ÖTANAZİ OKULU(Kitap Oldu)

By Maral_Atmc6

7.1M 162K 231K

Dilsiz bir kızın kalbi tüm kötülükleri kendisine çekiyordu. Hiçbir kalp bu kadar değerli olmamıştır. Yeşil, Ö... More

(1) TANITIM.
(2) Suikastçi Gölge.
(3) Cehennemim İçinde Açan Gelincik Çiçeği.
(4) Ötanaziye Doğru Yolculuk.
(5) Mutlu Sonlu Kitaplar.
(6) Gece Yarısına Saatler Kala.
(7) Kaçmak İçin Çok Mu Geç?
(9) Tarafını Seç Taşıyıcı!
(10) Beni Yaşatamayacaksın Avcı.
(11) Green Kardeşler.
(12) Kalbine İnat.
Kitap Oluyor!!
DUYURU.
ÖTANAZİ OKULU KAPAK FOTOĞRAFI

(8) Benimkisi Ölüm Kalım Meselesiydi.

186K 11.3K 12.3K
By Maral_Atmc6

"O da bilmiyordu değil mi? Benimle ne yapacağını o da bilmiyordu."

Gözlerimi kapattım, karanlıktı ama ben yine de gözlerimi kapatmıştım. Açık camdan dolayı rüzgâr burnuma çam ağaçlarının kokusunu getiriyordu. Sonbaharın son demlerini yaşayan yüreğim, amansız bir hastalığın pençesinde kıvranıyordu. Gözlerim kapalı ve aklımda son okuduğum kitaptan birkaç alıntı. Sahi konusu neydi kitabın? Unuttuğumu fark ettim. Tuhaf oysaki bu sabah okumuştum. Aniden aradığım cevaplar doluşuyor aklıma. Bir kadını anlatıyordu. Sevdiği tarafından ihanete uğrayan bir kadını anlatıyordu. Ve ben kitapta adamdan çok kadından nefret ettiğimi hatırlıyorum. Bıçak kalbimin üzerine doğru süzülüyordu ve ben, kendimi kitabı düşünmek için zorluyordum. Evet, kadın benim nefretimi hak etmişti çünkü o da ihanet etmişti. Nefes alışlarım gittikçe hızlanıyordu. Sırf adama olan kızgınlığı yüzünden kadın da onu başka biriyle aldatmıştı. Lânet olsun, aklımı bıçaktan uzaklaştırmalıydım. Kadının ihanetini saçma bulmuştum. Ateşe ateşle karşılık vermişti ve onu aldatan adamdan bir farkı kalmamıştı. Bana göre kadının ihaneti adama değildi kalbinde taşıdığı aşkınaydı. Rüzgâr saçlarımı uçurtuyor ve her teli onun hemen arkamdaki yüzüne savruluyordu.

Olmuyor! Aklımı saçma sapan şeylerle meşgul etmeye çalışıyordum, fakat arkamda nefesi, göğsümde keskin bıçağı varken bu imkânsızdı.

Bekledikçe korkum daha da şiddetlenip çoğalıyordu ve bir kere yerine bin kere ölüyordum. Hâlâ neyi bekliyordu? Böyle yaparak daha çok acı çektiğimi görmüyor muydu? Derin bir nefes alarak usulca gözlerimi açtım. Gök gürültüsünü andıran kalbimin çıkardığı sesler tüm odayı dolduruyordu. Kaçmak istiyordum, hemen şimdi ondan kurtulmak istiyordum. Aniden kalbimdeki bıçağı çekti ve omzumu kavrayıp sırtımın duvara gelmesine sebep oldu. Her şey o kadar hızlı olmuştu ki arkamdayken bir anda kendimi o ve duvarın arasında sıkışıp kalmış buldum. Şimdi tam karşımdaydı. Verdiği öfkeli nefesleri yüzümün her santiminde hissedebiliyordum. Evet, bana kızgındı çünkü yeniden bıçağı göğsüme dayamasından anlıyordum. İyi ama neden? Onu kızdıracak ne yapmış olabilirim?

Bıçağı tişörtümün üzerine hafifçe bastırdığında gözlerim doldu. "Bu gece hiç olmadığı kadar seni öldürmek istiyorum!" Öfkeyle dişlerinin arasında söyledikleri hıçkırmama sebep oldu.

Bıçağı bastırıyor ama kanatmıyordu. Ansızın aklıma hiç olmayacak bir şey geldi, afalladım. Bu olabilir miydi? Beni öldürmek konusunda kararsız olabilir miydi? Saçmalık, bu ihtimal kendi düşüncelerimin aptalca bir hayal ürünüydü. Derin derin nefesler alırken gözlerimi esir alan nem yanaklarımın ıslanmasına neden oldu. Odamda büyük bir deprem oluyor ve ben sarsıntının arasında kalmış gibiyim. Önce deli gibi ağlamak, hemen sonra nefesim kesilene kadar koşmak istiyorum. Buradan, ondan ve bu okuldan uzağa gitmek istiyorum. Hemen sonra aklıma bir şey geliyor ve ben koşamıyorum. Kaçsam nereye gidebilirim ki? Bu gerçek kötü bir şaka ya da doğum günü pastasının içinde binlerce böcek çıkması gibi korkunçtu. Aklım rüzgâra kapılmış küçük bir tüy gibi uçuşuyor güz sancısına. Ben ne yapıyorum? Ne yapmam gerekiyor? Daha birçok soru ve tek bir cevap, 'Bilmiyorum.' Titreyen ellerimi uzattım ve göğsümde duran soğuk elini tuttum. Ürperdim, eli soğuktu fazla soğuk. Ona olan bu küçük teması sevmemişti kalbim. Bana baktığını hissediyorum, ne yapacağımı görmek istiyordu. Ne yaptığımı bilmiyordum.

Ve kendimden beklemediğim bir şey yaptım.

Aniden bıçağı tuttuğu elini kavradım ve sertçe göğsüme doğru çektim. Fakat bunu yapacağımı tahmin etmiş gibi hızla bıçağı göğsümden çekip yere atmıştı. Bıçağın zemine düşerken çıkardığı tok sesler alamadığım nefeslerin günahını taşıyordu. Kendimde değildim, aklım bomboş ve silinmiş gibiydi. Çığlık atmak istiyorum, deli gibi tüm odayı dolduracak çığlıklar ama yapamadım. Şu durumda çığlık atacak bir sesim bile yoktu. Onu kızdırmıştım. "Bunu yapacaktın! Engel olmasaydım bunu gerçekten yapacaktın!" Sesi öfkeli ama bir o kadar da şaşkın geliyordu.

