SUSKUN 1. (Tamamlandı)

By Nur-Sungmin

527K 25.4K 10.6K

Seni zihnime davet ediyorum. Bu kitabı açtığın an bir ruhun kesesinde büyümeye başlayacaksın. Seni acımla, gö... More

Suskun
1. Bölüm.
2. Bölüm.
3. Bölüm.
4. Bölüm.
5. Bölüm.
6. Bölüm.
7. Bölüm.
8. Bölüm.
9. Bölüm.
10. Bölüm.
11. Bölüm.
12. Bölüm.
-13. Bölüm-
14. Bölüm.
15. Bölüm.
16. Bölüm.
-17. Bölüm-
18. Bölüm.
19. Bölüm.
20. Bölüm.
21. Bölüm.
22. Bölüm
23. Bölüm.
24. Bölüm.
25. Bölüm.
26. bölüm.
27. Bölüm.
28. Bölüm.
29. Bölüm.
30. Bölüm.
31. Bölüm.
33. Bölüm Final

32. Bölüm.

9.1K 556 251
By Nur-Sungmin

Paragraf arası yorumları unutmayın!
-

"Gecikmesinden belliydi aslında. Uzun zamandır söylentiler dolanıyordu lakin her zaman ki gibi konuşulup ardından rafa kaldırırlar diye düşünmüştüm. Doğrusu şaşırttılar. Bir iki güne buradan ayrılmış oluruz."

"Nerede, bir bilgin var mı?" dedim.

"Derince merkez."

"Kaç kişi?"

"Aşağı odada kalan iki kızla beraber toplamda altı. Burada ki gibi dört kız aynı odaya tıkalıp kalmayacaksınız. Kiminle odayı paylaşacağına karar verebilirsin."

"Saatler hariç iyi olan tek konu bu sanırım." dedim.

Yurt sistemi artık tamamen değişiyordu. Bundan sonra ki süreçte bizler için bir daire tutulup, ev ortamı yaratılacaktı. Başımız da bir müdür yerine uzaktan, evde ki görevliler ile iletişim halinde olan hocalar sorumluluğu üstlenecekti.

Aslında buna sevinmiştim. Lakin çocuk evinde yaşamanın net kuralları da vardı. Bu kurallar ise yurtta ki  esnekliğe oldukça tersti.

Elimde ki kalemi çizdiğim resim ile beraber komodine bırakıp dizlerimi yeniden kendime çektim. O sırada Songül dolabıma girmiş, kıyafetlerimin olduğu askıları tek tek çeviriyor, beğendiklerine yüz hatlarıyla onay vererek bir sonrakine geçiyordu.

"Geçen gün Sıla dağıttığında hızla yerleştirdiğimden bakamadım ama kıyafetlerine yenileri eklenmiş gibi görünüyor. Aldın mı?" 

"Ilgın'ın aldıkları var. Ece'de elbisesini hediye etmişti."

"Bu ne?" deyip kaşlarını çattı ardından kendine çekince oturduğum yerden pantolonumun yalnızca paça kısmını gördüm. Cebinden bir şey çıkarıp bana gösterdiğinde saniyesinde ayağa kalkarak harekete geçtim.

"Öylesine karalamıştım." dedim  buruşan kağıdı parmakları arasından  sakince alırken. İfademi bozmadan bazama geri yürüdüm. Songül pek ilgili olmayıp tekrar işine dönmüştü.

Katlandığından dolayı yüzeyi damarlaşmış kağıdı özenle açtım. Parmaklarım Bars'ın yüz hatlarına istemsizce çıkıverdi. Onun o ifadesizliğine tezat, yüzüme bir gölge çöküp oturmuştu.

Tam bir hafta geçmişti. Aramızda geçen o konuşmanın üzerinden, sırtını bana dönüp gitmesinin ardından günler geçmişti. Bir araya hiç gelmemiştik. Sıraç için Piramit'e gitmek istemiştim ama Bars'ın beni artık orada görmek istemeyeceği aşikardı. Bu yüzden yalnızca Sıraç'ı aramakla yetinmiş, onda da bir cevap alamamıştım.

Bu bir hafta boyunca yurtta yaptığım şeyleri rutine bağlamıştım. Üniversite sınavı için derslere ağırlık vermiş, çizimler yaparken aynı zamanda Ece ile sürekli sohbet etmiştim.

"Ne zaman çıkacaksın? Ah, bak bunları giy." dedi.

"Özen göstermemi gereken bir durum yok." dedim.

"Al." deyip parmağına taktığı askıyla geldi. Songül'e kirpiklerim altından bir bakış attıktan sonra çizimlerimi dolabımda ki kilitli sandık kutuma koydum. Kıyafetleri alarak banyoya girdim.

