SUSKUN 1. (Tamamlandı)

By Nur-Sungmin

527K 25.4K 10.6K

Seni zihnime davet ediyorum. Bu kitabı açtığın an bir ruhun kesesinde büyümeye başlayacaksın. Seni acımla, gö... More

Suskun
1. Bölüm.
2. Bölüm.
3. Bölüm.
4. Bölüm.
5. Bölüm.
6. Bölüm.
7. Bölüm.
8. Bölüm.
9. Bölüm.
10. Bölüm.
11. Bölüm.
12. Bölüm.
-13. Bölüm-
14. Bölüm.
15. Bölüm.
16. Bölüm.
-17. Bölüm-
18. Bölüm.
19. Bölüm.
20. Bölüm.
21. Bölüm.
22. Bölüm
23. Bölüm.
25. Bölüm.
26. bölüm.
27. Bölüm.
28. Bölüm.
29. Bölüm.
30. Bölüm.
31. Bölüm.
32. Bölüm.
33. Bölüm Final

24. Bölüm.

12.8K 690 564
By Nur-Sungmin

-

ILGIN

-

Omuzlarıma dokunan elleri hafif bir baskı yaparak ona dönmemi bekledi. Bedenim bu isteğe karşı koyamayıp harekete geçerken şah damarım derimi yırtarcasına zonklamaya başlamıştı.

"Bana zaman ver demiştin. Bunun içindi değil mi?" diye sordu. Nefesimi camdan bir ip gibi verdim. Sanki her an kırılacak, soluk boruma dolanacaktı.

"Evet..."

"Nasıl fark ettin?"

"Yetimhane." deyip sustum. Sesim o an kalbime batmışçasına canımı acıtmıştı. "Şimdi çocuk evi denilen yurt gibi bir yerde kalıyor."

"Ailesi kızar diye kurduğunuz cümleler yalandı öyle mi?"

"Ayza bilmenizi istemedi. Bu konuda ona hak veriyorum." Elini ensesine atıp gergin suratıyla önümde gidip geldi. Yaşadığı şaşkınlık, bir duygunun yaşanabilecek en üst seviyesini bile ardında bırakırken Ayza ile ilgili öğrendiğim her yeni bilgide yüzüme gömmek zorunda olduğum hisler Baha'nın hatlarına ceset gibi yığılıyordu.

"Baha."

"Kantinde üzerine kahve döküldükten sonra revire götürdüm onu. Bars bir kıza bu şekilde davranacak biri değil, bunu sende biliyorsun. Sıraç karnına pansuman yaparken belki de yarım saat boyunca dalgın bir ifadeyle önünü izledi. Sonra ne dedi biliyor musun?"

Kulaklarım az sonra söyleyecek olduğu cümlelerine yönelik zihnimin içine dikenli bir satır çekti.

"Kızın gözleri griydi..."

"Ben-"

"Ilgın Bars yıllardır bu kızı arıyor!"

"Baha-"

"Ya, ya böyle bir şey olabilir mi? Şaka mı bu! Siz ailesinin olduğunu söylediniz bize. Yurtta kalıyor. Yurtta?"

Öfkeden sırıtmaya başladığında arada ki hava boşluğunu bedenimle kapatarak elimi Baha'nın göğsüne yasladım. Hızla kalkan göğsünü sakinleştirebilecek tek şey şuanda buydu.

"Sakin ol. Lütfen..."

"Kızın okul dosyasında adından, soyadından başka bilgi yok. Aradığımız kişi dibimizdeyken nasıl oluyor da Almanya'ya evlatlık veriliyor?"

"Onun bu durumdan haberi olduğunu sanmıyorum."

İçinde ki öfkeye saniyelik göz yumdu. Konuştuğu zaman kendini kontrol etmeye çalıştığını anlamıştım.

"Urağan kızın alerjisinin olduğunu öğrendiğinde görmeliydin. Kafası karışmış, her an bir yerleri tekmeleyecek gibi duruyordu. Bars bu yüzden dengesiz davranıyor. Önce Almanya'ya evlatlık verildiğini söylediler, sonrasında verilen bilginin yalnızca kayıtlarda olduğu ortaya çıktı."

"Fark edecek." dedim geriye çekilirken. Omurgamdan soğuk bir ürperti kuyruk sokumuma kadar titredi.

"Ve fark ettiği zaman onu kimse durduramayacak. Ayza'nın gözleri, çizim yeteneği, alerjisi... Tıpkı Bars'ın bize anlattığı gibi. Belki de şüphelenmeye başlamıştır ha? Belki bu ihtimali kafasında imkansızlaştırdığı için ona böyle davranıyordur?"

"Biz hala ne duruyoruz, Bars'a söylememiz gerekiyor." deyip telefonunu cebinden çıkardığında elinden kaparak geriye çektim. Başını saliseyle kaldırıp bana sorarcasına baktı.

Kalbim kaburgalarıma çarpıyordu.

"Hayır!"

Başımı sallayarak kararlılığımı belirttim. "Onu lavaboda bulduğumda 'ben Suskun değilim' diye isyan etti. Hıçkırarak ağladı, anlıyor musun? Okulunda yıllarca aşağılandığı yetmiyormuş gibi Bars ona yapmadığını bırakmadı. Neler çektirdiğinizin farkında bile değilsiniz dimi? Olmaz Hayır!"

"Ilgın ne saçmalıyorsun?"

"Demek istediğimi anlamıyorsun sevgilim. Ayza'nın antidepresana başladığı yıl Bars'ın yetimhaneden ayrıldığı zamana denk geliyor. Bize anlatmıyor ama ilaçlara bu sebeple başladı. Psikolog raporları var. Şimdi sırf Bars'ın aradığını bulabilmesi için onu yeniden yıkmanıza izin veremem."

"Ilgın Bars her yerde bu kızı arıyor diyorum sana!" diye elini yana uzatarak bağırdı. "Kendin söylüyorsun fark edeceğini. Bars Ayza'nın yurtta kaldığını bilip senin sustuğunu öğrenince Piramit'i bizim başımıza yıkmaz mı sanıyorsun!"

"Sıraç da biliyor her şeyi."

"Siktir! Ha bir bizim haberimiz yok yani. Saf olan biz kalmışız öyle mi? Ya Miraç?"

"Yeni öğrendi o da, yani Ayza'nın yurtta kaldığını. Sandığın gibi sır haline getirmedim bunu."

"Bana söylemeliydin Ilgın."

"Sana zaten söyleyecektim Baha." diyerek kendimi savundum. Bakışlarında ki ifade beni afallattığı vakit kısılan gözlerimin tepesine kaşlarım yattı.

"Baha sakın beni suçlamaya kalkma."

Bunu söylerken başımı iki yana sallamıştım. "Sakın bu gerçeği bilmemden dolayı bana karşı bir pay çıkarma."

Gözlerinde ki o duygu devrilip aramızda patlarken bana olan tepkisinin yanlış olduğuna karar vermiş gibi sessiz bir şekilde yanımdan geçerek koltuğa oturdu, dirseklerini dizine dayadı ardından başını ellerinin arasına alıp sakinleşmeyi bekledi.

Bars'la ikiz olan bu öfkesinden nefret ediyordum.

"Sıraç Ayza'yı bugün doktora götürecekti. İzin ver, neler olup bittiğini öğrenmem için yanımda ol."

Başını kaldırdı, düşürdüğü gözkapaklarıyla gözlerime uzun uzun baktı. Öğrendiği gerçeğin onda bırakacağı yükün farkındaydım fakat Baha her zaman düşüncelerimin ve isteklerimin mantıklı olduğuna inanırdı. Benim ondan istediğim Bars'tan bu gerçeği saklamak değildi, pekala bir süre Sıraç ve Baha'dan bu gerçeği saklamalarını isteyecektim lakin bunu Ayza için yapacaktım.

"Ne doktorundan bahsediyorsun?" diyen sesini duyunca dalgın bakışlarımı kırptım.

"Uzun zamandır aldığı antidepresanları içmeyi bırakınca yurt müdürü fark edip onu yurttan göndermekle tehdit ediyor. Kamp zamanı hatırlıyor musun? Ayza tuhaftı, ölü gibiydi nerdeyse."