Benden ne istiyor? Kendisi beni öldürecekti o halde neden engel oldu?

Gözyaşları içinde ağlamaya başladım çünkü her şey hemen olsun bitsin istiyorum. Şu anda geride bıraktığım her saniye benim için işkencelerin en büyüğüydü. Boğazımda çıkan hırıltılı sesler kulak tırmalıyordu. Her hıçkırığım onu daha fazla kızdırıyordu. Bunu aldığı sinirli nefeslerin yüzüme tokat gibi çarpmasından anlıyordum. Dişlerinin arasından, "Kes şunu!" diye bağırdı. Yapamadım, içinde bulunduğum merdümgiriz ruh halim daha fazla ağlamama sebep oluyordu. "Sana şunu kes dedim!" Yumruğu hemen kulağımın yanından geçmiş ve duvarla bütünleşmişti.

Korkuyla sıçradığım esnada omuzlarımı kavrayıp beni sarstı. "Neden? Ölüm senin için kurtuluş olur!" dedi öfkesiyle her ikimizi yakıp geçerken. "Sende bunu isterken beni engelleyen şey ne?" Öfkeli sesi tereddütlerle doluydu. Beni öldürmek istiyor fakat bunu yapamıyor gibiydi.

Sorduğu sorunun cevabı bende yoktu. Elini uzattı ve göğsümün üzerine yani tam kalbimin üzerine bastırdı. Bana o kadar yakındı ki verdiğimiz nefesler birbirine karışıyordu. Kalbimin üzerinde yırtıcı bir pençe gibi duran eli fazla sahipleniciydi. Kalp atışlarımı duyabiliyordu. Kalbim onun elleri altında kuş gibi çırpınıyordu. Nefes al ver, nefes al ver. Sürekli bunu kendime hatırlatsam da yutkunamıyordum bile. Yüzünün bana yaklaştığını hissedince gözlerim korkudan irice açıldı. Kalbim ağrımaktan bitkin düşmüştü ve nefes almak için yeterli alan yoktu. Yanağıma sürtünen sakalları sertçe yutkunmama neden oldu. Yanağı benim yanağımın yanındaydı ve dudakları kulağımın çok yakınında duruyordu. "Kalbinin tek sahibi benim!" dedi hâlâ öfke barındıran bir sesle. Bu sözler ucu açıktı ve ben başka yerlere çekmek istemiyordum. Onun için sadece değer verdiği, almak istediği kalbin sahibiydim.

Soğuk elini göğsüme biraz daha bastırınca kaburgalarımın birbirine girdiğini hissettim. Korkudan sesimi çıkaramıyor, onu kendimden uzaklaştırmak için dokunamıyordum. "Ölü ya da diri benim olan kalbi alacağım." Bu sefer sesi daha farklıydı, hırıltılı ve boğuk çıkmıştı. Konuşurken dudakları kulağıma sürtünüyordu ve bu kalbimin daha hızlı çarpmasına neden oluyordu.

Ölü ya da diri demişti.

Yanağı bir kez daha yanağıma sürtündüğünde ayaklarımın altındaki zeminin kaydığını hissettim. Midemde binlerce baloncuk oluşuyor ve hepsi uçuşuyordu. Yanağımdaki teni derimin altına işliyor ve kan akışımı durduruyordu. Damarlarımda kızgın lavlar akıyordu sanki baştan sona beni yakıp küle çeviriyordu. Bana ne yaptığını bilmiyordum. Bana yaptığı şeyi sevmemiştim fakat iyi hissettiriyordu. Bunu kabul etmek bile ürpermem için yeterliydi. "Zaman doldu Melez Kız." Fısıltıyla söyledikleri hızlanan nabzıma balyoz etkisi yaratmıştı.

Aniden benden uzaklaştığında rahat bir nefes almıştım ki gölgesinden yerdeki bıçağı aldığını gördüm. Duvara doğru iyice sindim. Yağmurda sırılsıklam olmuş bir kedi gibi karanlıkta sığınacak yer arıyordum. Aramızda sadece beş veya altı adım vardı. Bıçağı duvara fırlattığı için aramızdaki mesafe açılmıştı. Bana doğru bir adım attığında kapıya ne kadar yakın olduğumu fark ettim. İkinci adımıyla hızla arkamı döndüm ve elimi kapının kilit sistemine bastırdım. Anında açılan kapıyla kendimi odadan dışarı atmayı başarmıştım. "Koşmak bile sana yasak," diyen sesini duydum. "Gerçekten benden kurtulabileceğini mi sanıyorsun?" Arkamda alayla söyledikleri daha çok korkmama sebep oluyordu.

Koşmuyordu, benim aksime adımları sakin ve yavaştı. Biliyordu kaçacak yerim olmadığını. Merdivenlerden insem ilk katı bitirmeden nefessizlikten tıkanacaktım. Asansör ise en büyük kâbusumdu. Lânet olsun, kapana kısılmıştım. Karanlık koridorda kendimi zorlayarak koşmaya başladım. "Benden kaçamazsın Dolunay Surat." Sakin sesi beni çıldırtıyordu.

Asansörün yanına geldiğimde anlık bir cesaretle düğmeye bastım. Açılan kapıya korku dolu gözlerle bakarken daha çok ağlıyordum. Adım sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Ölmek istemiyorum, kim bir katilin elinde ölmek ister ki? "Oraya girecek cesaretin olduğunu sanmıyorum." Sesi gittikçe yaklaşıyordu ve karanlık koridorda gölgemi görüyordu. Kalbim atmaktan yorulmuş her an durabilirdi ve verdiğim kesik nefesler canımı yakıyordu. Hayır, bu kadar kolay olmamalı böyle pes edemem. Tüm cesaretimi topladım ve kapılar kapanmadan kendimi asansörün içine attım.

