Paralelizasyon: Kış Masalı(Ya...

By sakarmiyop

34.5K 1.9K 1.2K

"Her hikayenin bir başlangıcı ve bir sonsuzluğu olur." * * * Beyaz masumiyyetin rengiydi değil mi? Yağan kar... More

Tanıtım
Giriş
✴Birinci Bölüm✴
✴İkinci Bölüm✴
✴Dördüncü Bölüm✴
✴Beşinci Bölüm✴

✴Üçüncü Bölüm✴

2K 259 207
By sakarmiyop

                     KIŞ MASALI

     Üçüncü Bölüm - Yardım et!


(Bölüm şarkısı: Fleurie- Hurricane)

"Zihnimizdeki sonu gelmez, tükenmek bilmez, sessiz çığlıklardı ruhumuzu karartan."

Sükutun saltanatının şeffaf gölgesi düşüyordu üsse. Herkes sessizce görevini yerine getiriyordu. Dalgalar dövüyordu usulca ada şehrin gövdesini.

Güneşin en tepeye ulaşmasına daha bir kaç saat vardı. Buna rağmen güvertenin metal zemini yeterince ısınmıştı. Siyah metal gövdesine çarpan güneş ışınlarını kara delik gibi son zerresine kadar yutuyordu. Yutulan enerji ada şehrine yaşam enerjisi sağlıyordu.

Alt güvertede yine savaşçılar talim yapıyorlardı. Sanki onlar da huzur verici sessizliği bozmak istemezcesine sessizce devam ediyorlardı talimlerine. Isınmış metale yaslanan çıplak ayakları ılık bahar esintisi etkisi yaratıyordu. Ellerinde silahlar, gözlerinde hırs, alınlarından akan ter eşliğinde var güçleri ile çabalıyorlardı. Eskisinden daha azimli ve hırslıydılar artık. Buna sebeb iki çırağın  savaşçı mertebesine koruyucular tarafından seçilerek  ulaşmasıydı. Güvertedeki her zamanki talimi diğerlerinden farklı kılan iki kişinin eksik oluşuydu: Kayra ve Will...

Onlar artık çıraklıktan çıkmış, yepyeni bir rütbeye kavuşmuşlardı. Görevli Frederick onları kendisi ile beraber yeni odalarına yerleştirmek amacı ile götürmüştü.

Onlar artık çırak değillerdi. Bir savaşçı adı taşıyorlardı. Bir savaşçı kadar saygı görmeli, kendilerine ait odaları, şahsi silahları ve üniformaları olmalıydı.

İki gencin toplamı kadar iri yapıya sahip olan Frederick, ayak sesleri zeminde yankılanırken, bir kapının önüne kadar geldi. Elini gümüş renkli metalik kulpa götürürken, dönüp iki gence baktı. Gençler ayakları omuz hizasında açılmış, elleri arkada bir birine kenetli, başları dik, çenesi hafif yukarı bakar şekilde gözlerindeki heyecanlı parıltılarıyla Frederick'e bakıyorlardı. Bay Frederick gözlerinin etrafındaki karışıklıkların belirginleşmesine sebep olacak şekilde gülümsedi. Bu iki genç hiç bir zaman saygıda kusur etmemişlerdi çıraklıkları boyunca.

"Gençler rahat." dedi gözlerinden duyduğu gururun kırıntıları okunurken.

İki genç ellerini çözüp rahat pozisyona geçtiler ve kapıyı açıp, içeri geçen Frederickin ardından odaya giriş yaptılar. Oda siyah ağırlıklı döşenmiş olmasına rağmen arada ametist toplumunu temsil eden renklerin de kullanıldığı göze çarpıyordu. Bir birinin aynı iki siyah çarşaflarla bezeli yatak odanın iki ayrı yanında yerleşiyordu. Üzerinde Ametist toplumun rengini taşıyan küçük iki yastık bulunuyordu her bir yatağın. Yatakların yanına dolaplar konulmuştu. Yerde açık tonlarda bir halı vardı. Tavandan sarkan avizenin taşları sanki ametist taşlarına benziyordu, lakin ametist taşları böyle basit şeyler için kullanılmayacak kadar değerliydi. Bu yüzden alelade taşlar olduğunu tahmin etmek zor değildi.