"Hatırlıyorum. Bir ara çantasından ilaç kutuları düşürdü. Normal ilaçlar olmadığını tahmin etmiştim."

Öfkesinin yatışmaya başladığını görünce yanında ki koltuğa oturarak elini kendi ellerimin arasına aldım.

"O halinin sebebi buydu işte. İlk kez o gün almıştı. Hapların verdiği etki Seren'in bir zamanlar kullandıklarıyla aynı görevi görüyor fakat dozları daha ağır. İlaçlar bağımlılık yapıyor. En önemli etkisi de geçmişi bir yumağa çeviriyor. Sesler, görüntüler, gerçekler ve hayaller. Zihni darmaduman ediyor... Sorun şu ki, doktorun söylediğine göre Ayza'nın ilaçlara ihtiyacı yok. Lise'nin başında uğradığı taciz onu zamanla ağır bir psikolojinin pençesine sürüklüyor. Nöbetler de buna dahil olmaya başlayınca psikiyatristin verdiği hapları bu zamana kadar kullanıyor. Buraya kadar herhangi bir tuhaflık yok, ta ki son dönemde adamın ilaçlarını değiştirmesine ve fark edilince ortadan kaybolmasına kadar."

"Ayza doktor kontrolünün dışında mı bu hapları aldı?" diye hayretle sordu. Sessizliğimden aldığı cevapla eliyle yüzünü sıvazladı.

"Bu kadar bilgiyi nerden öğrendin? Ayza mı anlattı?"

"Yurt da görevli bir kadın var, adı Songül. Detaylı olarak olan biteni ondan öğrendim. Ayza bunu bilmiyor."

"O haplardan kaç tane aldı?"

"Yalnızca iki. Erken farkına vardık."

"Seren o piçin yaptıklarını her anımsadığında ilaçlarını almak isterdi." Mum ipliğinde ki ateş damlası gibi dalgınlıkla git gel yapan gözleri sakinleşmeye yüz tutuyordu.

"Daha sonra doktorlar ilaç tedavisini kestiğinde uyuşturucuya yöneldi."

"Sevgilim kendin söylüyorsun. Ayza Seren'den güçlü olabilir fakat Seren'in yaptıklarını yapmayacağının garantisi yok. Kaner Bars'ın tehditle aldırdığı CD'nin cezasını Ayza'ya kesecek. Her şey açıkça ortada işte. O kızın hiçbir suçu yok fakat her an her saniye bir yerlerden kendisine gelecek zararın korkusuyla cebelleşiyor."

Boğazımdan yutkunarak "Bunu yapmanıza izin veremem." dedim.

"Biliyorum, Urağan belki de sakladığımızı öğrenince ağzına geleni söyleyip elinden geleni ardına koymayacak ama-" Kısa bir iç çekişten sonra dudaklarımı araladım.

"Ayza şuanda Enez'i karşısında görmeye hazır değil."

"Ona neden bu kadar değer veriyorsun?" diye gözlerini kısarak sordu. 

"Ece sürekli Ayza'nın, hayatına uğrayan bir gerçek olduğunu savunur. Bu farklı bir şey. Onunla aslında gerçekte kim olduğunu bilmeden tanıştığımda hissetmiştim. Bizden biri değil, bizim dünyamıza ait değil ama aynı zamanda tam da bizden biri gibi. Bars'ın da ondan kopamıyor oluşu bariz değil mi?"

"Haksızlık ettiğimi biliyordum."

"Ne?" dedim, titrek bir sesle.

Söylediğini tam olarak duymamıştım.

"Hiç..." dedi, başını iki yana sallayarak, ardından tam gözlerimin içine baktı.

"Bursa gezisinden döner dönmez ilk işimiz Bars'a her şeyi anlatmak olacak."

-

-AYZA-


"Ayza."

Hava o kadar soğuktu ki yanaklarım kuru bir odun gibi sertleşmişti. Rüzgar saç tutamlarımı dansa kaldırıp derime bir yılan gibi yol çizerken suratım bu duruma karşı koyarak Sıraç'a çevrildi. Emin olduğum bir şey varsa, o da buradan bir an önce gitmek istememdi.

"Erken çıktın. Bir şey mi oldu?"

"Hayır. Gidelim mi?" dedim.

Önce gözleriyle ifademi taradı ardından konuşmayacağıma kanaat getirerek kafasını salladı. Yanından geçip arabanın kapısını açtığımda bir taş kadar donuk ve sessizdim. Sıraç arabayı kontrollü bir şekilde hastane bahçesinden çıkardı ve tekerlekler ana yolda içine maya ettiğimiz sessizlikle birlikte ilerledi.

Periyodik bir şekilde sallanan bacağımı yüzümde hissettiğim ağır bakışlarla fark edince bu hareketime bir son verdim ama ona bakmadım. İki göğsüm arasına uzanan sıkıntıyı tırnaklarımla kazıyarak çıkartmak istiyordum. Neden buraya gelmiştik ki?

"İyi değilsin."

Yutkundum.

Sanki dilimin üzerinde bir ağ vardı ve ben harfleri sesimin üzerine çizemiyordum.

"Sorun yok." diye cevap verdim.

Sorun vardı.

Kapalı, tozlu bir sandık kadar yıllanan o geçmiş sahibini kurbanı bellemişti.

"Yurda bırakayım karneni de aldırırız diyeceğim ama Ilgın seni görmeden rahat edemez. Şu sıralar zamanla yarışıyor, Derince'ye gelecek vakti bulacağını da sanmıyorum."

"Yok, okula gidelim Sıraç. Hem zaten Ilgın Bars'la bugün konuşacağını söylemişti. Orada olursam... Belki bütün öfkesini Ilgın'a atmasına engel olabilirim. "

Kısa bir bakışın ardından yola döndü.

"Bars'la Ilgın kedi köpek gibidirler. Okulda da aynı sahneye tanık olacağını tahmin ettiğimden dolayı bu ön konuşmayı yapma gereği duydum." Direksiyonu rahat bir şekilde sola kırarken konuşmaya devam etti.

"Pinpon topunu öfkeleri gibi düşün. Sürekli ikisi arasında gidip gelen alışagelmiş bir durum. Demem o ki ikisi de sinirlendiklerinde öfkelerini birbirine atarlar."

"Ne zamandan beri arkadaşlar?" diye sordum. Bu aslında cevabını bildiğim bir soruydu, zihnimin tam merkezine kurulan o düşünceleri görmezden, varlığını kabul etmemek adına yaptığım bir hareketti.

"Lisenin ilk döneminden beri hep birlikteyiz." Mırıldanır gibi çıkan ses tonu bir sonra ki cümlesinde kısılarak kaybolmuştu.

"Bir eksikle."

Kardeşinden söz ettiğini anlayınca içinde yumaklarla dolu olan kafam ona çevrildi. Yüzünde gördüğüm o intikam ve öfke dolu ifadeye alışık değildim.

"Kaner'in bir mekanının olduğunu duymuştum. Belki-"

"Nereden biliyorsun?" diye konuşmama izin vermeden sordu, saçımın yan çehremi kapatmasına şükrederek gizliden yutkundum. Cd'yi almak için gittiğimi anlatamazdım.

"Karaer'den. Öğrenciler kendi aralarında orayı sık sık konuşurlardı. Yani kızlar."

"Mekanı başka bir adama devretmiş. Oraya uğrasaydı bilirdik. Yarışlara en son senin geldiğin gün gelmiş, hatta aranız da bir konuşma olmuş sanırım."

Elalarından soluk soluğa kaçan gözlerim üzerine aniden çatılan kaşlarımla duraksadı. Kaner'i o gün ihbar etme şansları vardı ama bunu yapmak yerine Bars kendisini sert bir şekilde pistten kovmuştu.

"N'oldu?"

"Yarış günü yakalayabilirdiniz? Bars neden bir şey yapmadı?" Kafa karışıklığıyla konuşurken kendimce çözmeye çalışıyordum. Cd'yi almama gerek bile yoktu o zaman.

"Ayza."