Aceleyle düğmelerin hepsine rastgele bastım. Kapılar tam kapanıyordu ki elini uzatarak durdurdu. Dudaklarımda iniltiyi andıran bir çığlık çıktı. Dudağının köşesi yukarı doğru kıvrılırken, "Buraya kadar Dolunay Surat," deyince keyifli sesi beni şoka uğrattı. Benimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Ben ondan kaçmak için ter içinde kalmıştım fakat onun nefes alışları bile değişmemişti.

Hayatımda ilk kez öfkelendiğimi hissettim. Bu hayat benimdi ve benim dışımda herkes hayatımın kontrolünü eline alıyordu. En kötüsü de Gölge olacak korkunç suikastçı resmen benimle eğleniyordu. İçeriye girmek için tam bir adım atmıştı ki ellerimi asansörün duvarına bastırdım ve göğsüne sert bir tekme attım. Beklemediği hamlem karşısında bir an boş bulundu ve bir adım geriye gitti. Hızla düğmeye bastığımda kapılar kapanmıştı fakat onun güldüğünü duydum. Gözlerim irice açılmıştı çünkü ona karşı koymam hoşuna gitmiş gibi gülmüştü. "Ona vurmam hoşuna mı gitti? Ne çeşit bir manyak!" Kendi düşüncelerimi bölen yeni fark ettiğim gerçekti. Aman tanrım.

Lânet olsun asansördeyim!

Gözlerini kapat ve nefes al, gözlerini aç ve aldığın nefesi geri ver. Ah, hayır boğuluyorum! Asansör hızla inerken elim boğazıma gitti sanki biri parmaklarını boynuma geçirmiş gibi nefessiz kalmıştım. Sadece dört kat kaldı dayanabilirim. Asansör gittikçe küçülüyor ve ben sıkışıp kalmıştım. Nasıl nefes alacaktım? Nefes almalıydım. Nefes alamıyorum. Aniden panikleyip kendi etrafımda dönmeye başladım. Şu bir dakika içinde o kadar hızlı terlemiştim ki şakaklarımdan süzülen ter damlacıkları boynuma akıyordu. Saçlarım su gibi olmuş ensemi yakıyordu. Rahatsız oldum saçlarımı toplamalıydım. Asansör niye bu kadar yavaş? Bozulmuş olabilir mi? Ellerimin titremesi beni huzursuz ediyor, kahretsin ensem kaşınıyor! Bulanık görmem beni korkutuyor, nefes almaya ihtiyacım vardı. Kahretsin, nefes almayı bırakmış olabilir miyim? Bana neler oluyor bu kalp ağrısı niye kesilmiyor? Son bir kat kaldığını gördüm. Destek almak için ellerimi iyice duvara bastırdım. Korkuyorum ya asansör ben içindeyken arıza yaparsa? Ya burada sıkışıp kalırsam? Aklımda binlerce ihtimal, binlerce kötü senaryo, hepsi değişiyor ama sonu hep aynı. Saçlarım yağlı urgan gibi ensemden boynuma dolanırken, elimi uzatıp yapıştıkları yerden onları çekmek istedim. Kapı açıldı ve saçlarımı çekmekten vazgeçtim. Kendimi dışarıya nasıl attım bilemiyorum. Asansörden çıkar çıkmaz öksürerek nefes almaya çalıştım. Temiz havaya ihtiyacım vardı, çok fazla temiz havaya ihtiyacım vardı. Bahçeye çıkmalıydım.

Gücümün sınırlarındayken kendimi toparlayıp okuldan çıktım. Geliyordu hissediyorum. Buradan çıkmalıydım çünkü bu okul benim sonum olacaktı. Gölge bugüne kadar hiçbir kurbanını hayatta bırakmadı ve bende istisna olmayacaktım. Koşarak ağaçların arasına karıştım. Bana çıkış kapısını açmazlardı, fakat bu gece hayatta kalabilirsem yarın bir kaçış planı yapabilirdim. Zor ama imkânsız değil. Ağaçların arasından geçerek okulun arka bahçesine gittim. Bu tarafa ilk kez geliyordum. Benim iki katım uzunluğunda duvarlar ve onların üstünde birbirine girmiş elektrikli teller vardı. Okulun arka kapısının önünde kocaman bir cenaze arabası duruyordu. İnfaz ettikleri kişileri arka kapıdan çıkarıyorlardı. Arabanın kapıları açıktı. Bir adım öne doğru atmıştım ki biri kolumdan tutarak beni bir ağacın arkasına çekti.

"Ne işin var senin burada?" Korkudan yerimden sıçrarken alçak bir sesle konuşan kişiye baktım. Sürekli cenaze arabasına bakan kişi Edvard'ı. Bakışları tedirgin hareketleri panik olmuş gibiydi. Kıpırdamayayım diye kolumu tutuyordu. Asıl onun bu saatte burada ne işi vardı?

Bir tecavüzcüyle beraber ağacın arkasında saklanmak hoşuma gitmediği için onu ittim. İtmek için ellerimi göğsüne koyduğumda hissettiğim yumuşaklıkla gözlerim irice açılmıştı. Hızla benden ayrılmıştı fakat bir erkeğe göre fazla göğsü dikkatimi çekmişti. "Hemen git buradan," dedi panik haliyle. "Tabii başına bela almak istemiyorsan!" Kısık sesle beni azarlamasına omuz silktim. Belanın en büyüğü peşimdeydi daha kötü ne olabilirdi ki?

Gitmeyeceğimi anladığında kaşlarını çatarak bana iyice yaklaştı. Etrafına göz gezdirdikten sonra tekrar bana baktı. "Şimdi beni iyi dinle Taşıyıcı! Tam şu anda hayatının dönüm noktasını yaşadığın bir an. Biraz daha kalırsan sende bu işe bulaşmış olacaksın! Ve inan bana sabah olduğunda gördüklerin için pişman olacaksın! Bu okul sandığından daha kötü bir yer. Güvendiğin o infazcıların ne haltlar karıştırdığını bilmek seni daha çok korkutur! Sen bizim gibi değilsin, daha iyi şartlarda kalıyor ve ayrıcalıklısın. Yapabiliyorsan git buradan, arkana bile bakmadan kaç bu ölüm yuvasından." O konuşurken söylediği şeylerden çok benim dikkatimi çeken başka bir şey olmuştu.

Kasları yerine daha yumuşak şeyler vardı göğsünde.

