RÜZGAR'ın BESTE'si / Y.S.S. I...

By EdSah11

575K 36.8K 1.7K

Bir sonbahar klasiği... Bir Eylül senfonisi... Geçmişi silinen bir adam. Kendi geçmişini silen bir kadın. Rü... More

TANITIM
ÖNEMLİ NOT: 'RÜZGAR'IN BESTE'Sİ***
* 1.BÖLÜM - GEÇMİŞE DÖNÜK *
2.BÖLÜM - SEVGİLİ Mİ ARKADAŞ MI?
3.BÖLÜM - SAKLAMBAÇ
4.BÖLÜM - YAKIŞIKLI ÖKÜZ İLE PERİ KIZI
5. BÖLÜM - BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM KADIN, SENİN NE HADDİNE KUTLAMAK
6. BÖLÜM - ADIN AŞK OLSUN SOYADIN BEN...
7. BÖLÜM - ACI VE KAYIP
8. BÖLÜM - ARTIK BAŞLAYALIM MI?
9 BÖLÜM - BEKLENMİYORDUN PERİ KIZI
10.BÖLÜM - HER ŞEY UNUTULUR, AŞK ASLA!
11. BÖLÜM - VEDA BUSESİ
12. BÖLÜM - HER AYRILIK BİR HÜZÜN BIRAKIR ARDINDA
13.BÖLÜM - YENİDEN SEVDİR KENDİNİ
14. BÖLÜM - HADİ YENİ BAŞTAN BAŞLIYORUZ
15. BÖLÜM - SEVGİ HER ZORLU KAPININ ANAHTARIDIR
16. BÖLÜM - GÖZDEKİ ANLAMDA GİZLİDİR SEVGİ TOHUMLARI
17. BÖLÜM -HERKESİN HAYATTA BİR YANLIŞI VARDIR, BENİM Kİ DE SENSİZLİK
18.BÖLÜM - ŞİMDİ MUTLULUĞA İSİMLERİMİZİ YAZMA VAKTİ
19. BÖLÜM - MASALSI DEĞİL DESTANSI OLMALI AŞK
20. BÖLÜM - DOST KAZIĞI
22. BÖLÜM - "SEVGİNDEN ALIYORUM GÜCÜMÜ
23. BÖLÜM - SENİ ÇOK SEVİYORUM, ANLA DA SUS!
24. BÖLÜM - GERÇEKLER...
25. BÖLÜM - YENİDEN SEV
26. BÖLÜM - İKİ YÜREK
27. BÖLÜM - AFFETMEK BAZEN AHMAKLIKTIR
28.BÖLÜM - ÖZLEDİM BİLE DİYEMİYORUM
29. BÖLÜM - GÜLÜMSE, ÖPÜYORUM / FİNAL
SİZLERE
YENİ SERİ TANITIMI
YENİ YIL MESAJI
KADINLAR GÜNÜ
DUYURU!
BÖLÜMLERLE İLGİLİ ÖNEMLİİİİ ***

21. BÖLÜM - YILLAR BİZE "BİZİ" GERİ VERECEK Mİ?

16.2K 1.2K 72
By EdSah11

Zaman şu yarama ilaç olabilecek mi?
Ben yüreğine versem o zamanı,
Yüreğin o gelecek günlerde beni sevecek mi?
Hadi yıllar geçer de sen gelmezsen,
O yıllar bize o günlerimizi geri verecek mi?

-*-

Saat geç olmuştu ve Eyşan Yağız’ın gelmeyeceğini düşünüp elindeki kupayı sinirle tezgaha bırakıp kahve makinesi kapattı, “Bir sürü de elektrik harcadı kahve makinesi senin yüzünden, öde de faturasını gör gününü, oh olsun sana!” bu kaçıncı kahvesiydi acaba, inşallah uyuyabilirdi bu gece. Hayır sorun kahvenin uykusunu kaçırması değildi kesinlikle, “İşin yoksa bütün gece işe dur Eyşan hanım, sana da oh olsun!” diye homurdanarak odasına gitti ve poşetleri tek tek boşaltıp, elbiseleri askılara yerleştirdi. Bir yandan da hala saydırıyor, adama olan öfkesi patlamalar yaşıyordu.