Kısa bir sessizlikten sonra zorlukla sesini buldu. "Kardeşim tecavüze uğradığında polise falan gitmedik. Ilgın söylemiştir, unutmuş olmalısın. Seren istemedi yani. O orospu çocuğunun yakalanması için polise bir delil sunmamız gerekiyordu fakat Seren'i buna zorlayamazdım. Bars'ta delil her ne ise onu bulana kadar beklememizi söyledi. Artık bir görgü tanığı mı ne bilmiyorum. Orta da hala kayda değer bir şey göremedim."

Başımı yere eğdim.

Sıraç Kaner'i arayanların sadece kendileri olduğunu biliyordu ama ortada kardeşine tecavüz edilirken çekime alınmış bir video vardı ve Bars o delili aldığımız günün sabahında polise teslim etmişti. Ilgın haklıydı. Sıraç'ın bu kanıtı Kaner içeri atılana kadar bilmemesi herkes açısından sağlıklıydı. Bir abinin kardeşine yapılanlara gözleriyle şahitlik etmesi kadar acı verici bir şey yoktu. Ki Sıraç Seren'in ölü bedenine şahitlik yapmış biriydi.

"Anlatmayacak mısın?"

"Anlamadım?" diyerek kendisiyle kısa bir an göz göze geldim. O sırada Akant'ın otoparkına giriyorduk.

"Oyalama çabaları, sorular falan... Bir yere kadar kaçabilirsin."

Aralanan dudaklarım bir bahane bulmak için kafamı iki yana hareket ettirirken ciğerlerimde ısınan nefesi korkuyla verdim.

"Bir şey olmadı."

"Nasıl?" diye sordu el frenini çekerek.

Arabanın ön camından içeriyi dolduran ışığın üzerimize bıraktığı karartının ardından Ilgın'ı gördüğümde başım onun tam karşımıza geçmesini takip etti.

Afallamıştım.

Okula sabahtan gelmişti. Yanında da Baha olmadığına göre otoparka benim için indiği belliydi. Gizli bir şaşkınlık yaşayan suratımı ondan ayırmadan dudaklarımı aralayıverdim.

"İçeri girdim, doktor odada yoktu. Bende çıktım."

"İçeride yalnız kaldığın süre sana vazgeçmen için yetti yani..."

Başımı ağır ağır salladım. Sesli bir nefes alıp kapıyı açarak çıktı. Bende aynı şekilde ona uyup arabadan indiğimde bir kaç adım sonra Ilgın'la karşı karşıya gelmiştik.

"Hastaneden aradılar." dedi normal bir ses tonuyla. Sıraç'ın yan profilime dönen gözlerini hissettiğimde avucumda ki çizgileri kazmaya başlayan tedirginliği parmaklarım arasında parçalara ayırdım, ona bilgi vermişlerdi ve az sonra bana hatrı sayılır bir şekilde kızacaktı. Gözlerim Ilgın'ın gözlerinde daha fazla kalamayarak yere devrildi. Tekrardan bakmaya cesaret edemezken kulaklarım ağzından çıkacak cümlelere kendince bir fragman hazırlıyordu.

"Tamam, özür dilerim. Haklısınız. Benim için endişelenip üzerime bu kadar titremenize karşın yaptığım doğru değildi ama-"

Konuşmamı bölen Ilgın'ın aniden omzumdan çekerek bana sarılması oldu. Öylece kalakaldım. Şoka giren bedenim hissettiği güvenin sıcaklığıyla gevşediğinde kıpırtısız duran kollarım yavaşca harekete geçti ve ona karşılık verdi.

"Ilgın..." dedim.

Daha sıkı sarıldı. Neden bunu yaptığına anlam veremesemde parmak uçlarım bordo kabanın sert dokusunu hissetmeye devam etti.

"Seni kimse bunu yapmaya zorlayamaz. Evet, belki hemcinslerinden daha ağır şeyler yaşamış, tecrübe edinmiş olabilirsin fakat kesinlikle hasta değilsin. Aksine seni diğer insanlardan ayıran bir gücün var. Psikoloğa ihtiyacının olmadığını bende, Sıraç'ta, Ece'de biliyoruz güzelim."

"Hasta değilim ben."

Benden istemeyerek ayrıldı ve dolan gözlerime baktı. Sağ eli saçlarımı geriye itelerken "Değilsin." diye fısıldadı. Kahverengi gözleri bir ablanın kardeşine yönelen telaşlı ve irdeleyeci hisleriyle huzmelenmişti.

"Sadece daha iyi olman için uzman birinden yardım almamız gerektiğini düşünüyorum. İlaç falan almayacaksın, hiçbir şeyi anlatmana da gerek yok. Hatta gelmeni bile istemiyorum. Ben görüşüp halletmeye çalışacağım tamam mı sarışınım?"

"Antidepresanların etkisini biliyorum." dedim sakin bir tonlamayla. Bunu o da bildiğinden sessizliği bir cevap olarak kullanmıştı.

O an da yanağımı ıslatan gözyaşını silmeye kalktığında bileğinden tutarak engel oldum. Kolunu geriye çekip duymaktan korkarcasına bir bakış attı.

"Düşünmeyi engelleyerek acı geçmez, sadece ertelersin. Bana yapmaya çalıştıkları buydu. "

"Ayza." dedi, naif bir sesle. "Acı veren hatıraları sonsuza dek orada tutamazsın, kendine olan bencilliğin seni çürütür. Önce hafiflediğini, ruhunun bu ağırlıktan arındığını hissedersin, ta ki toz gibi dağılıp duvarlarına çarpana dek."

Ilgın'ın sesi her zamankinden farklıydı. Acımı hazmedemiyor gibi bir hali vardı. Kendime bile açamadığım geçmişimi ona nasıl anlatırdım? Buna cesaretim var mıydı? Evet ilaçlar artık etki göstermiyordu, evet yüzleşmem için artık önümde bir fırsat vardı. Hatta Nergis'i yeniden görme korkumu atlatmak için bu korkuyu ayaklarımın altına alabilirdim. Ama gücümün son zerresinde tıkanmış gibi hissediyordum.

"Kafamın içinde sesler var." dedim titremeye başlayan alt dudağımı dişleyerek. "Ve yüzlerini hatırlamakta zorluk çektiğim birileri..."

Tekrar konuşacak gibi olduğumda dilim harfleri yuvarlayamadan boş bir nefesi havaya bıraktı. Çenem beton gibi donuvermişti, konuşamayacağımı biliyordum.

Yutkunarak onlara bakınca Sıraç'ın gözlerini yere eğdiğini Ilgın'ın ise dolmamakta ısrar eden gözlerinin grilerime derin bir şekilde çivilenip kaldığını gördüm. Aramızda sakız gibi uzayan sessizliği cep telefonundan yükselen ses koparmıştı.

"Efendim?" dedi Ilgın. Burnunu çekip kendine gelmek adına kirpiklerini bir kaç kez kırpıştırdı.

"......"

"Müdür Bey'in odasına bıraktım listeyi. "

"......"

"Tamam, geliyorum hocam."

Telefonu deri ceketine koyup bana yaklaştı. "Bir kaç işim var güzelim. Onları hallettikten sonra yanına geleceğim. Siz sınıfa çıkın."

"Tamam." dediğimde Sıraç'a gözleriyle bir şeyleri anlatır gibi baktı. Arkamı dönüp adımlarımı devreye koyarken Sıraç bana yetişmiş, omuz omuza yürümeye başlamıştık. Bahçeye çıkar çıkmaz esinti saçlarımı geriye savurdu. Soğuk hava şok etkisi yaparak beni biraz olsun kendime getirse de hızımı arttırdım, karnımın alt bölgesinde yüzümde ki çizgileri büken bir ağrı vardı.

Dönerli kapıdan geçip asansöre bindiğimizde başımı çevirip aynaya baktım. Gözlerimin çevresi nemden hafif parlak görünüyordu. Tenim her zamankinden bir kat daha cansızdı ve Ilgın'ın haklı olduğu bir nokta vardı.

Kilo kaybetmiştim.

Asansörün iki kanadı geriye çekildiğinde Sıraç'ın hareketlenmesiyle elimi hava boşluğuna kaldırdım.

"Sıraç gelmene gerek yok."

