ÖTANAZİ OKULU(Kitap Oldu)

By Maral_Atmc6

7.1M 161K 231K

Dilsiz bir kızın kalbi tüm kötülükleri kendisine çekiyordu. Hiçbir kalp bu kadar değerli olmamıştır. Yeşil, Ö... More

(1) TANITIM.
(2) Suikastçi Gölge.
(3) Cehennemim İçinde Açan Gelincik Çiçeği.
(4) Ötanaziye Doğru Yolculuk.
(5) Mutlu Sonlu Kitaplar.
(7) Kaçmak İçin Çok Mu Geç?
(8) Benimkisi Ölüm Kalım Meselesiydi.
(9) Tarafını Seç Taşıyıcı!
(10) Beni Yaşatamayacaksın Avcı.
(11) Green Kardeşler.
(12) Kalbine İnat.
Kitap Oluyor!!
DUYURU.
ÖTANAZİ OKULU KAPAK FOTOĞRAFI

(6) Gece Yarısına Saatler Kala.

198K 11.7K 18.6K
By Maral_Atmc6

“Tüm ışıklar söndüğünde bir ışık aradım. Fakat gördüğüm tek ışık; penceremde yansıyan ay ışığı ve göğsümdeki bıçağın parıltısı.” 


Kulağımda anlamsız bir çınlama vardı daha çok monitör sesi gibiydi. Kalp atışlarımın çıkardığı ses ya da farklı bir şeydi. Emin değilim çünkü algılayamıyorum. Gözlerimi açmak istedim fakat kirpiklerim büyük bir isyandaydı. Bilincim yavaş yavaş kendine gelmeye başladığında son olanları hatırlamaya başladım. Odamdaydım sonra bahçeye çıktım ve yerde biri vardı. Gölge’nin beni azarladığını hatırlıyorum daha sonra... Aman tanrım saldırıya uğramıştım. Gözlerimi ışık hızıyla açtıktan sonra elim korkuyla boynuma gitti. Boynumda yumuşak bir çıkıntı fark edince bunun bir pamuk olduğunu anladım. Kanamayı durdurmak için yapıştırdıkları bir şey olmalıydı. Ellerimi yattığım yatağa bastırarak yatakta oturdum. Meraklı gözlerim etrafımda küçük bir gezintiye çıktığında revirde olduğumu gördüm. Sol kolumun damar yoluna bağlı bir serum vardı. Dudaklarımda açık yeşil bir oksijen maskesi olduğunu gördüm. Beyaz hastane önlüğü üzerindeydi. Küçük, mavi desenleri olan bir önlüğü bana giydirmişlerdi. Omuzlarıma kadar gelen çarşafı kaldırarak üzerime baktım. Önlüğün göğüs kısmı neredeyse yok gibiydi. Çıt çıtları önde olduğu için göbeğime kadar açıktı. Neyse ki göğüslerimi kapatan bir örtü vardı. Kalbim ve sol göğsümün hemen üstüne yapıştırılmış yuvarlak renkli bantlar monitöre bağlıydı. Kalbimin çıkardığı düzenli ritimleri monitörde görebiliyordum. Kablolara dokunmadan gömleğin çıt çıtlarını yapıştırarak göğüslerimi kapattım. Doktorda olsa kimsenin göğüslerimi görmesini istemiyordum. Acaba buraya nasıl gelmiştim. Gölge beni kurtarmış olabilir mi?

Kapı açıldığında üzerinde beyaz önlük olan bir doktor ve hasta ziyaretine gelmiş gibi günlük kıyafetleriyle gelen Lisa’yı gördüm. Elindeki dosyayla yatağımın yanında duran doktora baktım. Tahminen yirmili yaşların sonunda biriydi. Kısa kestirdiği kahverengi saçları ve ela gözleriyle uyumlu bir gömlek giymişti. Uzun ve ilgi uyandırıcı bir yüz tipi vardı. Hafif kirli sakalı diğer doktorlara nazaran daha rahat giyindiğini gösteriyordu. Tişörtünün üzerine giydiği beyaz doktor önlüğü ütülü ve düzenliydi. Uzun boyuna göre daha zayıf bir bedeni vardı. Bir bütün olarak kesinlikle yakışıklı bir beyefendi diyebilirim. Aklıma istemsizce Osmanlı zamanında çarşıda boy gösteren zabıtlar geldi. Ölüm okulunda bir doktoru öyle elinde kitaplarla etrafındaki genç kızlara kur yaparken hayal edince bir anda kıkırdadım. Çok fazla kitap okumanın dezavantajları ama gülmekten kendimi alıkoyamıyordum.

Bir anda hastasını gülerken gören doktorun kaşları merakla yukarı kalktı. “Ölümden dönen bir hastayı gülerken görmek ilginç,” dedi. “Sakıncası yoksa bunun nedenini öğrenebilir miyim?” Büyük bir dikkatle beni inceleyen doktora yaratıcı hayallerimden bahsetmeyi kesinlikle düşünmüyorum.

Omuz silktiğimde fazla ısrar etmedi. Elindeki dosyaya tekrar göz gezdirip bana baktı. “Nasıl hissediyorsun?” Benden cevap bekleyen doktor benimle alay ediyor olmalıydı. Emin olmak için gözlerimi kısarak onu izledim fakat hayır, şaka yapıyor gibi bir hali yoktu.

Konuşamadığımı bilmiyor.

Onu daha önce burada gördüğümü hatırlamıyorum. Sanırım buraya yeni gelmişti ve anlaşılan benim hakkımda bir şey bilmiyordu. İkinci kez omuz silktiğimde bu sefer kaşlarını hafifçe çatmıştı. “Omuz silkmekten başka bir şey bilmez misin sen? Örneğin sana sorulan sorulara cevap vermek gibi?” Bana laf sokması yeniden kıkırdamamı sağladı. Acaba konuşamadığımı ne zaman anlayacaktı.