Bugün psikolog seansından sonra beni biraz olsun iyi hissettirecek tek şey Ece'yi görecek olmamdı. Onu çok özlemiştim. Bursa'dan dönmüşlerdi ve yarın okulda onu görecek olmama rağmen ikimizde bugün görüşmek istemiştik.

Saçlarımı dağınık bir örgü yaptıktan sonra aynada ki halime baktım. Bir hafta boyunca yurtta olmamın yararlarından biri de düzenli yemek yediğimden dolayı yüzümde ki solgunluğun azalmış olmasıydı.

Üzerimde siyah bol örme bir kazak, bacaklarımı bol bir kumaş yapısıyla saran buz mavisi kot pantolon vardı ve paçalarını iki kez katlayıvermiştim.  Belimin biraz daha gerisinde biten kısa şişme montumu da sırtıma geçirdikten sonra odaya dönüp çantamı aldım.

Bu sefer sahilde görüşme yapmak yerine Tuna bey'in İzmit'te ki özel ofisine gitmek istemiştim. Ve yaklaşık yirmi dakika sonra otobüsten inip biraz yürüdükten sonra yerini bulmuş asansörle daire katına çıkmıştım.

Kapıyı çalarak girdiğimde Tuna Bey ayaklandı. "Hoş geldin." dedi.

Ofisin ortasına yürürken "Hoş buldum." deyip oturmamı isteyen işaretine karşılık verdim.

Bana kısa bir bakışının ardından dudaklarını konuşmadan hemen önce birbirine bastırmıştı. "Nasılsın." dedi, ellerini masanın üzerinde kavuşturduğu sıra.

"Bilmiyorum." dedim.

"Anlamadım?" diyerek başını hafifçe öne uzattı.

"Nasıl hissettiğimi bilmiyorum. Sürekli bir savaş halindeyim. Ne kadar bir darbe aldım, yaralarımın hangisi daha çok derin fark etmiyorum. Kafamda tek bir düşünce bütün hislerimin ucunu yakıp kıvırmış gibi."

"Neyi düşünüyorsun?"

"Suçlu olduğumu."

"Ne için?"

"Benim için değerli olan biri. Kaldıramayacağı kadar ağır bir yük ile karşı karşıya gelmesine engel olmak istedim. O bunu kaldıramazdı. Kimse böyle bir şeyi kaldıramaz. Bunun karşılığında ise bir şeyden feragat etmek zorundaydım. Yıllarca tutunduğum tek gerçekten sırt çevirmek zorunda kaldım. "

Gözlerim istemsizce boşluğa dalıverdi.

Parmakları arasından salınarak bırakılan aytaşının hayali önüme gelirken kolyeyi tutsak eden bedenin görüntüsü, zihnimin çektiği bulanık tabakanın ardından devam etti.

Gri gözlerim karşımda ki kahvelere noktalandı.

"Hiçbir işe yaramadı. Ve ben kucakladığım boşlukla beraber koca bir bilinmezin içine çakıldım."

"Fedakarlık." dedi.

"Ne?" diye sordum.

"Hissetmen gereken suçluluk değil."

Yüzünde duraksadım. Alt dudağımı dişlerken bilmiyorum dercesine başımı iki yana sallamıştım.

"Sanki beni ben yapan tek şey düğümlerim. Çözmek istediğim her karanlık, dibe biraz daha çekiyor. Ne yapacağımı bilmiyorum. Beni suçlayan biri var. Sizin adına fedakarlık dediğiniz eylemi yaptığım için beni suçluyor."

"Sen kendini suçlarken onun da bunu yapması acıtmamalı, öyle değil mi?"

"Ona anlatmam gerektiğini söylüyordu. Haklı. Söyleseydim belki de engel olurdu lakin o kapıdan çıkmadan önce bir seçim yapmam gerekiyordu. Yaptığım seçimin sonucu başıma gelmesinden korktuğum o duruma engel olamadı."

"Her şeyi planladığımız durumlara göre gitmesini bekleriz. İpin ucu parmaklardan kayarsa boncuklar yere saçılır. Tekrar dizmek ilkinden daha yorucu gelir.  Sonra ip yetersiz kalır, ya da boncuk biter. Bu bir son olmak zorunda değil Ayza. Sen istersen, ipe attığın düğümle o sınıra yeniden hayat verir, kaldığın, kendini çakıldığın zeminden daha güçlü bir şekilde uyandırırsın."

"Ne yapmam gerekiyor?" diye sorarken omurgam dikleşmiş, sağ kaşım istemsizce kavislenmişti.

"Kendini suçlama."

Bakışlarım Tuna Bey'den koparak bacaklarıma indi. Sıraç'ın videoya şahit olan ela gözleri, Bars'ın bana yapma dercesine bakan okyanusları tek bir damardan akarken, bir el zihnimin içinde cansızca yatan düşüncelerimi sarsmaya başlamıştı.