İki genç odayı beğeniyle süzerken şaşkınlardı. Her köşesinden demirin sert, metalik kokusu gelirken, üssün böyle odalara sahip olması onları şaşırtmıştı. Bekledikleri kesinlikle böyle bir odayla karşılaşmak değildi. Ranzalı bir yatak, duvara monteli demir dolap görmek alışık oldukları bir şeydi.

Frederick şaşkın ve hayran bakışlarla odayı süzen iki gence tebessüm etti.

"Gelin gençler. Size bir şey göstereceğim." dedi ve yatakların yanında duran dolaplardan birinin kapağını açtı. Eline aldığı iki siyah üniformayı gençlere uzattı.

"Bunlar savaşçı uniformalarınız. Üniformalar özel kumaşlardan yapılma. Vücut ısınızı her daim dengede tutar. İster kışın ortasında eksi kırk derece, isterse de çölün ortasında kırk bir derece olsun. Kumaşın esnek yapısı size dövüş sırasında istediğiniz gibi hareket etme imkanı yaratacaktır. Kemerinin iç kısımlarında küçük gözcükler var. İçlerinde acil durumlar için ilaç takviyesi bulunuyor. Aynı zamanda kemerin toka kısmı bir çeşit alarm sistemine sahip. Eğer ki size verilecek telsizler bozulacak olursa bu alarm sayesinde üssü haberdar ede bilirsiniz. Ancak yalnızca üstesinden gelemeyeceğiniz ciddi bir durum söz konusu olursa kullanmanız gerekiyor. Alarm direk koruyucuları harekete geçiriyor. Aynı zamanda sinyal sistemine saat görününmlü bileklikleriniz de olacak. Şahsi silahlarınızın savaş sırasında sizden kopmamasını sağlayacak bu bileklikler." diyerek elindeki siyah, deri, kalın iki bilekligi savaşçıların bileğine taktı ve devam etti.

"Bileklikler sürekli silahlarınızla iletişim halinde olacaklar. Eğer ki silahlarınızı kaybedersiniz bileklikler otomatik olarak size yerini bildirecektir. "

Dolabın kapısını kapatıp, yanında duvarda duran küçük panele dokundu. Dokunur dokunmaz önünde şeffaf, üzerinde rakamlar olan daha küçük bir panel açıldı.

"Bu gördüğünüz sizin özel silahlarınızın bulunduğu bölmeyi açmak için kullanacağınız güvenlik sistemi. Şifre şimdilik kuzgun. Siz istediğiniz gibi değiştirirsiniz. Zaten şifreyi sizden başka kimse giremez. Sensör şifreyi girerken parmak izinizi de otomatikmen kontrol ediyor. " diye anlatırken Frederick, bir yandan da şifreyi giriyordu.

İki genç duydukları kuzgun ismiyle önce bir birinin yüzüne, ardından da Frederick'e baktılar.

Kayra ne hissetmesi gerektiğini bilmeyerek, kaşlarını çatarak gereğince sordu.

"Efendim, az önce kuzgun mu dediniz? Bu oda kuzguna mı aitdi?"

Frederick başını önündeki panodan kaldırmadan onayladı.

"Evet, Kayra, burası bir zamanlar Kuzgun'a aitdi. Ametist koruyucularının başı benden sizi bu odaya yerleştirmemi istedi. "

Sonunda başını kaldırıp iki gence baktı ve sesinden yansıyan gururla devam etti.

"Kuzgun Ametist koruyucuları için ne kadar değerliydi bilirsiniz. O Ametist koruyucularının ilk ve tek seçilmiş savaşçısıydı. O bahtsız günden sonra bu odada kimse kalmadı. Koruyucular bu odaya kilit vurdular. Ama şimdi bu odayı size verdiler. Sizi bizzat koruyucular seçtiler. Bir seçilmiş savaşçı olmayabilirsiniz şimdilik, ama bu gelecekte olamayacağınız anlamına gelmez. Ali, sizdeki potansiyeli gördü. Size nasıl baktığını gördüm. Bakışlarında heyecan ve hayranlık vardı. "

Elini iki gencin de boynuna atıp, sıkıca kavradı. Babacan tavırla gülümseyerek onları kendine doğru çekti ve konuşmaya başladı.

"Çocuktunuz daha buraya geldiğinizde. O zamandan, daha ilk bakıştan anlamıştım ne denli potansiyele sahip olduğunuzu. Bakışlarınızdaki hırstan belliydi. Bu gün beni ne kadar gurulandırdığınızı bilemezsiniz. Görevinizi hakkıyla yerine getirin. Kendinize dikkat edin. Sizden her hangi kötü haber almak istemiyorum. Ölüm haberi hiç istemiyorum. Anladınız mı koçum?" dedi tutuşunu biraz daha sıklaştırırken.

İki genç de kararlılıkla onayladılar.

"Evet efendim. Yüzünüzü kara çıkarmayacağız."

Frederick, devi andıran bedenine zıt olan dolan gözlerini saklamak için hemen arkasını döndü.

"Çıkaramazsınız zaten. Hele bir çıkarın bakın ben sizin ananızdan emdiğiniz sütü burnunuzdan nasıl getiriyorum."

Dolan gözlerine inat sesi sert çıkmıştı. Elinde büyümüştü bu iki genç ve şimdi onların haline gururdan doluyordu gözleri.

İki genç şaşkınlıkla arkasını dönen iri cüsseli adama baktılar.

"İhtiyar sen ağlıyor musun?"

Resmi halinden çıkmış, eğlenen tonda konuşmaya başlamıştı Kayra.

"Kimmiş lan, ihtiyar. İhtiyar senin babandır."

Sinirle arkasını dönen ihtiyar duygusal halinden hemencecik kurtularak yüz seksen derece değişmişti.

Gençler gülüşürken o sırada üssde yankılanan ses kulakları tırmalamıştı.
Gençler bu sesi daha önce duymuşlardı. Koruyucular bazen üsse toplandığında -ki bu nadiren olurdu- tehlikeyi haber veren sirenler aktive edilirdi. Koruyucuların üsse adım atışının daha ilk haftasında üssde yine yankılanıyordu tehlike habercisi sirenler.

Frederick tüm ciddiyetine bürünüp gençlere talimatları verirken, çoktan kapıya doğru ilerlemeye başlamıştı.

"Hemen üniformalarınızı giyin. 4 dakikaya hazır olun! İlk görevinize çıkıyorsunuz ametist savaşçıları."

İki genç nefesleri göğüs kafeslerini zorlarken heyecanla üniformaları seri şekilde giydiler. Üzerlerine tam oturan üniforma Frederick'in dediği kadar rahattı. Siyah renk pantolonun çeşitli yerleri deri kemerler ile süslenmiş, küçük bıçakların yerleşme alanını oluşturuyordu. Her iki bacağında çokluca cepleri bulunuyordu. Gümüş renge çalan kemer ışıkta parlarken göz kamaştırıyordu. Üzeri küçük yuvarlak detaylar ile süslenmişti.

Üniformanın üstü düz, siyah, esnek kumaştan hazırlanan uzun kolludan ibaretti. Kollarının ucunda baş parmağın geçirildiğı küçük delik ve eklemlerin üzerini kapatacak şekilde fazlalık vardı. Bu detay formaya ayrı bir hava katmıştı. Yukarıya doğru omuzlardan başlayarak genişleyen kısım yüzlerini kapatacak kapüşonlu görevi görüyordu.

Üniforma ile verilen bikeklikleri de kollarına taktıktan sonra küçük kulaklıklar kulaklarındaki, özel künyeler ise boyunlarındaki yerini aldı.

Geriye bir tek silahlar kalmıştı. Frederick'in gösterdiği gibi küçük, şeffaf panele kuzgun şifresini girdiler. Şifrenin ardından tik sesi duyulurken, duvardan çekmeceyi andıran ancak daha geniş ve uzun olan alt alta beş çıkıntı önlerinde boydan boya uzandı.