“Hayır, sen kimsin ben sana aldım onca şeyi, bir de salak gibi giyindim şunları.” Sinirle üzerindeki elbiseyi çıkarıp, atleti ve alt iç çamaşırının üstüne pembe sevimli geceliğini giydi. “Aptal Eyşan aptal! Süslendin o salak, aptal adam için, bak ne oldu? Sen aptal durumuna düştün. Bütün gün havaya soktular soktular seni, böyle adam seni takmaz bir yerlerine, kalırsın mal gibi!-”
O sırada eline aldığı poşetin içindekilerle önce sözleri bıçak gibi kesildi ve gözleri büyüdü. Kızlar bunları ne ara almışlardı. Almayı geçti, ne ara çantalarına tıkmışlardı. “Allah sizi kahretmesin!” diye inlerken eline aldı ve havaya kaldırdı. Siyah ve içinde gizliliğe yer veremeyecek kadar şeffaf bir gecelik ve sırası ile lacivertten. Mora, kırmızıdan, beyaza rengarenk çeşit çeşit gecelikler, iç çamaşırlar ve bir not:

“Azıcık kadın ol ve Yağız’a dünyanın kaç bucak ve cennetin nerede, oraya nasıl gidildiğini göster kızım. Sana güveniyoruz. Sen bizim askerimizsin, hadi güzelim, göster kendini!
-Bir kaç İyi Kadın :)“

İçinden ‘Bak hala gaza getirmeye çalışıyorlar,’ dese de okuduğu not onu güldürmüş ve ufak bir kahkaha atmıştı. Elindeki poşeti en alt çekmeceye koyduğu an, odasının kapısı açıldı.
Yağız’la yüzyüze gelen kız içinden ‘tam zamanında’ diye söylenip, derin bir nefes aldı. Ya bir dakika önce geleydi ve elinde o iç kışkırtıcı şeyle onu basaydı. Ne utanç verici olurdu. Dahası o notu görseydi. Yerin dibine girerdi her halde. Gerçi üstü de çok müsait değildi.

“Kahkaha sesini duyunca uyumadığını düşündüm. Girebilir miyim?”
Yandaki sabahlığını alıp üzerine geçirdi, “Tabi. Şey aldıklarımı yerleştiriyordum. Gir...”
“Hayırlı olsun!” derken sesi az öfkeli çıkmıştı. Hayır o videodan sonra çok ama çok öfkelenmişti. Evinde uslu uslu oturan kızı yoldan çıkaracaklardı. Onu da zıvanadan!!!
“Kızlar sana acımamamı söylediler ama galiba biraz abarttık,” dedi kıkırdayarak. “Kusura bakma!”

“Önemli değil. Bu konuda istediğin kadar abartabilirsin.” -Tabi onlar benim kontrolümden geçtikten sonra giyinilecek Eyşan hanım.
Etrafına bakındı, “Teşekkür ederim. Çok güzel şeyler aldık.”
“Göreceğiz o güzel şeyleri,” kafasını kaşıdı, “Şey... Ben demin... Kapının önünden geçerken duydum da... Neden gülüyordun?” buna da çok fena kafası takılmıştı. Bu aralar bu kadınla ilgili her şeyi kafasına fazla takıyordu zaten. Hayır, telefonda biriyle mi konuşuyordu diye düşündü önce ve bu saatte kiminle konuşup, gülüyor düşüncesi delirtmişti onu, o yüzden kapıyı çalmadan aniden girdi. Ama elinde telefon yoktu. Dahası telefon yatağının oradaydı. İyi de neye gülüyordu? Ayrıca eve neden geldiğine dair bir bahane de bulamamıştı. Şimdi kız sorsa ne diyecekti, bilmiyordu...

“Şey hiç, aldığım bir elbiseyi yerleştiriyordum da onu alırken kızlarla yaşadığım bir olay geldi aklıma ona güldüm,” dedi Eyşan inanmasını umarak. Azıcık kekelemiş miydi? Allah kahretsin!
“Öyle mi? Evet gördük kocalar olarak videonuzu, çok eğlenmişsiniz belli!” diye sinirle söylendi.
Eyşan onun ‘kocalar olarak’ kelimesine takılı kalmıştı. Neyseki kendisini artık kızın kocası olarak görüyordu. Bir de o azıcık kıskanmış mıydı onu? “Şey... Kızlar müzik açınca...”
“Neyse, tamam. Sorun değil, ben aldım oradaki mesajı Beste hanımdan, ona sms olarak atacağım cevabı. Minik cadı!”
Eyşan o anda kızların kafede dediklerini düşündü,

“Kıskandıracaksın onu ki gözünü sana çevirsin, senin küçücük bir kız olduğunu değil, beğenilen genç bir kadın olduğunu anlasın.”
“Canına oku, yaklaştır ama dokundurtma! Gebersin senin aşkından!”
“Delirt, arzudan gözü dönsün. Arzulu bir erkek, duygularını çok çabuk belli eder.”
“Kışkırt, evde rahat elbiseler giy, seni görsün, baksın ama dokunamamak onu çıldırtsın.”
“Baştan çıkar, çikolata, dondurma en dayanılmaz silahtır.” -Yok daha neler! Yavaş Eyşan yavaş! Uyma sen bu kadınlara. Bu kızların hepsi deli manyağın önde gideniydi. Sen uslu kızsın.

