Sefiller

Da ClassicsTR

75.4K 1.3K 300

Hugo, Sefiller adlı dev romanının önsözünü şöyle bitirir: "Yeryüzünde yoksulluk ve bilgisizliğin egemenliği s... Altro

Önsöz - I.CİLT
BİRİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
EVİNİ KİME KORUTUYORDU
BİR KISITLAMA
-İKİNCİ KİTAP-
PONTARLIER PEYNİRHANELERİ ÜZERİNE BİLGİLER
DALGA VE GÖLGE
KÜÇÜK-GERVAIS
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
BOMBARDA'NIN YERİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
UFUKTA BELİRSİZCE ÇAKAN ŞİMŞEKLER
MADAM VICTURNIEN'İN BAŞARISI
BELEDİYE ZABITASINA AİT BAZI MESELELERİN ÇÖZÜMÜ
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
ISTIRABIN UYKUDA ALDIĞI ŞEKİLLER
SIMPLICE HEMŞİRE SINAMADAN GEÇİYOR
KANAATLERİN ŞEKİLLENMEYE BAŞLADIĞI BİR YER
-SEKİZİNCİ KİTAP-
İKİNCİ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
SAVAŞLARIN "QUID OBSCURUM"U*
İMPARATOR, KILAVUZ LACOSTE'A BİR SORU SORUYOR
KILAVUZUN KÖTÜSÜ NAPOLYON'A, İYİSİ BÜLOW'A
QUOT LIBRAS İN DUCE?*
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
KÜÇÜK KIZ YAPAYALNIZ
THENARDİER OYUN PEŞİNDE
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
ESRARIN BAŞLANGICI
-ALTINCI KİTAP-
NEŞELİ ANLAR
BU KARANLIKTA BİRKAÇ SİLUET
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
JEAN VALJEAN AUSTİN CASTILLEJO'YU OKUMUŞA BENZİYOR
BAŞARILI BİR SORGULAMA
ÜÇÜNCÜ KISIM-BİRİNCİ KİTAP-
HALKIN BAĞRINDA SAKLI DURAN GELECEK
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
DEVRİMCİ OLMAK İÇİN AYİNE GİTMENİN FAYDASI
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
MARIUS'UN UĞRADIĞI ŞAŞKINLIKLAR
-BEŞİNCİ KİTAP-
YOKSULUN SEFİLLE İYİ KOMŞULUĞU
-ALTINCI KİTAP-
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
KADERİN GÖZ DELİĞİ
SEFALET ACIYA HİZMETİNİ SUNUYOR
MARIUS'UN İKİ SANDALYESİ KARŞI KARŞIYA
ÖNCE KURBANLARI YAKALAMAKTAN BAŞLAMALI DAİMA
II.CİLT -DÖRDÜNCÜ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
TEMELİN ALTINDAKİ ÇATLAKLAR
ENJOLRAS VE YAVERLERİ
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
SAVAŞ BAŞLIYOR
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
-ALTINCI KİTAP-
FİRARIN CİLVELERİ
-YEDİNCİ KİTAP-
-SEKİZİNCİ KİTAP-
CAB, ÜSTÜNDE GİDER; ARGODA HAVLAR
İHTİYAR KALPLE GENÇ KALP KARŞI KARŞIYA
-DOKUZUNCU KİTAP-
-ONUNCU KİTAP-
-ON BİRİNCİ KİTAP-
-ON İKİNCİ KİTAP-
GRANTAIRE'İN ÜSTÜNE GECE İNMEYE BAŞLIYOR
TOPLULUĞA BILLETTES SOKAĞI'NDA KATILAN ADAM
-ON ÜÇÜNCÜ KİTAP-
-ON DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-ON BEŞİNCİ KİTAP-
BEŞİNCİ KISIM -BİRİNCİ KİTAP-
BARİKATIN ÜSTÜNDE GÖRÜLEN UFUK
GEÇİCİ PARILTILAR
MORTUUS PATER FILIUM MORITURUM EXPECTAT*
KAHRAMANLAR
-İKİNCİ KİTAP-
-ÜÇÜNCÜ KİTAP-
TOPRAK ÇÖKÜNTÜSÜ
-DÖRDÜNCÜ KİTAP-
-BEŞİNCİ KİTAP-
İKİ YAŞLI KİŞİ, KENDİ TARZINDA*
-ALTINCI KİTAP-
AYRILMAZ OLAN
-YEDİNCİ KİTAP -
-SEKİZİNCİ KİTAP-
-DOKUZUNCU KİTAP-
ARKASINDA GÜNDÜZ OLAN GECE
SONSÖZ

ZENGİN OLMASI MUHTEMEL BİR YOKSULU HANA KABUL ETMENİN HOŞNUTLUĞU

209 8 0
Da ClassicsTR


Cosette, kendini tutamayıp oyuncakçı dükkânında hâlâ sergilenmekte olan büyük bebeğe bir göz attıktan sonra, kapıya vurdu. Kapı açıldı. Thènardier Kadın elinde bir mumla kapıda belirdi.

- Ah sen ha, küçük haylaz! Çok şükür gelebildin! Mutlaka yollarda oynamıştır ahlaksız!

Cosette tirtir titreyerek:

- Madam, dedi, bakın bir mösyö, burada kalmak istiyor.

Thènardier Kadın, hancılara vergi, o anında değişimle, asık suratının yerine hemen yapmacık bir nezaket ifadesini takındı ve yiyecekmiş gibi gözlerle yeni gelene baktı.

- Bu mösyö mü? dedi.

Adam elini şapkasına götürerek:

- Evet Madam, diye cevap verdi.

Zengin yolcular bu kadar terbiyeli olmazlar. Bu davranış ve Thènardier Kadın'ın bir bakışta gözden geçiriverdiği yabancının elbisesiyle eşyası, kadının yüzündeki nezaket ifadesini yok etti, asık suratı geri geldi. Sertçe:

- Girin babalık, dedi.