Hoşnutsuz bir şekilde başını iki yanına salladı. “Kaçıncı blokta kalıyorsun sen? Boynunda kelepçe de yok bir çeşit deli olmalısın.” Bana yaptığı benzetmeyle kahkaha attım. Şu anda kesinlikle onun gözünde bir deliydim. Ayrıca blok demişti sanırım beni buradaki mahkûmlardan biri sandı.

Lisa’dan aldığım bilgileri kısaca gözden geçirdim. En tehlikeli mahkûmların kaldığı blok sanırım F4 blok olmalı. Elimle beş işareti yaptığımda önce afalladı hemen sonrasında baştan ayağa beni inceledi. Eminim böyle sıska ve çelimsiz bir kızın F4 bloğa gidecek kadar ne suç işlediğini düşünüyordu. Başından beri sessizliğini koruyan Lisa, daha fazla dayanamamış olacak ki gerçeği açıklayarak küçük oyunumu bozdu. “Kes şunu Yeşil,” diyerek beni azarladı. “Bay Russell ile dalga geçmen çok kaba.” Beni küçük bir çocuk gibi azarladıktan sonra yeni doktora döndü. “Bu Yeşil, burada mahkûm değil. İki yıldır burada ve sanırım isim olarak onu bilmezseniz de onu tanıyorsunuz.” Ilımlı sesiyle söyledikleri Bay Russell’in ilgisini cezp etmişti.

Kollarını göğsünde birleştirerek bakışlarını benden aldı. “Pekâlâ, burada tam olarak neler dönüyor ve kim bu kız?” Sıkılmış sesi bana kızdığını gösteriyordu. Mahkûm olduğumu düşünmesi benim suçum değildi.

Lisa yatağımın ayakucunda olan diğer dosyamı alıp doktora uzattı. “Yeşil kalp hastası, güneş, kan ve kapalı alanlarda kalamaz. O bizim özel konuğumuz ve bilimcilerin kaldığı katta kalıyor.” Lisa’yı dinlerken bir kere bile ikinci, yani tüm geçmişimi yazan dosyaya bakmamıştı.

“Mahkûm olmayan birinin burada kalmadığını sanıyordum. Ayrıca özel konuk derken neyi kastettiniz?” Kafası iyice karışan doktorun bu şaşkın haline daha fazla dayanamadım ve yine güldüm.

Lisa ile aynı anda bana sertçe bakınca ellerimle dudaklarımı kapattım. Lisa doktora dönerek, “O Yeşil Başar, diğer adıyla enerji bakanı Nicholas Green’in en küçük kızı Yeşil Green,” deyince tüm neşem kaybolmuştu. Babamın soyadıyla anılmak istemesem de doktorun bazı şeyleri anlaması için bu şarttı.

Green ismini duyan doktor afallayarak elindeki ikinci dosyamı açarak okudu. Tüm özgeçmişimi saniyeler içinde bitiren doktor başını kaldırarak bana baktı. “Amerika eyalet polisinin dahi peşinde olduğu kız, şu bahsi geçen kalbin taşıyıcısı sen misin?” Şoka girmiş sesine tebessüm ederek başımı salladım. Ne diyebilirim ki hakkımda arama kararı çıkarmaları beni suçlu yapmazdı. Sonuçta taşıyıcı olmayı ben seçmemiştim. Neyse ki dışarı çıkmadığım için polislerin bile elinde fotoğrafım yoktu. Bir polis beni görse bile kimliğime bakmadıkça beni tanıması çok zordu.

Şaşkınlığı iyice artan doktorun rengi sararmıştı. Bana öyle bir bakıyordu ki bu bakışlara bir anlam veremedim. Yüzü kireç gibi solmuştu ve nefes alışları hızlandı. Elâ gözleri gittikçe değişirken gözlerindeki yoğun duygunun nedenini merak ettim. Terlemeye başladığını gördüm. Karşısında bir hayalet varmış gibi beni izlerken garip tepkiler veriyordu. “Bu nasıl olur?” dediğinde güçlükle konuşmuştu. “İki yıl önce Nicholas Green kızının öldüğünü açıkladı. Ayrıca böylesine değerli bir kalbin taşıyıcısı ölümün en yoğun olduğu bir yerde olmamalı. Bu duyulduğunda büyük olay çıkar.” Bana değil bunları Lisa’ya söylüyordu. Ne sorduğu umurumda bile değildi çünkü benim ilgilendiğim tek bir konu vardı; Babam herkese öldüğümü mü söylemişti?

Lisa cevap vermeden uzun uzun doktora baktı. Doktorun yüzünde ne gördü bilmiyorum ama kaşlarını çattığını gördüm. “Sizin işiniz hasta olan mahkûmlarla ilgilenmek Bay Russell,” dedi. “Taşıyıcının kalbiyle değil. Yeşil benim kontrolüm altında. Burada sadece bir bilimci değilim aynı zamanda onun şahsi doktoruyum. Eğer sizde diğer herkes gibi okulla yaptığınız gizlilik sözleşmesine uyarsanız emin olun onu daha iyi koruyabiliriz. Ayrıca mahkûmların 6.bloğa çıkmaları yasak.” Lisa’nın tek bir solukta söyledikleri beni bozguna uğratmıştı. Lisa diğerleri gibi asla bana taşıyıcı demezdi ama şimdi öyle hitap ediyorsa bu çok kızdığı anlamına geliyordu.

Bay Russell onu kızdıracak ne söylemiş olabilir ki?

Lisa’nın sözlerine bozulan Doktor Erich, “Neden onun adına konuşmak yerine böyle bir yerde kalmayı istiyor mu diye sormuyorsunuz?” diyerek beni savundu. Doktorun söylediği şeyle kısa bir an düşündüm. Burada, bu suç yuvasında kalmak istiyor muyum? Kesinlikle hayır.

Büyük bir hiddetle yumruklarını sıkan kadın, “Ona soramam çünkü Yeşil konuşamıyor!” demişti. Nihayet bir gerçek daha ortaya çıktı.

Aniden bana bakan elâ bakışlara hafif tebessüm ettim. Dilsiz olduğum onu şoka uğratmıştı. Az önce yaptıklarım için bana kızgın olan bakışlarının yerini acıma duygusu ele alınca kalbimde bir burukluk oluştu. “Bu yüzden mi cevap veremiyordun?” Bana böyle acizmişim gibi bakması beni rahatsız ettiği için ona bakmadan Lisa’ya döndüm. “Lütfen ondan gitmesini iste.” Kolumdaki serumun elverdiği kadarıyla işaret dilini kullanmıştım.

Bana tebessüm eden kadın başıyla onayladı ve doktora döndü. “Büyük bir tehlike atlattı dinlenmesi gerekiyor.” Onu istemediğimi fark eden Bay Russell, ısrar etmeden bir süre daha bana baktıktan sonra odadan çıkmıştı.

O gittikten sonra arkasında Lisa kapıyı kapatıp yanıma geldi. Yatağımın yanına oturduktan sonra hafifçe güldü. “Nasıl hissediyorsun?” diye sorduğunda güldüm. “Boğazıma bıçak dayanmış gibi.” Yaptığım benzetmeye güldüğünde senden olmaz dercesine bana bakıyordu.

“Sana saldıran mahkûmlardan biri değil. Her kimse dışarıdan gelmiş ve bir şekilde içeriye girmiş olmalı.”

“Beni nasıl buldunuz?” Gölge’nin beni kurtardığını biliyordum ama bunu nasıl yaptığını bilmiyorum.

Lisa, “Odanda ki buton alarm verince odana geldik,” dedi. “Yatağında yatıyordun ve durumun gayet iyiydi. Fakat boynunda ki sargı ve yatağının üzerinde duran ilaçlarını gördük. Bunlar ters giden bir şeyler olduğunu açık bir şekilde gösteriyordu. Görevliler okulu aradığında bir ceset buldular. Saldırıya uğradığını anladık fakat bizim anlamadığımız 4.bloktan nasıl odana kadar gelebildiğin. Ve sana yardım eden kişinin kim olduğu? Kameralardan sadece saldırı anı var ama gerisi yok.” Benden cevap bekleyen kadına ne söylemem gerektiğini bilemedim. Gölge beni kurtarmıştı ve kayıtları silen o olmalıydı. Lisa’yı seviyordum ama içimden bir ses Gölge ile ilgili şeylerin sadece bana saklı kalmasını söylüyordu. Bilmiyorum dercesine omuz silktiğimde üzerime gelmedi. Her konuda ona karşı hep dürüst olduğum için yalan söyleyeceğime hiç ihtimal vermiyordu.

Bugün ilk kez bir konuda Lisa’ya yalan söylemiştim.


1 ay sonra.

“Yeşil senin için endişeleniyorum. Lütfen sorunun ne olduğunu söyle çünkü bir şeyler olduğunu hissediyorum.” Lisa’nın sıkıntılı sesine cevap vermeden battaniyeyi kafama kadar çektim. Kimseyi görmek istemiyordum.

Üzerimde çekilen battaniyeyle yatakta oturarak ona baktım. Neden beni herkes gibi yalnız bırakıp gitmiyordu. “Uyumak istiyorum Lis.” Parmaklarımı tutarak söylemek istediklerimi yarıda kesti. “Beni kandıramazsın Yeşil. Şu bir ayda ilk geldiğinde olduğu gibi yine kendini yatağa hapsettin. Oysaki son zamanlarda gözlerinin içi gülüyordu. Yemek yemiyorsun, yataktan çıkmıyorsun, ilaçlarını aksatıyorsun ve en önemlisi kitap bile okumuyorsun. Kitaplar senin için yaşam demek ve eğer sen kitap okumuyorsan iyi değilsin demek.” Bana bir anne şefkati gösteren kadına sıkıca sarıldım. Bu beklenmedik hareketimle gerilmişti. Ellerini belimde hissedince bir aydır hiç yapmadığım bir şeyi yaparak hıçkırıklarla ağlamaya başladım.

Bu halim onu daha çok korkutmuş olmalı ki yavaşça benden ayrıldı. Elleriyle gözyaşlarımı sildiğinde onun da gözlerinin dolduğunu gördüm. “Bana anlat Yeşil, seni üzen ne?” Bunun cevabını bende bilmiyordum. Neden içimden bir şeyler yapmak gelmiyor bilmiyorum.

Sanırım nedenini az çok tahmin edebiliyorum. “Babam için ben ölü müyüm Lis?” diyerek ellerimi hareket ettirdim. “Henüz beni görmedi bile ama ben onunla tanışacağım diye dayanıyordum ve şimdi-” Yeniden ağlamaya başladığımda sıkıca bana sarıldı. “Gelecek,” diyerek beni avutmaya çalıştı. “Hiçbir baba küçük bir kıza kayıtsız kalamaz.” Bu sözlerin sadece bir avuntu olduğunu iyi biliyordum. Ziyanı yok benim sevgim tek taraflıydı. Benim canımı yakan beni öldü saymasıydı. Lisa ben iyi hissedene kadar kaldı ama daha sonra yine yalnızlığımla baş başa kaldım. Yavaşça yatağımdan kalkarak kütüphaneye gittim. Küçük çalışma masamın başına geçerek bir kalem ve temiz bir sayfa çıkardım.


