."

Hermione bir şey söylemeden kafasını onay vererek salladı, ardından çocuğun başka bir şey demeyeceğini fark ettiğinde arkasını döndü ve artık kendisine çok sıcak gelmeye başlamış olan bu odadan kendini dışarıya attı.

Bu günü daha da zorlaştırabilecek tek şey Salazar olabilirdi herhalde ki o da zaten gecikmemişti. Uyumanın kendisine eziyete döneceği bir gece daha sadece bir kaç saat uzağındaydı. Sıkıntıyla nefes alarak Gryffindor kulesine doğru yürümeye başladı. Ron ve Harry çoktan çıkmış olmalıydı.

*

Hermione rüyada olduğunu eli bulunduğu evin duvarında çıkmış olan çiviye batınca ve canı acımadığında anladı. Gözlerini hızla etrafta dolaştırıp boş ve sakin gibi görünen evi inceledi. Salazar'ın hiçbir zaman kendisiyle oyun oynadığını, kendisini bulmasını istediğini görmemişti fakat boş bir evin boş salonunda dikilirken tam olarak olan şey buymuş gibi görünüyordu.

Kanayan ama acıyı hiç hissetmediği eliyle ilgilenmeyi boş vererek salondan dışarıya çıktı. Attığı her adımda evin döşemeleri gıcırdıyor rahatsız edici bir sesin evde yankılanmasına neden oluyordu. Ev o kadar kirliydi ki her adımda büyük bir toz birikintisi etrafa saçılıyordu.

İçinden yükselen güçlü bir duygu merdivenlere ilerlemesini söylüyordu, o da öyle yaptı. Merdivenin tırabzanları o kadar kirli ve o kadar güvensiz görünüyordu ki duvara daha yakın bir şekilde hiçbir basamağına güvenmediği merdivenlerde yukarı doğru çıkmaya başladı.

Evin üst katı da alt katından farksızdı. Fazlasıyla kirli ve terk edilmiş gibi görünüyordu.

Üst katta ışık gelen tek odaya doğru adımladı, kapının kolunu tutup çevirdiği anda yeni bir dünyaya adım atmış gibiydi.

Evin bir tek bu odası diğer odalara nazaran temizlenmişti, koltuklar yeni gibi görünüyordu, şöminede ateş yanıyor etrafa samimi bir sıcaklık yayıyordu. Gözleri küçük masanın etrafındaki koltuklarda oturan Draco'ya ve Salazar'a takıldı. İçinden yükselen gülme isteğini zorlukla bastırıp dudağını ısırdı.

Adımlarını o tarafa doğru çevirince ikisinin de kafası kendine döndü, "Sonunda birileri teşrif etmeyi başarabildi." dedi Salazar gözlerini kızdan bir saniye bile ayırmadan.

"Önce bir rüyada olduğumu çözmem gerekti. Küçük bulmacalar çözmeyi pek sevmem uykumda anlarsınız ya." dedi o da gözlerini Salazar'dan ayırmadan. Adamın kendini küçük görerek konuşması sinirlenmesine neden oluyordu.

"Bu kadar düşünemez durumda olduğunuzu bilseydim ilk tercihim olmazdınız, Bayan Granger."

Adamın ilk tercihi olmuş olmak gururunu okşasa da bir şey belli etmeden kendisi için ayrılmış tekli koltuğa oturdu. Draco kendisine bakıyordu. İlk kez gerçek olmayan bir alemde beraberlerdi ve bu çok tuhaf bir his yaratmıştı.

"Bu günden sonra uzunca bir süre beni ne duyabilecek ne de görebileceksiniz." dedi Salazar bir anda. "Bu rüyayı kurabilmek için gerçek bir uğraş ve güç sarf etmem gerekti. Gerekli olan bütün bilgileri ve planı anlattıktan sonra en kısa zamanda sizinle yine iletişim kurmaya çalışacağım."

"Ne planı?" dedi Hermione dayanamayarak. Sabırlı davranması gerektiğini biliyordu fakat dayanamamıştı. Salazar cevap vermeden kendisine bir bakış atmakla yetindi. Ardından ellerinin içinde duran fotoğraflara gözleri kaydı. En başından beri elinde miydi yoksa şimdi mi oluşturmuştu emin olamadan adamı izlemeye devam etti.

Her fotoğrafı yavaş yavaş masanın üstüne yaydı, ardından ikisinin de izlemesi için bir kaç saniyelik süre bahşetti.

"Ne bunlar?"

"Kendilerine 'Yaygaracı' diyen bir ölüm yiyen grubu. Voldemort'un en favori ölüm yiyenleri değiller, onların amacı muggle dünyasını karıştırmak." Bir müddet susup yine iki genci izledi. "Amaçları muggleların arasına karışıp kendilerine kurban seçtikleri kişilere sihirli dünyayı anlatıp, sihirli dünyanın ne kadar tehlikeli ve korkunç olduğundan bahsederek onları dehşete düşürmek ve sihrin muggle dünyasında yayılmasını sağlamak. Böylelikle Voldemort'tan daha çok korkulacağını ve korku duygusu arttıkça onun da güçlerinin artacağına inanıyorlar."

