Giriş

4.1K 316 239
                                    

Paralelizasyon:
22.Koruyucu

Bir savaş en çok ne kaybettirir insana.

Savaşı insanlar yarattı.

Savaşırken insanlar öldü.

Kendi yarattıkları birşey yüzünden kurban gidiyor insanlık.

İnsanoğlu savaşı varetti ve bu sayede insanlığı yoketti.

Üçüncü dünya savaşı patlak verirken dünya üzerine kasvet dalgasının çöktüğü zor bir dönemece girmişti. Bir kazananı olmayan bu sonsuz ve amaçsız savaşta taraflar pes etmemekte ısrarcıydı. Devletler ve liderler kendi menfatleri ve kibirleri yüzünden sefalet çeken halkı umursamıyorlardı. Kullanılan nükler silahlar, bombalar, savaş uçakları... Kısacası her yer vahşetti. Her köşede, her taşın altında birinin gözyaşı gizliydi. Okyanus kıyılarına vuran cansız çocukların, masum, herşeyi oyun zanneden saf ruhlarından arınmış cesetleri belki de anlatırdı insanlara nasıl vahşileştiklerini. Küçük bir çocuk bombalar patlarken etrafında, annesi, babası, belki de kardeşleri ölmüşken ayakkabısının kaybolan teki için ağlıyordu. Dünya farkında mıydı? Bu çocuğun savaşın ne demek olduğunu bilmediğinden?
Başı kanıyordu? Elini kafasında acıyan yere tutmuş şimdi eline bulaşan kana bakıyordu. Neden kanıyordu? Neden kanatıyorlardı? Annesi neredeydi? Peki ya babası? Sahi abisi onunla oyun oynayacaktı hani? O nerdeydi? En önemlisi o çok sevdiği ayakkabısının teki neredeydi?

Doğru ya! İnsanlık duygusuyla beraber savaşın karmaşasında kaybolmuştu.

Yağmurlar yerine göz yaşlarıyla ıslanıyordu toprak. Keder besliyordu yeryüzünü. Tükeniyordu insanlık!

Kan acımasız bir yağmurcasına insan oğlunun üzerine yağmış, kırmızıya boyamıştı yeryüzünü.

Savaş yüzünden çok kayıp verilmişti. Dünya halkının nüfusu yarıdan aşağı düşmüştü.

Kan gölü içinde yaşayan halk bu duruma daha fazla sessiz kalamadı. Geçte olsa uyanmaya başladı insanoğlu. Kendi yarattıkları canavarın pençelerine geçtiklerinde açtılar gözlerini. Savaş onları tükettiğinde, sevdikleri kollarında can verdiklerinde anladılar. O an acı çeken bir kişi kalktı ayağa tüm hiddetiyle. Gözleri yaşlı, yüreği hiç olmadığı kadar cesur. Savaşa meydan okudu. Sonra acı çeken bir kalp daha tuttu o eli durdu savaşın karşısında. Her son nefeste bir kişi daha ilave olundu zincire. İnsanlar buldu birliği.

Devletler hiç beklemediği türden karşıdurmaya maruz kaldılar.Dünya halkı devletlere karsı ayağa kalktı. Tarihin tozlu sayfaları arasında yer alacak, dünyanın görüp göre bileceği en büyük ayaklanma yaşandı ve bir süre sonra savaştan bıkan ve böyle devam ederlerse anlamsız güç savaşında can verip gideceğini anlayan askerler de halkın tarafına geçti. Böylelikle devletler devrildi ve savaş sona erdi.

Lakin bu savaş bitmiş olsa da ufukta mutlaka yeni bir savaş ve güç delileri bir gün belirecekti. O güne kadar ise dünya halkı özgür ve huzurluydu. Başta herşey mükemmel ilerliyordu.

Kimse her hangi bir yere bağlı değildi. İlk başta bunun muhteşem olduğunu düşünen insanoğlu bir süre sonra bu şekilde devam edemeyeceklerini anladılar. Suç oranları günden güne artıyor, yaşadıkları yer güvenli bir yer olmaktan çıkıyordu. Bu yüzden toplumlar oluşturuldu.

Dünya halkı yedi toplum altında birleştirildi. Toplumlar sağ kalan halkı eşit şekilde bölerek kendi köşelerine çekildiler. Her toplumda ırk, din, dil ayrımı yapılmadan farklı farklı insanlar vardı. Bu şekilde insanlar yine savaş çıkmasını engellediklerini, dünya barışını oluştura bileceklerini düşünüyorlardı. Halbuki savaş insanoğlunun kanında vardı.