Will hemen küçük yıldız bıçakları pantolonun bıçaklar için olan deri kemer detaylarına yerleştirmeye başladı.

Kayra ise daha klasik bir bıçaktan yana kullanmıştı seçimini. Siyah uzun bıçakların sap kısmındaki yuvarlaktan parmağını geçirerek iki kez çevirdi ve kemerine yerleştirdi. Boyutları küçük olsa da yarattığı etki büyük olan minik topları da ceplerine attıktan sonra sıra daha büyük çaplı silahlara gelmişti.

Kayra tamamı ile siyah kaplı ikiz silahlardan birini alıp beline yerleştirdi. Özel yapım kurşunlar ile kendine yeterli cephaneliği de sagladığında artık hazırdı.

Bu sırada Will de aynı ikiz silahların uç kısmında gümüş renk detayları olanını almış ve ona uygun özel yapım kurşunları da almayı ihmal etmemişti.

Uzun çıkıntılar geri duvardaki yerlerine çekilirken iki gençte kapıda bekleyen Frederick'in yanına ilerlemişlerdi. Her adımda daha sert kişiliğe bürünüyor, gecenin bekçilerine has asalet ile hareket ediyorlardı.

****

Tamamı  teknolojik aletler ile dolu odada bir görevli sandalyesinde oturmuş, teker teker önündeki verileri inceliyordu.

Sağ tarafta kalan duvarda koca dijital bir harita asılmıştı. Üzerinde bir sürü anlaşılmaz işaretler vardı ve haritada sürekli veriler gelip gidiyordu.
Duvardaki koca haritada Ametist toplumunun bölgeleri belirlenmişti. Her bir bölgenin üzerinde kırmızı, küçük sinyal ışıkları vardı. O ışıkların yanması demek, bölgenin tehlikede olması demekti.

Haritayı her daim gözlemlemekle görevli adam, işine kendisini o kadar kaptırmışdı ki sinyalin yanıp söndüğünü görmemişti. Yedinci bölgenin kırmızı tehlike sinyalı tüm iticiliği ile yanıp sönüyordu. Yanan her bir ışık o bölgede verilecek olan masum canların habercisiydi. Her saldırıda mutlaka ölenler olurdu.

Sinyal adeti üzeri iki dakika yanıtsız kaldığında, odada sağır edici bir sesin yankılanmasına sebep oluyordu.
Bu ses aniden yükseldiğinde odanın içinde görevli irkilmiş ve sandalyeden yere düşmüştü. Tepe taklak olmuşken alttan yukarı haritaya baktı. Daha dikkatli baktığında, yedinci bölgeden gelen kırmızı sinyalleri gördü, yerinden fırladı ve gözlerini ovuşturdu. Işık hala yanıyordu. Oldukça şaşırmış bir şekilde yalpalayarak ön tarafa koştu ve acil alarm butonuna bastı.

Koruyucuların ortak salonunda alarm sesi yankılanırken, her biri kendi odasında dinleniyorlardı. Gelen sesle yerlerinden fırlayan koruyucular, hemen harekete geçtiler. Aralarındaki en hiperaktifi olan Jason bir kolunu giydiği ve diğerini de sokmak için çaba sarf ettiği üniformasıyla boğuşurken aynı zamanda kendini koridora atmış koşuyordu. Sonunda giymeyi başardığında, eş zamanlı olarak odaya giriş de yapmıştı.

Ametist baş koruyucusu Jason'un girişine göz devirip, ciddi ifadeyle direkt konuya girdi.

"Hangi bölge? Kaçıncı seviye?"

Görevli karşısındaki oldukca önemli rütbeye sahip koruyucuya karşı destura geçip hemen cevapladı.

"Efendim yedinci bölgede üçüncü seviye bir saldırı."

"Yedinci bölge mi? " dedi Lara kaşları havada.

"Hem de üçüncü seviye bir saldırı." diye onun cümlesini devam ettirdi Jason.

Haliyle koruyucular bile şaşırmıştı, çünkü bahsi geçen bölgede son on yıldır hiç bir saldırı faaliyeti baş göstermemişti.