"Voldemort," dedikten sonra sustu Draco. İlk kez adıyla seslendiğini tahmin etmek pek de zor değildi. "Onlara bu görevi bizzat mı vermiş?"

"Görevi kimden aldıklarını ya da bir görev var mı yok mu bilmiyorum ama Voldemort onların bunu yapmasından pek rahatsız gibi görünmüyor. Onları engellemeye çalışmadı aksine dehşete düşmüş bir kaç muggle haberi okuyup kahkahalarla güldüğüne dair bir kaç duyum aldım."

"Sen yoksun." dedi Hermione yine kendine engel olamayarak. "Nasıl 'duyum' alabilirsin?"

"Güçlerimi hafife almamanı öneririm, bulanık kız."

Draco'nun ters bir şey söyleyeceğini fark eden Hermione onun ayağı olduğunu umduğu bir ayağa sertçe bastı. Draco gözlerini kaldırıp kıza baktığında, Hermione kafasını yavaşça iki yana salladı. Salazar'la atışmanın hiçbir anlamı yoktu.

"İzin verirsen devam edeceğim," dedi dalgacı bir sesle Hermione'ye doğru. Hermione'den bir tepki almayınca arkasına yaslanıp devam etti, "İsimlerini öğrenemedim fakat hepsinin birer fotoğrafını resmedebilecek kadar onları gördüm. İkişerli gruplar halinde çalışıyorlar ve dünyanın her yerine dağılmış durumdalar. Ben sadece bir grubun yerini öğrenebildim, gerisini sizin takip ederek bulabileceğinizi düşünüyorum çünkü kendi aralarında baykuşlardan daha çok işe yarayan bir iletişim sistemi olması gerektiğini farz ediyorum."

"Bizden istediğin onları yakalamamız mı?" dedi Hermione fotoğraflara eğilerek.

"Onları öldürmeniz."

Odada sessizlik hüküm sürmeye başladığında Hermione fotoğraflardan gözlerini çekip Draco'ya döndü. O soğuk bir şekilde fotoğraflara bakmaya devam ediyordu.

"İkimizinde sadece çocuk olduğunun farkıdasın değil mi?"

Salazar kahkaha attı fakat kahkahası o kadar soğuk ve o kadar ürperticiydi ki Hermione susup arkasına yaslanmakla yetindi. "Sandığından çok daha fazlasısınız." diye mırıldandı. Gözleri hala iki gencin arasında mekik dokuyordu.

"Biz böyle bir şeyi neden duymadık? Mugglelara büyüyü öğretiyorlarsa bunun çok büyük ses getirmesi gerekmez miydi?" dedi Draco sonunda gözlerini fotoğraflardan ayırarak.

"Salak çocuk!" dedi Salazar gözlerini devirerek. "Bir mekana girip ellerinde asalarla insanları öldürüp onlarla oyun oynadıklarını düşünmüyorsunuz herhalde değil mi? Ya da küçük büyü gösterileri yaparak herkesin dikkatini topladıklarını? Hayır. Hepsi muggleları gayet iyi bilen insanlar. Gerçek bir haber olmayacak şekilde hareket ediyorlar. Her mekanda gözlerine kestirdikleri kişilere anlatıyorlar. Onların da başkalarına anlatacağından emin olmak için büyülüyorlar. Bu aralarında gezinen küçük bir dedikodu haline geliyor ama resmi bir haber haline dönüşemediği için büyücü dünyası da bunu haber yapamıyor. Bakanlık'ın bunun önüne geçmek için adam göndermediğini mi düşünüyorsunuz? Üç beş kişi dışında bakanlıkta olan herkes yeteneksizin önde gideni! Tabii ki bunu büyük bir olay olarak görmedikleri için değersiz adamları gönderip ellerinin boş dönmesine izin veriyorlar ama bunun aslında ne kadar büyük bir şey olduğunun farkında değiller."

"Bu neden büyük bir şey olsun? Muggleların arasında sihirli dünyanın bilinmesi bize niye zarar versin?"

"Çünkü bulanık kız," dedi Salazar. Sinirlenmeye başladığı surat ifadesinden belliydi. "Büyü dünyasını o kadar kötü bir yer o kadar tehlikeli bir yer olarak lanse ediyorlar ki, büyücü dünyasını yok edebilecek birinin adı geçince o onların umudu haline geliyor."

"Mugglelar büyücülerin gördüğü çoğu şeyi göremez, duyduğu çoğu şeyi duyamaz, onların desteğini alsa ne olacak? Ayrıca Voldemort onların desteğini niye istiyor?"

"Voldemort onların desteğini bizzat istemiyor zaten. Bayan Granger, benim tercihlerimi bana sorgulatmama neden olacak kadar aptal sorular sormayın lütfen! Büyücü dünyası karışıkken, muggle dünyasının da karışması büyücülerin işine gelmez. Bakanlar birbirini tanırken bunun bir oyun olduğu düşünebilir ve bakanlar arasında da tartışma çıkabilir. Bu da başka bir savaş demek. Cadı olarak anılan insanların yakıldığı dönemlere mi dönmek istersiniz?"