Sesi şuanda tamamen ince ve fazla kız gibiydi.

Olabilir mi? Aslında bir kız olabilir mi?

Bahçedeki ışıklardan dolayı yüzünü daha iyi görüyordum. Kesinlikle bir kızdı, şimdi koridorda bana suçsuzum dediğinde ne demek istediğini anlıyordum. Birilerine tecavüz etmesi için erkek olması gerekiyordu, fakat o bir kız. Acaba nasıl buraya düşmüştü ve neden kimlik değiştirdi? Hadi git diye bana işaret yapınca yine omuz silktim. Okula girdiğim an Gölge ensemde biteceği için bu göze alacağım bir şey değildi. Gitmeyeceğimi anlayınca tişörtünün yakasını çekiştirdi. "Dediklerimin tam olarak nesini anlamadın? Aklında sorun olma ihtimali kaç?" Şu anda bana kızgın olduğu için sesini kalınlaştırmayı unutuyordu ve bu kıkırdamamı sağladı. Ben gülünce homurdanmaya başlamıştı. "Gerçekten bir deli olmalısın."

"Hadi Albert! Tüm gece sizi bekleyemem." Duyduğum erkek sesiyle ağacın arkasında çıkmaya hazırlanıyordum ki Edvard kolumu tuttu.

Acaba gerçek ismi neydi?

"Aklını mı kaçırdın sen?" Kaşlarını çatarak kısık sesle beni azarladı. "Ses çıkarma ve mümkünse görünmez ol!" Alçak sesle söylediklerine başımı salladım. Neden gizlendiğimizi bile bilmiyordum.

Edvard, yani erkek ismi Edvard olan kız, başını uzatıp cenaze arabasını gözetlemeye çalıştı. Merak ederek bende ses çıkarmadan o tarafa baktım. Cenaze arabasının arka kapılarını açan adam sabırsızca söyleniyordu. Biraz sonra okulun arka kapısından iki kişi çıktı. Biri önde diğeri arkada ortalarına aldıkları sedyeyi taşıyorlardı. Sedyenin üstünde siyah çarşafla kapalı bir şey vardı. Öndeki adam sendeleyince az kalsın sedye yere düşüyordu. Dengesini bulan adam yeniden yürüdüğünde çarşafın altındaki bir şey yere doğru sallandı. Bu bir insan koluydu. Sanki bağırabiliyormuşum gibi ellerimle dudaklarımı kapattım. Birini daha öldürmüşlerdi. Burası ölüm okuluydu ama ben ölümlere hâlâ alışamamıştım.

Sedyeyi cenaze arabasına yerleştirdikten sonra adamlar okula yeniden girdiler. Hemen sonra şoför ve yanında biri daha arabayı çalıştırmak için binmişti. Edvard bir anda saklandığı yerden çıkarak arabaya doğru yavaş ve görünmeyecek şekilde yürümeye başladı. Ne yaptığını bilmediğim için peşinden giderek onu takip ettim. Arabanın motor sesi geldiğinde biz çoktan arabanın arkasına gelmiştik. Yakalanmadığımız için çok şanslıydık ya da şoför dikiz aynasından bakmamıştı. Yanımdaki erkek görünümlü kız, araba hareket etmeden açık kasaya tırmandı. Afallayarak ona bakmaya başladım. Ne yapıyordu bu?

Aşağıya doğru eğilip elini bana uzattı. "Gelsene hadi," dedi tedirgin dolu bir sesle.

Tereddüt ettim ama araba hâlâ çalışmamıştı. "Buradan kurtulmak istemiyor musun? Bu son şansımız!" Öfke ve endişe dolu sesini duymazdan gelerek bekledim.

Buradan kurtulmak istiyordum. Özellikle Gölge peşimdeyken bu benim için mükemmel bir şanstı. Fakat hissediyorum yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Ben aptal bir kız hiç olmadım ve iş işten geçmeden burada ne olduğunu anlamalıydım. Ters giden bir şeyler olmalı. Aniden beynimde binlerce ampul patladı. Arabanın hareket etmesi gerekiyordu fakat hâlâ motoru çalıştığı halde yola çıkmamıştı. Bir şeyi bekliyordu ya da birilerini.
Lanet olsun benim arabaya binmemi bekliyordu! Bizi görmüştü ve oyalanıyor gibi yapıyordu. Ötanazi gibi güvenliğin hat safhada olduğu bir yerde kaçmak bu kadar kolay değildi. Her gün onlarca mahkûm kaçmayı deniyordu fakat şu zamana kadar biri bile buradan kaçmayı başaramamıştı. Eğer bu kadar kolay olsaydı birileri mutlaka bunu başarırdı. Geceleri yasak olduğu halde kapının kilidini bir şekilde açıp bahçeye çıkmak ve okuldan çıkmak aynı şey değildi. Bir kaleyi andıran bu devasa tesisin her kulesinde özel eğitim alan gözcüler vardı. Okulun bahçe duvarında nöbet tutan onlarca tetikçi vardı. Kaçmak bu kadar kolay değildi. Arabacı beni okuldan çıkartıp kalbimi sökmek için kasadaki cesedi kullanacaktı. O da onlardan biri olduğu için kapıdaki adamlar kasada beni sakladığından şüphe etmezdi.

Telaş yaparak arka kasaya iyice yaklaştım ve ellerimi kaldırarak, "Bu bir tuzak! Derhal o arabadan in!" dedim ama işaret dilini bilmiyor olacak ki, "Ne dediğini bilmiyorum ama yakalanacağız!" dedi ve havadaki ellerimi tuttu. Ellerimi çekmeye çalıştığımda daha sıkı kavradı ve beni arabanın kasasına çekti. Benden daha güçlü olmalı ki kendimi bir anda arabanın içinde ve onun üstüne düşmüş bir halde buldum. Lânet olsun!

Araba aniden hareket edince dehşete kapılmış gibi başımı kaldırıp ona baktım. Benim altımda yatıyordu ve o da bana bakıyordu. Yüzlerimizin arasında ki mesafenin bu kadar az olduğunu yeni fark ediyordum. Önce bana baktı daha sonra üstünde olduğumu anladı ve güldü. "Biliyorum çok çekici bir erkeğim ama tipim değilsin." Bu sefer özellikle sesini kalınlaştırmıştı. Söylediği şeyler kıkırdamamı sağladı. Şakacı mizacım gün yüzüne çıktığında ona doğru biraz daha yaklaştım.