Elleri ceplerinde başını sallarken tebessüm etmemle gülümsedi. Başımı eğip ellerimi montun cebine koyarak asansörden çıktım ve koridorda kalabalık arasında yürümeye başladım. Sınıfa girdiğimde aynı kalabalık burada da vardı. Karne alacaklarından dolayı tek bir eksik kişi yoktu.

Selin'de gelmişti.

Gözlerimin ona değmesiyle göz göze geldik. İçeriye girdiğim andan beri beni seyrediyordu, farketmememe imkan yoktu. Kıskançlığını örten kini, bütün söylemek istediği nefret içerikli cümleler bir araya toplanıp gözkapaklarının kıyısına vurmuş gibiydi.

Onun varlığıyla gerilen vücudum sırama doğru ilerledi. Ece beni sınıfın kapısında gördüğü andan itibaren yanına gelmem için psikolojik baskı uyguluyordu. Bacağım sıranın arasına girer girmez bileğimden tutarak oturttu ve geriye gitmemi sağlayacak şekilde yanaklarımı öptü.

"Ben nasıl bir hafta-"

"Ece." Elimi ağzına kapatarak onu susturdum. Mimiklerin efendisi kaşlarını çattığında gülümseyerek geriye çekildim. Üzerime çöken o ağırlık, kanatlarından tek bir tüy dahi düşürmeden uçuvermişti.

Ece sayesinde.

"Tamam, görüntülü konuşuruz bari."

"Orada şebeke çekerse." deyip sırıttım fakat içten bir gülme değildi bu. Bursa gezisine gitmeyi istiyordum. Bars'ın koruması altından çıkıp zaten yurda dönecektim. Geziye gitsem, Baha'da Ilgın'da yanımda olurlardı. Ortada bir tehlike göremiyordum.

"N'oldu?"

"Sizinle gelmeyi isterdim." dedim dürüstçe. Ece'nin kıpırtısını duyduktan hemen sonra elini kolumun arasında hissettim.

"Ilgın az önce burdaydı. Birileri okulda Kaner'in arkadaşlarının olduğundan şüpheleniyorlarmış. Bars'a söylemişler."

"Ne zaman?" dedim elimi enseme atarak. Ece cevap verdiğinde suratımı düz tutmaya çalıştım.

"Yeni değil."

Sahilde Bars'la konuşmalarımız aklıma geldiğinde gözlerim kısılır gibi oldu. Net bir şekilde gitmemem gerektiğini, kendisinin de gelmeyeceğini söylemişti. Yani şüpheleri o zamandan beri vardı.

"Bars ve ben haricinde herkes gidiyor." dedim.

"Malesef. Bir dakika... Hastaneden gelmiyor musun sen? Neden bir şey anlatmıyorsun kızım!"

"Ne söyleyeyim Ece?"

"Ya bir de soruyor musun? Dökül hemen! Ne dedi doktor, ne sordu?"

"Adam oda da yoktu Ece. Bende pek beklemedim." deyip önüme dönmeye kalmadan kendine geri çevirdi.

"Nasıl? E niye böyle birşey yaptın?"

Susarak ona bakınca tebessüm etti ve

"İyi yapmışsın, gereksizdi zaten." dedi.

Üstelememesine sevinmiştim. Kayahan hoca sınıfa girince kapıya baktım fakat gözlerimi zorla kendine çekmeyi başaran Selin'in ısrarlı bakışları olmuştu. 'Ne' dercesine sağ kaşımı kaldırdığımda birbirine kenetlediği dişlerini örten dudakları nefretle büzülüverdi.

Başımı umursamaz bir şekilde önüme çevirdim. Beni böyle korkutamazdı. Karaer gibi bir okulda üç yıl boyunca hakaretlere, şiddete, tacize maruz kalmış biriydim ben. Nefret, kin, öfke dolu bakışlar gözlerime aşina edilmiş duygulardı.

Üstelik nefret dolu bakışların sahibi ben olmam gerekirken o bunun tam tersini yapıyordu. Sınavda sebepsiz yere isimlerimizi değiştirerek bir haksızlık yapmıştı, dahası koridorda karşılaştığımızda nereye gideceğimi öğrenerek Kaner'in pisliklerine haber vermiş, olayın boğazıma bıçak dayanmasına neden olacak kadar bu işe ortak olmuştu.

"Bu Selin'le Sıla'nın saçlarını dolucaksın ellerine, kafalarını soğan gibi birbirine çarparak beyninin suyunu akıtacaksın."

"Sakin ol." dedim şaşkın bir sesle. Başım ona dönerken kaşlarım havalanmıştı. "Sadistçe hayaller kurmayı bırak Ece."

"Görmüyor musun nasıl baktığını?" diye fısıltıyla sitem etti.

"Nalet olası fare. Yaptığı hainlikler yetmiyormuş gibi birde nirvana bakışları yolluyor. Psikoloğa bunları yolluyacaksın."

Dudağımı ısırarak tebessüm edince omzuma vurdu. "Ne be!"

"Fare ne alaka?" diye sordum, yüzünden umursamaz bir tını geçirdi.

"Ne bilim, sinirlenince küfürleri karıştırıyorum. Hem beni hafife almasana kızım. Zengin küfrü bunlar."

Birbirimize bakarak sırıttık.

Boş geçen dersin sonunda öğle zili çaldığında her gün yer değiştiren Can soluğu yanımızda almıştı. Gözlerinde bir an önce açıklamak istediği düşüncesinin ferini görünce kaşlarımı çatarak konuştum.

"Hiçbir yere gelmiyorum, zorlamayın." dedim. İkisi birbirine aval aval baktıktan sonra Ece omzuyla omzuma vurarak dürtükledi.

"Sadece bir alışveriş merkezciğine falan gidelim dicektik ne var bunda?"

İyice düşürdüğü ve masumlaştırdığı sesinin bir portresi olsa usanmadan kaşlarımı çatmaya devam ederdim.

"Siz anlaşın, gidin." diyerek sıradan kalktım fakat koluma asılıp oturtmaya çalıştı.

"Hiçbir yere salmıyorum seni. Bizimle geleceksin kızım!"

Tam da Ece'den beklenen bir davranıştı. Önce çocuksu bir ses tonuyla ikna etmeye çalışır, istediğini alamayınca canavarlaşırdı.

"Miraç mı o?"

Çenemle dışarıyı gösterdiğim saniye Ece irkilerek camdan aşağıya baktı. O sırada gevşeyen parmaklarının arasından kolumu hızla çekerek geriye kaçtım.

"Hani nerde..."

"Ayza!"

Sınıftan koridora kendimi attığım sıra Ece'nin Miraç'ın adını duyduğu gibi verdiği tepki aklıma kazınmıştı. Ona karşı bir ilgisinin olduğunu biliyordum. Hastane önünde Miraç'ı ilk gördüğü zaman içtiği kahveyle boğulma tehlikesi geçirmişti.

Etrafımdan geçip giden bedenlerin seslerine kulaklarımı kapatarak ilerledim. İçimde nedenini bilmediğim bir şekilde Bars'ı görme isteği vardı. Sabah ki sert, dengesiz tavrı sinirlerimi altüst etmişti fakat buna rağmen onun varlığını hissetmek istiyordum. Koridorda yürürken attığım adım sonrası sol ayağım sağ ayağımın yanını buldu ve kıpırtısız kalakaldı.

Urağan'a alışıyor muydum?

Zihnimin içine göz kırpan düşüncelere duygularım savunma iç güdüsüyle atağa geçti. Hayır, böyle bir şey olamazdı. Tamam, ona artık öfke duymuyor olabilirdim, hatta kendisine bunu söylemiştim fakat defalarca canımı yakan birinin yaptıklarını unutamazdım.

Unutmamalıydım.

Bana bu kadar kolay affetme diyen kendisi iken n'apıyordum ben?

Savunmasız halimle kantinde beni tüm Akant'a rezil etmiş, gömleğini suratıma çarparak yıkamamı emretmişti. Okulun bahçesine sürükleyerek yere düşürdüğü an aklıma geldiğinde göz kapaklarım ağırca kırpıldı. Tehditler, hakaretler, zorlamalar...