"Babalık" içeri girdi. Thènardier Kadın ikinci kez göz attı ona, özellikle tamamen aşınmış redingotuyla biraz çökük duran şapkasını inceledi; sonra bir kafa sallayışı, burun büküşü ve göz kırpışıyla hâlâ arabacılarla içki içmekte olan kocasına danıştı. Kocası ona, işaret parmağını başkalarınca fark edilmeyecek şekilde kımıldatarak cevap verdi ki, bu hareket ve bununla birlikte dudakların öne doğru kabartılması, bu gibi hallerde "tam sefalet" anlamına geliyordu. Bunun üzerine Thènardier Kadın:

- Bak ahbap! Çok üzgünüm ama, hiç yerim yok, diye bağırdı.

- Beni istediğiniz yere koyabilirsiniz, dedi adam, ambara, ahıra. Oda parası öderim.

- Kırk metelik.

- Kırk metelik. Kabul.

- Tamam!

Arabacının biri Thènardier Kadın'a yavaşça:

- Kırk metelik mi? dedi. Yirmi metelik değil mi?

- Onun için kırk metelik, diye aynı yavaşlıkla cevap verdi Thènardier Kadın. Fakir fukarayı daha aşağısına barındırmam.

- Doğru, diye kocası anlayışlı bir edayla ekledi, bu gibi müşterileri olması bir müessesenin adını kirletir.

Bu arada adam çıkınıyla bastonunu bir sıranın üstüne bırakıp, Cosette'in çarçabuk bir şişe şarapla bir de bardak koyduğu masanın başına oturmuştu. Suyu isteyen satıcı, kovayı alıp atma götürmüştü. Cosette, mutfak masasının altındaki yerine, örgüsüne dönmüştü.

Bardağa koyduğu şaraba ancak dudaklarının ucunu değdiren adam, çocuğu garip bir dikkatle gözden geçirmekteydi. Cosette çirkindi. Mutlu olsa belki güzel olurdu. Bu hüzünlü küçük çehreyi daha önce de ana hatlarıyla anlatmıştık. Cosette zayıf ve solgundu. Sekiz yaşlarındaydı, ama ancak altı yaşında denilebilirdi. Bir çeşit karanlığa gömülmüş iri gözleri, ağlamaktan âdeta fersizleşmişti. Ağzının kenarlarında, mahkûmlarda ve umutsuz hastalarda görülen, devamlı üzüntüden ileri gelen o eğri çizgiden vardı. Elleri, annesinin tahmin ettiği gibi, "çatlaklar içinde"ydi; o sırada onu aydınlatmakta olan ateş, kemiklerinin köşelerini meydana çıkarmakta ve zayıflığını korkunç bir şekilde göz önüne koymaktaydı. Her zaman tir tir titrediğinden, iki dizini birbirine yapıştırmak alışkanlığını edinmişti. Elbisesi, yazın görenleri açındıracak, kışın görenleri ise dehşete düşürecek bir paçavra parçasından ibaretti. Üstünde delik deşik bezlerden başka bir şey yoktu: ne bir yün parçası ne bir şey. Oradan buradan derisi görünüyor ve her tarafında Thènardier Kadın'ın dokunduğu yerleri gösteren mavi siyah lekeler fark ediliyordu. Çıplak bacakları kırmızılık içinde ve sıskaydı. Köprücük kemiklerinin çukuru insanı ağlatacak haldeydi. Bu çocuğun bütün kişiliği, gidişi, duruşu, sesi, iki kelime arasında duraklaması, bakışı, susuşu, en ufak bir hareketi hep tek bir fikri anlatıyor, yansıtıyordu: korku.

Korku onun her yanına yayılmıştı; âdeta korkuyla kaplanmıştı; korku onun dirseklerini kalçalarına yapıştırıyor, topuklarını eteklerinin altına çekiyor, onu mümkün olduğu kadar az yer kaplamaya zorluyor, ancak gerektiği kadar nefes aldırıyordu. Korku onun bedeninin alışkanlığı gibi bir şey olmuştu; bu alışkanlığın değişmesine imkân yoktu. Gözbebeklerinin ta dibinde şaşkın bir nokta vardı, dehşet yuvalanmıştı orada. Öylesine bir korkuydu ki bu, Cosette dışarıdan sırılsıklam geldiği halde gidip ateşte ısınmaya cesaret edememiş, sessiz sedasız işinin başına geçmişti.

Sekiz yaşındaki bu çocuğun bakışlarındaki ifade her zaman öyle melül, bazen de öyle trajikti ki, zaman zaman onun aptallaşmak ya da şeytanlaşmak üzere olduğu sanılırdı.

Dediğimiz gibi, dua etmenin ne demek olduğunu asla bilmiyordu ve hiçbir zaman bir kiliseden içeri adımını atmamıştı. "Benim vaktim mi var?" diyordu Thènardier Kadın.

Sarı redingotlu adam, Cosette'ten gözlerini ayırmıyordu.

Birdenbire Thènardier Kadın haykırdı:

- Ha, aklıma geldi! Nerede şu ekmek?

Cosette, Thènardier Kadın'ın sesini yükselttiği her defasında yapmak âdetinde olduğu gibi, hemen masanın altından fırladı.

Ekmeği tamamen unutmuştu. Hep korku içinde bulunan çocuğun başvurduğu çareye başvurdu. Yalan söyledi:

- Madam, ekmekçi kapalıydı.

- Kapısını vursaydın.

- Vurdum, efendim.

- Öyleyse?

- Açmadı.

- Doğru olup olmadığını yarın öğrenirim, dedi Thènardier Kadın. Eğer yalan söylüyorsan esaslı bir dayak yiyeceksin. Sen şimdi, şu on beş meteliği ver bakayım bana.

Cosette elini önlüğünün cebine daldırdı ve yemyeşil kesildi. Para orada değildi.

- Hadisene! dedi Thènardier Kadın. Ne dediğimi duymadın mı?

Cosette cebi tersine çevirdi; hiçbir şey yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi ki bu para? Zavallı çocuk söyleyecek söz bulamadı. Taş gibi donup kalmıştı.

Thènardier Kadın hırladı:

- Parayı kayıp mı ettin yoksa benden çalmak mı istiyorsun?

Bunu söylerken kolunu şöminenin köşesinde asılı duran kamçıya doğru uzatmıştı.

Bu korkunç hareket Cosette'e haykıracak gücü verdi:

- Acıyın lütfen! Madam! Madam! Bir daha yapmayacağım.

