Köle

By ikiyazarbirkitap

16K 504 111

Yutkundum ve göz yaşlarımı sildim. Ne isteyecekti ki? "Adın ne?" "Bethany." dedim. Sesim titriyor... More

1
2
3
4
5
6
7
8
10
Final

9

790 37 10
By ikiyazarbirkitap

  Ellerini koyu ahşap masanın üstünde birleştirmiş, gözlerini kahve bardağından çıkan beyaz buharlara kenetlemişti. Beklediğim gibi çok düşünceli görünüyordu ki haklıydı da. Bu kimse için kolay olamayacağı gibi onun için de kolay verilecek bir karar değildi. Sonuçta karşısına Xavier gibi yıllanmış, güçlü bir vampiri ve onun yalaka yandaşlarını alacaktı. Dahası sadece kendisini değil, aynı zamanda sevdiklerini de tehlikeye atma durumu vardı. Kısacası bu iş fedakarlık durumu istiyordu ve ben de bunun farkında olduğum için onu- Isaac'i seçmiştim.

  Daha fazla dayanamadı ve baya sıkılmış bir şekilde nefesini dışarıya vererek başını elleri arasına aldı. Bense yalnızca ellerimi göğsümde kenetlemiş, cevabını pür dikkat bekliyordum. Bakışlarını bana çevirmesiyle koyu, cesur gözlerindeki korkak çocuğu görebilmiştim.

  ''Peki, yapacağım. Sen beni nasıl en zor günlerimde yalnız bırakmadıysan sıra bende şimdi. Ona kendimden iyi bakacağıma güvenebilirsin.'' dedi ve dudağının kenarını hafifçe kıvırdı. Dirseğini masaya dayıyarak elini bana uzatmasıyla gülümsedim. Elini sertçe sıktım ve bir süre öyle kaldıktan sonra gülümseyip devam etti. ''Merak etme gücünden bir şey kaybetmemişsin.'' Gitmek üzere ayaklandım ve sert, oymalı dış kapıya doğru ilerledim. ''Her gün onlarca barfix ve şınavı ninem çekmiyor. Tabiki birazcığı zaten doğuş...'' Isaac eliyle sus işareti yaptı. ''Egondan da bir şey kaybetmemişsin.'' deyip gözlerini devirdi. Kapıyı bana açtı ve eliyle beni dışarı buyur etti. Eşikte durup ona döndüm ve elimi tekrar uzattım.

  ''Şaka bir yana, cidden çok teşekkür ederim. Bunu bir gün geri ödeyeceğim.'' Elimi tekrar sıkıp vedalaştıktan sonra siyah Suzuki Jimny'me doğru tozlu patikada ilerledim. Belli belirsiz bir hışırtı duymamla arkama döndüm ama Isaac çoktan kapıyı kapatmıştı. Isaac'lerin evi şehir merkezine uzakta olduğundan çevresi biraz ıssızdı. Evin önü diğer evlerin aksine çiçeklerle donatılmamış, boyası çok iyi yapılmamıştı. Verandası da tozlu bir görünüme sahip olduğundan burası kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdi. Biraz tedirgin olsam da içimden vahşi bir hayvandır diyerek kendimi avutmaya çalıştım ve arabama atladım.

  Hava kararmaya başlamış, ayın silüeti bulutların arasından seçiliyordu. Düşüncesizce arabayı bir sağa bir sola saptırmaktan dengem şaşmıştı. Canım o eve gidip, o acımasız suratları görerek moralimin bozulmasını istemiyordu. Canım Beth'in yanına gitmek istiyordu ama hava kararmışken hele birde sürekli yanında olmamdan bu kadar gıcık oluyorken bu seçenek olanaksızdı. Bir yandan da onunla muhabbet etmekten zevk alıyordum. Değişik bir kişiliği olduğunu daha o an -Angie'ye bağırmaya cesaret ettiği an- anlamıştım. Diğerleri korkudan sinip, sevdiklerinin canını hemen satarken o, kanını gözünü kırpmadan feda etmişti. Mavi gözlerini, küçük kırmızı dudaklarını ve nadir gülüşleri aklımdan çıkmıyordu. Ama onunla gidebileceğimiz en uç nokta buydu. O ancak aklımda kalabilirdi. Pozisyonlarımız, hayattaki rollerimiz farklıydı. Ben, güçlü fakat aslında zavallı vampiri oynarken o, saf, önünde muhteşem bir hayatı olabilecek güzel bir genç kızı oynuyordu. Bu iki aktör birbirinden uzak durmalıydı. Ama ne derler bilirsiniz: Kurallar yıkılmak için vardır.