Merhaba Bay Green.

Artık size nasıl hitap edeceğimi buldum, bir yabancı gibi. Hayatınızda hiç olmamış gibi. Gerçi zaten hiç hayatınızda olmadım ki. Şimdiden sizden özür diliyorum zira size çok kırgınım o yüzden bu mektubum biraz kırıcı olabilir. Biliyorum! Evet, her şeyin sebebinin siz olduğunuzu biliyorum. Kendime hiç itiraf etmesem de bu gerçeği çok iyi biliyorum.

Annemin katili sizsiniz!

Kalbimin katili sizsiniz!

Hayatımın katili sizsiniz!

Güneşe olan nefretimin de sebebi sizsiniz. Kan görünce bayılmamın, kapalı alanlarda boğulmamın ve tüm hayatımın katili sizsiniz. Siz Nicholas Green benim katilimsiniz. Bu mektubum diğerlerinden farklı. Bu mektubumda size olan özlemim değil, biriktirdiğim tüm nefretimin yanık külleri var.

İlkbahar, Yaz veya Sonbahar değil, benim tüm hayatım sayenizde hep kış! Siz benim annemi öldürdünüz, yetmedi üstüne bu lânetli kalbi bana verdiniz. Ya ben ölüyorum ve en kötüsü ölmekten çok korkuyorum.

Şimdi lütfen söyleyin bana, ben her gün ölümle burun buruna yaşarken siz hangi kızınıza sevgiyle bakıyorsunuz? Benim saçlarıma bir katilin parmakları dolanırken siz hangi kızınızın saçlarını okşuyorsunuz? Benim boynumu keskin bir bıçağın izleri süslerken, siz hangi kıymetli kızınıza değerli mücevherler alıyorsunuz?

Sizi asla affetmeyeceğim, ama en çokta kendimi affetmeyeceğim. Beni ölüme terk eden bir adam için kalbimde hâlâ sevgi beslediğim için en çok uslanmaz kalbime nefretim. Ölmemi mi istiyorsunuz? Peki, siz kazandınız çünkü size istediğinizi vereceğim. İçinde siz dolu onlarca mektubum elinize ulaşmazken, size olan nefretimi anlatan bu mektubu size göndermek boynumun borcu.

Siz herkesin büyük bir gıptayla baktığı Nicholas Green, hayatımda sizin kadar kimseden nefret etmedim. Benim için herkese öldü demişsiniz, bilin diye söylüyorum bu mektubum elinize ulaştığında sizin için bu sefer gerçekten ölü biri olacağım. Tıpkı sizin de artık benim için ölü olduğunuz gibi.

Benim ülkemde annesi olmayanın babası hiç olmazmış derler ve ben artık bir öksüz olduğumu kabul ediyorum. Lütfen artık geleceğiniz varsa da beni görmeye gelmeyin çünkü bir babanın yolunu beklemeyi bırakıyorum.

Her şeye rağmen mutlu ve sağlıklı kalmanız dileğiyle.

Yeşil Başar.

Gözyaşlarımı sildikten sonra mektubumu katlayıp ayağa kalktım. Kapıyı açacağım esnada aynamın üzerine yapıştırılmış not kâğıdını gördüm. Dışarı çıkıp mektubu şansıma oradan geçen bir gardiyana verdim. Cebimdeki not kâğıdı sayesinde ulaştıracağı kişinin adını söylemiştim. Odama girip kapıyı kapattım. Aynadaki notu görünce yavaşça adımlarımı aynaya yönelttim. Kalbimin çıkardığı sesler anlamsızca değişirken notu aldım. Bir aydır bana hiç yazmamıştı. O geceden sonra bir anda onun varlığını hissedemez olmuştum. Tam gittiğine kendimi inandırmışken şimdi yeniden geri dönmüştü.

“O mektubun babanın umurunda olacağını sanmıyorum.”

Not: Seni görmeyen sahte insanlar mı? Yoksa yalnızlıktan saklı olan huzur mu?

Bildiğim gerçeklerin yine yüzüme tokat gibi çarpmasıyla elimdeki not kâğıdını öfkeyle parçaladım. Nedendir bilmiyorum ama ona da kızgın hissediyorum. “Tüm hayatını yalnız geçiren biri yalnızlığına huzur adı veremez.( Sadece huzur.)"

Not: Bir aydır neredeydin?

Aynaya yapıştırdığım notla yerdeki kâğıtları toparladım. Cevap gelsin diye banyoya giderek birkaç dakika duvara bakıp durdum. Yeniden yatak odama geldiğimde cevabının gecikmediğini gördüm. “Katilini özlemiş olamazsın değil mi? Ve nerede olduğumu bilmek isteyeceğini sanmıyorum.”

Tüm harfleri alay kokan yazıları yine parçalayıp yere attım. Kızgındım, öfkeliydim ve yorgundum ama en çokta tükenmiştim. Bu öfkem kimeydi bunu bile bilmiyorum. “Kadın kandan korkuyordu, adam ise kan kokuyordu. Şimdi sen söyle; böyle bir durumda kadın özleyebilir mi ölüm kokan bir adamı?”

Not: Nerede olduğun umurumda bile değil, git buradan. Dört ay sonra gelip alırsın sahiplendiğin kalbimi!

Notu yapıştırdıktan sonra kütüphaneye gittim. Puflardan birinin üzerine oturduktan sonra kollarımı göğsümde birleştirdim. Gitmeyecektim çünkü cevabını merak etmiyorum. (Biraz merak ediyor olabilirim.)

Kesinlikle inat ettim gitmiyorum. (Ne yazdığı umurumda değil!)

Ne yazmış olabilir ki her zaman ki gibi bana zıt şeyler. (Merak denilen duygudan nefret ediyorum.)