Hermione en sonunda gerçekten tamamen susmaya karar verip koltuğuna gömüldü. Ağzını açmamaya kararlıydı.

"Yani bizden istediğin onların peşine düşmemiz, öyle mi?"

"Evet." dedi Salazar. "Öğrendiğim grup," deyip iki fotoğrafı parmaklarıyla ittirdi ve diğerlerinden biraz ileride durmalarını sağladı. "Vicente ve Aubrey. Pittsburgh'talar."

"Ah Amerika'ya gidiyoruz ha?" dedi Hermione yine kendini tutamayıp konuşmaya dahil olarak.

"Aynen öyle, Bayan Granger. Pensilvanya'ya gidiyorsunuz."

*

Hermione uyandığında çok da dinlenmiş hissetmiyordu. Salazar ve Draco'yla konuşmaları farkında olmasa da gecenin tümünü kaplamıştı ve şu anda uyanmışken aslında hiç de uyumuş gibi değildi.

Yarın Noel tatilleri başlıyordu, iki haftalık bu tatilde Salazar'ın kendilerine yüklediği görevin üstesinden gelebileceklerini umut ediyordu.

Draco Malfoy'la yalnız geçirilmiş kocaman iki hafta.

Bu düşünce bedeninde bir yerlerin karıncanlanmasına neden oluyor, kalbinin hızlanmasını sağlıyordu.

Hazırlanıp diğerleriyle beraber kahvaltıya indiğinde yorgunluk hissini üstünden atabilmiş değildi.

"Neyse ki yarın sabah Kovuk'a doğru yola çıkmış olacağız." diye mırıldandı Ron kahvaltı etmeye devam ederken. "Gerçekten biraz bu ortamdan uzaklaşmak istiyorum."

Sabah Hermione'yi gördüğünde hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam etmişti. Sanki ona hiç sataşmamış, sanki hiç kavga etmemişler, sanki hiç yumruk yememiş gibi. Dudağındaki patlak kocaman bir yara haline dönüşmüştü ve yarın Kovuk'a dönüldüğünde Molly Weasley'nin suratındaki ifadeyi görebilmek için orada olmayacağını fark ettiğinde ilk kez bir tatili kaçırdığına üzüldü.

"Ben gelemiyorum." dedi Hermione bir anda. Genelde tatilleri kendileriyle geçirmelerine alışmış olan iki oğlan kafasını kaldırıp kaşlarını çatarak ona baktılar.

"Neden?" dedi Harry.

"Ailemle geçirmeye karar verdim." diye mırıldandı. "Bu akşam yola çıkacağım."

İkisi de anlayışla anladığını belirtircesine kafasını salladı. Hermione'yse artık gerçekten ailesiyle biraz vakit geçirmesi gerektiğini düşünüyordu.

Salondan yalnız çıkan Draco'yu görünce henüz bir kaç parça yediği kahvaltıyı bırakarak ayağa fırladı. "Benim küçük bir işim var." dedikten sonra cevaplarını beklemeden çıkışa doğru, Draco'yu gözden kaçırmamak için koşmaya başladı.

Draco'nun zindanlara giden merdivenlere indiğini gördüğünde hızla çocuğun koluna tutundu.

Draco bir an için korkup saldırmaya hazır bir konuma geçse de nefes nefese kendisine bakan Hermione'yi görünce sakinleşti. "Seslenemiyor muydun?"

"Öyle hızlı koştum ki," dedi hala nefes nefese bir haldeyken. "Seslenebilecek nefesi bulamadım."

Draco'nun dudaklarından küçük kıkırtılar dökülürken Hermione ellerini dizlerine koymuş bir şekilde eğilmiş hızla nefes almaya devam ediyordu.

En sonunda doğrulduktan sonra, "Bu akşam benimle bir yere kadar gelmeni istesem, beni kırmazsın değil mi?"

"İki hafta boyunca birbirimize yeterince doyacağız, Granger. Bu, ha bu akşam başlamış ha yarın sabah."

Bu Hermione'nin gülümsemesine neden oldu. "Peki gideceğimiz yerlere nasıl gideceğimizi biliyor musun? Plandaki bu küçük eksiklik tam olarak şu anda aklıma geldi."

Draco gülümsedi, "Buna şaşıracaksın büyük ihtimalle ama ben cisimlenebiliyorum."

Hermione gerçekten şaşırmıştı.

"Almış olduğum izin," dedikten sonra istemsizce sol kolunun içini ovaladığını gördü. "Beklediği bazı şeyler vardı. Cisimlenmek de bunların en büyüğü."

"Bakanlık bunu onayladı mı?"

"Sence?" dedi Draco kaşlarını kaldırıp kıza bakarak.

"İllegal yollarla yapmamamız gereken şeyler yapacağımız koskoca iki hafta!" dedi dalga geçtiği belli olan bir ses tonuyla.

"Akşam nereye gideceğiz?" dedi Draco konuyu değiştirerek fakat dudaklarında hala bir gülümseme vardı.

"Akşam öğrenirsin." dedi Hermione de gülümseyerek. Ardından arkasını dönüp ilerlemeye başladı.