Bu arada sarı redingotlu adam yeleğinin cebini, kimse farkında olmadan karıştırmıştı. Öbür yolcular ya içki içmekte ya da kâğıt oynamakta olduklarından hiçbir şeyin farkında değildiler.

Cosette zavallı yarı çıplak kollarını, bacaklarını toplayıp saklamaya çalışarak dehşet içinde şöminenin köşesine büzülüyordu. Thènardier Kadın kolunu kaldırdı. Adam:

- Affedersiniz, Madam, dedi, ama biraz önce bu küçüğün önlük cebinden bir şeyin düşüp yuvarlandığını gördüm. Belki aradığınız odur.

Bunu derken eğilip bir an yerde bir şey ararmış gibi yaptı.

- Tamam, İşte bu, diyerek doğruldu.

Ve bir madenî parayı Thènardier Kadın'a uzattı.

- Evet, buydu İşte, dedi kadın.

Oysa bu değildi, çünkü bu yirmi meteliklik bir paraydı, ama Thènardier Kadın kârını bilirdi. Parayı cebine koydu ve çocuğa zalimce bir bakış atmakla yetinip:

- Bir daha böyle bir şey yaptığını görmeyeyim! dedi.

Cosette tekrar Thènardier Kadın'ın "köpek yuvası" dediği yerine döndü. Meçhul yolcuya dikilen gözlerinde, şimdiye kadar hiç rastlanmayan bir ifade belirmeye başlamıştı. Bu henüz safdilce bir hayretten başka bir şey değildi, ama şaşkınlık dolu bir çeşit güven de karışıyordu buna.

- Sırası gelmişken sorayım, yemek yiyecek misiniz? diye Thènardier Kadın yolcuya sordu.

Yolcu cevap vermedi. Derin bir düşünceye dalmış görünüyordu.

Kadın, dişlerinin arasından:

- Ne biçim adam bu? dedi. Pek yoksul bir şey olsa gerek. Yemek yiyecek meteliği bile yok. Yatak ücretini ödeyebilecek mi acaba? Bereket versin ki yerdeki parayı aşırmak aklına gelmedi.

Bu sırada bir kapı açılmış ve Eponine'le Azelma içeri girmişlerdi.

Gerçekten de güzel iki küçük kızdı bunlar. Köylüden çok şehirliye benziyorlardı, çok sevimli şeylerdi. Birinin kestane rengi pırıl pırıl saçları örülüp başının iki yanına sarılmış, öbürünün saçlarıysa örülüp sırtına bırakılmıştı. İkisi de canlı, temiz, toplu, körpe ve sağlıklıydılar; bakması göze zevk veriyordu. Sıkıca giydirilmişlerdi, ama öyle bir analık sanatıyla yapılmıştı ki bu iş, kumaşların kalınlığı kıyafetlerin zarafetinden hiçbir şey eksiltmiyordu. Hem kışa karşı tedbir alınmış hem de bahar olduğu gibi korunmuştu. Bu iki küçük kız etrafa ışık saçıyorlardı. Ayrıca saltanatlıydılar. Tuvaletlerinde, neşelerinde, gürültülerinde hükmedici bir taraf vardı. İçeri girdiklerinde Thènardier Kadın, aslında hayranlık dolu bir sesle onları azarladı:

- Ah, sizi gidiler, demek geldiniz!

Sonra onları sırayla dizlerinin arasına çekip saçlarını düzeltti, kurdelelerini yeniden bağladı ve nihayet annelere özgü o tatlı sarsışla sarsarak gitsinler diye bırakırken:

- Amma da zevksiz giyinmişler! diye bağırdı.

Kızlar gelip ateşin yanına oturdular. Ellerinde, neşeli cıvıltılarla dizlerinin üstünde evirip çevirdikleri bir bebek vardı. Cosette ara sıra gözlerini örgüsünden kaldırıp hüzünlü hüzünlü onların oyununu seyrediyordu.

Eponine'le Azelma, Cosette'e bakmıyorlardı bile. Onlara göre köpek gibi bir şeydi o. Bu üç küçük kızın yaşları toplamda yirmi dört bile değildi ama şimdiden bütün insan topluluğunun canlı bir örneğini sunuyorlardı: bir yanda özlem, öbür yanda hor görme.

Thènardier kardeşlerin bebeği rengi atmış, eski, kırık dökük bir şeydi, ama yine de Cosette'in hayranlığını çekmekten geri kalmıyordu, çünkü bütün ömrünce bir bebeği, bütün çocukların anlayacakları bir deyimle söyleyelim, "sahici bir bebeği" olmamıştı onun.

Salonda durmadan öteye beriye gidip gelen Thènardier Kadın, birdenbire Cosette'in dalga geçtiğini, çalışacak yerde oynayan küçük kızlarla meşgul olduğunu fark etti.

- Ah! Enseledim seni İşte! diye bağırdı. Demek böyle çalışıyorsun sen! Ben seni kamçıyla çalıştırmasını bilirim.

Yabancı, iskemlesinden kalkmadan Thènardier Kadın'a doğru döndü. Âdeta ürkek bir tavırla gülümseyerek:

- Aldırmayın Madam, bırakın oynasın, dedi.

Akşam yemeğinde bir but dilimi yiyip iki şişe de şarap içen ve üstünde iğrenç bir yoksul hali bulunmayan herhangi bir yolcudan gelmiş olsa böyle bir dilek emir yerine geçerdi, ama bu şapkayı taşıyan bir adamın böyle bir dilekte bulunması, bu redingotu giyen bir adamın böyle bir istek ileri sürmesi, Thènardier Kadın'ın tahammül edemeyeceği bir şeydi. Kaba bir şekilde karşılık verdi:

- Madem ki yemek yiyor, çalışması gerek. Boş otursun diye beslemiyorum onu.

Yabancı, sırtındaki dilenci kıyafeti ve hamal omuzlarıyla çelişen yumuşak bir sesle konuştu:

- Yaptığı nedir, kuzum?

Thènardier Kadın lütfedip cevap verdi:

- Çorap, canım, görmüyor musunuz? Çorabı olmayan küçük kızlarım için çorap örüyor, yani sözgelişi. Neredeyse yalınayak yürüyecekler.

Adam Cosette'in zavallı kırmızı ayaklarına baktı ve devam etti:

- Ne zaman bitirir bu bir çift çorabı?