Kaner'in bana ikinci kez aynı pisliği yapmasına sebep olan ta kendisiydi.

Onu bir Karaer insanından farksız kılan neydi?

'Kaner'in sana yaptıklarından bihaberdi' diye iki kaburgam arasından bir fısıltı boğazıma tırmandı. Yutkunmak istedim fakat yapamadım. Yarış günü benle tokalaşmak isteyen Ege'nin bunu yapmasına izin vermemişti, Kaner'i yanımdan kovmuştu. Bileğimden dolayı beni amcasının yanına götürmüştü. Hiç ondan beklenmeyecek şeyi yapmıştı: ekmek arasında ki patatesleri tek tek ayıklamıştı. Ellerimin üşümemesi için eldivenlerini giydirmişti...

Ona sarıldığımda kurak bir yaz günü dev bir ağacın gölgesine sığınıyormuşçasına rahat hissetmemin sebebi neydi?

Bunca şeye rağmen onda bulduğum güven değil miydi?

Dolan gözlerimle birlikte yutkundum.

Duygularım irademin tasmasını tutsada beni onu görmekten alıkoyamayacaktı. Bars'ın sınıfı üst kattaydı. Öğle arasına girmiştik, okula gelmesi gerekiyordu. Ayaklarım benden komut almaya kalmadan merdivenleri basamak basamak eritirken üçüncü kata gelince kapıların üzerinde ki sayılara bakarak ilerledim fakat gerimde kalan kapı adımları durdurmuştu.

"Bir üst kattayım Suskun. 12-C. Karar verdiğinde yanıma gel..."

Adını bilmiyordum ama nerede görsem tanırdım. İki adım geriye gittikten sonra bedenimi döndürdüm ve sınıftan içeriye ayaklarımın altında yapışkan bir madde varmışcasına ağır ağır yürüdüm.

En arka sırada elinde telefonla konuşuyordu. Başını geriye atarak bir kahkaha savurdu. Sıranın iki ayağı havadaydı, periyodik bir şekilde gelgit yapıyordu. İçerde duvar tarafında üç erkek öğrencinin olduğunu görünce yalnız kalmama hissinin verdiği rahatlamayla yükselen omuzlarımı düşürdüm.

Tam da o an izlendiğinin hissiyle çaprazına baktı ve göz göze geldik, saliseleri şaşırtan bir farkla sırıtmasını yüzünden silinmişti. Telefonu kulağından çekmeden kalktı ve yanıma geldi.

"İnanamıyorum. Ya da inanayım mı?"

Elini bana dokunmak adına uzattığında kafamı geri çekerek engel oldum. Sonrasında pişman olup tenha koridara süratle çıktığımda peşimden gelerek sesini yükseltti.

"Kolyenin sahibi korktu sanırım."

Durmak zorunda kalmıştım.

Döndüm ve mesafeyi onun kapatmasına müsaade ettim. Zafer kazanmış ifadesi üzerimi tarak gibi taradı. Rahatsız olmam, onları bunu yapmaya teşvik ediyordu. Hepside, tek kelimeyle iğrenç karaktere sahipti.

"Abi bak ne diyeceğim. Bu kız bir ödülü hak etti bence."

Karşı taraftan aldığı cevapla telefonu aramıza uzattı, almam gerektiğini anlayıp kısa bir tereddütün ardından kulağıma dayadım.

"Alo?" dedi karşıda ki ses. Başım eğik pozisyonunu saniyesinde bozarak yeşil gözlere raptiyelendi.

Telefonda ki Kaner'di.

"Suskun?"

Dudağımı nefretle büzdüm. Elim bir anlık telefonu kapamak adına parmaklarımı hareket ettirdiğinde iç sesim cesur ol diye fısıldadı. Bars gibi, arkadaşları gibi güçlü görünmemi ileri sürdü. Onlarla beraberliğimden dolayı Kaner beni Piramit'e ait zannediyordu.

"Kolyemi senden alacağım." dedim, kararlı bir sesle. Bunu söylerken ses tonumda ki ifadenin aynısı yüzümde de vardı. Gözlerim ise arkadaşına bakıyordu.

"Seren'e yaptığının cezasını da çekeceksin."

"Muhteşem eserimi izledin mi?" diye sorduğunda cevap vermemi beklemeden devam etti.

"Gerçi Piramit'lilerin peşinden ayrıldığın yok, özellikle o piçle çok dolaşıyorsun Suskun. Hoşuma gitmiyor."

"Niye peşimi bırakmıyorsun Kaner?" dediğimde ismiyle hitap etmem onu şaşırtmış gibi sessiz kaldı.

"Yalan söylemek gerekirse seni özledim Suskun. Ha sen doğruyu duymak istiyorsan arkama polis takmanın acısını senden almamak bir Karaer'liye yakışmaz."

"Bir karaktersize demek istedin herhalde." dedim.

Söylediğim cümlenin verdiği afallamayla boğazından hazmedemediği tek vuruşlu bir gülme çıkardı.

"O karanlıkta ay gibi parlayan kolyenin ışığı sönsün mü istiyorsun?" dedi. Boğazımda ki pürüzlü tabaka soluk boruma zımpara gibi sürtündü.

"Suskun sana bir sır vereyim mi?"

Sessiz kaldım.

"Bizim karanlığımızda sende bu kolye gibi parlıyorsun fakat saçtığın ışık cılız, savunmasız bir aydınlık damlası... Sana bunu veren her kimse, ayın güneşe olan muhtaçlığı gibi seninde ay taşı kolyeye olan muhtaçlığını biliyordu."

O an kendimi o kadar güçsüz hissettim ki Enez'in varlığını aradım.

Yıllar boyunca bir pencere ardından beklediğim okyanus mavili çocuğun hiçbir şey olmamış, gitmemiş, zaman geçmemiş gibi hayatımda kalmasını,
dondurulduğumuz anda kasedin yeniden oynatılıp altı yaşında ki küçük kız çocuğuna dönmeyi hayal ettim.

"Ailen seni belki de seviyordu ha Suskun? Bu çöplüğe terk etmeden önce ufak bir hediye bırakmak istemişlerdir sana, olamaz mı?"

"Onu nasıl aldın?" diye bomboş bir sesle konuştum. O sırıtan sesinin üzerine bir kibrit çakıp kendisiyle beraber yakmak istiyordum.

"Sen yatağında masum masum uyurken bir melek gönderdim." dedi alay ederek.

Konuşmak için dudaklarımı araladım fakat arkadaşının arkama kayan yeşil gözleri panikle yüzüme çevrildi ve telefonu elimden hızlıca aldı.

"İkile hemen Suskun. Ağzını da açayım deme."

Ne olduğunu anlamadan sınıfa girdiğinde afallayıp kalmama müsaade etmeden arkama baktım.

Baha tam karşımdaydı.

Gelen adımlarını korkuyla beklememek adına ona doğru yürümeye başladım. Sınıfa girip o çocuğu sorguya çekse anında Kaner'in arkadaşı olduğunu anlar ve Bars'a haber verirdi. Bars'tan sonrasını düşünmek dehşet vericiydi.

"Napıyorsun burada?" dedi. Sesinden anladığım kadarıyla az önce yanımda ki çocuk Baha'nın bizi görmesine kalmadan son anda sıyrılmıştı.

"Şey ben... Bars için geldim. Hangi sınıfta?" dedim irileşen gözlerimi kısarak.

Telaştan gidip gelen ellerimi eteğime bastırdığım sıra başıyla arkasında kalan 12-D sınıfını gösterdi. Teşekkür edercesine tebessüme kalkan ifadem gitmeye yeltendiği an "Ayza." demesiyle yerine çöktü.

"Biraz konuşalım mı?"

"Anlamadım? Neden?"

Baha benimle konuşmazdı ki. Buna tenezzül bile etmeyecek bir soğukluk vardı aramızda. Bana göre o, grubu haricinde kimseye değer vermiyordu.

"Söylemem gereken şeyler var. Bahçeye insek iyi olur, Bars'ta gelmek üzeredir."