"Nereye?"

"Yanımıza giyecek hiçbir şey almamayı falan mı planlıyordun?"

"Valizlerle gezemeyeceğimize göre hesaplarıma kaldığımızı düşünmüştüm."

"Onu bana bırak." dedi Hermione sırıtarak. "Sen eşyalarını toparla, ben taşıyacağımız çok güzel bir yol biliyorum."

Aynen de öyle oldu, Draco koskoca valiziyle okulun dışına çıktığında Hermione gülmeden edemedi. Hogsmeade'in arazisinin biraz ilerisinde buluşma noktası belirlemişlerdi, ikisinin de üstünde kalın cüppeler vardı ve Draco arkasında kocaman bir sandık taşıyordu.

"Kıyafetlerimi toparlamamı söyledin ama sen pek toparlamış görünmüyorsun." demişti kızın yanına gelir gelmez.

Hermione gülümseyip avcunun içi kadar olan çantayı elinde tuttu ve şöyle bir salladı. "İhtiyacımız olabilecek her şey burada."

"Gerçekten sana takılan lakapların hakkını vermesini biliyorsun değil mi?"

"Bulanıklık gösterdiğimi düşünmüyordum." dedi Hermione aşırı alınmış gibi bir rol sergileyerek çocuğun sandığına doğru eğildiğinde.

Draco gözlerini devirdi, "Duymadan bırakmayacaksın değil mi?"

"Bir kere de olsa senin ağzından duymak farklı olurdu sanırım."

"Çağının en zeki cadısı olduğunu her zaman kanıtlamak zorundasın değil mi?"

Draco'nun suratında küçük bir tebessüm vardı, Hermione de aynı şekilde gülümseyerek çocuğa çevirdi kafasını. Kendisi duymayı istemişti, duyduğu zaman da suratına yayılan pembeliğe engel olamamıştı. Gerçekten ondan duymak farklıydı. Nedense daha bir özeldi.

Çocuğun özenle katlamış olduğu kıyafetleri aynı şekilde özenle küçük çantanın içine yerleştirdikten sonra sandığı ağaçların arasında bir yere götürdüler.

"Evet, nereye gidiyoruz Granger?" dedi Draco Hermione'nin önünde durarak.

Hermione cübbesinin cebinden bir fotoğraf çıkardıktan sonra genç çocuğun eline tutuşturdu. "Sadece burayı hayal et. Neresi olduğunu göreceksin."

Draco tamam dercesine kafasını salladı. Fotoğrafa biraz baktı, ardından tutması için elini kıza doğru uzattı.

Çekinmesi, korkması, güvenmemesi gerekirken içinde en ufak bir tereddüt bulundurmadan elini çocuğun eline bıraktı ve sıkıştırılma hissinin her tarafını sarmasına izin verdi. Midesi, başı, kolları her tarafı dönerken çocuğa biraz daha sıkı tutunmak istedi fakat duruşunu değiştirmeye çalışmaktan korktu. Parçalara ayrılınmış olarak bulunmak istemezdi.

Sonunda ayakları yere bastığında dengesini sağlayamadığı için yanında gayet düzgün bir şekilde duran Draco'ya yaslandı. Draco da hızla kızı yakaladıktan sonra güldü. "İlk sefer daima zordur."

"Bunun hakkında uyarmanı beklerdim."

"Bu konuda uyarılması gerekmeyecek kadar çağının en zeki cadısı olduğunu düşünüyordum."

Hermione'nin dudaklarından dökülen gülüşler, Draco'nun da içini ısıtıyordu.

Hermione en sonunda dengesini sağlayıp dik durduktan sonra tanıdık eve karşı gülümsedi. "Artık öğrenebilir miyim?" dedi Draco da kızın bakışlarını izleyerek.

Hermione yine cevap vermedi, adımlarını bir eve doğru çevirdiğinde Draco biraz şaşırmış biraz da artık sıkılmış olmaktan dolayı sinirli bir şekilde kızı takip etti.

Kız zile bastığında tam ne yaptığını sormak için hazırlanıyordu ki, Hermione gibi kıvırcık saçlara sahip bir kadın kapıyı açtı. Ardından Hermione'yi gördüğü anda şen bir çığlık atıp kızı sarmaladı.

"Geleceğini söylememiştin! Kovuk'a gidersin diye düşünüyorduk! Hermione!"

Hermione de gülerek kadına karşılık verdikten sonra, "Aslında planım oydu fakat bir kaç küçük farklılık gerekti."

Sonunda iki kadın birbirinden ayrılabildiğinde, sonunda kapıdaki kadın Draco'yu fark edebilmiş gibiydi.

"Beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?"

"Draco, bu annem." dedi Hermione gülümseyerek. "Anne, Draco benim okuldan arkadaşım. Kendisi safkan bir büyücüdür."

Draco şaşkınlıktan ne yapacağını bilemez bir şekilde bakakalmıştı. Bedeni tamamen kasılmış, şaşkınlıkla irileşen gözleriyle karşısında fazlasıyla benzer olan iki kadına bakıyordu.