Hem ona çok kızgınım her ne kadar neden kızdığımı bilmesem de. (Tamam, bir seferliğine bakabilirim ama sadece bir kereliğine mahsus.)

Kendi iç mücadelemi verdikten sonra hızla kütüphaneden çıktım. Yazdığı notu görünce bir an afalladım. Böyle bir cevap beklemiyordum.

“Kadın aptaldı adam ise kadına kör. Şimdi sen cevap ver; her şeye, herkese ve özellikle küçük bir kadına kör olan bir adam bekleyebilir mi kadın tarafından özlenmeyi?”

Not: Sen bana kapris yapıyor olamazsın değil mi?

Yazdıklarından ne demek istediğini kesinlikle anlamadım. Fakat not kısmı bir an beni güldürecek gibi oldu. Hiç görmediğim birine kapris yaptığımı sanmıyorum. Beni izlediğini bildiğimden özellikle kaşlarımı çattım. Aklımdaki şeyler farklıyken aniden anlam veremediğim şeyler yazmaya başladım. Tam olarak ne hakkında konuştuğumuzu bile algılayamıyordum. Kelimeler benden bağımsız dökülüyordu sayfalara.

“Kadın çok kişiyi özlemeyi bırakalı uzun zaman oldu. Adam sabırsız beklemez kadını. Kadın ise geride onu bekleyen birini bırakamayacak kadar yorgun.”

Not: Neden sana kapris yapacakmışım? Lütfen artık gider misin çünkü kalbimi söküp alacak olan bir katille konuşmayı doğru bulmuyorum!

Tüm gün böyle saçma şeyler yazıp durdum. Her yazdığımın altına gitmesi gerektiğiyle ilgili bol ünlemli notlar bıraktım. İşin ilginç kısmı yazdığım her not onu daha fazla sinirlendiriyordu. Daha da ilginç olan ise katilimi kızdırmayı sevmiştim. Hangi akıllı biri onu öldürecek birini bilerek kızdırır ki? Bir anda ortaya çıkıp bıçağını kalbime saplayacak birinden bahsediyorum. Yaptığımın mantıklı bir yanı olmasa da onu kızdırmaktan kendimi alamıyordum.

“Şunu kes Dolunay Surat! Seni öldürecek birine kapris yapmak ne kadar doğru? Eğer şu saçma ergenliği hemen bırakmazsan seni öldürmek için dört ay daha beklemem!”

Not: Kapris yapan kızlardan nefret ederim, özellikle o kız küçük bir kız çocuğuysa.”

Beni ölümle tehdit etmesine daha fazla dayanamadım ve kahkaha attım. Sanırım gerçekten beni öldürmek istiyordu. Bugün fazla sinir bozucu olduğumu fark ettiğimde kıkırdadım. Tuhaf ama avcım ile atışmak hoşuma gitmişti. Fakat tombul yanaklarıma yaptığı benzetmeyi sevmemiştim. İki yanağımda kocaman dolunayı taşımak hoşuma gitmemişti. “Ölmek üzere olan birini ölümle tehdit etmek ne kadar doğru? Ayrıca benim yanaklarım aya benzemiyor sadece azıcık tombul.”

Not: Bu not kısma yazacak bir şey bulamadım. Sadece notuna notla karşılık veriyorum.”

Yazdığım yazıya cevap gecikmemişti. “Biraz tombul mu? Koca dünyayı yanaklarından taşıyorsun kaprisli ergen.”

Not: Not ’uma notla karşılık vermendeki mantığı çözmek istemiyorum. İlaç saatin geldi, git ve biraz dinlen.

Bugün onu kapris yaparak fazla kızdırdığımı fark edince sanki beni görecekmiş gibi tebessüm ederek başımı salladım. İlaçlarımı kullandıktan sonra üzerimde hâlâ pijamalarım olduğu için yatağıma girip gözlerimi yumdum. Onun varlığı beni korkuturken bir anda ortaya çıkması son bir ayın kasvetini üzerimden söküp atmamı sağlamıştı. Fakat beni asıl ölesiye korkutan avcıya alışıyor olmamdı. Evet, şimdi daha iyi anlıyordum. Bir aydır huzursuz olmamın sebebi babam değildi. Babam doğduğumdan beri beni ölü kabul etmişti, yani babamın yokluğuna alışmıştım. Beni huzursuz eden altı ay boyunca sayfalar üzerinde konuştuğum Gölge’nin, bir ay boyunca bana yazmamış olmasıydı. Onun gelişiyle tüm hüznüm dağılıp gitmişti. Katilime alışıyordum ve onu tanımak şöyle dursun yüzünü dahi görmemiştim. En kötüsü ise doğum günüme çok az kalmıştı ve o kalbimi söküp alacaktı.

4 ay sonra.

Ellerimi kızıl saçlarımdan geçirerek odada volta atmaya başladım. Ne yaparsam yapayım işe yaramıyordu, üzerimdeki korkuyu atamıyordum. Bugün beklenen büyük gündü yani benim doğum günümdü. Bugün saat on ikide anlaşmamız bitiyordu. Beni öldürecekti. Yatağıma oturduğumda gözlerim dolmaya başladı. Geçen bir yıl o kadar hızlı geçmişti ki küçük bir göz kırpma anı gibiydi. Onunla sürekli konuşmuş ve her mesajıyla yüzümde küçük bir tebessüm bırakmıştı. Belki yazdıkları güzel şeyler değildi ama benim hoşuma gidiyordu. Onunla konuşurken kendimi normal biri gibi hissediyordum. Sanki tuhaf korkuları olan, kalp hastası ve kusurlu bir kız değilmişim gibi gülebiliyordum.