Giderek karışık sorulara gebe kalan başımı sallayıp kıpırdandım. Burdan bir an önce uzaklaşmak istiyordum. Kaner kendisine fayda sağlamayacak bir iş yapmazdı, kolye karşılığında isteyeceği şeyi de dile getirmemişti fakat her ne ise bana zararı olacağını kesindi.

Kulağıma az önce söyledikleri çalındığında sessiz bir şekilde yutkundum. İlaçlardan giderek arınan zihnim hatıralarımı tozlandığı yerden alıp ön raflara dizerken içimde hapların susturduğu düşüncelerle savaşmak zorunda olan bir korku belirdi.

Sararan yüzümü yere eğerek saçlarımın her iki yanımı örtmesini sağladım. Baha'yla koridorda yürürken arada ona kaçamak bakışlar atıyordum.

Ilgın nerdeydi acaba?

Baha'nın benle konuşacağından haberi var mıydı? Gerçi sevgilisinin bana kampta söylediği cümlelerden bihaberdi. Tahmin ettiğim kadarıyla da aynı konuşmalar kendini güncelleyecekti.

Bahçeye indiğimizde sürekli soğuğa maruz kalan bedenimin kasıklarıma bıraktığı sancıyla yüzüm buruşuverdi. Önümde kalan Baha yürümeye bir son verip bana döndüğünde yüz hatlarımı gevşetmek zorunda kalmıştım.

"Bugün yapacağınız konuşmayı biliyorum." dedi.

"Neyden bahsediyorsun?" diye sordum.

"İşte... Eve geri dönmen gerektiğini?"

Ellerini cebine koyarken rahat bir şekilde söylediğiyle çenem yukarıya bir basamak atladı. "Bunu... Nerden öğrendin?" dedim kontrollü bir sesle.

"Ayza bak... Sana o gün söylediklerim tamamen asılsızdı. Ilgın'ı herkesten iyi tanırım. İnsanlarla iletişime geçen biri değil. Dışarıdan çok soğuk, hatta kibirli görünür ve en önemlisi hayatına kimseyi kolay kolay almaz. Sana gösterdiği bu şevkat... Hepimizi afallattı. Ben bunu sana acıdığına yorumlarken aranızda ki bağın bu denli güçlü olduğunu varsayamadım."

"Bunun bir acıma olmadığı kanısına nasıl vardın?" diye tek kaşım havada sordum. Botunun ucuyla vurduğu beton alandan başını kaldırdı ve bana baktı.

"Birine gösterdiğin merhametin içinde yalnızca acıma varsa fazla uzun sürmez, sahibinde zamanla bir yük bırakmaya başlar ve onu gösterdiği merhametten alıkoyar. Ilgın'ın sana olan merhametinde sevgi var. Bu yüzden de bir sınırı yok. Senin için endişeleniyor, başına bir şeyin gelmesinden deli gibi korkuyor ve bunun için önlemler almaya çalışıyor."

"Baha bana olan bu ön yargının sebebi neydi?" dediğimde bakışları tökezledi. Göz kapakları milim bir açılma yaşarken ifadesini esintiye kapılan bir yaprak gibi takip ettim.

"Sana bir kötülük yapmadım ben. Bars'a olan sadakatin adaletini uyuttuysa, yaptıklarında kendini haklı bulman ne derece doğru?"

"Kendimi haklı bulduğumu söylemedim. Başından beri Bars'ın sende rahatsız olduğu bir şey vardı. Kaner ile olan tanışıklığın da çabası. Bak o piçin etrafında iyi insan yoktur. Kardeşi Ege'nin Seren'le olan arkadaşlığını göz önünde bulundurmadan kıza tecavüz etti, yetmedi bizi elinde ki o video ile tehdit etmeye kalktı. Siktiğimin herifinde gram beyin olsaydı bize onu avlayacağımız ağı kendi eliyle sunmazdı. "

Konuşurken öfkeyle kasılan elleri havaya kalkıyor, arka dişlerini sıktığından çenesinde ki kemik yapısı ortaya çıkıyordu. Sinirden kontrol edemediği nefesini derin bir şekilde bıraktıktan sonra tekrar konuştu.

"Bars'ın bu zamana kadar yanıldığını, yanlışa düştüğünü hatırlamakta zorlanacak kadar az gördüm. Kaner ile aranda ne olduğunu sana sorup bir cevap almamasına rağmen aklında seni bu işe bulaştırmak yoktu çünkü emin değildi. Ta ki Ege ile sizi durakta görene kadar." dedi, çenesini sıvazlayarak. "Sana karşı öfkeliydi. Kaner ve kardeşiyle görüşmenden yola çıkarak seni ona karşı kullanmayı tercih etti. Olayın tamamen başka olduğu aklımızın ucundan bile geçmedi. Eğer Kaner'in sana-"

"Tamam." dedim aniden.

Elim havaya dur dercesine kalkmıştı.

"Bunları konuşmak istemiyorum. Kamp günü söylediklerin içinde sorun değil, unutalım."

Kahverengi gözlerini kıstı ve dudaklarını birbirine bastırdı. Bakışları çamaşır ipliğine asılıymışçasına soru kancalarını biriktirirken başını bundan vazgeçmiş gibi sağına çevirdi ve oraya baktı.

"Siktir!"

Baktığı yöne grilerim hızla çevrildi. Kapının önüne ardı ardına dizilen motorların arasında Bars'ı atletik vücudundan tanırken hemen önünde kaskını çıkaran Miraç'a rastladım. Seri adımlarla güvenliğe kartlarını okutup ikisi beraber içeriye girdi. Dört tane motorlu daha vardı fakat yüzlerinde kask olduğundan onları tanıyamamıştım.

"Ayza sınıfa çık."

"Neden?"

"Bir sıkıntı var belli. Bana haber vermediğine göre yeni olmuş." diye kendi kendine mırıldandı ardından
başını bana çevirip gözlerime baktı.

"Biz konuşuruz tamam mı? Ilgın'la bana bırak."

"Ondan izin alır gibi konuşmanıza gerek yok Baha." dedim.

Öfkelenmiştim.

Bir aile kızının arkadaşında kalmasına ne kadar bir süre izin verirdi? Bars'ın bunu düşünmesi gerekiyordu. Kendimce haklı sebepler ararken Baha'nın onlara doğru yürümeye başlamasıyla irkildim ve arkasından gittim. Bars bizi daha görmemişti. Gergin bir şekilde Miraç'a birşeyler anlatıyordu. Bizi fark ettiğinde ise Baha'yı gören bakışları omzunun arkasında ona kırık bir şekilde bakan gözlerimle buluştu.

"Çocuklar ne alaka?" diye doğrudan sordu Baha, çenesinin ucuyla dışarda bekleyenleri kastetmişti.

"Mayası bozuk dört it Eymen'in yolunu kesip fena benzetmişler." dedi Miraç.

"Dört it bizim Eymen'e karşı öyle mi?"

"Böyle bir şerefsizliği kimin yaptığını düşünmeye gerek yok." dedi Bars.

Okyanus mavisi gözlerine kilitli bakışlarım çehresini tavaf ederken o sanki gözlerini bana çevirmemek adına kendini kasıyordu.

Benle derdi neydi?

"Yapanların nerde olduğunu biliyoruz." diyerek yanağının içini dişledi Miraç.

"Tamam, ne duruyoruz? Gidelim hadi."

"Okulda halletmemiz gereken şeyler var Baha. Müstakbel sevgilin nerde?"

"Sevgilim Kayahan hocanın yanında Urağan."

"Aşağıya inmesini söyle. Miraç Ece de sende." dediğinde kaşlarım hızla çatıldı. Miraç dudağının altına kıvırdığı sırıtmasıyla zaman kaybetmeden yanımızdan ayrılırken "Ne istiyorsunuz ondan?" diye korkuyla sordum. Deminden beri Baha'da olan bakışlarını isteksizce bana çevirdi.

"Korkma, cici arkadaşını yemeyeceğiz."

Ece'ye bir şey olacak korkusuyla ayaklarım geriye adım attı ve bedenim hafifçe dönmeye karar verdiği an Bars harketlendiğimi farkederek bileğimden sertçe tutup yanına çekti.

"Bars n'apıyorsun?" dedim bileğimi çekerek, mengene gibi parmaklarını kıstırmıştı.