“Of!” diye nefesini bırakınca, adam bakışlarını ona çevirdi.
“Bir şey mi oldu?” dedi merakla. Neden şimdi oflamıştı. Ondan mı sıkılmıştı? Sıkılırsa da alışacaktı bu evdeki varlığına. Allah Allah!
“Sıcak!” diye bağırdı. “Şey yani soğuk!”
Yağız kaşlarını çattı, “Anlamadım Eyşan?”
“Ev sıcak ya, şey mi yapsak? Dondurma var yiyelim mi?” Dudaklarını büzdü, “Ya da kahve içelim ister misin?” dedi gülümseyerek. Evet evet kahve, çok iyi bir başlangıçtı. Masumdu ve sohbeti boldu.

Adam ufak bir kahkaha attı, “Dondurma ve kahve çok alakalı gerçekten. Beste ile gezdiğin çok belli. O da şirkette bugün çilekli pastanın yanında şalgam içti. Ama o hamile, sen henüz hamile değilsin hatırlatayım.”
Eyşan yutkundu, “Henüz mü?” dedi kendini tutamayarak.
Yağız da kurduğu cümlenin abesliği ile hemen konuyu dağıttı, “Tamam ya, olabilir. Kahve ya da dondurma, yani sen hangisini istiyorsan ben uyarım,” diye geveledi umursamaz görünmeye çalıştığı bir sesle ve odadan çıktı.

Eyşan elini kolunu nereye koyacağını bilemedi ve o da arkasından çıktı odadan. İkisi birlikte mutfağa geçtiler. Eyşan dondurmayı es geçip kahve yapmaya yeltendi. Dondurma cıs, dedi içinden. Olmaz yani! Yeniden kahve makinesine kahve ekleyip, çalıştırdı.
“Ee anlat bakalım nasıl geçti günün? Açıkçası Beste bana alışverişe gideceğini söyleyince inanamadım.”
“Güzeldi. Kızlarla harika vakit geçirdim. Çok iyiler. Sen neden şaşırdın ayrıca?”
“Bilmem. Pek tarzın değil. Ama sevindim açıkçası. Yani onlarla samimi olmana sevindim.” Önündeki bardaklarla oynarken, “Ee neler aldığını gösterecek misin?” diye sorup gülümsedi, “Hem belki ben izin vermeyeceğim giyinmene, ben azıcık kıskanç bir adamım. Yani böyle mini mini, açık saçık şeylerden çok da hoşlanmam,” dedi ona biraz yaklaşarak.

Adamın ses tonu ve söylediği şeyle duraklayan kız, sırtının adama dönük olmasına şükrederek devam etti işine.
Kız cevap vermeyince Yağız devam etti, “Sonuçta okula gidip geliyorsun. Evet alyansın var, ama maalesef alyansla saklayamayacağımız bir güzelliğin de var. Değil mi? Yani eminim sende bunları, bu evliliği düşünerek yapmışsındır alışverişini diye düşünüyorum. O delilerin deli bozuk zevkleri çok da sana uymuyor zaten, tarzın değil-” diye bir şeyleri açıklayan adamla kız derin nefes aldı ve yaptığı kahvelerin birini adamın önüne, diğerini de kendi avuçlarının arasına alıp, sıktı. Adama delici bakışlarını yollayıp konuşmaya başladı.

“Yoo, zevkleri çok da hoşuma gitti. Tarzımı, kişiliğimi buldum resmen.” Kahvesinden bir yudum alıp devam etti, “Ayrıca,” güldü, “Sahte bir evlilikte kıskançlığın da sahiplenmenin de saçma olduğunu düşünüyorum. Sonuçta sen özgürce geziyorsun, kimle nerede olduğunu bile bilmiyorum. O yüzden çok da seni düşünerek ya da bu evlilik bile denmeyen ilişkiyi düşünerek yapmadım alışverişimi.” -işte bu kızım. Sen busun! Aferin!

“Ne demek bu? Ne sahtesi ya? Bizim mi evliliğimiz sahte?” diye inanamıyormuş gibi sordu.
“Bak geldiğimden beri seni anlamaya çalışıyorum. Bu eve gelmemeni, özgürmüşsün gibi davranmanı... Hepsini anlıyorum ve inan ben de şu an şu durumdan memnun değilim. Yani kimse böyle bir evlilik hayal etmez. Sevmediği, sevilmediği bir adamla evli kalmak istemez,” dedi ve derin nefes alarak, gerçek duygularını açtı adama. “Ama ne var biliyor musun Yağız, sen beni değil sevmeyi, tanımayı bile denemedin. Ben ise seni tanımaya, hatta sevmeye hazırdım. Yapabilirdim. En nihayetinde bir hayat geçireceğiz, dedim hep kendime. Ama bu hayatta sen dilediğin kişilerle gününü gün ederken-“ adam tam konuşacakken onu susturdu, “Yapmıyorum, diyeceksin. Ama bu yapmayacağın anlamına gelmiyor. Sen dilediğin hayatı yaşarken benim burada bir ömür tek başıma yaşayacağım bir hayatı kabul etmemi, senin kısıtlamalarına boyun eğmemi bekleme. Eğer dilersen boşanırım, istediğin an istediğin vakitte. Kimseye söylemeyiz. Ama yok boşanmam diyorsan, bir şekilde bu hayatta birlikte yürümeyi öğrenmeliyiz.”