Bana iyi geliyordu, beni öldürecekti fakat varlığı iyi hissettiriyordu.

Saat öğle vaktiydi. Gözlerim sürekli aynaya kayıyor ama hâlâ bir şey yazmamıştı. Eminim beni nasıl öldüreceğini düşünüyordu! Sanki ona küsmüşüm gibi somurtarak kollarımı göğsümde birleştirdim. Eskiden sadece yirmi bir yaşına kadar girmek istiyordum. Bana göre en güzel yaş yirmi bir olacaktı çünkü o zamana kadar babam beni görmeye gelecekti. Fakat şimdi bir gerçeği yeni yeni fark ediyordum. Aslında en güzel yaşım yirmi bir yaşıma geçiş sürecimdi. Son bir yılım Gölge sayesinde geçirdiğim en sıra dışı yıldı.

“Deborah! Çek ellerini üstümden!” Hemen kapımın önünde duyduğum seslerle beni korkutan düşünce selinden çıktım.

Bu sesi sanki daha önce duymuştum.

Yatağımdan yavaşça kalkarak kapıya doğru küçük adımlar atmaya başladım. Kulağımı kapıya dayadığımda seslerin daha yoğun geldiğini fark ettim. Merak duyguma yenik düşerek kapının açılmasını sağladım. İleri bir teknolojiye sahip kapım hiç ses çıkarmadan açıldığı için dışarıdakiler beni fark etmemişlerdi. Bir erkek ve bir kız biraz ileride tartışıyorlardı. Erkeğin yüzü bana dönüktü fakat kızın yüzü karşısındaki çocuğa bakıyordu. Karşı karşıya durmuş hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. Bu çocuk bana tanıdık gelince gözlerimi kısarak onu incelemeye başladım.

Siyah, kısa saçları yukarıya doğru bakıyordu. Siyah saçlarına tezat nazar boncuğu gibi iri mavi gözleri vardı. Bir erkeğe göre fazlasıyla kibar bir buruna ve ince dudaklara sahipti. Yüzünde hiç tüy olmadığı için teni fazlasıyla pürüzsüzdü. Sakallarının izi bile yoktu. Mavi gözlerini daha iri gösteren kalın cam gözlükleriyle bu çocuk bana çok tanıdık geldi. Üzerindeki asker yeşili koyu gömleğin kollarını kıvırdığı için ince kolları gün yüzüne çıkmıştı. En az ona iki beden bol gelen gömleğin içinde çok sıska görünüyordu. İri bir vücuda sahip biri gibi görünmüyordu. Daha çok ince dal gibi bir fiziği vardı. Gömleğin bir kısmını pantolonun içine koymuşken diğer kısmını tıpkı bir serseri gibi serbest bırakmıştı. Ona yakışıklı demek doğru olmazdı çünkü bebeksi bir yüzü olan kız güzeli dediklerimizdendi.

Tabii ya bu o çocuktu! Bahçede baygın bir halde gördüğüm kişi.

Karşısında duran sarı saçlı kız ellerini onun omuzlarına koydu. “Bana karşı direnmeni anlayamıyorum. Senin için yeterince güzel değil miyim?” Fazla kadınsı çıkan sesiyle gözlüklü çocuğa doğru yaklaşmıştı.

Kızın kollarını boynuna dolayıp ona doğru yaklaştığını gören çocuk gözlerini irice açtı. “Deborah lütfen ısrar etme artık. İnkâr etmiyorum her erkeğin aklını başından alacak bir güzelliğin var fakat sen ve ben olmaz.” Diyerek kızın kollarını boynundan çekti.

Sesi arada fazla mı ince çıkıyordu?

Deborah reddedilmenin kızgınlığıyla onu göğsünden sertçe geriye doğru itti. “Neden? Söylesene neden beni istemiyorsun? Sakın bana sorun sende değil bende gibi saçma klişe sözler söyleme!” diye bağırdı.

Artık isyan eden çocuk, “Ama öyle!” dedi. “Sorun gerçekten sende değil bende. Nasıl söylesem ah, tamam, şey ilgi alanım değilsin!” Bir anda bağırarak söyledikleriyle Deborah susarken ben şoka girmiştim.

Gay miydi?

Deborah’da benimle aynı şeyleri düşünmüş olmalı ki, “Gay misin?” dedi hayal kırıklığı içinde.

Sıkıntıyla yüzünü buruşturan çocuk eliyle ensesini kaşıdı. “Sanırım,” dedi acı çeken bir sesle. Sanki düştüğü duruma inanamıyormuş gibiydi.

Deborah önce sustu ama daha sonra kahkaha atmaya başladı. Bu serseri tipli çocukla aynı anda kaşlarımız merakla havalanmıştı. Tek fark onlar benim farkıma hâlâ varamamıştı. “Sen ve Gay olmak?” Deborah eliyle onu gösterip gülmeye devam etti. “Benden kurtulmak için daha inandırıcı bir yalan söylemeni beklerdim. Geçen gizlice depoya inip dosyanı okudum. Edvard, orada tecavüz suçundan yargılandığın yazıyordu. Hem de on dört yaşından küçük beş kıza tecavüz etmişsin,” dediğinde korkuyla ellerim göğsüme gitti. Bu çocuk tecavüzcü müydü?

Oysaki çok tatlı birine benziyordu.

Artık ağlayacak hale gelen çocuk Deborah’a yalvarır gözlerle baktı. “O lânet dosya tamamen İngrid’ın halt yemesi! Eğer Alacakaranlık tutkusunu boş verip Edvard yerine Haris ismini kullansaydı bütün bunlar başıma gelmezdi! Resmen tecavüzcünün tekinin suçunu çekiyorum! O sapık ile olan inanılmaz benzerliğimizde çabası!” diye kükredi.