"Senle uğraşıyorum, sen n'apıyorsun?"

Sesi o kadar ciddiydi ki espri mi yapmıştı bir karar verememiştim. Yorulan kolumla beraber hareket etmeyi kesip ona baktım.

"Sınıfa gideceğim bırak."

Tam karşıya, okulun dönerli kapısına bakıyordu. Birini beklediğimizi anlamıştım fakat bu kadar hissiz durması beni korkutuyordu.

"Acıyor."

Kafasından geçen düşünceler parmaklarını farkında olmadan tetiklerken daha fazla dayanamayarak

"Bars!" dedim, ağlamaklı sesimle.

Okyanus mavisi gözleri hızla gözlerime dönüp ardından ellerimize kayınca parmaklarını ateşe değmişcesine tenimden uzaklaştırdı ve daha önceden incinmiş bileğimi avucuna alarak kaşlarını çattı.

"İyi misin?"

Sinirle dudaklarımı birbirine kenetledim. Elimi sertçe avuçları arasından alıp hiç mesafe olmayan bedenlerimiz arasına havanın girmesine müsaade ederken bakışlarımı az önce onun yaptığı gibi Baha'ya sabitledim, telefonla konuşuyordu.

"Baha sömestırın bitmesini mi bekliyoruz?" diye sitemle sordu Bars.

Baha telefonu kapattı, yanımıza geldi.

"Plan ne? Yerlerini biliyoruz dediniz."

"Biz gitmeyeceğiz, onlar gelecek." dedi Bars, tok bir ses tonuyla.

"Nasıl?"

"Adrenalin alalım diyoruz kardeşim?"

Baha "Her türlü uyar." diyerek ellerini cebine koydu ve memnun bir şekilde etrafa baktı, neyden bahsettiklerini anlamıyordum. Üstü kapalı konuşmaların gölgesine sanki yeni bir dil inşa edip öyle anlaşıyorlardı.

Hareket eden dönerli kapının ardından okul üniformalı bir erkek göründü. Boyu en az Baha kadardı ve yapılıydı. Merdivenlerden son sürat indiği sıra onu daha önce gördüğümü anımsadım. Kantinde Bars'ın beni takip etmek için görevlendirdiği o öğrenciydi.

"Sıraç revirde haber verdim, gelecek." diyerek yanımıza geldi. Kısa bir an bana bakıp yeşile çalan gözlerini Bars'a sabitlerken neden burda olduğumu sorguladım. Yanından gitmeme izin vermiyordu fakat okulun bitmesine ve karnelerin alınmasına son iki ders kalmıştı.

"Bars." dedim fakat duymamış gibi yeşil gözlere konuştu.

"Güney, Sıraç Piramit'e gidip Eymen'i kontrol etsin, kaşına dikiş atılması gerekebilir. Şimdi piste gideceğimizi söylersek durmaz iyilik meleğimiz."

"Tamam. Kız da mı geliyor." deyip çenesiyle beni işaret etti. O an Güney'e, bu soruyu sorduğu için içimden teşekkür ettim. Meraklı ve cevap bekleyen bakışlarım Bars'ın uzun boyundan dolayı yukarıya kalktı.

Tıraş olmayı erteleyen çenesi nokta gibi görünen kirli sakalıyla çevrelenmişti, gözlerim bir an koyu pembe gibi duran dolgun dudaklarına kayınca tekme yemişim gibi irkildim ve yere yutkunarak baktım.

"Evet. Onları getirmenin tek yolu bu."

"Ne?" diyerek araya girdim.

"Bars." dedi Baha. "Ayza'yı yem olarak kullanmaktan mı bahsediyorsun?"

Gözlerimi kırpmadan onu izledim. Beni yine kendi menfaati için kullanacaktı öyle mi? Tekrardan aynı şeyi yaşamama göz mü yumacaktı?

"Gidelim." diye duygusuzca konuştu. Sırtını bize çevirip yürümeye başladığında şaşkınca bakakaldım, beni onlardan korumak isteyen Urağan, şimdi arkadaşına zarar gelince ilk seferde beni harcıyordu.

Bu tutarsızlık karşısında ona hesap sorma hakkımın olmasına rağmen tavırları bunu reddedercesine barizdi. Baha ve Güney'in harekete geçmesiyle peşlerinden zorlukla yürümeye başladım.

Ağlamak istiyordum.

Bars'ın bu davranışlarının beni öfkelendirmesi gerekiyordu lakin hissettiğim tek şey hayalkırıklığıydı. Tıpkı sahilde Kaner'e pislik dediğim için yüzüme vurduğu gerçeklerin canımı acıtması gibi.

Okulun çıkış kapısına doğru yürürken gözlerimi Bars'ın ensesinden bir an olsun ayırmadım. Geriye dönüp gidecek olsam kolumdan tutarak zorla götürürdü.

"Baha." diye kısıkça seslendim.

Motorların yanına gelmiştik.

Bakışlarımı kafalarında kask olan erkeklerden çekip ona çevirdim. Etrafımdan boğuk sesler yükselmeye başlamıştı.

"Ilgın da gelecek mi?"

Baha'nın gerginlikle dolu gözleri arkama kayınca boynunu sıvazladı.

"Onu Piramit'e götürdüğümü söyle. "

Hemen arkamdan gelen güçlü sese gözlerimi yumdum fakat Bars tepki vermeme bile müsaade etmeden

"Hadi." dedi.

"Gidiyoruz."

Baha beni cevapsız bırakarak motoruna atladı. Kaskını takmasını izlerken Bars'ın önüme geçmesiyle grilerimi ona çevirdim.

"Hatırlıyor musun Urağan? Bana 'Etrafında kim var, seni koruyabilecek birini tanıyor musun? Söylesene.' demiştin." dedim, duygularımı kazıdığım bir sesle.

Kaşları o anı hatırlarcasına teninin üzerine karabulut gibi çöktü.

"Seni gerçekten tanıdığımı sanmıştım..."

Yüzünde ki ifade neydi bilmiyordum, umrumda olduğu da söylenemezdi çünkü kendime zaman tanımadan sırtımı dönüp motoruna doğru yol almıştım. Yanaklarımı örten saçlarım Bars'ın delici bakışlarını hissetmeme engel olamasa da tenimde boynu bükülen hatları nihayetinde ondan gizliyordu.

Gidona asılı olan kaskı kafama geçirirken orada öyleye durup beni izleyen bedeni durgunluğunu bozarak yanıma geldi ardından sol gidondan kaskını aldı ve kafasına geçirdi.

Son olarak Bars ve ben motorlarda yerimizi aldığımızda Bars elini havaya kaldırdı, birleştirdiği işaret ve orta parmağını ileriyi işaret edercesine yan yatırdı. Bu uyarıyla beraber etrafımızdan fırlayarak giden motorların gurultusuyla Bars gazı kökledi.

O kadar hızlı sürüyordu ki, bütün motorların arasından zikzak çizerek öne geçmeyi başarmıştı, bu sürat karşısında ellerim deri ceketini delercesine sarılırken korktuğumu hissetmiş gibi hızını düşürdü, afallayan parmaklarımı gevşetip son sürat yola devam eden arkadaşlarına baktım.

Dikkatimi çeken bir şey vardı. Bars'ın grupta ve çevresinde kimse okul kıyafeti giymiyordu. Sıraç'ta buna dahildi. Her ne kadar kendilerini siyah renge bürüyüp dolaşmasalarda koyu rengi tercih ettikleri belliydi.

Motor sevgisinin onlarda yarattığı bir tarz vardı. En başta yamalı ceketler, bağcıklı uzun postallar ve deri eldivenler. Aslında bu bir nevi Bars'ın simgesi haline dönüşmüştü.

Giderek tenhalaşan yolun devamında önümüzde ki motorlar ardı ardına yavaşlarken su deposunu görmemle geldiğimizi anladım. Etrafta bir çok insan vardı. Önceden geldiğimde ki düzen devam ediyordu. Sigara dumanlarını körükleyen nefeslerin sahibi bedenler, uğultulu kalabalık, dağınık şekilde park edilen motorlar, kahkaha atan kız sesleri...

İnsanların dikkatini çekmiş olacak ki hepsi bu tarafa baktı. Konuşmalarını yarım bırakıp uğultunun ağzını kısa süre olsada kaparlarken başlarını motorlarından inen bizlere çevirmişlerdi. Bars motoru Baha'nın yanında boğuk bir inlemeyle durdu, şimdi ise herkes çıkan kaskların ardında ki yüzleri merakla izliyordu.

Bars'ın kaskını çıkardığını görünce bir kaç kızın dudaklarından 'Urağan' soyadını okudum. Dalgın bir şekilde onları izlerken Bars'ın kafamda ki kaska tıklatmasıyla irkildim, elim yukarıya doğru yükseldi ve kaskı geriye doğru çıkardı, tokasız topuz yaptığım saçlarım esintinin verdiği güçle dalgalı bir şekilde omuzlarıma düşmüştü.

Kalabalığın arasından bir ıslık yükseldi.

Ve bir ıslık sesi daha.

O anda Baha'nın Bars'la gözgöze gelmesiyle Bars ağzının içinde sessiz bir küfür yuvarladı. Sırtını kalabalığa dönüp önüme etten duvarı örerken karmaşık bir şekilde yaptığını izleyen bakışlarımı aldırmayarak Baha'ya kafasıyla gitmelerini işaret etti.

"Bars." dedim endişeyle.

Islık sesleri susmuyordu.

"Neden üniforma giydin?" diye sitemle sordu, önümde durmaya devam ediyordu ve ara ara arkadaşlarının kalabalığa karışmasını izliyordu.

"Okulda üniforma giyildiği için olabilir mi?" diyerek dişlerim arasından tısladım. Baş ve işaret parmağının arasında ki oyuntuyla çenesini sıvazlayıp işaret parmağını aramıza indirdi.

"Beni deli etme Burslu güzeli."

Sen zaten delisin demeyi çok isterdim fakat sonrasında neler olacağını kestiremediğim için suratına aval aval bakmakla yetindim, bu tepkisiz halim onu daha da öfkelendiriyordu. Ciddi ciddi bunu düşünürken parmaklarının parmaklarımın arasına girip elimi kavramasıyla irkildim ve doğrudan okyanuslarına baktım.

"Laflarını sonraya sakla. Boş zamanında istediğin kadar saydırırsın tamam mı? Üzerime atlamana bile izin vereceğim fakat şuan da bana uyum sağlaman lazım."

Elimden tutarak çapraz yöne doğru yürümeye başladığında "Neden üzerine atlayacakmışım?" diye sordum.

Önümde olmasına rağmen dudaklarının kıvrıldığını görmüştüm.

"İstemez misin yoksa?" dedi, alay ederek.

Elimi çekmeye çalışınca sımsıkı tutarak motorların yanına varana kadar aynı gücü kullandı. Bu sefer canımı acıtmıyordu fakat o kadar sahiplenici tutuyordu ki bizi izleyenlerin sevgili olduğumuzu sanması muhtemeldi.

Bars daha önce pistte kullandığı kawasaki'ye yaklaşıp gidonu kavrayarak kontrol etti. Elimi bırakmasıyla gerginliğim az da olsa boya verirken bakışlarımı kimseyle gözgöze gelmemek adına kaçırıyordum. Ilgın Bars'ın beni buraya getirdiğini bilse katliam çıkarırdı. Piramit'e gidip orada olmadığımı görecekti. Cebimden telefonumu çıkarıp ekran kilidini açmamla önüme cevapsız arama şeritleri dizildi.

Ilgın ve Sıraç aramıştı.

"Beni de aramış."

Başımı kaldırmamla Baha'nın yanımda olduğunu gördüm.

"Eymen'i dövenler beni burada görünce gelecekler mi?" diye sordum.

Sesim buz gibiydi.

"Haber gitmiştir, az sonra buraya sızarlar." deyip kahveleriyle kalabalığı işaret etti.

"Etraf köstebek kaynıyor."

Başımı sessizce salladım.

Yarış motorlarının sahipleri yerlerini alırken Güney'in de hazırlandığını gördüm. Bars'ın tanımadığım diğer arkadaşları izleyici olan gençlerin arasına karışmıştı. Yarışı başlatacak olan kızıl saçlı kızın piste yaklaştıkça yüzü belirgin bir hal aldı. Gelen kişi Eymen'in takıldığı kız Elçin'di ve elinde saçlarından çıkardığı beyaz bandanası vardı.

Baha'nın kıpırdandığı fark ettiğimde peşinden gidecekken Bars'ın "Ayza." demesiyle ona döndüm, Baha da durmuştu.

"Bin."

"Anlamadım?" dedim, yanlış duyduğuma umut eden bir tınıyla.

"Çok zor bir kelime söylediğimi sanmıyorum. Hadi." dedi, ısrarla.

"Bars."

Baha'nın aramıza girmesiyle geriye bir adım attım.

"Bunun ne anlama geldiğini biliyorsun değil mi?" diye sordu.

Okyanus mavisi gözleri kısa bir an beni bulup arkadaşına döndü.

"Evet?"

"Peki. Ayza biliyor mu?" deyince yarışa başlamak üzere olduğumuzu bildiren düdüğün hemen ardından motorlar yırtıcı bir kaplan gibi hırlamaya başlamıştı.

"Bilmem gereken bir şey mi var?" dedim. Kulak tırmalayan seslerden dolayı yüzümü buruşturmak zorunda kalmıştım. Baha bütün bedeniyle bana döndü. Urağan gözlerini benden bir an olsun ayırmadan anahtarı çevirip o güçlü sese can verdiğinde Baha konuştu.

"Eğer Bars Urağan'la bu yarışa katılırsan, bizi tanıyan herkes ve buradakiler senin ona ait olduğunu varsayacak."

Duyduklarımla suratıma beton dökülmüş gibi donakalırken gözlerimi aramızdan çekilen Baha'dan alıp Bars'a çevirdim. Kaskını taktı ve ön camını kaldırdı, sol elinde ikinci bir kask daha vardı.

Geriye adım atmak için ayaklarıma komut vereceğim an düdük sesi kendini tekrarladı, hemen ardından Bars elini bana doğru uzatınca göz kapaklarım iki kat daha genişledi.

"Benimle gel, Burslu güzeli..."

-

Ve okuyucular öldü.

Sjsjsjns.

Yazdığım bölüm sonları için kendimi kınıyorum. Bu bölüm, İki bölüm uzunluğu taşıyor. Umarım kendimi az da olsa affettirebilmişimdir. Yeni bölüm için gelen yorumlar cidden yazmamı daha da körükledi. Vakit bulabilseydim gündüz atacaktım lakin gece yarısına kaldı.

Arkadaşlarıyla bölüm bekleyen o okuyuculara, mesaj atanlara, yorumda yb diye çıldıranlara selam olsun. Yazar yine bir son bıraktı.

Fakat asıl son ilk sahneydi. Enez'in gelmesini bekleyen okuyucular Enez'i nerde bulacaklarını öğrenmişlerdir.

Ilgın'ın bu sırrı açığa çıkarmamasını nasıl buluyorsunuz? Ya Baha'nın Ayza'ya olan önyargısının yıkılmasını?

Kaner'in kolyeyi kimden aldığına dair tahminleri olanlar?

-

NUR ERGÜL


Continue Reading

You'll Also Like

657 105 13
Freya o sabah normal bir şekilde uyanmıştı. Yine o korkunç adamla yüzleşecek, içinden annesine kızacak ve büyük bir öfkeyle okuluna gidecekti. Öyle d...
Kedi By Sinem

Teen Fiction

454K 20K 47
• 0566... : Kedin, kedimi sıkıştırmış. Meyra: Ne? 0566... : Kedin diyorum, kedimi köşeye sıkıştırmış. Meyra: Anlamadım? 0566... : Ya kızım, anlama...
488K 15.4K 25
(Cinsel içerikli sahneler, yaş farkı ve daddy isuess içermektedir.) Ölü çocukluklar yaşamaya devam eden ölü insanlar doğurur... Kapak @-necirvan a ai...
1M 49.1K 59
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...