"Ağır silahlarınızı alın ve savaşçılara haber verin. Gidiyoruz!" diyerek son sözü söyledi Ali ve kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında görevli Frederick, onun arkasında da hazır olda bekleyen genç iki savaşçıyı gördü. Ali istemsizce tedirgin oldu. Bu onların ilk görevleri olacaktı ve daha ilk görevlerinden üçüncü seviye saldırıyla karşılaşamaları hiç de hoş olmamıştı doğrusu.

****

Hava yine soğumuştu. Güneş yine küsmüştü yer yüzüne ve bulutların arkasına sığınmıştı. Gri karlar yer yüzüne panik ve korku getiriyordu kendileri ile beraber. Duruma ayak uydurmak istercesine çanlar çalıyordu.

Felaketin habercisi olan çanlar...

Gençler oturdukları yerlerden korku içinde dinliyorlardı bu sesi. Biliyorlardı bunun ne anlama geldiğini, lakin bir umut başka bir şey olmasını diliyorlardı. Ve umutlar boşa çıkıyordu yine.

Kalpler çarparken korkuyla, bazı gözler yaşlarla doluyordu. Çünkü farkındaydılar gelecek olan tehlikenin.

Ve işte o sağıt edici siren sesi...

Lanet ettikleri sinyal...

Gölgeler için uyarı sireni. Durumun vahimliğini haber veriyordu gürültülü bir şekilde. Çanlar çalarsa gölgeler yakında bir yerde görünmüş demektir. Asıl korkutucu olansa ardından çalınan o tiksinç siren. Eğer çalarsa o siren işler kötü, gölgeler bu bölgeye geliyor demektir.

Koşun, kaçın, saklanın demektir.

Duyulan siren sesi kargaşa yarattı okulun duvarları arasında. Öğretmenler çocukları aynı tatbikatta olduğu gibi hızlı bir şekilde sığınaklara götürmeyi amaçlıyorlardı, lakin korkuyu iliklerine kadar hiss eden çocuklar panik yaratıyorlardı.

Küçük bir kızsa genç öğretmeninin elini tutmuş gözleri dolu, korkuyla bakıyordu etrafına. Saçları iki yandan örülmüş, kendisine hediye edilen kırmızı kurdeleler bağlanmıştı ucuna. Küçük olmasına rağmen biliyordu olacakları. Okulda ilk sınıftan beri sürekli bu durumlarla ilgili videolar izlenir, dersler verilirdi. Ne yapılması gerekildiği hep söylenir, öğretilirdi. Lakin küçük kız o an kimsenin dersleri hatırladığını sanmıyordu. Korku gözlerinde yer edinmişken bu mümkün değildi.

Öğretmeninin elinden tutmuş, ilerlerken hızla, bağırarak ilerleyen bir çocuk öğretmenine çarptı ve küçük ellleri kaydı sevgili öğretmeninin elinden.

"Gölgeler burda. Geldiler! Kaçın!"

Daha sığınaklara bile gidecek vakit bulamamışlardı. Gölgeler beklenenden erken bulmuştu kendilerini. Genç öğretmen ellerinden kayan küçük kızla beraber bağırmıştı adını. Lakin onu bulamadan panikle koşuşturan kalabalıkla beraber sürüklenmişti.

Küçük kız karmaşanın ortasında ağlayarak öğretmeninin ismini söylüyordu.

Korkuyordu.

Titriyordu.

Kısa sürede koca koridor boşalmıştı küçük kulaklarına kapadığı minik elleriyle yerde çökmüş bir şekilde ağlarken. Başını kaldırdığında, ne öğretmeni vardı ne de arkadaşları. Kimse kalmamıştı. Gözlerinden yaşlar sel gibi akarak pembe, tombul yanaklarını ıslatırken, etrafına baktı.

"Banu abla...."

Ses yoktu.

"Elif... Berk... Jane... "

Arkadaşlarının ismi yavaşça dökülürken dudaklarından, yakarışları cevapsız kalmıştı.

Küçük adımlarla ilerledi çıkışa doğru. Açık kapıdan dışarı çıktığında, sokaklarda hala kargaşa olduğunu gördü. Koşanlar, yere düşenler, bağıranlar, dua edenler, ağlayanlar...

Küçük kız huşu içinde izlerken bir uğultu kulaklarını kapatmasına sebep oldu. Radyonun ince frekansı gibi tiz bir sesti bu, öyle ki kulakları karıncalanmıştı. Ardından öyle bir kükreme duyuldu ki içini titretti, soğuk bir dalganın vücudundan geçtiğini hiss etti. İşte bu ses sonun sesiydi. Korkunç, iğrenç yaratıkların artık nefes kadar yakında olduklarının işaretiydi.

Tüm o insanlar korkuyla koşuşturmaya başladıklarında, küçük kız sağına soluna bakarak titreyen adımlarla yürümeye başladı. Koşması gerekiyordu, lakin öyle titriyordu ki bacakları zar zor adım atıyordu. Dudakları istemsizce aralandı ve talimatları mırıldanmaya başladı.

"Sesten uzaklaş, saklan, koruyucuları bekle... Uzaklaş, saklan, bekle.... Uzaklaş, saklan, bekle..."

Adımlarını hızlandırmaya çabalarken, geniş meydana ulaştı. Önüne çıkan ilk yıkık dökük binanın merdiven altına sığındı küçük bedeniyle. Sesler ve bağırışlar daha da yakından gelirken daha da sindi olduğu yere.

"İyi olacağım. Koruyucular gelecek." diye mırıldanmaya başladı kısılmış sesiyle.

Aradan geçen kısa süre sonra adım sesleri duydu. Birisi koşarak yıkık dökük binaya girmiş karşıdaki duvarın dibine çökmüştü. Gözleri küçük kızı bulduğunda, elini dudaklarına götürüp sessiz ol işareti yaptı. Küçük kız nefesini tutmuş izlerken, bir uğultu duyuldu yine.

Duvarın dibinde sırtını eski püskü bir kanepenin arkasına yaslamış genç kız tehlikenin geçmesini bekliyordu. Camı olmayan pencereden görünen siyah bir siluet ve havaya yayılan soğuk ürperti artı çürümüşlük kokusu gölgenin varlığını vurguluyordu. Her iki kız da nefeslerini tutmuş gölgenin gitmesini bekliyorlardı. Gölge bir süre bekledi olduğu yerde iğrenç boynunu çevirince küçük kız içi boş simsiyah göz çukurlarıyla karşılaştı lakin sindiği yerden gölge kendisini göremiyordu.

Ellerini ağzına kapamış çığlık atmamaya çalışıyordu, ancak gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akıyordu.

Gölge sonunda başını çevirip ilerlediğinde kanepenin arkasına saklanan genç kız derin bir oh çekti ve küçük kıza gülümsedi.

Yavaşça emekleyerek pencereye doğru gitti ve yavaşça sadece burnuna kadar olan kısmı kaldırıp dışarı baktı. Ardından arkasını dönüp pencere altında çöküp kaldı bir süre gözlerini kapatarak. Gözlerini açtığında küçük kıza tekrardan gülümsedi ve 'gitti' dedi kısık sesle.

Küçük kız da ona gülümsedi. Bir süre öylece bakıştılar. Genç kız sessizce sordu.

"İyi misin?"

Küçük kız tam ağzını açıp, cevap verecekti ki gözlerinin önünde büyük bir gürültüyle pencereden siyah, kirli bir pençe uzanarak kızın bedenine saplandı ve kaptığı gibi duvarı da parçalayarak geri çekildi. Genç kız çığlık çığlığa debelenirken bedenine saplanan pençeyle, gölge yavaşca yaklaştırdı ölüm çukurunu andıran dipsiz zifiri karanlık göz yuvalarının bulunduğu yüzünü.

"O nerede?" diye derinden gelen, boğuk bir ses duyuldu. Bu onun sesiydi, gölgenin. Sesi acı verir gibiydi. Ölüm kokuyordu nefesi.

Gözleri kocaman olan kız pençeler daha da sıklaşınca oluk oluk akan kanla beraber can verirken, gözleri minik kıza takılmıştı.

