♥Seni Sevebilir miyim?♥

By MihoSouth

24.7K 1.2K 361

-Benimle dalga mı geçiyorsun? Birini sevmek anormal birşey mi? derken yüz ifademin ne kadar ciddileştiğini fa... More

♥Seni Sevebilir miyim?♥
BAŞLANGIÇ-KISACA GEÇMİŞİM
BÖLÜM 1 Alaycı Sırıtış
BÖLÜM 2 Evine Gitmek Mi?
BÖLÜM 3 Kurban
BÖLÜM 4 70
BÖLÜM 5 Mesaj
BÖLÜM 6 Cherry Ve Oyuncak
BÖLÜM 7 Kendimde Olmadığım O An
BÖLÜM 8 Bir İddia Mı?
BÖLÜM 9 Pasta
BÖLÜM 10 Neyin var?
BÖLÜM 11 Teşekkür Ederim
BÖLÜM 12 Bir Kez Daha Dalga Konusu
BÖLÜM 13 O Anı Sana Yaşatabilirim
(ÖZEL) BÖLÜM 14 İlk Kez
BÖLÜM 15 Bir Sapık Daha?
BÖLÜM 16 İlgimi Çekiyorsun
BÖLÜM 17 Çift
(ÖZEL) BÖLÜM 18 Onu İstemek
BÖLÜM 20 Ateşinle Tutuşan Bir Kızım
BÖLÜM 21 Eyvah
BÖLÜM 22 Seni Sevebilir Miyim?

BÖLÜM 19 Hana Ve Yasak Aşkı

637 45 14
By MihoSouth

MULTIMEDIA'daki HANA <33 :)

Kendine gel artık Sun Hee! Ondan ayrılman gerek!

Sıcaklığını hissetmek çok farklı bir duyguydu. Ona sarılmak...

Tahmin edebiliyordum. Benden nefret ediyor olmalıydı. Onun iznini almadan ona sarıldığım için. Belki de tahmin edemeyeceği bir şeyi yaptığım için. Ama eğer gerçekten böyle düşünüyorsa da neden karşı gelmiyordu? Neden beni kendinden itip, bağırıp çağırmıyrodu?

Gerçekten sarılmaya mı ihtiyacı vardı?

Nane kokusu ve lavanta birbirine karışırken farkında olmadan ciğerlerimi sonuna kadar bu kokularla doldurdum. Neden bir bağımlı gibi sürekli olarak onun kokusunu içime çekmek istiyordum?

Kendimi ondan ayıramamışken cebimdeki telefon çalmaya başladı.

Minhyun'dan ayrılıp telefonuma baktığımda arayanın Hana olduğunu gördüm.

***

-Sun Hee!- dedi Hana hattın öbür ucundan. Telaşlı veya korkmuş gibi konuşmuştu.

-Ne oldu?- dedim telaşla.

-Yine aynı şey oluyor!-

-Ne oluyor?-

-Çabuk buraya gel! Hemen!-

Ardından da ben bir şey diyemeden telefonu kapadı.

Neler oluyordu? Yine aynı şey oluyor mu? Yoksa Hana'nın başı dertte olabilir miydi???

Minhyun'un soran gözleri ile karşılaştım.

-Benim hemen gitmem gerekiyor!- dedim hızlıca.

Ne tepki verdiğine bakmadan odadan çıktım ve meldivenlerden aşağı inmeye başladım.

-Nereye gidiyorsun?- dedi arkamdan. Sesi sert ve duygusuz olmuştu. Eski Minnhyun gibi...

Durdum.

Üzgünüm Minhyun. Sen bu haldeyken seni bıraktığım için...

Arkama dönmedim.Şu an ona bakmak istemiyordum.

-Ben...üzgünüm.- diye fısıldadım. Duyup duymadığından emin olmasam da samimi olduğumu bilmesini isterdim.

***

-Hana!- diye selendim.

Candy Cake fazlasıyla kalabalıktı. Bu saatlerde burada çalıştığım zamanlar geldi gözümün önüne. Tezgahta yığınla yıkanacak tabakların olduğu mutfak.. Pasta kokusu. Tatlı bir telaş içerisinde olan Hana ve diğerleri. Müşterilerin memnuniyetini yansıtan hoş gülümsemeleri...

-Buradayım!- 

Hana'nın sesiyle geçmişimden sıyrılıp yürümeye devam ettim. Boş bir masa bulup oturdum. Sonuçta Bayan In Jung'un beni mutfakta görmesi hiç de hoş olmazdı. Hem de ikinci kez.

Hana, elindeki tepsiyle buraya doğru geliyordu. Tepside de bir bardak portakal suyu.

...Onda tuhaflık vardı. Ters giden bir şeyler vardı.

Mesela:

1- Hana kesinlikle bakımlı bir kızdı. Ama iki dakikada bir saçını düzeltip, kıyafetinin orasını burasını çekiştiren biri değildi.