- Daha en aşağı üç dört günlük işi var miskinin.

- Peki, bu bir çift çorap bittiği zaman ne kadar eder?

Thènardier Kadın ona küçümseyen bir bakış fırlattı.

- En azından otuz metelik.

- Beş franka verir misiniz? diye sordu adam.

Konuşmayı dinleyen bir arabacı kaba bir gülüşle haykırdı:

- Vay canına be! Beş frank ha! Bence iyi para doğrusu! Beş bomba! Thènardier lafa karışmak gereğini duydu:

- Evet, Mösyö, eğer gönlünüz istiyorsa, bu bir çift çorabı size beş franka veririz. Yolculardan hiçbir şeyi esirgemeyiz biz.

- Yalnız para hemen ödenmeli, dedi Thènardier Kadın, kısa ve kesin üslubuyla.

Adam:

- Bu çorabı satın alıyorum, dedi ve cebinden bir beş franklık çıkartıp masanın üzerine koyarak, parayı da ödüyorum, diye ekledi.

Sonra Cosette'e döndü:

- Şimdi işin benim oldu. Oyna çocuğum.

Arabacı beş frankı görünce öyle heyecanlanmıştı ki, şarap bardağını olduğu yere bırakıp koştu. Parayı inceleyerek bağırdı:

- Hem de sahici! Hakiki bir arka teker! Hiç de kalp değil! Thènardier yaklaştı ve parayı sessizce yelek cebine koydu. Thènardier Kadın'ın söyleyecek sözü kalmamıştı. Dudaklarını ısırdı, yüzünü bir garez ifadesi bürüdü.

Bu arada Cosette titriyordu. Nihayet soracak cesareti buldu:

- Sahi mi madam? Oynayabilir miyim?

- Oyna! dedi Thènardier Kadın korkunç bir sesle.

Cosette:

- Teşekkür ederim, madam, dedi.

Ama ağzı Thènardier Kadın'a teşekkür ederken, bütün küçücük ruhu yolcuya teşekkür etmekteydi.

Thènardier yeniden içmeye koyuldu. Kansı kulağına fısıldadı:

- Kim olabilir ki bu sarı adam?

Thènardier hakim bir tavırla cevap verdi:

- Böyle redingotu olan milyonerler görmüşümdür.

Cosette örgüsünü oracığa bırakmış, ama yerinden dışarı çıkmamıştı. Cosette daima olabildiğince az kımıldardı. Arkasındaki bir kutudan birkaç eski bez parçasıyla küçük kurşun kılıcını almıştı.

Eponine'le Azelma olup bitenlere hiç dikkat etmiyorlardı. Çok önemli bir iş becermişlerdi az önce. Kediyi yakalamışlardı. Bebeği yere atmışlardı. Abla olan Eponine, kedinin miyavlamalarına ve kıvranmalarına hiç bakmadan, kırmızılı mavili bir sürü pılı pırtıyla onu kundaklamaya çalışıyordu. Kız bir yandan bu ağır ve güç işi yapıyor, bir yandan da, tespite çalışıldığı zaman tıpkı kelebeklerin kanatlarındaki nefaset gibi, güzelliği kaybolup giden çocukların o tatlı, tapılası diliyle kardeşine:

- Görüyorsun ya, kardeşim, diyordu, bu bebek ötekisinden daha eğlenceli. Kımıldıyor, bağırıyor, hem de sıcak. Hadi kardeşim onunla oynayalım. Benim kızım olacak o. Ben bir hanımefendi olacağım. Seni görmeye gelirim, sen de onu seyredersin. Derken bıyıklarını görürsün. Bu yüzden şaşırırsın. Sonra kulaklarını görürsün, daha sonra da kuyruğunu görürsün. Buna da şaşırırsın. Bana dersin ki: "Aman! Tanrım!" Ben de sana, "Evet, madam," derim, "işte böyle bir küçük kızım var benim. Şimdi küçük kızlar böyle oluyor."

Azelma, Eponine'i hayranlıkla dinliyordu.

Bu arada içki içenler açık saçık bir şarkı söylemeye başlamışlardı; hem söylüyor hem de tavanı sarsarcasına gülüyorlardı. Thènardier onları şevklendiriyor, o da onlarla birlikte söylüyordu.

Kuşların her şeyden yuva yapmaları gibi, çocuklar da her şeyden bebek yaparlar. Eponine'le Azelma kediyi kundakladıkları sırada, Cosette de beri yanda kılıcı kundaklamıştı. Kundakladıktan sonra onu kollarına yatırmış, uyutmak için yavaş sesle ninni söylüyordu.

Bebek, kız çocuklarının zorunlu bir ihtiyacı ve aynı zamanda en sevimli içgüdülerinden biridir. Bakmak, elbise dikmek, süslemek, giydirmek, soymak, tekrar giydirmek, öğretmek, biraz azarlamak, okşamak, uyutmak, bir şeyin bir kimse olduğunu hayal etmek: Kadının bütün geleceği İşte buradadır. Hayal eder, çene çalar, küçük çeyizler, küçük kundak takımları yapar, küçük elbiseler, küçük bluzlar, küçük zıbınlar dikerler; çocuk genç kız, genç kız yetişkin kız, yetişkin kız da kadın olur. İlk çocuk son bebeği devam ettirir.

Bebeksiz bir küçük kız, hemen hemen çocuksuz bir kadın kadar bedbaht, tıpkı onun kadar insanın dayanamayacağı bir şeydir.

İşte böyle, Cosette de kendisine kılıçtan bir bebek yapmıştı.

Thènardier Kadın da "sarı adam"a yanaşmıştı. Kocamın hakkı var, diye düşünüyordu, bu belki de Mösyö Laffitte'tir. Öyle oyunbaz zenginler var ki!

Gelip adamın masasına yaslandı.

- Mösyö, dedi.

Bu mösyö sözü üzerine adam döndü. Thènardier Kadın, şimdiye kadar ona babalık ya da ahbap demişti. Vahşi halinden de beter olan tatlılık halini takınarak:

- Bakın mösyö, diye devam etti, çocuğun oynamasını ben de istiyorum, buna hiçbir itirazım yok. Ama sırf bu seferlik, çünkü siz cömert bir insansınız. Bakın hiçbir şeyi yok. Çalışması gerek.