Onu öpecekmişim gibi gittikçe ona daha çok yaklaşınca gözlüklerinin altındaki gözlerini irice açtığına eminim. "Sen... Kahretsin, kalp üstümden iffetli bir erkeğim ben!" Yüzüme doğru konuşup beni itince gülüşümü zor durdurdum. İffetli erkek ha? Bunu gerçekten söylemiş olamaz.

Yattığı yerde kalkıp emekleyerek yanıma geldi ve güldüğüm için elleriyle dudaklarımı kapattı. "Bu durumda nasıl gülebiliyorsun? Yakalanmak istemiyorsan sessiz ol." Başımı sallayarak onu onayladım. Araba kapıya yaklaşıp güvenlik kulübesinin yanında durmuştu. Birinin, "Arabayı arayacağız, aşağıya inin," diyen sesini duyunca soluğumuzu tuttuk. Daha önce de dediğim gibi güvenliğin üst düzeyde olduğu bir yerde bu kadar kolay çıkmak mümkün değil.

"Hadi ama dostum," diyen kişi şoför olmalıydı. "Bu gece daha kaç ceset taşımam gerektiğini biliyor musun?" Gülüşünü duydum. "Bir an önce işimi bitirip odamda birkaç brendi içmek istiyorum."

"Prosedürü benden daha iyi biliyorsun. İçkini içmek istiyorsan bize zorluk çıkarmayın. İkiniz de aşağıya inin ve sizler de kamyoneti arayın," diyen kişi beklediğim gibi geri adım atmamıştı. Bakalım şimdi ne olacaktı. Kendim için endişeleniyorum çünkü ben taşıyıcıydım. Beni yakaladıklarında birkaç uyarıdan sonra odama gönderirlerdi. Fakat yanımdaki çocuk kaçmaya çalışırken yakalanırsa infazı öne alınabilirdi.

Adım sesleri arabanın kasasına doğru yaklaşırken bir anda havada bir kurşun sesi yankılandı. Arabanın çok yakınında acı dolu bir inilti çıkınca, "Çıkış kapısına destek istiyorum!" diyen kişi geçiş izni vermeyen kişinin sesiydi. "Lussian vuruldu, derhal buraya destek ekibi gönderin!" derken telsizle diğerlerinden yardım istiyor olmalıydı. Daha sonra şoföre, "Geç hadi!" diyen sesini duydum. Büyük ihtimalle birilerinin çıkmak için arkadaşlarından birini vurduğunu düşünmüştü. Bu yüzden şoförün ayakaltında dolaşmasını istemediği için ona geçiş izni vermişti. Bu küçük istisnanın başına açacağı beladan habersizdi. Eğer Taşıyıcının kaçtığı anlaşılırsa kaybettiği tek şey bence işi olmazdı.

Kapıdaki koşturmayı dinlerken arabanın çıkardığı seslerden okuldan çıktığımızı anladım. Yanımdaki kız resmen ecel terleri dökmüştü. Yakalanacağız diye çok korktuğunu biliyorum. Yavaşça başımı kaldırıp dışarıya baktığımda orman yolunda ilerlediğimizi gördüm. Yeniden aklıma gelen korkunç gerçeklerle onun kollarını tutarak bana bakmasını sağladım. "Burada olduğumuzu biliyorlar." Birkaç defa buna benzer bir şeyler söyledim ama o, "Seni anlamıyorum," deyince sıkıntıyla karışık bir nefes aldım. Not defterim cebimdeydi ama yazdıklarımı okuyacağı ışık yoktu.

Yollar taşlı olmalı ki kasanın içinde zıplayıp duruyorduk. Araba engebeli yolu geçtikçe iç organlarım birbirine girmişti. Edvard yavaşça ayağa kalktı ve düşmemek için kollarını açarak sedyenin yanına gitti. Bana gel işareti yapınca oturduğum yerden kalkıp yanına gitmeye çalıştım. Araba taşların üzerinden geçtikçe daha çok zıplayıp yere düşüyordum. Sonunda üç kere düşmemin sonucunda onun yanına gitmeyi başarmıştım. Elini siyah çarşafın kenarına götürdü ve tuttu. "Bugün infazı gerçekleşen kişi Karen'di ama bahse girerim ki buradaki bir erkek." Çarşafı yavaşça kaldırdı ve gördüğüm şeylerle yerimden korkuyla sıçradım. Elim hızlanan kalbime gittiğinde hemen çarşafı kapattı. Elimi tutarak oturmamızı sağladı.

Gözlerimi bir türlü sedyeden çekemiyordum. Ellerini yüzüme koyarak ona bakmamı sağladı. "Hey tamam sakin ol," diyerek beni rahatlatmaya çalıştı. "Burada bir kriz geçirirsen senin için bir şey yapamam." Onu dinleyemiyordum. Aklım sedyedeki adamın gözlerindeydi. Gözlerinin olması gereken yerde bir çift karanlık çukur vardı. Gözleri yoktu sanki oymuşlardı.

Burası karanlık olabilir ama ne gördüğümü biliyorum.

Dizlerimi kendime çekerek kollarımı dizlerime sardım. Kötü görüntüleri kovmak ister gibi yerimden küçüldükçe küçüldüm. Benim bu halimle iç çeken çocuk yanıma oturdu ve sırtını küçük kamyonun kasasına dayadı. "Aradığım biri var, bir kız," dedi içli sesiyle. "Buraya onun için geldim ama bir yıl önce infazı gerçekleşmiş. Herkes aynı şeyi söylüyor, yani onun öldüğünü. Fakat ben onun öldüğüne inanmıyorum. Ben okula gelmeden bir gün önce infaz edilmiş. Tek bir gün," dediğinde sesi ağlamaklı çıkmıştı. "Lânet olası tek bir gün yüzünden onu kaybettim!" Elleri yumruk olduğu esnada başını çevirip bana baktı. Henüz söyleyecekleri bitmemiş olmalıydı.