Sessizce adamın tepkilerine baktı. Gözlerinden ne düşündüğünü anlamak imkansızdı.
Sonra adam kahvesinden büyük bir yudum aldı. “Ben kimseyle günümü gün etmiyorum Eyşan bu bir, ikincisi...” kıza yaklaştı, “Bu evde beni isteyip istemediğini bile bilmiyorum, o yüzden gelmek istesem de kendimi tutuyorum.” Elini yanağına koyup, alnını kızın alnına yasladı “Ne yaşamak isteyip, nerede durmamı istediğini bilmiyorum ve bana bırakırsan asla durmayacağımdan eminim! O yüzden senden kaçıyorum.”
“Kaçma...”

Yağız başını kaldırıp onun gözlerinin içine baktı, “Bu kadar cesur sözler söyleme Eyşan...” yutkundu, “Çünkü o an için inan çok ama çok erken...” dudağına küçük bir öpücük kondurunca Eyşan şaşkınlıkla adama baktı. “Sen Mardin’in gece manzarasısın biliyor musun?”
“O ne demek?”
“Çok özlesem de yanına gitsem de içine dalamıyorum,” göz kırptı ve “İyi geceler,” dileyip masadan kalkıp gitti.
Eyşan ise adamın arkasından öylece baka kaldı. “Ne demek o içine dalmak?” elini ağzına koyup, “Hii! Edepsiz mahluk!” diye inledi ve koşarak odasına kaçtı.

*

Sabah erken saatte uyanan Yağız, mutfakta hazırlık yapan kızı görünce gülümsedi. Sonra da geldiğini belli etmek istercesine hafifçe öksürdü.
Eyşan birden arkasına bakınca adamın elinde ufak bir valiz gördü. “Gidiyor musun yine?”
Yağız derin bir nefes alıp verdi, “Ya normalde şirketin lansmanı var, seni oraya davet etmek için gelmiştim dün akşam.” Kafasını kaşıdı boşta kalan eliyle, “Yani karı-koca olarak gitsek iyi olur diye düşünmüştüm.”
-İyi, ne yani şimdi vaz mı geçmişti? Aman ne hoş... “Öyle mi? Evet kızlar bahsetti.”

Başını salladı, “Evet ama...” dudağını ısırdı, “Antalya’daki şantiyede bir iş kazası oldu. Oraya gitmem lazım.”
“Yaa...” dedi Eyşan üzgün bir şekilde. “İnşallah kötü bir şey yoktur.” Elindeki bezi sıkarken adama yaklaştı.
“Bilmiyorum, gidip bakacağım işte.” Sonra aklına gelmiş gibi “Ama...” deyip kıza yaklaştı, “Sen istersen Rüzgar ve Beste’yle katılabilirsin geceye.”
Omuz silkti kız, “Yok ya, benim sınavlarım var. Onlarla ilgilenmem lazım.”
“Tamam o halde, görüşürüz sonra.”
“Görüşürüz Yağız, dikkat et kendine.”
Adam yaklaştı ve ona yumuşak bir temasla sarıldı, “Görüşürüz, kendine iyi bak küçüğüm.”
Ve gitti...

O günün ardından aylar geçmişti ama ne Yağız’la Eyşan da bir değişme olmuştu ne Selim ile Rüya’da. Yağız Antalya’dan döndüğünde yine teknesinde kalmaya devam etmiş, Eyşan da derslerinin yoğunluğundan ne başını kaldırabilmişti ne de bu tür şeylere kafa yorabilmişti. Akışına bırakmıştı. İki arkadaş gibi arada geliyor, kahve içiyor, Eyşan ona o hafta neler yaptığını anlatıyor ve Yağız gece geç saat bile olsa teknesine dönüyordu.

Rüya ise kararından vazgeçmemiş ve Selim’den ayrılmıştı. Geçen üç ayda Beste hamileliğin altıncı ayına girmiş ve karnı bayağı şişmişti, Rüzgar Çınar yüzünden isyan bayrağını çekmek üzereydi, çünkü karısına yaklaştırmıyordu bile oğlu. Gelecek prensesinin abisine çekmeyeceğini ve babasını çok seveceğini inatla söylüyor ya da en azından buna inanmak istiyordu.
...