- Şu halde, bu çocuk sizin değil, öyle mi? diye sordu adam.

- Aman Tanrım! Ne münasebet efendim! Merhameten yanımıza aldığımız yoksul bir küçük kız İşte. Aptal bir çocuk. Herhalde kafasında su olmalı. Gördüğünüz gibi kafası kocaman. Onun için elimizden geldiği kadarını yapmaya çalışıyoruz, çünkü biz de zengin değiliz. Memleketine durmadan mektup yazıp duruyoruz, ama altı ay var ki hiç cevap çıkmıyor. Annesi öldü galiba.

- Ya! dedi adam ve yine düşüncelerine daldı.

- Zaten bu ana pek sağlam ayakkabı değildi. Çocuğunu yüzüstü bıraktı.

Bütün bu konuşma boyunca Cosette, bir içgüdü ona kendisinden söz edildiğini haber vermiş gibi, gözlerini Thènardier Kadın'dan ayırmamıştı. Şöyle böyle duyabiliyordu. Arada sırada kulağına bazı kelimeler çarpıyordu.

Bu arada içkiciler, hepsi neredeyse tamamen sarhoş bir halde edepsiz nakaratlarını artan bir neşeyle tekrarlamaktaydılar. Bu, içine Kutsal Meryem'le çocuk İsa'nın da karıştığı, üstün zevkli bir şakraklık örneğiydi. Thènardier Kadın da kahkahalardan payını almaya gitmişti. Cosette masanın altında, gözünde yansıyan ateşe sabit nazarlarla bakıyordu. Tekrar, az önce kundak diye yaptığı şeyi sallamaya başlamıştı. Hem sallıyor hem de alçak sesle şarkı söylüyordu: Annem öldü! Annem öldü! Annem öldü!

Han sahibesinin yeniden ısrar etmesi üzerine, sarı adam -milyoner- nihayet yemek yemeye razı oldu.

- Ne arzu ediyor mösyö?

- Peynir, ekmek, dedi adam.

"Besbelli dilencinin biri bu," diye düşündü Thènardier Kadın.

Sarhoşlar hâlâ şarkılarını söyleyip duruyorlardı. Çocuk da masanın altında kendi şarkısını söylemekteydi. Cosette birdenbire sustu. Arkaya dönmüş ve küçük Thènardierlerin kediyle oynamak için bıraktıkları ve mutfak masasının birkaç adım ötesinde, yerde duran bebeği görmüştü.

Kendisini pek tatmin etmeyen kundaklı kılıcı elinden attı, sonra gözlerini ağır ağır salonun etrafında dolaştırdı. Thènardier Kadın usul usul kocasıyla konuşuyor, para sayıyordu; Ponine'le Zelma kediyle oynuyorlardı; yolcularsa ya yemek yemekte, ya içmekte ya da şarkı söylemekteydiler. Hiç kimse ona bakmıyordu. Kaybedecek vakti yoktu. Dizlerinin, ellerinin üzerinde emekleyerek masanın altından çıktı, gözetlenmediğinden emin olmak için çevresini bir kere daha kolaçan etti, sonra hızla bebeğe kadar süzülüp onu yakaladı. Bir an sonra yerindeydi, kımıldamadan oturuyordu, yalnız kucağında tuttuğu bebeği gölgede bırakacak şekilde dönmüştü. Bir bebekle oynamanın mutluluğu onun için öyle ender bir şeydi ki, şehvetin bütün şiddetini duyumsuyordu.

Ağır ağır yavan yemeğini yemekte olan yolcu dışında kimse onu görmemişti.

Bu keyif bir çeyrek saat kadar sürdü.

Ne var ki aldığı bütün tedbire rağmen, bebeğin ayaklarından birinin dışarıda kaldığını ve şöminedeki ateşin bunu iyice aydınlattığını fark edememişti Cosette. Loşluktan çıkan bu aydınlık pembe ayak, birden Azelma'nın gözüne çarptı. Kız, Eponine'e:

- A! Abla, bak! dedi.

İki küçük kız şaşkınlıktan kalakaldılar. Cosette bebeği almak küstahlığında bulunmuştu!

Eponine ayağa kalktı, kediyi elinden bırakmadan, annesine doğru gidip etekliğini çekiştirmeye başladı.

- Rahat bırak beni, canım! dedi annesi. Ne istiyorsun benden?

Çocuk:

- Anne, bak hele! dedi.

Parmağıyla Cosette'i gösteriyordu.

Cosette ise bebeğe sahip oluşunun zevkiyle kendinden geçmiş bir halde, ne bir şey görüyor ne de bir şey işitiyordu.

Thènardier Kadın'ın yüzü, hayatın hiçten şeylerine karışan korkunç öfkeyi yansıtan ve bu çeşit kadınlara şirret dedirten o özel ifadeye büründü.

Bu defa, yaralanan gururu, öfkesini büsbütün aşmıştı. Cosette, "bu küçükhanımlar"m bebeğine musallat olmuştu, İmparatorluk veliahdı oğlunun büyük mavi şeridini bir mujik'in kuşanmaya kalkıştığını gören bir çariçenin yüzü başka türlü olamazdı.

Öfkenin boğduğu bir sesle haykırdı:

- Cosette!

Cosette, altında yer sarsılmışçasına titredi. Döndü.

- Cosette! diye Thènardier Kadın tekrar haykırdı.

Cosette bebeği aldı, umutsuzlukla karışık derin bir saygıyla yavaşça yere koydu. Sonra gözlerini ondan ayırmadan ellerini kavuşturdu ve bu yaşta bir çocuk için söylenmesi çok feci ama, kavuşturduğu ellerini büktü. Ve sonra, o gün duyduğu heyecanlardan hiçbirinin, ne ormandaki koşuşturmasının ne su dolu kovanın ağırlığının ne parayı kaybetmesinin ne kamçının görüntüsünün ne de Thènardier Kadın'dan işittiği acı sözlerin ona yaptıramadığı bir şeyi yaptı, ağladı. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Bu sırada yolcu ayağa kalkmıştı.

- Ne oluyor? dedi Thènardier Kadın'a.

- Görmüyor musunuz? dedi kadın, Cosette'in ayakları dibinde yerde yatan suç kanıtını parmağıyla göstererek.