"Açık konuşacağım Yeşil, o okulda karanlık şeyler dönüyor. Evet, yasal bir okul ve mahkûmların üzerinde deney yaparak onları öldürdüklerini tüm Amerika eyaleti biliyor. Fakat ya öldürmüyorlarsa?" İyice bana yaklaşıp eliyle sedyedeki cesedi gösterdi. "Bir yıldır ölen kişileri araştırıyorum ve hepsi erkek. Kayıtlara ulaşamadığım için ortada kaybolan kadınlara ne olduğunu bilmiyorum. Fakat mahkemenin belirlediği tarihte kadın mahkûmlar infaz edildi diye ortadan kayboluyorlar. Tek bir kadın bile Ötanazi Okuluna ait mezarlıkta kalmıyor. Dışarıdaki arkadaşım gizlice birkaç mezarı açmış ve hepsinin boş olduğunu söyledi. Sofia'nın mezarı da boş. Mezar taşında ismi yazılı ama mezarda bir ceset yok. Sofia ve diğer kadınlara ne olduğunu bilmeliyim. Ölmedilerse onları nerede tuttuklarını öğrenmem gerekiyor." Sesinin değişmesiyle ağlamak üzere olduğunu fark ettim. Öfkeliydi fakat aynı zamanda üzgündü.

Kadınları öldürmüyorlarsa onlarla ne yapıyorlardı?

Sofia kimdi bilmiyorum ama belli ki ona çok değer veriyordu. Anlattıklarını kafamda değerlendirmeye başladım. Mümkün olabilir miydi? Gerçekten kadınları farklı bir yerde mi tutuyorlardı? Lisa, ondan birkaç şey öğrenebilirdim. Lisa onlar gibi değildi, ortada gizli saklı bir şey varsa bile Lisa'nın bu işin içinde olduğunu sanmıyorum. Arabanın ani fren yapmasıyla ikimizde öne doğru ellerimizin üstüne düşmüştük. Edvard kolumdan tutarak beni kapıya doğru çekiştirdi. "Neler oluyor? Mezarlığın bu kadar yakın olduğunu sanmıyorum!" dediğinde farklı bir ses ona cevap vermişti. "Bak burada kimler var Albert? Kimsenin ulaşamadığı küçük kız ve kalbi." Kasanın önünde bizi izleyen şoförün sırıtarak söyledikleriyle Edvard'a öfkeyle baktım. Eğer konuşabilseydim tam şu anda, 'Ben demiştim!' diye bağırabilirdim. Zaten kız olduğunu bildiğim halde gerçek adını bilmediğim için sürekli ona Edvard demek beni kızdırıyordu.

Edvard bir adım arkaya çekildi ve beni omuzlarımdan tutarak adamlara doğru itti. "Kalbi sizin olabilir ben gidiyorum beyler," dedikten sonra arabanın açık kasasının yan tarafından ani bir hareketle atladı. Şaşkınlık içinde karanlık ormanın içine doğru koşan kızın arkasından bakıyordum.

Bana bunu gerçekten yapmış olamaz.

Beni bırakıp gitmişti. Ben olsam yanımdakine böyle ihanet etmezdim. Gözlerim dolduğunda sakallarını kaşıyan bir adam kasaya çıktı ve kolumdan tutarak beni zorla arabadan indirdi. İkisinin arasında kaldığımda korkudan ne yapacağımı bilemedim. Sakallı adam arkama geçerek kollarımı tuttu ve ellerimi sırtımın arkasında birleştirdi. Şoföre, "Hadi bitir şu işi," diyerek o da ölümümü onayladı.

Üzerinde bir tulum olan adam güldü. "Sonunda aradığımız fırsat. Kalbi alalım daha sonra diğerinin peşine düşeriz." Keyifli bir sesle konuştuktan sonra arabanın yanına gitti. Kısa süre sonra elindeki silahla gelince daha çok çırpınmaya başladım. Merak ediyorum neden sürekli bu sahneyi yaşayıp duruyorum? Attığım her adımla karşıma beni öldürmek isteyen biri çıkıyordu.

Kollarımı kurtarmaya çalıştıkça arkamdaki adam daha sert bileklerimi sıkıyordu. "Ölecek olman ne üzücü." Benimle alay ederek eğleniyordu. Silahı bana doğrultup arkamdaki adamla kahkaha attılar. Onlar için bir hazine değerindeki kalbime sahip olmanın sevincini yaşıyorlardı.

Kalbim dehşet içinde sızlarken gözlerimi yine sıkıca kapattım. Kulaklarım duyacağım gürültülü sese odaklanmış, bedenim birazdan yaşayacağı acıya kendisini hazırlamıştı. "Yerinde olsam o silahı indirirdim ahbap. Tabii beynini uçurmamı istiyorsan bunu zevkle yaparım!" O kaçak kızın sesini duyunca gözlerimi hızla açtım. Geri mi geldi?

Bana silah doğrultan adamın hemen arkasındaydı. Boyu adamdan kısa olduğu için onu iyi göremiyordum fakat adamın hemen arkasında olduğunu biliyorum. Gitmemişti geri gelmişti. Kalbim onun gelişine sevinmiş gibi acısını düşürmüştü. Silahı tutan adam kaşlarını çatarak tam arkasına dönüyordu ki, "Bunu denersen tetiğe basarım dostum!" diye bağırınca adam durdu. Bu kız kesinlikle çetin bir ceviz.

Kollarımı tutan kişi beni sertçe kendi göğsüne yapıştırdı. "Blöf yapıyor! Silahı olmadığına eminim," dedi öfkeyle.

Gözlüklü kızın kahkaha atan sesini duydum. "Eğer kızı ve silahlarınızı bırakmazsanız blöf mü yoksa gerçek mi bizzat göreceksiniz." Ses tonu oldukça rahat ve kendinden emin çıkıyordu. Blöf yapıyorsa bile bunu çok iyi gizliyordu.

Bana silah tutan kişi arkadaşına bakarak sertçe yutkundu. "Kızı bırak," dedikten sonra elindeki silahı yavaşça yere bıraktı. Arkamdaki adam kızgınlıkla, "Bunu yapmayacağım çünkü yalan söylüyor!" diye tekrar bağırdı fakat öndeki adam, "Hayatı tehlikede olan benim bırak şunu!" diye kükredi. Söz konusu kendi canını olunca fazla düşünceliydi. Oysaki az önce kalbimi sökmek isterken çok eğleniyordu.