Küçük kız gözleri kocaman büyümüş, dehşete düşmüş şekilde baka kaldı ve ardından korkarak, çığlık atıp, koşmaya başladı sindiği yerden çıkarak.

Gölge cansız bedeni gelişi güzel fırlatırken boğuk sesiyle homurdandı, sesi kuyunun dibinden geliyormuş gibiydi, kesik kesik ve ürpertici. Çığlık sesleri yükselirken yedinci bölgeden süzülerek ilerlemeye devam etti korkunç yaratık.

"O... nerede... Bulmam... gerek. "

Minik adımları beton asfaltta yankılanırken bu sese hıçkırıkları da eşlik ediyordu. Az önce gözleri önünde bir gölge genç bir kızı siyah sıvılar süzülen, iğrenç pençesiyle parçalarcasına öldürmüstü.
Göz bebekleri korkuyla titreşirken yaşlı gözleri bu vahşete tanıklık etmişti sadece bir kaç dakika önce. Küçük bedeni korkudan elleri saçlarındaki bir teki düşmüş kurdeleyi sıkıca kavramıştı.
Ölümü hissediyordu minik. Daha yaşı kaçtı ki... Ölümü karşılayacak kadar uzun bir hayat yaşamamıştı ki.
Tüm bunlara rağmen hayat herkes gibi ona da acımazdı.

Ağlayarak ilerlerken elindeki kurdeleyi daha da sıktı. Sanki o küçük nesne onu koruyacakmış gibi, gölgeleri uzak tutacakmış gibi.

Korkarak ilerlediği sırada bir şey sırtına vuran zayıf güneş ışığı ile arasına girmiş, önüne gölge düşürmüştü.

Tutuşu daha da sıklaşırken, dudaklarından bir hıçkırık koptu. Sırtında hissettiği soğuk ürperti yeterince anlatıyordu arkasındaki varlığın ne olduğunu.

Bir damla daha özgürce yanaklarından akarken, fısıldadı küçük kız.

"Sessiz melek, yardım et."

Başka kimi vardı ki yardım isteyecek. Bir tek koruyucu meleği, örgüsünün ucundaki kurdeleyi kendisine hediye eden kişiden başka kim vardı.

Gölge koca pençesini kaldırdı havaya önündeki minik canın hayatına son vermek amacıyla. Ölümün en sevimsiz şarkısından bir kaç mısranın ruhsuz yankısı duyuldu meydanda. Kışın esen acı bir rüzgarmışcasına korku tokatladı minik bedeni. Küçük kız gözlerini sıkı sıkı kapatmış gelecek ölümü bekliyordu. Çaresizdi...

Pençenin bedenine ulaşmasına az kala duyulan gürültülü bir ses ölümün sevimsiz şarkısını yarıda kesti. Yaranan iki saniyelik sükut  pençenin gölgenin bedeninden ayrılmasıyla son buldu. Gölgenin tiksinç bağırışı yankılanırken meydanda, kız gözlerini açtı.

Umut o an sanki kanat çırptı ve uçarak gökyüzünü yeniden maviye boyadı.
Kanatlarından saçılan parıltılar küçük kızın mavilerine birer yıldızmışcasına kondu.

Küçük kız hayata bedel bir nefes verdi göğüs kafesinin kapılarını açarak. Ve o anda karşısında kendisine bakan kurtuluşunun güneşin son ışıklarını bedenine hapsedişini gördü.
Siyahlara bürünmüş umudu nefes nefese kalmış, derin derin nefes alıyordu.

Küçük kız bu kez sevinçten ağlamaya başladı ve hıçkırıklarının geniş meydanın her bir zerresinde yankılanmasına izin verdi.

Ne de olsa meleği onun için gelmişti...

-Sakar


Continue Reading

You'll Also Like

99.4K 12.3K 31
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
246K 22K 42
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
205K 3.2K 25
Kocam ve arkadaşımın inlemeleri koridorda yankılandı.Bir an kalbim duracak gibi oldu. Gabriel, "Bir saniye bekle burada," dedi ve odamın kapısını açt...
30.5K 1.2K 11
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."