Kafam allak bullak olmuş bir halde ne demek istediğini düşündüm. Fakat hiçbir şey anlamadım. Sanırım bu konuda yalnız değildim çünkü Deborah, “Seni anlamıyorum,” dedi.

Deborah’ın şaşkınlığı üzerine Edvard bir anda telaşlandı. Sanki söylememesi gereken bir şeyi ağzından kaçırmış gibiydi. Ellerini panikle öne doğru sallayıp, “Sadece saçmaladım işte, unut söylediklerimi. Tamam, kabul ediyorum tecavüzcü pisliğin tekiyim ve Gay değilim!” Sanki şu durumda kurtulmak için her şeyi kabul edecekmiş gibi görünüyordu.

Kabul mü etti? Lânet olsun, bu çocuk gerçekten tecavüzcü bir sapıkmış! Nedense kurbanları aklıma gelince ona karşı bir kin gütmeye başladım.
Duyduklarıyla Deborah mutlu olmuş olmalı ki kollarını yeniden Edvard’ın boynuna sarıp ona sırnaştı. “O zaman beni reddetmen için bir sebep bulamıyorum,” dediğinde göz devirdim. Karşısında duran serserinin bir tecavüzcü olduğunu hâlâ anlamamış olabilir mi?

Edvard sıkıntıyla oflayacağı esnada başını kaldırdı ve beni gördü. Başta afallayarak uzun uzun tepeden tırnağa beni inceledi. Fakat daha sonra aklına şeytani bir fikir gelmiş gibi sinsice sırıttı. Deborah’ın kollarını bilmem kaçıncı kez boynundan çekti. Yüzüne hüzünlü bir ifade kondurup Deborah’ın omuzlarını tuttu. “İnan bende seninle olmayı çok isterdim ama özgür bir erkek değilim,” dediğinde gözlerindeki haylaz parıltılardan yalan söylediğini anladım.

Kollarımı göğsümde birleştirerek ona ters bir şekilde bakmaya başladım. Mahkûmda olsa karşısında bir kız vardı ve ona yalan söylemesi hiç centilmence bir davranış değildi. “Ne demek istiyorsun?” Deborah sanırım biraz aptal ya da körkütük âşık olmalı ki karşısında duran sapığın yalan söylediğini göremiyordu.

Gözleri beni bulan sapık serserinin yüzünde bir gülümseme oluştu. Gözleriyle beni göstererek, “Bir sevgilim var ve şu anda tam arkanda,” dedi büyük bir rahatlıkla.

Sevgili mi dedi o tecavüzcü?

Afallayarak etrafıma baktım ama sevgilisini bulamayınca başımı kaldırdım ve bana öfkeyle bakan bir çift kahverengi göz gördüm. Deborah elini beline koymuş her an üzerime atlayacakmış gibi duruyordu. Bu kız neden bana böyle bakıyor diye kendimi sorgularken fark ettiğim şey yüzünden gözlerim irice açıldı. Sevgilisi ben miyim?

Ben afallayarak yerimden hareketsizce dururken Deborah üzerime yürümeye başladı. “Seni ucube!” diye ortalığı ayağa kaldırdı. “Hangi ara odandan çıktın da sevgilime göz koydun!” Bağırarak bana yaklaşmıştı ki sevgilim dediği çocuk kolundan onu yakaladı. “Deborah! Kes şunu ve sevgilime karşı saygılı ol!” diye ona kızdı.

Tanrım, hâlâ sevgilim diyor!

Gözleri dolan kız bana saldırmaktan vazgeçerek eliyle beni gösterdi. “Bu kızın benden ne üstünlüğü var? Taşıdığı kalp dışında zavallının teki! Lânet olsun Edvard, kız konuşma özürlü!” Öfkeyle sarf ettiği kelimeler sertçe yutkunmama sebep olmuştu. Haklıydı çünkü normal biri değildim.

Bakışları beni bulan baş belası serseri, bulunduğum koridora baktı. Sanki bu katın yasak bölge olduğunu yeni fark etmiş gibiydi. Buradaki tüm mahkûmların hepsi 6.blokta gardiyanlar ve öğretmenler dışında sadece benim kaldığımı iyi bilirdi. Bu yüzden daha yeni yeni Taşıyıcı olduğumu anlıyordu. Bunu yeni fark etmiş gibi derin bir nefes aldı. “Deborah git buradan. Kimsenin engeliyle dalga geçecek konumda değilsin,” diyerek ona kızdı. “Eğer söz konusu özürlü olmaksa o sadece konuşamıyor onun tek özrü bu. Fakat tüm ailesini uyuşturucu için öldüren bir kızın kusurları saymakla bitmez!” Sert bir sesle beni savunmasını kesinlikle beklemiyordum.

Deborah hakkında öğrendiğim kan dondurucu gerçek ise beni şoka uğratmıştı. Âşık olduğu çocuktan böyle şeyler duymanın dehşetini yaşayan kız kaşlarını çattı. “Bu söylediklerin için pişman olacaksın. İkinize de bunun bedelini ödeteceğim!” diye bağırdıktan sonra neyse ki gitmişti.

O gittikten sonra yavaşça bakışlarımı bu serseriye diktim. Deborah’ın gittiği yere bakıp yüzünü buruşturdu. “Bana ne yapabilir ki zaten bir ay sonra infazım gerçekleşiyor,” diye sessizce homurdandı. İnfazına sadece bir ay mı kaldı?