Adam :

- Peki, ne olmuş? dedi.

Thènardier Kadın cevap verdi:

- Bu dilenci kız, çocukların bebeğine dokunmaya kalktı!

- Bütün bu gürültü bunun için mi? dedi adam. Peki ne olur bu bebekle oynarsa?

Thènardier Kadın lakırdısını sürdürdü:

- Pis elleriyle dokundu ona! iğrenç elleriyle!

Sözün burasında Cosette'in hıçkırıkları büsbütün arttı.

- Susacak mısın sen? diye haykırdı Thènardier Kadın. Adam, doğruca sokak kapısına yürüdü, açıp dışarı çıktı.

Adam çıkar çıkmaz, Thènardier Kadın onun yokluğundan yararlanarak masanın altındaki Cosette'e sıkı bir tekme savurdu. Çocuk acı çığlıklar kopardı.

Kapı açıldı, adam tekrar göründü. İki elinde daha önce sözünü ettiğimiz ve köydeki bütün yumurcakların sabahtan beri seyredip durdukları efsanevi bebeği taşıyordu. Bebeği Cosette'in önüne koydu.

- Al, senin bu, dedi.

Herhalde, bir saatten fazla bir zamandan beri burada hayallerinin ortasında otururken, meyhanenin camından bir donanma gibi fenerlerle, mumlarla şahane bir şekilde aydınlatılmış oyuncakçı dükkânını belli belirsiz fark etmişti.

Cosette gözlerini kaldırdı. Adamın o bebekle kendisine doğru geldiğini, üzerine güneşin geldiğini görür gibi görmüştü. O inanılmaz sözü duydu: "Al, senin bu." Adama baktı, bebeğe baktı, sonra yavaş yavaş geri çekildi ve masanın altında ta dibe, duvarın köşesine kadar gidip saklandı.

Artık ağlamıyordu, bağırmıyordu, nefes almaktan bile korkan bir hali vardı.

Thènardier Kadın, Eponine, Azelma sanki birer heykel kesilmişlerdi. İçki içenler bile durmuşlardı. Bütün meyhaneyi muhteşem bir sessizlik sarmıştı.

Taş kesilmiş ve suskun Thènardier Kadın, tahminlerine yeniden başladı:

- Bu ihtiyar neyin nesidir? Yoksul biri mi? Bir milyoner mi yoksa? Belki de ikisi birden, yani bir hırsız.

Thènardier kocanın yüzünde anlamlı bir kırışıklık peyda oldu. Hakim içgüdünün bütün hayvani kudretiyle yüze vurduğu her defasında insan çehresinde görülen anlamlı kırışıklıktı bu. Meyhaneci, sırasıyla bir bebeğe, bir yolcuya bakıyordu. Bir para torbasını koklar gibi kokluyordu âdeta bu adamı. Bir şimşek çakması kadar kısa sürede oldu bu. Thènardier karısının yanına gitti ve ona usulca:

- Bu zımbırtı en aşağı otuz frank eder, dedi. Budalalık istemez. Herifin önünde secde edilecek!

Kaba yaratılışlarla saf yaratılışların ortak yanı, bir duygudan öbürüne kolayca geçebilmeleridir. Thènardier Kadın, tatlı olmaya çalışan, ama kötü ruhlu kadınların acı balından başka bir şey olmayan bir sesle:

- Hadi bakalım Cosette, dedi, bebeğini almıyor musun?

Cosette deliğinden çıkmaya cesaret edebildi. Thènardier de okşayıcı bir edayla:

- Cosetteciğim, dedi, bak, mösyö sana bir bebek veriyor. Hadi al onu. Senin o.

Cosette harika bebeği âdeta dehşetle seyrediyordu. Yüzü hâlâ gözyaşlarıyla sırılsıklamdı, ama gözleri sabahın alacakaranlığındaki gökyüzü gibi, garip neşe ışıltılarıyla dolmaya başlıyordu. Kendisine birdenbire, "Küçük kız, siz Fransa kraliçesi oldunuz," denecek olsaydı neler hissederdiyse o an aşağı yukarı onları hissediyordu.

Bu bebeğe dokunacak olsa, ondan gök gürültüleri, yıldırımlar çıkacak gibi geliyordu ona.

Bu da bir dereceye kadar doğruydu, çünkü Thènardier Kadın'ın onu azarlayıp döveceğini düşünüyordu.

Buna rağmen bebeğin cazibesi üstün geldi. Sonunda Cosette bebeğe yaklaştı ve Thènardier Kadın'a dönerek çekine çekine:

- Alabilir miyim, efendim? dedi.

Hiçbir kelimeyle dile getirilemeyecek, hem umutsuz hem korkmuş hem hayran kalmış bir haldeydi.

- Elbette! dedi Thènardier Kadın. Senin o. Madem ki mösyö onu sana veriyor.

- Sahi mi, Mösyö? dedi Cosette. Doğru mu bu? Benim mi bu küçük bebek?

Yabancının gözleri yaşlarla dolmuş görünüyordu. Ağlamamak için insanın konuşmaktan kaçındığı derecede heyecanlanmış gibiydi. Cosette'e başıyla bir işaret yaptı ve küçük bebeğin elini onun küçük eline verdi.

Cosette, küçük bebeğin eli onunkini yakmış gibi elini şiddetle geri çekti ve yere bakmaya başladı. Şunu da eklemek zorundayız ki, o sırada Cosette dilini alabildiğine dışarı çıkarmıştı. Birdenbire geriye döndü ve taşkın bir heyecanla bebeği yakaladı.

- Adını Catherine koyacağım, dedi.

Cosette'in partallarıyla bebeğin şeritleri, yepyeni pembe muslinleri karşılaşmış, sarmaş dolaş olmuşlardı. Çok tuhaf bir andı bu.

Cosette yeniden konuştu:

- Madam, onu bir iskemleye koyabilir miyim?

- Oturtabilirsin yavrum, diye cevap verdi Thènardier Kadın.

Şimdi de, Eponine'le Azelma, Cosette'e gıptayla bakıyorlardı.

Cosette, Catherine'i bir iskemleye koydu; sonra önünde yere oturup hiç kımıldamadan, tek kelime söylemeden, onu hayran hayran seyretti.