Çisem: “Biraz kafa dinlemeye ihtiyacım var Selim, çocuğun doğumuna yakın gelirim. Şimdilik böylesi ikimiz için de daha iyi. Hep ondan nefret ettiğini söylesen de hareketlerinle onu unutamadığını, onu çok sevdiğini çok ama çok hissettirdin. Sen onu unutmak istedin, unuttuğuna kendini inandırmak istedin belki de ama başaramadın. Sen ona o sana ait, siz başkalarının olamazsınız. Sen de kendini daha fazla kandırma, uğraşma da. Affedin ve artık yolunuza birlikte devam edin, aynı yolu ayrı ayrı yürümek sıkıcı ve yorucudur. Birbirinizi yormayın artık. Sana Rüya ile mutluluklar Selim, kendine de ona da iyi bak...”

***

Selim arandığı hastaneye geldiğinde çok gergindi. Başına ne geleceğini, dahası ne duyacağını bilmiyordu. Odaya girip onu çağıran doktora “Buyurun doktor bey beni çağırdınız, önemli dediniz,” diye endişeli bir sesle konuştu.
“Oturun Selim bey. Sizinle Çisem hanım hakkında konuşacaktım.”
Selim üç aydır kadından haber alamıyordu. Sırra kadem basmıştı. En son tüm hastanelere haber bırakmıştı ve sonunda işte biri dönüş yapmıştı ona. Önce gelip ona baba olacağını söylemişti, sonra da ona ‘mutluluklar’ dilediği bir mesajla ortadan kaybolmuştu. Şimdi ise bu adam onunla kadın hakkında konuşmak istiyordu.
“Çisem mi?” yutkundu, “Yani o...”

“Çisem hanım yaklaşık iki haftadır hastanemizin yoğun bakım ünitesine bağlı olarak yaşıyor. Ama...”
Adam duyduklarıyla şok geçirmişti. Kaza mı yapmıştı? Hasta mıydı? Ne oluyordu?
“Ama? Ama ne? O iyi mi? Bakın o hamile-” dedi telaş içinde.
“Sorularınıza cevap vereceğim, ama öncelikle şunu bilmeniz lazım. Şuan anneyi sadece bebeği için yaşatıyoruz. Yani bebeğini aldığımız an, anneyi kaybedeceğiz, kurtarmamız çok zor, hatta imkansız ve o an gelmek üzere Selim bey. Çisem hanım bugün bir kriz daha atlattı. Şuan sadece makinelerle yaşıyor.”

Selim dondu. Bu kadarını beklemiyordu. Elleri terledi, bedeni üşüdü. “Ne demek doğum anında anneyi kaybedebiliriz. Doktor bey bakın o... Ço-çok genç, anne olacak.” Elleri ile yüzünü sıvazladı. “Yani...”
“Bakın Selim bey, anne buraya geldiğinde her şey için çok geçti. Sürekli gittiği hastaneden bilgilerini aldık, tedaviyi reddetmiş. Bize ‘sadece bebeğimi yaşatın,’ dedi. Bu son sözleriydi. Hemen yoğun bakıma aldık. Zaten bir daha da gözlerini açamadı. Cebinde bir not bir de cd vardı. Notta hastalığının son evresinde aranmak üzere sizin telefon numaranız ve adınız yazıyordu. Çocuğunun babası olduğunuzu yazmış ve Selim bey maalesef artık son evredeyiz.” Doktor derin bir nefes alıp verdi,  “Çocuk doğabilecek bir zamanda ve onu almak zorundayız.”

Adam sadece başını salladı ve ayağa kalktı. Saatlerce yoğun bakım ünitesindeki kadını camın ardından izledi.
Ne cesurdu, nasıl bir savaşçıydı... Aslında cesaretten öte o ‘anne’ydi. Oğlunun nefes alması için kendi nefesinden vazgeçen bir anne, şuan sadece oğlu için savaşan bir anne. Kendi annesini düşündü. O da oğlu için kızı Selin için canını verirdi. Hem annesi hem babası. Gözlerini kapadı ve telefonunu çıkarıp arayacağı isimde takılıp kaldı. Dakikalarca o isme baktı ve sonunda ‘ara’ tuşuna bastı. İkinci çalışta açılmıştı.

“Rüzgar... hastahanedeyim. Bilgisayarımı da alıp, buraya gelebilir misin?”
Adamın sesi öyle çaresiz çıkmıştı ki, Rüzgar da telaşlanmıştı, “Tamam da sorun ne? Sen iyi misin?”
Adam iyi değildi, hemde hiç iyi değildi. Tamam kadına aşık değildi, hatta çok kırmıştı onu. Ama gencecikti, anne olacaktı ve en önemlisi iyi bir kalbi vardı. Üstelik bu yaptığı... Bu yaptığı çok cesaret isteyen bir şeydi. Herkesin yapabileceği bir şey değildi.
Rüzgar yaklaşık bir saat sonra gelmiş ve Selim’den olanları öğrenince şok olmuştu. Selim bilgisayarı alıp, boş bir odaya girdi ve CD’yi takıp, oynat tuşuna basınca, karşısında kadını görmesiyle şok oldu ve izlemeye başladı.