"Çok memnun oldum!" dedi Hermione'nin annesi Draco'ya sıcak bir kucaklaşma vererek. Bu Draco'nun biraz daha şaşırmasına, gerilmiş bedeninin biraz daha gerilmesine neden oldu. Alışık olmadığı eylemler, alışık olmadığı ve beklemediği insanlardan geldiği zaman nasıl karşılık vermesi gerektiğini bilemiyordu. Sarılmasına beceriksizce karşılık verdikten sonra bir kaç saniye içinde ayrıldılar.

"Gelin içeri hadi, şaşkınlığımdan ötürü kapıda kaldınız!"

İkisi beraber içeriye girdikten sonra salona geçtiler, Bayan Granger'sa mutfağa geçerken, "Şu yemekleri bitireyim yanınıza geliyorum." diye seslenmişti.

"Babam nerede?" dedi Hermione içeriye göz atarak. Bay Granger'dan herhangi bir iz yok gibi görünüyordu.

"Son hastası randevu saatinden yarım saat geç geldi. Birazdan evde olur."

Annesinin sesi mutfakta kaybolduğunda Hermione koltuklardan birine oturdu, şaşkınlıkla etrafını inceleyen Draco'yu görünce gülümsedi. Çocuk fazlasıyla gergin görünüyordu, oturup oturmaması gerektiğinden bile emin değilmiş gibi koltuğu inceliyordu. Gözleri duvarlarda geziyor, halıda oyalanıyor, büfeleri inceliyordu.

"Bana neden ailenin yanına geleceğimizi söylemedin?" dedi Draco biraz suçlarcasına konuşarak. Hermione oturduğu koltuğun boş tarafına eliyle vurduğunda Draco bir müddet kalakaldı. Nasıl oturacağını bile unutmuş gibi görünüyordu. Kendini o kadar uzak bulduğu ve eskiden ezik gördüğü bir dünyada bulmuştu ki hala üstündeki şaşkınlığı atamamıştı. Birkaç saniye sonunda iplerinden ancak kurtulabilmiş gibi fakat bir robot edasıyla kızın eliyle vurduğu yere oturdu.

"Söylersem kaçacağından, gelmeyeceğinden korktum."

Draco ne diyeceğini bilemedi, kız pek haksız sayılmazdı. Onu ailesinin yanına getireceğini söylese büyük ihtimalle bunu reddeder, yarın sabah kendisini sadece almak için geleceğini söylerdi.

"Neden geldik?" dedi Draco. "Küçük bir ziyaret için mi?"

Hermione cevap vermeden tebessüm etmekle yetindi. Draco bu surat ifadesini biliyordu, Hermione bir şeyi saklamaya çalıştığı zaman bunu yapıyordu. Eşelemesine vakit kalmadan Bayan Granger önlüğü hala üstündeyken salona girdi.

"Hermione daha önce hiçbir arkadaşını eve getirmemişti. Çok şaşırdığımı ve bir o kadar da sevindiğimi söylemek istiyorum. Umarım büyü yapamıyor oluşumuz seni rahatsız etmez. Öyle birkaç kişinin olduğundan söz ettiğini hatırlıyorum. Büyü yapamayanlar için kötü konuşup onların ölmesini is-"

"Anne!" dedi Hermione hızla annesinin sözünü keserek. "Bu büyücü dünyasında konuşulmaması gereken konulardan biri."

Fakat Draco'nun çoktan renginin attığını, sıkıntıyla iç geçirdiğini fark etmişti. Bu Hermione'nin de içinin sıkıntıyla dolmasına neden olsa da fark ettirmemeye çalıştı.

"Kusura bakma lütfen Draco." dedi Bayan Granger mahçup bir edayla. "Büyücü dünyasından gerçekten biraz fazla uzağım."

Hermione içine dolan sevgiyle yerinden kalkıp kadına sarıldıktan sonra saçlarına bir öpücük kondurdu, "Bunun hiçbir önemi olmadığını biliyorsun değil mi?"

"Kızınız doğru söylüyor."

Arkasından kendisine onay veren ses şaşırmasına neden oldu. Draco koltukta biraz öne gelmiş, dikkatle birbirlerine sevgiyle sarılan anne kızı izliyordu.

"Büyücü dünyasında olmamanız bir kayıp değil, aksine bakarsanız bir kazanç." Doğru mu söylediğini yoksa sadece nezaket olsun diye mi böyle konuştuğunu anlamak şu anda Hermione için çok zordu. Çocuğun rahatsız olmayacağını düşünmüştü, eskisi gibi olmadığına inanıyordu fakat gözlerindeki o korkuyu gördüğü zaman buna dair sağlam inancı toz olup gitmişti.

"Büyü gücüm olsaydı şu anda yemeklerin pişmesini bekliyor olmazdık."

"Aslında yine beklerdik Bayan Granger." dedi Draco gülümseyerek. "Yemeğin hızlı pişmesi için yapılacak bir büyümüz yok maalesef fakat hazırlık aşaması gayet kolay atlatılabilirdi."

