8

1K 46 21
                                    

''This is what makes us girls

We all look for heaven and we put our love first

Somethin' that we'd die for, it's our curse

Don't cry about it, don't cry about it

This is what makes us girls

We don't stick together 'cause we put our love first

Don't cry about him, don't cry about him

It's all gonna happen...''

Nathan bir şey söyleyene kadar radyodan gelen şarkıyla dışarıda harika bir şekilde yağan yağmura dalmıştım.

"Hey, Beth. Sen de Lana'nın dediği gibi önce aşkını mı ortaya koyarsın?" Ne diyor bu çocuk diye düşünerek kafamı pencereden ona çevirdim ve baygın bir bakış atarak,

"Hayır. Dediği gibi yalnızca cenneti ararım.'' dedim.

Aşk denen şeyi asla elde edememişken nasıl ortaya koyabilirdim ki?

Hayır, istiyorum değil. İnsanların kalbini esir alıp tüm mutluluğunu emmekten başka bir şey yapmıyordu.

Tıpkı bir vampir gibi ama Nathan gibi değil...

Nathan arabasıyla bizim evin önüne geldikten sonra beni okula götürmek için zorlamıştı. Hayatım artık sürekli birilerinin beni bir şeylere zorlamasıyla mı geçecekti?

Hem bu çocuk beni kontrol etmekten çok bir arkadaşıymışım gibi davranıyordu ve ben buna alışık değildim.

Okula girdiğimizde herkesin bakışının üzerimizde olacağını bildiğim için Nathan'ın arkasından gelmeye çalıştım çünkü o... yakışıklıydı (?) ve bilirsiniz işte bu kızlar -ya da erkekler- ona karşı her fırsatı gözlerlerdi.

Üstelik te bir çift gibi bulutlu t-shirtler giyinmiştik. Bu kadar olayın üstüne bir de kendime düşman edinmek istemiyordum fakat malesef planımda başarılı olamamıştım.

Nathan arkadan geldiğimi görünce arkama geçti ve omuzlarımdan beni itekleye başladı.

''Çok korkaksın.'' dedi. İlk defa bunu birinden duyuyordum çünkü genelde bana cesur olduğum söylenirdi. Demek ki düşündüğüm kadar babamın kızı değilmişim ya da bu dünya'yı tam anlamıyla düşünememiş ve vampirlerin olduğunu görememiştim.

Bahçenin bu kadar büyük olmasına ve bu kadar çok merdiven olmasına lanet ederek ve kızararak sonunda sınıfa girmiştim.

Sınıfa Nathan'la girdiğimi gören James'in gözleri öfke ve kıskançlıkla parlamıştı.

Ona korkuyla baktığımı 'hisseden' Nathan da elimi tuttu.

Bu sefer kafamı şaşkınla Nathan'a çevirdim ve daha da kızararak elimi çekmeye çalıştım ama o aksine daha çok sıktı.

Benim iyice kötü olduğumu gören Peyton geldi ve,

''Lütfen elini bırakır mısın? Kendini iyi hissetmediğini görmüyor musun?'' diyerek ona kaşlarını çattı. Nathan da elimi bıraktı ve özür diledi.

Dersten sonra Peyton'la lavaboya gittik ve o tuvalete girdi.

Birden kapıyı James açınca yerimden sıçradım.

Tam bağıracaktım ki eliyle ağızımı kapattı ve beni okulun kalorifer dairesine götürdü.

Zaten karanlıktı ve beni bir köşeye sıkıştırınca iyice korkmuştum.

Bana o kadar yaklaşmıştı ki nefesini ağzımda hissedebiliyordum. Onu iteklemeye çalıştım ama çabalarım fayda etmedi.

''Ne oldu prenses? Nathan seni itekleyerek bir yerlere götürürken sorun olmuyor da ben seni getirmişim çok mu? Nasıl olsa samimi sayılırız değil mi?'' dedi ve boynumu sertçe öpmeye başladı.

Canımın acıdığını fark etmeden çıkardığım inlemelerden anlamıştım. Canım gerçekten çok acıyordu. O anda aklıma gelen tek bir şey vardı: Neredesin Nathan?

Gözleri morarmış, burnundan kanlar fışkırmış ve dudağı parçalanmış James'e dehşetle bakıyordum.

Sonra Nathan'ın yanına gidip kafasından tutarak saçlarımı koklamasına izin verdim. Eğer bunu yapmasaydım James' bırakın orada can çekişmesini kendinde çekecek can bulamazdı.

Ders başlamıştı. Bu arada yanımda oturan kızı Nathan'ın kendi sırasına yollayıp yanıma yerleştiğini söylememe gerek yok sanırım. Kulağıma eğilip fısıldadı. "O piç canını çok yaktı mı?" Cevap veremedim.

Nerdeyse onu ilk tanıdığım yemin olayından sonra ilk defa bu kadar ciddi ve kızgın görüyordum.

"O pis kanına daha fazla dayanabilseydim. Onu gebertene kadar döverdim " dedi. Resmen burnundan solumak lafının canlı kanıtıydı şuan.

James tabiki derste değildi. Ne halde olduğunu merak bile etmiyordum. Umrumda değildi. Canımı çok acıtmıştı. Nathan'a dönüp,

"Dolunayda yani yarın canım daha çok acıyacak mı?" Nathan sorduğum bu soru karşısında resmen şok olmuştu.

"Şe-şey bilmiyorum. " Gerçekten çok üzgün görünüyordu bana mı üzülmüştü. Canım gerçekten çok mu acıyacaktı?

"İyi misin? Kötü gözüküyorsun" dedim.

Sadece bana dikkatle bakmaya devam etti. Üstelik tüm ders boyunca... Ders sona erdiğinde,

"Seni almaya akşam gelirim. İşlerim var" dedi.

İşlerinin ne olduğunu sormaya karar verdiğimde o çoktan uzaklaşmıştı.

NATHAN'DAN...

Bu soruyu bana sormasını beklemiyordum. Kendime bile sormaya korktuğum bu soruyu bana hiç beklemediğim bir anda soruvermişti.

Ondan daha çok korkuyordum. Canının acıdığını düşünmek bile...

Arabamı evimizin otoparkına park ettikten sonra hızlı adımlarla eve girdim. Xavier'in evde olmasını umuyordum evde olmasa bile onu bulmalıydım.

Nerden tahmin edebilirdim ki babasını gözlerim önünde kaybettiğim sonra da yemin ettirdiğimiz kızdan hoşlanabileceğimi...

Xavier tahmin ettiğim gibi çalışma odasındaydı.

"Ne oldu, kız bir saçmalık yapmadı değil mi?"

"Hayır buraya dolunay hakkında konuşmaya geldim." Şaşırmıştı

"Ne konuşacakmışız?" dedi bezgin bir tonla.

"Yemini bozmanın bir yolu olup olmadığını."

Çığlığı andıran tiz bir kahkaha attı.

"Ne oldu Nathan? Seni onun başına koydukta aşık mı oldun yoksa? "

"Bu seni ilgilendirmez bana sorumun cevabını çabuk söyle! " dedim. Sakin kalmaya çalışıyordum ama onun o rahat tavırlarını gördükçe sinirlerimi bozuyordu...

"Bildiğim bir yolu yok. Üstelik bilseydim de sana söylemezdim. Sen insan kanı içmiyor olabilirsin ama ben elimdeki hazır kanı bu kadar kolay vermem." Üzerine atlama isteğimle resmen boğuşuyordum. Sinirle arabama doğru ilerledim.

Bana yardım edebilecek birini bulmalıydım ... Aklıma bana gerçek anlamdan yardım edebilecek tek dostum geldi...

Isaac...

KöleWhere stories live. Discover now