2 - Yürüken bacakları titremezdi. Elindeki tepsi de titremezdi.

3 - Yürüken sürekli olarak etrafına bakan biri değildi.

***

-Sorun nedir Hana? Telefonda sesin çok...tuhaftı.- dedim kaşlarımı çatarak.

Hana bir şey için sabırsız gibiydi. Ama ne için? Dirseklerini masaya dayayıp bana iyice yaklaştı ve benim de yaklaşmam için eliyle işaret etti.

Tavanda hayali bir konuşma balonu varmış gibi ve içinde de Hana'nın hayali görünüyormuş gibi gözlerini yukarıya dikti.

-Gerçek olamayacak kadar güzel.- dedi portakal suyunu önüme koyarken.

Sesi fazlasıyla yumuşak çıkmıştı.

En ufak bir fikre dahi sahip olmayan ben, ona bakarken devam etti:

-Böylesi tesadüf, tesadüf müdür ki?- 

-Anlamadım?-

-Bu tesadüften çok başlayacak olan kaderin başlangıcı.-

Ne? Onun kaderi zaten doğduğundan itibaren başlamış olmuyor muydu? Ah, neler saçmalıyordu bu Hana?

-Bak, ne dediğini anlamam için neyden bahsettiğini bilmem gerek. Neyden bahsettiğini bilmem için de olanları senin bana anlatman gerek.- dedim. İyice anlaması için tane tane konuşmuştum.

-Bu seferki diğerleri gibi değil ama.-

-Hana..?-

-Onu görmeliydin. O--

-Dur!- Biraz sesimi yükseltmiştim ama buna mecbur kalmıştım. Çünkü Hana'nın neden böyle davrandığını yavaş yavaş anlamaya başlıyordum. Ah, Lütfen düşündüğüm şey olmasın!

Derin bir nefes aldım ve portakal suyumdan içmeye başladım. Aynı anda Hana konuşuyordu.

-Arkanda, çapraz masada oturan çocuğu görüyor musun?- dedi fazlasıyla heyecanlı bir şekilde. 

Portakal suyu dolu bardağı elime aldım ve dudaklarımı pipetten çekmeden arkama dönüp etrafımı inceledim.

-Şu karamel rengi ceketli olan.- diye fısıldadı Hana.

Gözlerim karamel rengi ceketi ararken sonunda onu buldum.

Telefonuyla uğraşan biri... Çok tanıdık geliyordu. Nedense bana çok tanıdıktı. Kimdi bu?

Hafızamı zorlayarak çocuğa bakmayı sürdürdüm. 

Dilimin ucundaydı ama...

Hana bir büyünün etkisine kapılmışcasına bir şeyler mırıldanırken çocuk kafasını kaldırıp buraya baktı.

Bakmasıyla telaşla önüme dönüp, portakal suyunu ağzımdan püskürtmem bir oldu.

***

Sokakta paytak adımlarla ilerliyordum. Az önce olanlar... Hana'nın gönlünü almak hiç de kolay olmayacaktı.

Az Önce Olanlar:

...bakmasıyla telaşla önüme dönüp, portakal suyunu ağzımdan püskürtmem bir oldu.

-Sun Hee!!!-

Hana'nın yüzü kızarmış, gözleri bile dolmuştu. 

Üstü başı portakal suyu olmuştu. Benim yüzünden...

Masalardan birkaç kişi şaşkınlık ve rahatsızlık okunan yüzlerle bize bakarken o çocuk da buraya bakıyordu şimdi. 

Chun Hee. Minhhyun'un arkadaşı. 

Hana, fazlasıyla etkilendiği  çocuğun önünde böylesine rezil olmuşken bana gülümseyip sorun değil demesi saçma olurdu.

***

Telaşla ayağa kalktı ve masadaki peçeteyle yüzünü gelişi güzel silmeye başladı. 

-Hana, ben...özür-- 

Bana bakmadan msadan ayrıldı ve mutfağa doğru ilerledi. 

Sonra ne oldu dersiniz?

Mutfaktan gelen eli dolu Bae'ye(Candy Cake mutfak çalışanlarından biri) çarptı ve tepsiyle beraber yere düştü. 

Sanki Hana'nın yerinde ben varmışım gibi hissettim. Gözlerim doldu. Onun şu an hissettiklerinin aynısını ben de hissetmiştim önceden. Çok kısa bir süre önce...

Ona doğru koştum ve yanına çömelip elimi uzattım.

-Hana...-

Elimi titreyen elleriyle çekti ve mutfağa doğru koştu. 

Ama mutfak kapısından içeri girmeden önce gözleri çocukla buluştu. Çocuk ona bakıp gözlerini devirdi. Sonra alay edercesine sırıttı.

Çok ama çok tanıdık bir sahneydi bu...

***

Hava kararıyordu. Kaldırımda attığım her adım bana ölüm gibi geliyordu.

Hana için akan gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.