Yanıma yaklaşıp tam karşımda durdu. “Seni de üzdüm, değil mi?” dedi pişmanlık içinde. “Fakat bir yıla yakındır bu tımarhanede neler yaşadığımı bilemezsin,” dedi ve eliyle odamı işaret etti. “Senin hakkında çok şey duydum. Sen bu lânet okulda kapalı kapılar arkasında yaşam savaşı veriyorsun, ben ise suçsuz yere en azılı katillerin arasında yaşamaya çalışıyorum.” Elini omzuma koyup içten bir şekilde tebessüm etti. “Emin ol burada suçsuz bir halde tutsak olan sadece sen değilsin.” Bana göz kırptıktan sonra gardiyanlar gelmeden hemen merdivenlere yönelip gözden kayboldu.

Şaşkınlık içinde gittiği yere baktım. Ne tuhaf bir çocuktu ve söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Bugüne kadar gördüğüm tüm erkekler bilimcilerdi ama ilk kez böyle değişik birini görüyordum. Nasıl desem bir erkeğe göre fazla kadınsı hareketleri vardı. Özellikle kalın sesi arada kız gibi inceliyordu. Acaba gerçekten Gay olabilir mi?

Tanımadığım için fazla umursamadan odama geri girdim. Kitap okumak için kütüphaneye gidecektim fakat aynada gördüğüm notla sertçe yutkundum. Bugün benim doğum günüm ve aynı zamanda ölüm günümdü. Bu not bir yıldır bana yazdıklarından farklı olmalıydı. Aklımdan ışık hızıyla binlerce senaryo geçti. Hepsi de beni nasıl öldüreceğiyle ilgiliydi. Derin bir nefes alarak yavaşça notu elime aldım.

“Dokunsam ağlayacak gibisin şu nemli gözlerini sil. Henüz gece yarısına saatler var Dolunay Surat.”

Not: Camdan dışarıya bak. Ölmeden önce belki güneşi görmek istersin Dilsiz Kız.

Ne güzel moral veriyor öyle!

Ağlamamak için kendimi sakinleştirip yavaşça pencereye doğru yürüdüm. Beni öldüreceğini açık açık söylerken bunun neresi güzel bir gündü. İnsan doğum gününde mutlu olmalıydı ama ben ağlamamak için büyük bir çaba sarf ediyorum. Gözlerimdeki yaşlar tuttuğum yasa, çekingenliğim ölümeydi. Kalbimdeki büyük matemle pencerenin önünde durdum. Titreyen ellerim bu bez parçasının arkasında duran yanık gökyüzünün kızgın ışıklarınaydı. Nefes al geri ver, nefes al ve geri ver. En az on defa bu eylemi tekrarladım. Nefes almaya ihtiyacım vardı. Parmaklarımın ucuyla beni düşmanımdan koruyan koruyucu kalkanımı yavaşça çektim. Çok değil, sadece bir tırnak genişliğinde küçük bir mesafe açtım. Güneş ışıklarının ince kırbacını tenimde hissedince, derimin altındaki etimin kavrulduğunu hissettim.

Yapabilirsin.

Kendime sürekli aynı şeyleri hatırlatsam da ritmi değişen kalbim benimle aynı fikirde değildi. Nefes alışlarım hızlanırken daha fazla dayanamayacağımı biliyordum. O yüzden vakit kaybetmemek için camdan dışarıya baktım. Günışığı tüm korkutuculuğuyla bahçeyi aydınlatırken, mahkûmların hepsi kendi halinde takılıyordu. Işıktan dolayı yaşlarla dolu bakışlarım onların üzerinde büyük bir gıptayla gezindi. Mahkûm bile olsalar günışığına karşı özgürdü hepsi. Benim aksime.

Bedenim deli gibi titriyor, ayaklarım tutmuyordu. Güneş korkum nabzımın hızlanmasını sebep olmuştu. Perdeyi hızla kapattığımda dizlerimin bağı çözülmüş gibi yere yığıldım. Kesik kesik nefesler aldığım için ter içinde kalmıştım. Lânet olsun, bugün bir suikastçı ve ölümün çemberi arasında sıkışıp kalmıştım. Kriz geçirmek üzere olduğumu fark edince kendimi zorlayarak ayağa kalktım. Sarsak adımlar atarak makyaj aynamın önüne oturdum. Astım ilacımı kullandıktan sonra titreyen parmaklarımı hareket ettirerek diğer ilaçlarımı aldım. Yaklaşık on dakika boyunca yaşadıklarımın şokundan çıkmak için öylece bekledim. Kahretsin! Sadece birkaç dakikada ne hale gelmiştim. Midemin bulanmasıyla koşarak banyoya gittim. Sabah yediğim her şeyi öğürerek klozete boşalttım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra kasılan karnıma tutarak banyodan çıktım. Yatağıma gireceğim esnada yatağın üstünde bir not gördüm. Bunu o bırakmıştı ve sanki unutmam mümkünmüş gibi bana ölümü hatırlatıyordu.

Son saatlerinin tadını çıkar...








































Şimdi sorular, ilk olarak bölümü nasıl buldunuz? Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Yeşil'in kapısının önünde duran şu serseri çocuğun kim olduğunu eminim anlamışsınızdır. Evet Emily, peki sizce Emily nasıl oldu da oradaki suçlulardan biri haline geldi?

Erkek kılığına giren Emily için bir kızın ona aşık olması pekde kolay olmasa. Öyle bir durumda olsaydınız tepkiniz ne olurdu merak ediyorum?

Yeşil bu gece doğum gününe giriyor, Gölge ne yapacak dersiniz?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allaha emanet olun canlarım.

Continue Reading

You'll Also Like

155K 10.8K 46
Gerçek Osmanlıyla bir alakası yoktur. iyi okumalar.
736K 42.3K 23
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
101K 753 40
Bengi ile Cem Can ile Nalan İki evli çift. Bengi ile Can iş arkadaşıdır, zamanla aralarında yakınlaşma başlar ama ikisi de evlidir. Hem aşklarını y...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

611K 48.2K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...