Hermione tekrar Draco'nun yanına geçip oturduğunda annesi ve Draco'nun bu şekilde sohbet ediyor oluşuna inanamadan izliyordu. Suratında küçük bir tebessüm vardı.

"Evi temizleyebilirdim ama değil mi?"

"Hermione hiç anlatmıyor mu?" dedi Draco biraz şaşırmış bir şekilde gözlerini bu sefer Hermione'ye çevirerek.

Bayan Granger güldü, "Ben pek sormazdım fakat şimdi karşımda sadece büyücü dünyasında yaşamış birini görünce nasıl bir sohbet açacağımı şaşırdım. Rahatsız olmanı istemeyiz."

"Teşekkür ederim," dedi Draco. Birkaç dakika öncesine göre biraz daha rahat gibiydi fakat oturuş şeklinden bile hâlâ biraz rahatsız hissettiğini anlamak mümkündü. "Konuşmak için büyü dünyası şart değil. Muggle dünyasına da ayak uydurmaya çalışırım."

"Öyle mi?" dedi Hermione şaşırarak.

Draco kıza baktı, kızın suratındaki şaşkınlık gülümsemesine neden oldu. "Öyle." deyip kafasını salladığında kız hâlâ kendisine gerçek bir şaşkınlıkla bakıyordu. Aslında bu kadar olumlu bir ziyaret olacağını düşünmemişti. Sessiz geçen bir kaç saatin ardından giderler diye düşünüyordu fakat annesi düşündüğünden daha cana yakın, Draco düşündüğünden daha konuşkan çıkmıştı.

"Hayatım, misafirlerimiz mi var?"

Bay Granger'ın sesi salona doğru geldiğinde Hermione heyecanlanmadan edemedi. Babasını da o kadar çok özlemişti ki. Babası sadece bir kaç saniye sonra salona girip, kızını koltukta oturuyor görünce annesi gibi şen bir sesle, "Hermione!" diye bağırdı.

Hermione de, koltuktan kalkıp gülerek babasının kollarına atladığında Bay Granger kızını şöyle bir döndürmüş, ardından saçlarının üstüne büyük bir öpücük kondurmuştu. "Siz anne kız bana yine bir sürpriz mi yaptınız yoksa bu sadece senin başının altından mı çıktı küçük cadı?"

Hermione gülerek babasından ayrıldı, "Tamamen benim başımın altından çıktı."

Bay Granger ancak o zaman Draco'yu gördüğünü belli edercesine duruşunu dikleştirdi, kaşlarını çattı ve bir müddet çocuğu izledi.

"Peki bu genç oğlan kim?" diye sordu kaşlarını oynatarak.

"Draco Malfoy, efendim." dedi Draco ayağa kalkarak. Bir babanın çocuğuna karşı duyabileceği sevginin ne kadar büyük olabileceğini, sadece birkaç saniye önce, kızını kollarının arasına alırken gözlerindeki parlamadan anlamıştı Draco. Asla yaşamadığı, yaşayamayacağı bir duyguydu. Babası kendisinden nefret etmiyordu, o da babasından nefret etmiyordu ama babasıyla aralarındaki ilişki her zaman saygı çerçevesi içinde olmuştu. Babasına bu şekilde sarılmaya ihtiyaç duyduğu birçok an yaşamıştı ama bir yerden sonra içindeki bu hissi de koparıp atması zor olmamıştı.

"Okuldan arkadaşım." diye tamamladı Hermione tuhaf sessizliği bozarak.

"Sen de mi maglalardan doğmasın."

"Muggle." diye düzeltti Hermione küçük bir gülümsemeyle.

"Her neyse işte."

Draco gülümseyerek kafasını hayır anlamında salladı, "Hayır Bay Granger." dedi gayet saygılı fakat yumuşak bir tonda. "Ben büyücü bir ailede doğdum."

"Bizi ziyaret etmek aklına geldi demek sonunda." dedi Bay Granger aniden tekrar Hermione'ye dönüp karısının yanına oturarak. Hermione de yine Draco'nun yanına geçmişti. Draco'nun gittikçe rahatlayan bedeni ve konuşması onun da gittikçe mutlu olmasına neden oluyordu.

"Çok kalamayacağım." dedi Hermione.

"Noelde kalmayacak mısın?" dedi annesi. Gerçekten şaşırmış ve üzülmüş gibi görünüyordu. "Aylardır yoksun zaten bebeğim! Sadece bir günlüğüne gelmiş olamazsın."

"Aslında gece yarısında çıkarız diye düşünmüştüm."

"Saçmalık!" dedi Bay Granger kafasını iki yana sallayarak. "En azından yarına kadar kalın."

Hermione Draco'ya baktı. Draco merakla Hermione'nin amacının ne olduğunu çözmek için genç kıza bakıyordu. Ailesine cevap vermeyip sadece onlara gülümsemekle yetindi. Bayan Granger yemeklere dair bir şeyler söyleyip ayaklandığında, "Hermione bana yardım eder misin lütfen?" diye seslenmeyi de unutmamıştı.

Bir an için Draco'yu babasıyla yalnız bırakma fikri korkunç görünse de annesinin beklentili bakışlarına karşılık hızla ayağa kalkıp mutfağa, annesinin peşinden ilerledi.