Arkamdaki adam hiç duymak istemeyeceğim küfürler ederek beni öne doğru savurdu. Düşmekten son anda kurtulmuştum. Koşarak kızın yanına gittiğimde, "Yerdeki silahı al," deyince hemen eğilerek yere attıkları iki silahı elime aldım. Elimdeki soğuk ve metalik şey ürpermeme neden olmuştu. Onun yanına gittiğimde adamın sırtına ince bir değnekle hafifçe baskı yaptığını gördüm. Korkuyla ona baktım çünkü silahı yoktu. Bu kaçık kız gerçekten blöf yapıyormuş! Bakışlarımdan anlamış olmalı ki hafif güldü ve bana göz kırptı. Ani bir hamleyle silahı elimden alarak elindeki değneği yere attı. "Arkadaşının yanına git ve ikiniz arkanızı dönerek diz çökün," dedi silahı sıkı sıkı kavrarken.

"Gece sayımında odanda olmadığını anlayacaklar!" Artık silahın kızın elinde olduğundan şüpheleri yoktu ama yine de ona itaat etmek istemiyorlardı.

Elindeki silahı adamın iyice sırtına bastıran kız, "O zamana kadar böyle giderse siz çoktan ölmüş olacaksınız." Benim gibi çıtı pıtı bir şey olmasına rağmen öyle korkusuz görünüyordu ki ona gıpta etmemek elde değildi.

Adamlar homurdanarak yan yana durdular ve arkalarını dönüp diz çöktüler. Bana bakan kız fısıltıyla, "Koşmaya başla," dediğinde başımı hayır anlamında salladım. Onu bırakıp gidemezdim.

Derin bir nefes verdikten sonra adamları kontrol etti. "Aptal olma ve koş. Sen kalp hastasısın bir süre sonra koşamayacak hale geldiğinde anında seni enselerler. Sen yeterince uzaklaştığında peşinden bende geleceğim." Sözleri bitince hadi dercesine bana baktı. Onu bırakıp gitmek istemiyorum fakat haklıydı çünkü en fazla birkaç dakika koşabilirdim. Başımı sallayarak ormanın içine doğru koştum. Umarım bana yetişirdi.

Benim koşmam birinin deniz kenarında koşu yapmasına benziyordu. Ne çok hızlı ne de çok yavaş. Şafakta koştuğum yeri bilmeden sadece koşuyordum. Bazı ağaçların dalına takılınca yaralanmak korkusuyla hızım düşüyordu. Yara alınca kan olurdu ve kan olunca işler benim için çok güç bir hale gelirdi. Bir süre sonra nefes nefese dinlenmek için bir ağacın gövdesine yaslandım. Tahminen sadece beş dakikaya yakın koşmuştum ve bu beni maratona çıkmışım gibi yormuştu. Ellerimi ağacın pütürlü gövdesine bastırıp başımı yukarı kaldırdım. Üzerime sonbaharın getirisi olan solmuş yapraklar süzülürken gözlerimi yumdum. İnce dallardan bağlarını koparan yapraklar, rüzgâr yüzünden oradan oraya savruluyordu. Yaslandığım ağacın yapraklarından birini alıp dokundum. İnce desenlerden oluşan tırtıklı şekildeydi. Bu ağacın ismini biliyordum fakat şu anda aklıma gelmiyordu. Yeterince dinlendiğimi düşünüp ağaçla olan temasımı kestim. Ancak henüz iki adım atmıştım ki tüm ormanda yankılanan silah seslerini duydum. O erkek görünümlü kıza benim yüzümden bir şey olma ihtimali bile geri dönme isteğimi çoğaltıyordu. Bir süre durduğum yerde geri dönmek ve devam etmek arasında kararsız kaldım. Galip gelen yanım yeniden koşmamı sağladı. Benden daha güçlüydü umarım iyi durumdadır.
Vicdanımı telkin etmek için kendimi haklı çıkarmaya çalışsam da onu orada bıraktığım için suçlu olduğumu biliyordum.


***

Uzun, çok uzun süre koşmayı bırakıp yürüdüm. Tüm geceyi uykusuz geçirdiğim için bir köşeye kıvrılıp uyumak istiyordum. Korkuyordum çünkü bu ormanda beni korkutan çok fazla şey vardı. Saçlarımı uçuran rüzgâr, daldan dala atlayan sincaplar ve saatlerdir hiç susmayan cırcır böcekleri. Ayağım bir dala takılınca yüzüstü yere düştüm. Sitem ederek elimi çiğ tanelerinin ıslattığı yapraklara bastırdım. Oturur pozisyonu aldığımda ayaklarımı uzattım. Yorgun ve halsizdim. Kalkmak için bir hamle yapacağım esnada güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm. Bulutsuz havada açılan gökyüzü birazdan doğacak olan güneşin kızıllığını taşıyordu. Korkuyla karışık telaşa kapılmıştım. Güneş benim üzerime doğamazdı, doğmamalıydı. Kendime saklanacak bir gölge ya da bir sığınak bulmalıydım. Sadece birkaç dakikam vardı. Bunu yeni fark ettiğime inanamıyorum. Nefes alışlarım hızlandığında ayağa kalkmak için öne doğru ellerimi uzattım. Fakat bacağımda hissettiğim şey yüzünden sıçrayarak kollarımı kendime doğru çektim.

Bacağımda bir şey vardı. Soğuk, kaygan ve ölümcül bir şeydi. Bir yılan! Sağ ayak bileğime dolanmış bir halde bacağıma doğru hareket ediyordu. Sarı derisi pul pul siyahları içinde barındırıyordu ve beyaz gözlerinden yukarıdan aşağıya doğru siyah bir çizgi iniyordu. Çatallı dilini çıkartıp tıslayarak bacağımda hareket ediyordu. Diz kapağıma kadar gelince dudaklarımdan bir hıçkırık çıktı. Kımıldamak istiyorum ama korkuyorum. En küçük hareketimde beni ısırabilirdi. Üzerimde eşofman altı vardı ama kumaşı çok inceydi. Dişlerini geçirmesine engel değildi. Üstelik yılan eşofmanımın yukarıya doğru sıyrılan paçasındaydı. Lânet olsun, deli gibi titriyordum. Bacağımdan gitsin ve tıslayan sesi benden uzaklaşsın istiyordum. Çatallı dilinin çıkardığı fısıltılara sağır olmak istedim. Sarı derisi bacağımı sıkıca kavradığı için beni bırakacak gibi değildi. Ağlayarak başımı iki yanıma salladım. Güneş doğuyordu ve ben hareket edemiyordum. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkarken her şeyin başlamadan bittiğini anladım. Oysaki şu anda içimde saklı kalan tüm çığlıkları atmak isterdim. Bunu bile yapamayacak kadar kusurluydum. Canım yanıyordu ve yardım isteyemeyecek kadar kusurluydum. Aklıma annem geldiğinde göğsüm sıkıştı ve daha çok ağladım.