“Eğer bu videoyu izliyorsan, beklenen olmuş ve ölümüm yaklaşmış demektir ya da belki ölmüşümdür," derken gülümsemeye çalışarak gözyaşını sildi. “Bebeğim doğdu mu, başarabildi mi bilmiyorum. Ama umarım başarmıştır. Umarım bu yaptığım şey onu yaşatmıştır, amacıma ulaşabilmişimdir umarım.” Gözünden akan yaşlar Selim’in de gözünden akıyordu. “Seni aslından hiçbir zaman terk etmek istemedim. Ama hastalığımı öğrenince gittim. Sonra hamile olduğumu öğrendim ve sana söyledim. İyileşmem için onu benden alacaklarını söylediler, bu sefer onu korumak için gittim. Ben bencil değilim Selim. Nasıl senin mutluluğun için senden vazgeçtiysem, çocuğumun canı için de kendi canımdan vazgeçerim. Bu hayatta her şerrin bir hayırı ve her şeyin bir sebebi vardır. Rüya’nın hiçbir zaman çocuğu olmayacağını biliyorum. Belki de benim dünyaya geliş amacım, sizin çocuğunuzu doğurmak. Ya da Rüya’nın hastalığının sebebi benim yavruma annelik yapmak. Evet Selim, yanlış duymadın. O sevgiye aç ve dünyaya gözlerini daha açtığı an hayata yarım başlayacak. Ne olur onu sevin Selim. Ona beni unutturma, zamanı geldiğinde anlat ama hemen değil, on sekiz yaşında. En azından bu kadarını hakkediyorumdur ha,” derken gözyaşlarının arasında gülümsedi kadın. “Beni terk ettiğin gün yıkıldım. Ben seni çok sevdim Selim. Her şeyden çok. Siz de oğlumu, canımın ötesini her şeyden çok sevin ve adı benden ona ilk ve son hediyem olsun... adı ‘Oğuz’ olsun. Adı gibi sağlam ve güçlü biri olsun. Seni çok seviyorum. Sizi çok seviyorum. Hoşçakalın.”

Birden görüntü durdu. İkinci CD’ye baktı ve üstünde “Oğuz on sekiz yaşına geldiğinde doğum gününde izlettir ona,” yazıyordu. İki cd’yi de cebine koydu ve gözyaşlarını silip, odadan çıktı. Yeniden yoğun bakım ünitesine geldiğinde önündeki hareketlenmeyi fark etti ve koştu. Sonra da o sesleri duydu. Uğultu gibi olan sesleri...

“Hastayı kaybediyoruz...”
“Doktor bey nabız alamıyorum...”
“Derhal ameliyata alıp, bebeği alıyoruz...”
“Hemşire hanım bebeğin durumu ne?”
“Şu an için stabil. Ama acele olmalıyız...”
“Acele acele! Seri olun!”

Ve sonrası Selim için acı bir bekleyişti. Rüzgar yanındaydı ama sanki yapayalnızdı.
“Selim iyi misin?” diye sordu Rüzgar elini onun koluna koyarak.
“Bilmiyorum.” Yüzünü sıvazladı, “Nasılım bilmiyorum Rüzgar. Oğlum doğuyor, ona mı sevinsem; annesini hiç tanımayacak, ona mı kahrolsam, gencecik bir hayat son buluyor ona mı üzülsem?” adama baktı, “Nasılım sence Rüzgar? İyi miyim?” Rüzgar adama sarılınca Selim hıçkırıklarla ağladı. “Nasıl yapacağımı, nasıl baş edeceğimi bile bilmiyorum Rüzgar.”
“Başaracaksın. Hepimiz senin yanındayız Selim, tek başına değilsin.”

Yaklaşık bir saat sonra içeriden çıkan hemşire eline mavi giysili ve masmavi battaniyesi olan bebeği ona uzattı. Selim hemşireye soru dolu gözlerle bakarken içindeki fırtınanın ne tarifi ne de adı vardı. Endişe, korku, mutluluk, üzüntü... Neydi bu olanlar?
“Başınız sağolsun,” diyebildi kadın sadece. Bitkisel hayatta da olsa bebeği için savaşan kadını bütün hastahane konuşuyordu. Bebeği hayata hazır olunca, onu babasına emanet edip, giden anneyi...