Yabancı:

- Hadi oynaşana Cosette, dedi.

- Oynuyorum, oynuyorum! diye karşılık verdi çocuk. Âdeta Tanrı'nın Cosette'i ziyaretine benzeyen bu yabancı, bu meçhul adam kadar, şu an Thènardier Kadın'ın nefret ettiği bir kimse yoktu dünyada. Ne var ki kendini tutması gerekiyordu. Gerçi bütün davranışlarında kocasını örnek almaya çalıştığından ikiyüzlülük göstermeye alışıktı, ama heyecanın bu kadarı da artık onun tahammül gücünü aşıyordu. Alelacele kızlarını yatmaya yolladı, sonra da sarı adamdan Cosette'i de yatmaya göndermek için izin istedi, şefkatli bir anne edasıyla:

- Bugün çok yoruldu, diye de ekledi.

Cosette, Catherine'i kucağına alarak yatmaya gitti.

Thènardier Kadın, kendi deyişiyle ruhunu hafifletmek için ara sıra salonun öbür ucuna, erkeğinin bulunduğu yere gidiyordu. Yüksek sesle söylemeye cesaret edemeyeceği derecede öfkeli bazı sözler söylüyordu kocasına:

- Kocamış hayvan! Ne var acaba kursağının içinde? Gelmiş burada rahatımızı kaçırıyor! Şu küçük canavarın oynamasını istemekler! Ona bebek vermekler! Kırk meteliğe satacağım bir köpeğe kırk franka bebek satın almaklar! Neredeyse ona majesteleri diyecek, sanki Berry Düşesi! Bunda mantık var mı? Bu esrarengiz moruk kudurmuş mu ne?

- Niçin mi? Gayet basit, diye karşılık veriyordu Thènardier. Bundan hoşlanıyor belki! Sen küçüğün çalışmasından hoşlanıyorsun, o da onun oynamasından hoşlanıyor. Bu hakkı onun. Bir yolcu parasını verdi mi istediğini yapar. Eğer bu ihtiyar insaniyetli bir kişiyse sana ne zararı var? Eğer budalanın biriyse seni ne ilgilendirir? Parası olduğuna göre, sen ne karışıyorsun?

Efendi sözü bir, hancı muhakemesi iki, her ikisi de itiraz kabul etmez.

Adam dirseklerini masaya dayamış, yine o düşünceli halini almıştı. Bütün öbür yolcular, satıcılar ve arabacılar biraz uzağa çekilmişlerdi ve şarkı da söylemiyorlardı artık. Uzaktan bir tür saygılı korkuyla onu izlemekteydiler. Böyle yoksul giyimli olduğu halde, cebinden arka tekerlek gibi paraları bu kadar kolaylıkla çıkaran ve tahta pabuçlu küçük hizmetçi parçalarına dev gibi bebekler bağışlayan bu şahıs, mutlaka haşmetli ve korkulacak bir adam olmalıydı.

Saatler geçti. Gece yarısı ayini okunmuş, Noel yemeği yenmiş, içkiciler gitmiş, içkili lokanta kapanmış, basık tavanlı salon boşalmış, ateş sönmüştü. Yabancı hâlâ aynı yerde, aynı durumda oturuyordu. Yalnız ara sıra üzerine dayandığı dirseğini değiştiriyordu. O kadar. Fakat Cosette gittiğinden beri tek kelime söylememişti.

Yalnız, Thènardierler nezaket icabı ve de merak yüzünden salonda kalmışlardı.

- Bütün geceyi böyle mi geçirecek bu adam? diye homurdanıyordu Thènardier Kadın.

Saat sabahın ikisini çaldığında kadın yenildiğini kabul etti; kocasına, "Ben yatmaya gidiyorum," dedi. "Sen ne istersen onu yap." Koca, bir köşedeki masaya oturup bir mum yaktı ve Courrier français'yi okumaya başladı.

Bir saat de böyle geçti. Sayın hancı efendi, Courrier français'yi tarihinden basıcının adına kadar en azından üç defa okumuştu.

Thènardier kımıldandı, öksürdü, tükürdü, burnunu sildi, iskemlesini gıcırdattı. Adamda hiçbir hareket yoktu. "Yoksa uyuyor mu?" diye düşündü Thènardier. Adam uyumuyordu ama hiçbir şey de onu uyandıramıyordu.

Nihayet Thènardier takkesini çıkardı, yavaşça yaklaştı ve cesaretini toplayıp:

- Mösyö acaba istirahat etmeyecekler mi? dedi.

Yatmayacaklar mı demek haddini aşan ve laubali bir ifade gibi gelmişti ona. İstirahat etmekte bir lüks ve saygı vardı. Bu gibi kelimelerin, ertesi sabah hesap pusulasındaki rakamları şişirmek gibi esrarlı ve fevkalade özellikleri vardır. İçinde yatılan bir odanın ücreti yirmi metelik, istirahat edilen bir odanınkiyse yirmi franktır.

- Sahi! dedi yabancı. Haklısınız. Ahırınız nerede?

- Mösyö, dedi Thènardier gülümseyerek, ben mösyöyü götürürüm.

Şamdanı aldı, adam da çıkınıyla bastonunu aldı ve Thènardier onu birinci katta, ender rastlanır ihtişamda bir odaya götürdü. Oda baştan aşağı maun eşyayla döşenmişti, bir gondol karyola vardı, perdeler kırmızı hassa kumaşmdandı.

- Bu da nesi? dedi yolcu.

Hancı:

- Burası bizim gerdek odamız, dedi. Zevcemle ben bir başkasında kalıyoruz. Buraya yılda ancak üç dört defa girilir.

- Ben ahırda da yatardım, dedi adam sert bir tavırla.

Thènardier, pek iltifatlı olmayan bu sözleri duymazlıktan geldi.

Şöminenin üzerinde duran balmumundan yepyeni iki mumu yaktı. Şöminede oldukça kuvvetli bir ateş yanıyordu.

Şöminenin üzerinde, bir fanusun altında, gümüş telli, portakal çiçekli bir kadın başlığı vardı.

Yabancı:

- Peki bu nedir? dedi.

- Bu, efendim, karımın gelinlik şapkası, dedi Thènardier.