Mutfağa girdiği anda annesi kapıyı hızla kapadıktan sonra muzur bir ifadeyle suratına baktı. Ardından ocağın başına gidip yemeklere bir göz attı ve altlarını kapadı.

"Şurdan tabakları çıkar." dediğinde Hermione çoktan tabakları çıkarmaya gitmişti. "Şimdi anlat bakalım, bu çocuk kim?"

"Arkadaşım dedim ya anne!" dedi Hermione tabakları teker teker çıkartırken.

"Hayatta inanmam! Harry yıllardır arkadaşın sadece Diagon Yolu'nda görüyoruz. Bir kere olsun eve getirmemiştin. Aynı şekilde Rowan da öyle!"

"Rowan kim?" dedi Hermione tabakları çıkartmış, kaşları çatılmış bir şekilde annesine bakarak.

"Şu kızıl olan işte Hermione, arkadaşlarını da mı unutmaya başladın?"

Hermione kıkırdadı. "Ron." dedi. "Adı Ron. Üç harfli bir ismi nasıl bu kadar çok unutabilirsin?"

"Neyse işte!" dedi Bayan Granger zevkle. "Hala aranızda ne olduğunu söylemedin."

"Çünkü aramızda hiçbir şey yok!" dedi Hermione fakat sesinin biraz yüksek çıktığını fark ettiğinde kendi kendine söylenerek tabakları ocağın yanına götürdü.

"Bana yalan söyleme."

"Söylemiyorum anne, aramızda gerçekten hiçbir şey yok."

"Tatili beraber mi geçireceksiniz?"

"Hayır." diye beklemeden yalan söyledi Hermione. Bunu söylerse sonrasında gelebilecek olan sorular da belki de yasaklamalar da gözünü korkutmuştu. "Buradan okula döneceğim. Çalışmam gereken çok sınav var. Artık F.Y.B.S öğrencisi olduğumu sizlere söylemiştim."

"Evet hatırlıyorum öyle bir takım harf öğrencilikleri." dedi Bayan Granger elini sallayıp geçiştirerek. Ardından hızla devam etti, "Peki sen bir şey hissediyor musun?"

"Anne sana yalvarıyorum bu soruları yemek sırasında ona da sorma."

"Şu anda babanın sustuğunu mu düşünüyorsun?"

"Ne?" dedi Hermione dehşete düşmüş bir tonda.

Yemekleri tabaklara daha hızlı koymaya başladı. İki tabak dolduğunda daha fazla vakit kaybetmeden hızla mutfaktan dışarı çıkıp kendisini salona attı. Salona girmesiyle kendisine dönen kafalara ve sessizliğe içinden ağlamak geldi. Babası gerçekten susmamıştı!

Tabakları masaya bıraktıktan sonra Draco'nun yanına gidip oturdu tekrar. Babasıysa küçük bir gülümseme eşliğinde ikisine bakıyordu. Draco'nun suratındansa ne hissettiğini anlamak mümkün değildi. Gülümsemiş gibi dudakları kıvrılmıştı fakat gözleri o kadar ciddi ve boş bakıyordu ki Hermione endişelenip endişelenmemesi gerektiği konusunda ikilemde kalmıştı.

"Hermione, diğer tabaklar kızım!"

İçeriden annesinin sesi gelince sessizlikle dolu salonun tuhaflığından hem ayrılmak istiyor hem istemiyordu. Gittiği anda babasının yine tuhaf sorulara başlayacak olabilme ihtimali tüylerini ürpertiyordu. Bay Granger da Bayan Granger gibi sorular yöneltmişse çoktan, Hermione yerin dibine girebilirdi.

Annesinin özellikle mutfağın en ucuna bırakmış olduğu dolu tabaklara kaşlarını çatarak baktı. "Oyun oynamayı çok seviyorsun değil mi?"

"Sadece kızım hakkında bir şeyler öğrenmek istiyorum." dedi annesi de ona inat.

Hermione söylenerek tabakları aldı ve dökmemeye çalışarak aynı hızla salona geri dönüp diğer tabakları da yerleştirdi.

"Yemek hazır." dediğinde Bay Granger da Draco da aynı anda kalkıp sofraya doğru yürümeye başlamıştı. Bayan Granger da elinde çatal ve bıçaklarla gelip hepsini tabakların yanına dizdikten sonra kocasının yanına geçti. Hermione'yse Draco'nun yanına oturmuştu.

Yemeğin ilk bir kaç dakikası sessizlik içinde geçti. Herkes önündeki lazanyasını yiyor, Bay Granger ya da Bayan Granger kafasını kaldırıp ikiliye bakıp sırıtıyor ve yemeğe devam ediyordu.

Hermione'nin gözü o anda saate takıldı. Gece yarısına yaklaşıyordu. Hermione'nin yapacağı şey aklına geldiğinde Hermione ağlamamak için dudaklarını ısırdı.

Bitirmiş olduğu tabağına çatal ve bıçağını bıraktıktan sonra, "Ben lavaboya gidip geliyorum." diye mırıldandı. Draco'yu o anda yalnız bırakacak olma fikri bile onu çok rahatsız etmemişti.