Onun gönlünü nasıl alacaktım? Ona kendimi nasıl affettirecektim? 

Ah, ne yapacağım ben şimdi? 

Orada, onun yanında durabilirdim. Beni affetmesi için sabaha kadar yalvarabilirdim. Ama bu hiçbir işe yaramazdı ki. Hana'yı iyi tanırdım. Eğer kalbi benim yüzünden kırıldıysa, bana gerçekten kızgınsa saatlerce ona yapışıp özür dilemek yerine doğru zamanı beklemek gerektiğini çok önceden öğrenmiştim ben. 

***

Evin önünde durdum. 

Minhyun'un evi.

Minhyun'un evde olmadığı zamanlar olduğu için evin yedek anahtarı bendeydi.

Otomatik kapıyı geçip elimdeki anahtarla evin kapısını açtım.

İçerisi kapkaranlıktı. Minhyun evde miydi acaba? Işık yanmadığına göre evde değildi sanırım.

Ayakkabılarımı çıkarıp kapıdan içeri girdim ve antrenin ışığını açtım.

Minhyun evde yoktu anlaşılan.

Meldivenlerden yukarı çıktım ve Minhyun'un odasının çaprazındaki odaya (kaldığım odaya) girdim. Artık bu odaya alışmaya başlıyordum. 

Kapıyı kapattım ve dolaba gelişi güzel yerleştirdiğim kıyafetlerden efofman takımı çıkartıp giydim. Telefonum ekranına son kez baktıktan sonra yatak örtüsünü açıp yatağa uzandım ve örtüyü boynuma kadar çektim.

Saat henüz sekizdi ve bu kadar erken uyumazdım. Uyuyamazdım. Ama uyumalıydım. Yarın erkenden kalkmalı ve bir plan yapmalıydım. Hana'ya olanları unutturmalıydım....

***

Aniden bir ses yüzünden uyandım.

Biri odama girmişti. 

Birkaç saniye hiç kımırdamadan gelen kişinin yatağıma doğru attığı adımları dinledim. 

Sonra yatağın kenarına oturdu. Sanırım uyanık olduğumu bilmiyordu. Minhyun muydu?

Düzensiz kalp atışlarımdan dolayı uyandığımı fark etmemesi için parmağımı bile kımıldatmadım. 

Şu an yatağımda oturuyordu.

Hiç beklemediğim bir anda boynumda sıcak bir nefes hissettim. Belli aralıklarla sıcak bir nefes tenimi yakıyor, titrememe neden oluyordu.

Evet, bu Minhyun'dan başkası değildi. Nane ve lavanta kokusu...Onun kokusu...

Gözlerimi sımsıkı yumup buradan bir an önce gitmesini diliyordum. Git buradan...

Ama o daha çok ürpermeme neden olarak arkama geçti ve ellerini vücudumda hissettim.

Tüm bedenim şiddetle ürpermeye ve titremeye devam ederken o, eliyle sırtımda daireler çiziyordu.

Uzun ince parmaklar...

Ağzımdan küçük bir inilti çıktı.  (Hemen yanlış anlamayın -.- )

Git buradan. Git.

Uzun ince parmakları sırtımda daireler çizmeyi bırakıp karnıma geçti.

Biraz gıdıklanıyordum ve arada huzursuzca kıpırdanıyordum ki artık uyanık olduğumu anlamış olmalıydı.

Elleri karnımdan yukarı çıkıp başka yerlere dokunacakken--

Uzun süredir tuttuğum nefesimin sonunda onu durduracak bir şey yaptım:

Yataktan kalktığım gibi çığlık atmaya başladım.

***

CHUN HEE'NİN AĞZINDAN:

Kaldırımda ilerliyordum. Bugün yoğundum. Önce babamın reklam ajansına uğramam gerekiyordu. Ardından da Minhyun'un yanına gitmeyi planlıyordum.

Açıkcası şu ufaklık işini gerçekten merak ediyordum. Sun Hee adlı kız Minhyun'un tipi değildi ve ayrıca çabuk incinecek bir yapıya sahip bir kıza benziyordu. Minhyun'un onunla oynaması ve onun kalbini kırması...gerçekten kız için işleri zorlaştıracaktı.

Kızı ona öneren bendim. Kızı bulan da bendim. Candy Cake'i arkadaşlarımdan çoğu kez duymuştum. Ayrıca oradaki çalışanları da...

Bir tanesi bir zamanlar Minhyun ile aynı yetimhaneyi paylaşan bir kızdı.

Sun Hee...

Küçükken Minhyun'u sevip de dalga konusu olan tatlı melez kız.

Minhyun'un da bunu öğrendiğinde dalga geçtiği küçük kız.

Dünya fazlasıyla küçüktü. Birgün tekrar karşılaşması imkansız olarak gördüğünüz birini görebilirdiniz.

Yada tekrar sevilmemesi gereken bir erkeği tekrar sevebilirdiniz.

Continue Reading