Selim bebeği kucağına aldı ve gözünden akan yaşlarla “Hoşgeldin oğlum. Hoşgeldin Oğuz’um,” dedi Selim.
Rüzgar elini adamın omzuna koydu, “Ne diyeceğimi bilmiyorum. Diyeceğim tek şey, annesi onun için hayatını feda etti Selim, onun için dünyadan vazgeçti. Şimdi sende onun için yaşamak zorundasın ki, annesinin yaptığının bir anlamı olsun. Gözünaydın Selim, sen muhteşem bir baba olacaksın.”

Selim acı dolu sesi ile “Bu nasıl bir kader Rüzgar?” dedi
O sırada arkalarından duyulan hıçkırıkla ikisi de o tarafa döndü, Rüya eli ağzında hıçkırarak onlara bakıyordu. Arkasında Beste, Yağız, Çağatay, Çağan, Mısra ve Poyraz vardı. Rüya diğer eli ile Beste’den güç alır gibi onu sıkıca tutuyordu.
Adam kucağındaki bebekle usul adımlarla Rüya’ya yaklaştı. Kadın hıçkırıklarına engel olamıyordu.
“Rüya...” dedi adam fısıltılı çıkan sesi ile.

Kadın cevap veremedi. Sadece acı dolu gözlerle bir adama bir kucağındaki bebeğe bakıyordu.
“Rüyam...” dedi yeniden derin bir nefes alarak ve kadının gözlerine baktı. İkisi de ağlıyordu, “O annesini kaybetti Rüya. Senin gibi onun da yüreği yarım artık. Senin gibi onu tanımadan kaybetti. Senin bebeğin giderken sana bir can, bir hayat verdi, oğlumun da annesi giderken oğluma hayatını verdi.” Sonra biraz daha yaklaştı kadına “Rüya...” derken sesinde öyle bir hazin, öyle bir çaresizlik ve hüzün vardı ki, etrafındaki kadınlar da onlarla ağlarken Poyraz yumruğunu sıkmış, Rüzgar duvarı yumruklamıştı. “Rüya, oğlumun annesi olur musun?”

***

Cenazenin üstünden kırk gün geçmişti ve herkes olayın hüznünü atlatmaya çalışıyordu. En çok da Selim. O zor günler de annesi de kız kardeşi de gelmiş, onunla kalmışlardı. Bebekle her ne kadar Rüya ilgileniyor olsa da onlar da ona ve Selim’e yardımcı olmuşlardı. Ama Selim çok kısa sürede her şeyi tek başına yapmaya başlamıştı. Oğlunun altını değiştiriyor, ona mamasını yediriyor, yıkıyor, hatta akşamları yanında yatırırken ona masal okuyor, arada da sohbet ediyordu. Gelecekte birlikte yapacakları şeylerden bahsediyordu ona.

“Balık tutmaya ne dersin?” dedi oğlunun çıkan bir kaç tel saçını okşarken. “Ben hiç tutmadım ama birlikte belki öğreniriz.” Gülümsedi, “Basket maçı da yapabiliriz. Bak onda iddialıyım.” İç çekti, “Belki Rüya da katılır bize. Yani evlenmeye ikna edebilirim belki onu, ha ne dersin ufaklık, evlenir mi benimle?” Burnunu acıtmadan sıktı, “Seni seviyor bence, o yüzden geliyor hergün. Ama kendim için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Benden sanırım nefret ediyor,” Alnını öptü. Oğlunun gözleri yavaş yavaş kapanırken “İyi geceler oğlum,” diye mırıldandı ve o da yanına uzanıp, gözlerini yumdu.

Rüya, dakikalardır odanın dışında, kapının yanındaki duvarın dibine çökmüş, onları dinliyordu. Uyuduklarından emin olunca gözündeki yaşı sildi ve ayağa kalkıp, odaya geçti. Tam tahmin ettiği gibi, üstü açıktı adamın. Üstünü örtüp, saçını okşadı, “Seni çok seviyorum budala adam, iyi geceler.” Ve her zamanki gibi evden ayrıldı.

***

“Bana böyle bir şey olsa, ben Çisem kadar güçlü olamaz, seni ve çocuğumu başkasına veremezdim Rüzgar. Ay nasıl kötü bir durum ya, çocuğunu hiç görememek, göremeden başkasının kollarına emanet etmek, onun büyüdüğünü görememek. Rüzgar bu çok acı bir şey,” dedi Beste adamın kucağında uzanırken.
Rüzgar onun saçını okşuyordu, “Sen aşıksın çünkü bize, o yüzden kimseye bırakamazsın. Kıskançsın işte,” derken olayı kapatmaya, konuyu dağıtmaya çalışıyordu. Beste hamileliğinden dolayı bu ölümden çok etkilenmiş, korkuları başlamıştı. Her ne kadar Rüya’nın kararına saygı duysa da, Rüzgar da kardeşi için korkuyordu.