Yolcu, o canavarın bir bakire olduğu zamanlar da varmış demek, der gibi bir bakışla bu nesneye baktı. Kaldı ki Thènardier yalan söylüyordu. Bu ev bozuntusunu bir lokanta-han yapmak üzere kiraladığında, bu odayı böyle döşenmiş olarak bulmuştu. Eşyayı satın almış, portakal çiçeklerini de bir eskiciden almıştı. Bunların "zevcesini" zarif bir haleyle çevreleyeceğini ve sonuçta, İngilizlerin dedikleri gibi, müessesesine itibar kazandıracağını düşünmüştü.

Yolcu arkasını döndüğünde, han sahibinin orada olmadığını gördü. Thènardier iyi geceler dilemeye cesaret edemeden sessizce ortadan kaybolmuştu. Ertesi sabah, şahane bir şekilde yolmayı tasarladığı bir adama saygısızca bir samimiyetle davranmak istememişti.

Hancı odasına çekildi. Karısı yatmıştı ama uyumuyordu. Kocasının ayak sesini duyunca döndü ve ona:

— Haberin olsun, yarın Cosette'i kapı dışarı ediyorum, dedi.

Thènardier soğuk bir karşılık verdi:

- Ne yaparsan yap!

Başkaca bir şey konuşmadılar. Az sonra mumları sönmüştü.

Yolcuya gelince, bastonuyla çıkınını bir köşeye koymuştu. Hancı gidince bir koltuğa oturdu ve bir süre düşünceli bir halde kaldı. Sonra ayakkabılarını çıkardı, iki mumdan birini alıp ötekini üfledi, kapıyı itti ve odadan çıktı, araştıran bir kimse gibi etrafına bakındı. Bir koridoru geçip merdivene geldi. Orada çok tatlı, küçük bir ses duydu, bir çocuğun nefes almasına benziyordu bu. Sesin geldiği yöne doğru yürüdü ve merdivenin altında yapılmış, daha doğrusu merdivenin kendisinin meydana getirdiği üçgen şeklinde bir kovuğa geldi. Bu kovuk basamakların altından başka bir şey değildi. Burada eski kâğıtların, kırık dökük eski şişelerin, tozun ve örümcek ağlarının arasında bir yatak vardı; otları gözüken delik bir şilteyle, bu ot şilteyi gösteren delik bir yorgana yatak demek doğruysa... Çarşaf filan yoktu. Yere, döşeme taşlarının üzerine konulmuştu bu yatak.

Bu yatakta Cosette uyumaktaydı. Adam yaklaşıp ona dikkatle baktı.

Cosette mışıl mışıl uyuyordu, elbisesi üzerindeydi. Kışın daha az üşümek için soyunmadan yatıyordu.

Açık iri gözleri karanlıkta parlayan bebeğe sımsıkı sarılmıştı. Ara sıra sanki uyanacakmış gibi, derin derin içini çekiyor ve âdeta titreyerek bebeği kucaklıyordu. Yatağının yanında tahta pabuçlarının yalnız bir teki duruyordu.

Cosette'in sefil barınağının yanında açık duran bir kapıdan oldukça büyük, karanlık bir oda görünüyordu. Yabancı oraya girdi. Dipte camlı bir kapıdan, birbirinin eşi bembeyaz iki karyola görünüyordu. Azelma ile Eponine'in karyolalarıydı bunlar. Bu karyolaların gerisinde yarı yarıya kaybolan perdesiz bir hasır beşik vardı. Bütün akşam feryat edip duran küçük oğlan bu beşikte uyuyordu.

Yabancı, bu odanın karı koca Thènardierlerin odasıyla bağlantılı olduğunu tahmin etti. Tam çekilmek üzereydi ki gözü şömineye ilişti. İçinde yanan ateşin daima ufacık göründüğü, soğuk görünüşlü geniş han şöminelerinden biriydi bu. Şöminenin içinde ateş yoktu, hatta kül bile yoktu; yalnız, orada bulunan şeyler yolcunun dikkatini çekmişti. Bunlar zarif biçimli, değişik boyda iki küçük çocuk ayakkabısıydı. Yolcu hatırlanamayacak kadar eski zamanlardan kalma pek hoş bir çocuk âdetini hatırladı. Çocuklar Noel günü ayakkabılarını şöminenin içine koyar, karanlıklar içinde iyilik perilerinin onlara parlak hediyeler getirmesini beklerler. Eponine'le Azelma da bu âdete uymamazlık etmemişler ve ayakkabılarının birer tekini şöminenin içine koymuşlardı.

Yolcu eğildi, baktı.

Peri, yani kızların annesi, ziyaretini yapmıştı; ayakkabılardan her birinin içinde yepyeni birer on metelik madenî paranın parladığı görülüyordu.

Adam doğrulup gitmeye hazırlanıyordu ki, ocağın dibinde, en karanlık köşesinde başka bir nesne daha gördü. Baktı ve bunun bir tahta pabuç olduğunu anladı. En kaba cinsten, yarı kırık, her yanı kül ve kurumuş çamurla kaplı berbat bir tahta pabuçtu bu. Cosette'in pabucuydu. Cosette de, çocukların daima aldatılabilen, fakat hiçbir zaman umut ve cesaretini kaybetmeyen o yürek acıtan güveniyle tahta pabucunu şöminenin içine koymuştu.

Umutsuzluktan başka hiçbir şey tatmamış olan bir çocuğun umudu yüce ve tatlı bir şeydir.

Bu pabucun içinde hiçbir şey yoktu.

Yabancı yeleğini karıştırdı, eğildi ve Cosette'in pabucuna bir Louis altını koydu.

Sonra kedi yürüyüşüyle odasına döndü.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

117K 2.4K 19
İlk Basımı 1937 yılında "Yeni Kitapçı" tarafından basılan roman, Sabahattin Ali'nin roman türünde ilk eseridir. Kuyucaklı Yusuf konusu itibariyle a...
587K 15K 28
Paylaşan: HmeyraHarman
48K 2K 10
Zweig bu novellası'nda bir kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimini anlatırken, insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz...
76.1K 2.7K 18
Evrensel boyutlara ulaşmış ünüyle bugün dünya edebiyatının en büyük yazarlarından biri sayılan Goethe, henüz yirmi beş yaşındayken yazdığı Genç Werth...