Kendini tuvalete attıktan sonra elini yüzünü yıkadı, derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. Asası belindeydi. Hissedebiliyordu. İlk kez asası ona bu kadar rahatsızlık veriyordu.

Elini havluya kuruladıktan sonra tuvaletten çıkıp önce kapıyı sonra da ışığı kapattı. Yapacağı şeyi geciktirmek için elinden geldiğince yavaş hareket ediyordu fakat bunun kaçışının olmadığının da farkındaydı.

En sonunda salonun kapısına gelince elini beline götürüp asasını eline aldı. Gözleri dolmuştu ve ilk kez bir büyü yapmak üzereyken elinin titrediğini fark etti.

Kendisini salonda gören tek kişi Draco olmuştu. Annesi ve babası kapıya arkaları dönük oturdukları için henüz Hermione'nin geldiğini görmemişlerdi. Gülüşerek Draco'ya bir şeyler söylüyorlardı fakat Draco'nun gözleri Hermione'yi elinde asasıyla görünce şokla aralanmıştı.

Draco'nun o şekilde neye baktığını görmek için arkalarını dönmelerine izin vermeden Hermione fısıldadı.

"Obliviate."

Annesi ve babası boşluğa düşmüş gibi bir kaç saniye oldukları yerde sallandılar, ardından gözleri boş bakmaya başladı ve kafalarından süzülen beyaz ışıklar Hermione'nin asasının içine girerek kayboldu.

Hermione gözlerinden yaşlar akarken büyüyü bozmamak için gerçek bir çaba gösteriyordu. Etrafındaki her fotoğraftan kendisinin silinişi izledi, ardından kendisine hala şokla bakan Draco'nun koluna yapıştığı gibi evden dışarıya fırladı.

Evin kapısını kapadığı anda dudaklarından kaçan hıçkırığı eliyle engelledi.

"Bunu neden yaptın?" dedi Draco sonunda konuşabildiğinde.

"Bir savaşa gidiyorum." dedi Hermione zorlukla. "Eziyetle onlardan laf alınmasına ya da bir şekilde izlerinin sürülmesine izin veremezdim. Büyücülük dünyasına dair her şeyi unuturlarsa güvende olacaklar."

Draco kızı kendine çekip sıkıca sarıldıktan sonra babasının yaptığı gibi saçlarının üstüne yumuşak bir öpücük kondurdu. Kız hiç yadırgamadan kollarını genç çocuğun beline sardı, göğsünde ağlamaya devam etti.

"Beni neden buraya getirdin?"

"Onları bana hatırlatman için." dedikten sonra tekrar hıçkırdı. Kafası genç adamın göğsüne gömülü olduğu için sesi boğuk çıkıyordu. "Bu savaşın kaç yıl süreceğini bilmiyoruz. Ama en zor anımda bana gerçek bir ailem olduğunu hatırlatman için getirdim. Onları benim de unutmama izin vermemen için."

Draco hiçbir şey demeden kıza biraz daha sıkı sarıldı. Kızın saçlarını okşayıp kokusunu içine çekerken bir kaç saniye önce kendisinde gerçek bir aile hissi yaratmış insanları kendisinin de kaybettiğini söylemedi. Uygun bir an olmadığını düşünmüştü. Nasıl olsa söylemek için daha bir sürü vakti olacakmış gibi hissediyordu.

"Lütfen gidelim." diye mırıldandı Hermione hıçkırıklarının arasından. Kafasını kaldırıp Draco'ya baktı. Draco ilk kez Hermione'nin bu kadar üzgün ve kontrolsüz olduğunu fark etti. "Lütfen beni buradan götür." diye mırıldandı gözleri hala mavilerin üzerindeyken.

Draco kafasını onay verircesine salladı, ardından gözlerinin önüne Salazar'ın kendilerine göstermiş olduğu, Pittsburgh'tan bir oteli gözlerinin önüne getirerek cisimlendi.

Bay ve Bayan Granger o gece bir misafirlerinin olduğunu hatırlamadan sohbet eşliğinde yemeğine devam ederken, Hermione ve Draco geceye adımlarını attılar.

-

DAYANAMADIM ERKENDEN PAYLAŞTIM ALLAHIM DURDURAMADIM KENDİMİ, DİĞER AY DAYANCAM 15İNE KADAR AMA AŞIRI İÇİMDEN GELDİ BU AY BÖYLE OLSUN

Continue Reading

You'll Also Like

68.4K 5.7K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
94.9K 7.3K 45
Uyuşturucu bağımlısı bir kadın ve ona aşık olan Kerem Aktürkoğlu. • º • º • º • º • º • º • º • º • º • º • Başlangıç - 08.06.24 Bitiş - 1...
14.6K 2.1K 49
arda, hoşlandığı çocuğa açılmak için abisinin arkadaşı ferdi'den yardım istiyor. [slowburn] [yarı texting]
11.4K 1.5K 28
"Olmuyor, yapamıyorum sensiz. Aklımı karıştırıyorsun."