“Deli,” dedi kadın kıkırdayarak. “Evet ben kıskanç ve hayatımdaki iki adama da deli gibi aşık bir kadınım.”
“Beni de kendin gibi psikopat yapacaksın, kendi oğlumdan karımı kıskanıyorum ama ben.”
Beste başını kaldırıp, ona inanamıyormuş gibi baktı, “Gerçekten mi ya? O daha küçücük çocuk.”
“Babasını ‘üçümüz yatağa sığmıyoruz, sen git baba,’ diyerek yataktan kovacak kadar büyük ama.”
Beste omuz silkti, “Dört kişi oluyoruz ve o yatak iki kişilik.”

“Evet, ikimizin!” diye sinirle homurdandı. Bu konu da olmamıştı, bu seferde kendi sinirleri bozulmuştu. Başka konuya gir Rüzgar, “Sen ne diyordun demin. Bugün biri Yağmur’u istemeye mi gelecek?”
“Ah evet. Beni göndermedin, ne güzel gidecektim.”
“Hayatım. Gözümün önünden ayrılmanı istemiyorum.”
“İş yerine de geleyim istersen.”

“Olur, hiç şikayetçi olmam,” dedi adam eğilip burnunu burnuna sürterek. “Gelmek istemeyen sensin.”
“Çalıştırmıyorsun ki, çalıştırsan gelirim. Bütün gün yanında oturtup, yemek yediriyorsun. Çok kilo aldım. Şu halime bak. Sayende yakında plates topuna döneceğim. En azından yürüyüş yapayım.”
“Hayır Beste. İlk hamileliğini dinlediğimden beri kendime yeterince kızgınım. O yüzden kesinlikle dinlenecek ve rahatına bakacaksın.” Uzanıp artık kocaman olan karnını okşadı.

Beste doğruldu ve adamın yüzüne aşkla baktı, yanağını okşarken, “Delisin,” diye mırıldandı.
“Delirtiyorsun,” dedi adam ve onu öpmeye başladı. Karnına da yumuşak ve şefkat dolu dokunuşlar bırakıyordu. O sırada yine o ses geldi.
“Anniiii!”
“Baş belası! Bu kadar olmaz ya!” diye inledi başını koltuğun arkasına atarak.
“Rüzgar sana inanamıyorum. O bizim oğlumuz. Yazık ama ya.”

“Bana yazık değil mi? Ne zaman sana yaklaşsam bir yerlerden Çaki bebek gibi çıkıyor. Dokunamıyorum sana. Lanetlemiş gibi seni bana.”
Çocuk yanlarına gelirken Beste koltukta oturur vaziyete gelip, kollarını ona açtı “Gel oğlum ne var bebeğim?” dedi gülümseyerek.
“Oyniyalım mı?” o kadar tatlı konuşuyordu ki, Beste o tombul dudakları ısırabilirdi.
“Benimle mi oynamak istiyor benim paşam?” dedi elinden tutup kucağına yönlendirerek.
“Hayıy. Kaydeşimle. Ama o senin kaynında. Çıkmıyoy. O yüzden senle oynayacam.”
“Çok biliyorsun sen. Peki hadi oynayalım o zaman.”

Önce sadece annesi ile kendisi oynamış, sonrasında Rüzgar da onlara katılmıştı. Her ne kadar babasının yanlarına gelmesiyle Çınar başta huysuzlansa da sonra kahkahası salonu inletmişti.
Bazen çözümsüz geliyordu her şey. Rüzgar şimdi karısını ve kız kardeşini düşünüyordu. Kız kardeşi çaresizdi. Hiç çocuğu olmayacak derken, birden anne olmuştu ve Rüzgar emindi, Rüya o çocuğu kendi oğlu gibi sevecekti. Ama yine de tedirgindi işte.

???

Continue Reading

You'll Also Like

264K 15.2K 103
EDA ŞAHİNOĞLU HİKAYE TANITIMLARI... BÜYÜK SEVDALARIN TARİFSİZ DUYGULARIN ATEŞLE DANS EDEN TUTKULARIN İNKAR EDİLEN İNATÇI AŞKLARIN MUTLU SONLARLA SÜSL...
24.3M 1.4M 80
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
575K 36.8K 37
Bir sonbahar klasiği... Bir Eylül senfonisi... Geçmişi silinen bir adam. Kendi geçmişini silen bir kadın. Rüzgar ve Beste... Aşkın her halini yaşay...
Tutsak By .

Romance

15.7M 547K 60
"Birlikte güldüğün birine aşık olmak kolaya kaçmaktır; ben seninle ağlamaya bile aşığım." Sıradan başlayan planlı bir intikam oyunu; ne denli büyük b...