  Beynim bu fikirler arasında bir top gibi gidip gelirken ben, fark etmeden yolumu Beth'lerin evine yöneltmiştim. Jeep'imi uzak bir yerlere park ettikten sonra ağır adımlarla evlerine doğru ilerledim. Beth'in annesinin iyi bir bahçivan olduğu bahçelerinden anlaşılıyordu. Rengarek çiçeklerle özenle donatılmış bir bahçe, çiçeklere tam paralel, taştan bir patika. Tertemiz boyanmış çitlerle çevrelenmiş, ortama huzur katan viktoryan tarzı masa ve sandalyeler. Hepsi burayı bir cennet bahçesiymiş havasına katmıştı.

  Farklı çiçek kokuları arasından geçerek -son olaydan sonra kilitli olmasını beklediğim ama hala olmayan- dış kapının kulpunu sessizce çevirdip içeri girdim. Ev oldukça sessizdi ve yalnızca bir kaç süslü gece lambasıyla aydınlatılmıştı. Gıcırdayan parkeler işimi zorlaştırsa da adımlarıma dikkat ederek yukarı doğru çıkmaya çalıştım. Sonunda Beth'in odasının kapısının önünde olmamla kulpu yavaşça aşağı indirip kapıyı yatağını görebilecek kadar araladım ama orada değildi. Orada olmaması uyanıp beni evlerine gizlice girmiş halde yakalayamamasından dolayı rahatlatırken, başına bir şey gelmiş olma olasılığı ya da evin benim göremediğim farklı bir yerinden çıkıp arkamdan gece lambasıyla kafama vurabilme olasılığı da tedirgin ediyordu. Yine de odasına girdim ve kapıyı sessizce kapadım. 

  Evet, belki bir kızın odasını karıştırmak son derece yanlış olabilirdi ama uzun zamandır yaşayan biri olarak bazen yanlışların doğruyu elde ederken işe yaradığına şahit olmuştum. Elim önce çalışma masasına gitti. Çekmeceler, dolaplar... bulabildiğim tüm girinti çıkıntıları kontrol ettim. Sonra bir de kütüphanesi vardı ki kendinizi kaybetseniz bulamazdınız. Üst raflar türlü türlü albümlerle doluyken alt rafları incecik kitaptan çok kalın kitaplara kadar özenle sıralanmıştı. Sonra sayamayacağım kadar rengarek yastıklara gömülmüş, açık mavi yorganı olan ve baş ucunda da bir sürü poster olan yatağına uzandım. Yumuşaklığı ve Beth'in kokusu yorgunluğumu alırken yatağın altına bakmak neden aklıma gelmediğini düşünüyordum. Birden fırlayıp zaten yüksek olan yatağın altına girmemle kitaba benzeyen şeyi kapmam bir oldu. 

  Kahverengi deri kaplı ve üstünde de yatık el yazısıyla yazılmış William Hendriks yazısı deftere eski bir hava katmıştı. İçini açıp açmamakta tereddüt ediyordum. Beth'in odasını karıştırmak yetmezmiş gibi bir de babasının defterini alıp okumak bu sefer yanlış değil 'çok yanlış' geliyordu. Ben de içimdeki olağanüstü merakı bastırarak defteri geri yerine koyup evi aramaya başladım. Son olaylardan sonra annesinin uyumuş olması ama kızının evde olmaması tuhaftı doğrusu. Aşağı indim ve hızlıca evi terk etmeye hazırlanıyordum ki gözüm geçen Beth'in parfümünü aldığım komidindeki resimlere takıldı. Babasıyla, annesiyle ya da hep birlikte çekildikleri fotoğraflarda, hepsinde hiç görmediğim mutluluğunu görebiliyordum. Oturup daha da incelemek isterdim fakat Beth'i bulmam gerekiyordu.

  Onu saatledir arıyordum ama nerede olabileceği aklıma gelmiyordu. Her yere bakmıştım: Okula, annesinin çalıştığı hastaneye, eskiden babasının çalıştığı polis merkezine... Hiç bir yerde yoktu. İçimdeki korku artmaya devam ederken arabamla neredeyse tüm şehri dolaşmıştım. Artık şehrin çıkışındaydım ki burada sadece mezarlık vardı. Arabayı ani bir frenle durdurdum ve hemen dışarı çıkarak mezarlığa koşmaya başladım. Havanın baya kararması üzerine burası bir genç kız için oldukça ürkütücüydü. Uzaklardan gelen baykuş sesleri de hiç yardımcı olmuyordu. Eğer buradaysa cidden bu kızın cesaretliliği inanılmaz olurdu. 

  Yere uzanmış bir genç kız görmemle üzerinde William Hendriks yazan mezarı bulmam çok uzun sürmemişti. Bu Beth'ti ve babasının mezarının yanındaki boşluğa uzanmış bol yıldızlı gökyüzünü inceliyordu. Beni fark ettiği anda ayaklanarak kendine siper olacak bir şeyler aramaya çalıştı. Kafasını bir o yana bir bu yana çeviriyordu.

  ''Kimsin? Ne istiyorsun? A-aklından bana bir şey yapmak geçiyorsa bir daha düşünsen iyi edersin çünkü çok iyi t-taekwondo bilirim.'' Sesi çok titrek çıkmış hatta arada hıçkırmıştı. Belliki ağlamıştı ve oldukça korkmuştu. Bense içimdeki kahkahayı zor tutuyordum. Ne demişti? Taekwondo mu? Ona doğru yaklaştım ve çırpındığından dolayı zor da olsa omuzlarından tutmayı becermiştim. ''Beth sakin ol. Benim Nat-'' derken şeyime bir tekme atmasıyla olduğum yerde çömdüm.

***

  ''Aman Tanrım Nathan b-ben çok özür dilerim sen olduğunu anlamadım. Hava çok karanlıktı göremedim. G-gerçekten, gerçekten çok üzgünüm.'' Yerden kalkmasına yardım etmek için eğildim ve nazikçe omuzlarından tuttum ama o hala yerde cenin pozisyonundaydı. Evet aslında yalan söylemiştim- taekwondo falan bildiğim yoktu ama o anki ani harektimle istemeden canını yakmıştım. Elini havaya kaldırıp 'tamam bir şeyim yok' der gibi yapsa da önce inanmamıştım. Ama hemen sonra kalkıp bana hiç bir şey olmamış gibi sırıtmasıyla şokumu gizleyememiştim. Daha bir dakika bile olmamıştı ve acının geçmesi imkansızdı. 

  ''Bana öyle bakmayı keser misin Beth? Merak etme bir şey olmaz. Bu da böyle bir vampir avantajlığı işte.'' dedi ve dişlerini açarak sırıttı. Ona hala gözlerim hayalet görmüş gibi açık baktığımdan olsa gerek suratını tuhaf şekillere sokup benimle dalga geçmeye başladı. Önce dudaklarını büzdü, sonra da gözlerini şaşı yaptı. Sonra da burnumu sıkmasıyla elini ittirdim. Mezarlıkta yalnız olmamız çok güvenli gelmiyordu. Ağladığımı anlamaması için yanaklarımı iyice silmeye çalıştım ama ellerimi suratımdan zorla uzaklaştırdı. ''Benden utanmana gerek yok. İstediğin kadar ağlayabilirsin. Baba acısını bilirim.'' Bu kadar anlayışlı olmasını sinir bozucuydu. Daha yeni tanışmıştık ve bana bu kadar iyi davranması... değişikti. Nefesini hissedebilecek kadar yakınlaşmış ve bana sarılmıştı. Çok içten bir sarılmaydı bu. Bir an babamı hisseder gibi oldum ve kendimi daha fazla tutamayarak ağlamaya başladım. Bir süre sonra hıçkırıyordum.

  ''N-nathan çok ac-cıyacak mı?'' Sorum üzerine benden uzaklaştı ve omuzlarımdan tuttu. Bakışları oldukça ciddi görünüyordu. ''Bunu sormayı bırakmalısın çünkü senden bırak kan emmeyi sana dokunamayacaklar bile. Sana hikayemin devamını anlatmamı ister misin?'' diyerek tekrar gülümsedi. Beynimin bir tarafı 'Şuan bir vampirle mezarlıktasın. Tehlikedesin ve acilen buradan uzaklaşman gerekiyor. Bir vampirle arkadaşlık kuramassın! Onlar senin babanı öldürdüler!' derken diğer tarafı onunla kalmamı söylüyordu. Aslında bu beynimin meraklı kısmıydı. Nathan'ın hikayesini merak eden kısım. ''Peki.'' Nerede kaldığını hatırlamaya çalışırmış gibisinden dudaklarını büktü devam etti.

  ''Evet, babam bana çadıra bakmamı kendisinin de dışarı bakacağını söyledikten sonra ayrıldı. Ben olduğum yerde kıpırdayamadan minderdeki kadının kopmuş uzuvlarına bakıyordum. Bu çok iğrençti... çok vahşice. Dışarıdan gelen bir çığlıkla daha kendime gelebilmiştim. Hızlıca dışarı çıktım herkesi bir şeyin başına toplanmış halde buldum. 'Neler oluyor?' diye bağırsam da kimse beni takmamıştı. 'Açılın, çekilin ben de bakacağım!' diye iyice sesimi yükselterek onları ittirdim. Ve işte babam oradaydı. Daha doğrusu kafası oradaydı. Bedeninin geri kal-'' Daha fazla dayanamadım ve onu ittirerek son hızla koşmaya başladım. Sert rüzgar ben koşarken gözlerimi acıtıyor ve saçlarımı iyice savuruyordu. Göremediğimden dolayı sürekli bir mezara çarpıyordum. Yaptığım şey hoş değildi ama korkmuştum. Nathan'ın da bana zarar vermesinden korkmuştum. Özellikle aniden önüme çıkmasıyla kalbim duracaktı.

  ''Benden korkma, bana güven Beth.''

Continue Reading