Yedi toplumun her birinin halk tarafından seçilen liderleri bir araya gelerek Dünya Birliğini oluşturdular. Bu birliği sülh anlaşmasıyla taçlandırdılar. Anlaşmaya göre hiç bir toplum her hangi sebepten bir diğerine savaş açamaz, olası tüm anlaşmazlıklar savaş olmadan halledilmeliydi. Her hangi bir toplumun yardıma ihtiyacı olduğunda diğer toplumlar anında el uzatmalıydılar. Yedi toplum arasında da aynı para birimi kullanılmalıydı. Eğer bir toplum her hangi bir keşfe imza atarsa bunu diğer toplumlarla da paylaşmalıydı.

En önemlisi de nükler silahlar artık hiç bir zaman kullanılmayacaktı.

İmzalar atıldıktan sonra toplumlar barış içinde yaşamaya ve savaşta kaybedilen medeniyetleri yeniden inşa etmeye başladı. Her şey iyiydi, yolundaydı.

Taki birden bire ortaya nasıl çıktığı belli olmayan son sürat dünyaya doğru gelen dev meteoradek. Dünya birliği ilk başta panik yaratmamak için bunu halktan gizlemeyi düşünse de anlaşmaya karşı çıkamazlardı. Dünyada her ne olursa olsun bu halktan gizlenmeyecek, gerekirse halkın yardımı alınacaktı.

Alınan karar sonucu bilgi halkla paylaşıldı. Panik yapan halk en yakın sığınaklara gitmek istedi lakin savaş sırasında tüm sığınaklar büyük hasar görmüştü. Çaresiz insanoğlu eli kolu bağlı gelecek ölümü beklediler.

Meteor dünyanın yörüngesine yaklaşmıştı. Ölüm nefes kadar yakınlaştı. Lakin beklenen olmadı meteor daha yörüngeye çarpmadan yedi parçaya bölündü. Her biri bir toplumun bölgesine düştü. Hem de hiç bir zarar vermeden.

Meteorun her bir parçası farklı bir renkteydi. Her bir meteorun üzeri farklı kristallere benzeyen taşlarla doluydu. En önemlisiyde yaydığı enerjiler çok güçlüydü.

Tam tamına bir ay boyunca meteorlar incelemeye alındı Dünya Birliği tarafından. Lakin araştırmalar sonuçsuzdu. Meteorun sert yüzeyinden tek bir taş parçası bile koparamamışlardı. O geceye kadar.

Dokuz ay sonrasinda dolunaya tesadüf eden o gecede meteorlar parlamaya ve eşi benzeri olmayan enerji dalgaları yaymaya başladı. Aynı gece de bu olayla aynı anda yedi toplumda yirmi bir çocuk dünyaya geldi. Garip olan her toplumda doğan çocuklar kendi toplumlarının bölgelerindeki meteorla aynı renk gözlere sahiplerdi. Özel oldukları bir kilometre öteden bile fark ediliyordu.

Onlar herkesten farklıydı. Bunu fark eden Dünya birliği onları kendi himayesi altına aldı ve yetiştirdi. Onlar geleceğin çocukları, yedi toplumun koruyucularıydılar.

Normal bir insandan daha hızlı, daha güçlü, daha çeviktiler onlar. Psişik ve telekinezik güçlere sahipti her biri. Aralarında bazılarının daha özel güçleri de vardı.

Beş nesil boyunca her koruyucu ölmeden önce yerine yeni bir koruyucu dünyaya geliyordu.

Meteorların etkisi sadece yirmi bir çocuk üzerinde olmadı. İlk koruyucular göreve başladıktan kısa bir süre sonra dünya gölgelerle tanıştı. Onlar meteorların etkilerinin karanlık yüzleriydi. Acımasız yokedicilerdi.

Nesillerce koruyucular kendi toplumlarını gölgelerden korumaya çalıştı.

Beşinci varis töreninden sonra gelen koruyucuların döneminde işler daha da sarpa sarmış, gölge saldırıları artmıştı.

İşler daha da karıştığında koruyucular bir araya geldiler. Bir yandan toplumlar, bir yandan gölge saldırıları derken bir de gündeme bomba gibi düşen bir kız çıktı ortaya.

Konuşamayan, dilsiz bir kızdı gölge saldırısının ortasında rastladıkları. Gözleri Ametist koruyucularının gözleriyle aynı renkteydi. Sorun şu ki bu renk gözler sadece Ametist koruyucularında olurdu.

Peki kimdi bu esrarengiz kız? Herkes gölgelerden kaçarken ne işi vardı onun herkesin aksine saldırının ortasında?

Beğenmeniz dileğiyle...

Başlayacağı tarih: 01.02.2017

Paralelizasyon: Kış Masalı(Yakında)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin