10

703 30 2
                                    

10. Bölüm

Nasıl güvenenilirdim ki? Bu soruyu yaklaşık bir haftadır kendime soruyordum ama bir cevabı yoktu. Eğer babam da gittiyse kime güvenebilirdim? Annem haricinde kimsem yoktu ama kalbimin bir yanı da bu çocuğa güvenmemi istiyordu. Sanırım.

Nathan'ın kolumu tutan elinden silkinip kurtuldum. Gözlerimin içine bakıp "Benden korkma, bana güven." dedi tekrar. Yakın arkadaş olabilirdik aslında, tabi ailesi babamı öldürmeseydi. Ayrıca ısrarla gözümün içine bakması, bu karanlıkta beni daha da korkutmuyor değildi.

"Seni evine bırakmamı ister misin?" demesiyle tekrar düşündüm.
Bu sefer -her seferinde olduğu gibi- ona güvenmekten başka çarem yoktu. Gecenin bir saati, özellikle de karanlık bir mezarda tek başıma durmanın iyi bir yanını göremiyordum.
Ben de kabul ettim ve arabaya doğru ilerledik. Girmemizle klimayı açması bir oldu ve bana bakıp gülümsedi. "Üşütmeni istemeyiz."

Eve geldiğimizde tüm ışıkların kapalı olmasından annemin hala uyuduğunu anlamıştım ve rahatlamıştım. Ben, hızlıca arabadan çıkıp eve giderken Nathan arkamdan geliyordu.
Kapı eşiğinde durdum ve "Güle güle." deyip onu içeri davet etmeden dinlenmem gerektiğini söylemiş, kapıyı yüzüne kapatmıştım. Biliyordum, dengesizdim ama babamın mezar ziyareti zihnimi açmıştı.

Sabah olduğunda tüm gece delikli bir uykunun ardından hala bu gecenin nasıl olacağını düşünüyordum.
Belki sadece kan vermek gibiydi, belki de beni öldüreceklerdi. Tek umudumun Nathan'a güvenmek olduğunu anlayınca sıkıntıyla iç geçirdim. Ne yapacaktım ben?

Annemi uyandırmak için odasına gittim. Muhtemelen hastanedeki işi oldukça yorucu olduğundan bir ölü gibi uyumuştu ve ne kadar dürtsem de uyanmıyordu. Sonunda birkaç damla suyla uyandığında günaydın deyip boynuna sarıldım.
Sonuçta bu gece sonunda sağ kalıp kalmayacağımdan bile emin olamazdım. "Dolunay gecesine hazır mısınız bakalım?" Hala nasıl böyle espriler yaptığımı ben de bilmiyordum ama yapıyordum işte. Dengesizlik iki.

Zavallı kadının sabah sabah birden yüzü düşmüştü. "Bir şey olmayacak emin ol. Beni öldürmek isteselerdi o gece de yapabilirlerdi." deyince, zorla da olsa beni güçlendirmek istercesine gülümsedi. Ben de umutsuz bir gülücük atıp kamyonu alacağımı söyledim ve kapıya doğru yürüdüm.

Mutfak tezgahından anahtarlarımı aldıktan sonra tam arabama binecekken korna sesi beni geldiği tarafa yöneltti. Nathan arabasına gelmemi bekliyordu. Bu durum beni şaşırtmamaya başlıyordu artık ve bunun iyi mi ya da kötü bir şey mi olduğunu kestiremiyordum. Arabadan indi ve sanki bugün ölme riskim yokmuş gibi mutluluk saçarak yaklaştı. "Bugün sizi ben götürebilir miyim sayın Köle?"

"Aman ne komik." dedim dişlerimi sıkarak. Arabasına hiç diretmeden bindim çünkü artık onun kazanacağını biliyordum. Okula giderken de arabada hiç bir şey konuşmamıştık. Sonunda bu sıkıcı ortamdan kurtulduğumu düşünürken pişmiş kelle gibi bana sırıtan surat sayesinde kurtulamadığımı fark ettim. Bay James Pskopat. Onu her gördüğümdeki iç geçirmemi yaptım: Kesinlikle daha güzel bir gün olamazdı. (!)

Arabadan indiğimde James bana doğru gelmeye başladı. Arkamı dönüp kaçacakken sert bir bedene çarptım ve çarptığım beden birden koluma girdi. Bedenin Nathan'a ait olduğunu anlayınca kolundan çıkmak için tepinmeye başladım fakat vücudu o kadar sertti ki bu ona gıdıklanma gibi gelmiş olabilirdi. Kulağıma doğru yaklaştı ve fısıldadı.

"Eğer James malından kurtulmak istiyorsan kolumda kalsan iyi olur. Aslında çıksan da seni rahatsız edemeyecek çünkü birazdan ağzını burnunu dağıtacağım." diyerek az önceki mutluların aksine Bay Pskopat'a ölümcül bakışlar atıyordu. Ben de kolunda kalmanın herkes için en güvenlisi olduğunu düşünerek kıpırdamamaya karar verdim ve öyle olmuştu da. Nathan'ın bakışları James'in birden morararmasını sağlamıştı ve tam ağzını açacakken dönüp uzaklaşmaya başladı. Sonra Nathan bana dönüp havalı bir şekilde "Sana demiştim." bakışı attıktan sonra nihayet sınıfa yürümeye başlamıştık. Her şeyden önce bu çocuğun bakışları beni öldürecekti galiba.

KöleWhere stories live. Discover now