"Bana anne demeni ne çok isterdim Yeşil'im." Ağlayarak her gün konuşmam için yaptığı yakarışları nasıl unutabilirim. Annem en çok o gün ağlamıştı, o doktor ağlatmıştı annemi.

"Üzgünüm Handan Hanım ama kızınız bir daha asla konuşamayabilir," demişlerdi. Nasıl söyleyebildiler bunları anneme. Onu nasıl kırdıklarını, üzdüklerini görmezden gelerek bunları söylemişlerdi.

Doktorun karşısında ağlayan annem o gün bana bakamıyordu. "Bir yolu olmalı," diye isyan ettiğini hatırladım. "Size yalvarıyorum bir şeyler yapın benim onun sesini duymaya ihtiyacım var."

Yoktu, konuşmam için hiçbir yol yoktu. Annem de çok sonradan bunu kabul etmişti. Bana bakarken gülümsemesi hep içten olsa da, bir yanı kırık ve buruktu. Merdivenlerden düşüp bileğimi incittiğimde akşama kadar düştüğüm yerde acılar içinde kalmıştım. Annem işten gelsin de acıyan bileğime baksın diye yerimde hiç hareket etmemiştim. Akşam eve girdiğinde ilk duyduğu ses hıçkırıklarım ve gördüğü şey morarmış, şişmiş bileğim olmuştu. Çantasını yere atıp bana doğru koşmuştu. Tüm gece bileğimi sarmış ve buz koymuştu. Canım yanıyordu ama annem ağlıyor diye ağlamayı kesmiştim. Ellerimi kaldırıp ona, 'İyiyim,' demek istemiştim ama o bana bağırmıştı. "Kes şunu! Neden Yeşil? Neden yardım istemiyorsun? Neden canın yandığında ağlamak dışında kendin için bir şey yapmıyorsun? Bağırsaydın komşular seni duyardı! Neden susuyorsun Yeşil!" diye bana bağırdıktan sonra yere yığılıp ve ağlamaya başlamıştı. Kendimi savunamadığım için kahroluyordu ve öfkesi bana değildi.

Onunla birlikte bende ağlamaya başladığımda başını yavaşça yerden kaldırmıştı. "Özür dilerim," demişti gözyaşları içinde. "Sana bakamadığım için, yaşıtların gibi seni yaşatamadığım için çok özür dilerim." Ağrıyan bileğimi umursamadan ona doğru uzanıp sıkıca sarılmıştım. O benim hayatımda gördüğüm en iyi anneydi. Kollarını bana sarıp ağladığı o geceyi unutamıyordum.

Gözyaşlarımı sildim ve kendimi yapacağım şey için cesaretlendirmeye çalıştım. Güneş her an doğabilirdi ve gökyüzü aydınlanabilirdi. Güneşe olan korkum zehirlenerek ölmekten daha fazlaydı. Dizlerimin üzerinde duran yılan sinsice bana yaklaşıyordu. Sanki derisinde zehir saçıyormuş gibi bacağım uyuşmuştu. Elimi yavaşça ona doğru uzattığımda sivri dişlerini göstererek tısladı. Güneşi görmektense ısırılmayı tercih ederdim. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve titreyen parmaklarımı sivri dişlerine doğru uzattım. Beni ısırırsa güneşi görmeden ölebilirim.

Tam o esnada bir ses duydum, kan akışımı durduran soğuk bir ses. Kalbimin ritimlerini aniden hızlandıran bir ses duydum. Evet, bu onun sesini duymuştum. Buradaydı tam arkamda.

"Sakın kıpırdama Dolunay Surat!"


































Bu bölüm sanki biraz kısa oldu ama sizi daha fazla bekletmemek için attım. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Şimdi en sevdiğim kısım yani sorular. Gördüğünüz gibi Gölge çok istese de henüz Yeşil'i öldüremedi. Sizce bunu başaramadı mı? Yoksa bilerek vakit mi kaybetti?

Yeşil asansöre binerken Gölge'nin güldüğünü duydu, bunun nedeni Yeşil'i fazla hafife aldığı için sinirden gülmesi mi, yoksa başka bir şey mi?

Yeşil'in yakından Emily'in kız olmasını anlamasını bekliyor muydunuz? Emily fazla mı panik yapınca kendisini açığa çıkarıyor?

Emily okulda bir şeyler döndüğünü söyledi, özellikle kadınlar ile ilgili. Doğruluk payı var mı dersiniz? Varsa ne olabilir?

Emily başta Yeşil'i bırakıp gitti ama hemen sonra geri döndü, onun geri döneceğini bekliyor muydunuz?

Yeşil'in duyduğu silah sesleri ne olabilir? Emily vurulmuş olabilir mi?

Gölge son anda Yeşil'i buldu. Sizce ona yardım mı edecek, yoksa yarım bıraktığı işi tamamlayıp öldürecek mi?

Evet canlarım sorularımız bitti. Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allaha emanet olun.

Continue Reading

You'll Also Like

2.1M 201K 40
"Benim topraklarımda ölmek için özel bir nedene gerek yok." Mihra Elnurova, Türkiye'nin güneyinde yer alan, ufak bir Türkmen ülkesi olan Karahan'da...
44.9K 3K 31
"Evimiz ne kadar şenlendi sen gelince fark ettin mi?" "Bence sen bu romantiklik işini biraz abartıyorsun. Bu ev zaten şen olacak kadar güzel bir ail...
825K 35.2K 26
Abimin arkadaşı akımını abimin arkadaşına uyguladım. Yaparken aklımdan geçen tek şey sürekli okuduğum kitaplardaki gibi olacak değil ya; Ayrıca tek b...
115K 11.7K 31
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...