"Sen iyi ya da kötü biri ol. İnsanlar suçlayacaklar. Kendilerinde hissetmek yerine başkalarının omuzlarına yükleri bindirmek daha hafif gelir. Karaer'de iken seni hiç tanımayanların bile sana kötülüğüne şahit oldun. Bunu yapmaları için bir neden var mıydı?"

"Yoktu." dedim, kısık bir sesle.

"Çünkü diğerlerini izlediler. Onlar ne yaptıysa eksik kalmamak adına kendilerini gösterdiler, bunu ise sakladıkları yanlarının görünmesinden korktukları için yaptılar."

Gözlerim hala bacaklarımda oyalanırken elini masadan çekişini, sırtını sandalyesine yasladığını fark ettim. Bakışları eğilen yüzümdeydi.

"İnsanlar bir topluluğun izinden gitmeyi severler, ya da her biri bir durumu engellemenin farkında olsalar bile bunu bir başkasının yapması gerektiğini düşündüğünden kendilerini bu sorumluluktan yok sayarlar. Ve en sonunda hiç kimse hiçbir şey yapmamış olur."

"Bir şeyleri düzeltmek istiyorsam, buna önce kendimden başlamam gerektiğini söylüyorsunuz." dedim.

Gözlerini benden ayırmadan sessizce baş salladı.

"Bugün ki seansı burada sonlandırsak olur mu?" deyip çantamın askısını omzuma asarak ayaklandım ve kısa bir teşekkürün ardından oradan ayrıldım. Tuna Bey haklıydı. Ben kendimi suçlayarak, yaşananların üzerine üzülerek hiç bir noktaya ulaşamazdım.

Bunların yaşanmasına engel olmak için seçim yapmışken, şuan boşa çıkan çabalarımın sonucunda debeleniyordum lakin suyun içinde öylece çırpınarak kıyıya ulaşamazdım.

Kaner beni kandırmıştı. Selin videoyu bilerek mi yoksa Kaner'e duyduğu hastalıklı sevgisinden dolayı mı açığa çıkarmıştı bilmiyordum ama o ana geri dönmek istemiyordum. Piramit'e gidip Sıraç'ın yanında olmak istiyordum. Belki konuşmak istemeyebilirdi ama en azından denemiş olurdum.

Ece'yle buluşmama iki saat vardı. Bu süre benim için yeterliydi. Fethiye caddesinden ayrılıp biraz yürüdükten sonra köprüden karşıya geçerek beklediğim de kısa bir sürenin ardından otobüs gelmişti. Yaklaşık yirmi dakikanın ardından Bars'la alışveriş yaptığımız mağazanın önünde indim.

Piramit'e doğru adımlarken bacaklarım güçsüzlüğünün sinyalini veriyordu. Gergindim. Ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Hislerime sanki kancalar takılmış ve hepsi bir yandan zıt yönlere çekiştiriyordu.

Kısa sokağı bitirip topraklı alana geldiğimde Piramit'in önünde Baha'yı gördüm. Motoruna binmiş kaskını kafasına geçirirken beni fark etti, "Ayza?" dedi kaskı gidona geri asarak.

"Baha." dediğimde mesafeyi azaltmıştım. Kapıya kısa bir bakış atınca "Bars yok. Geç." deyip göz kırptı.

Peki anlamında onay verip geçiyordum ki düşüncelerim adımlarımı durdurdu.

"Baha..." dedim ona yavaş bir şekilde  dönerken.

"Yarış zamanı konuşmamızı hatırlıyor musun? Seren'le ilgiliydi."

Yüzünü hafif eğerek devam etmemi istedi.

"Video açığa çıktığında Ege orada durmadı. Gitti. Peşinden gidip onunla konuştuğumda ifadesi hiçte bundan memnunmuş gibi görünmüyordu. Tuhaftı. Sorduğum sorulara her ne kadar ifadesizce cevap verse de en son bana bilmediğim şeyler olduğunu söyleyerek odadan kovdu."

Baha'nın dudakları aralandı. Gözleri benden kopup boşlukta iki yana gidip gelerek düşünürken tekrar baktı ve

"Yani?" diye sordu.

"Ben Seren'i abisinden tanıyorum. Nasıl biri olduğuna şahit olamasam da en yakınından onu dinledim. Eksik parçalar var. Belki duyduğunuz üzüntüden, yaşadığınız bu ağır olaydan sonra bir şeyleri fark edememiş olabilirsiniz ama Sıraç bana Seren'in hayata yeniden tutunmak istediğini anlatmıştı."

Gözlerimi yere eğdim. "Baha bak... Biliyorum söylediklerim belki saçma geli-"

"Değil." dediğinde başımı ona kaldırdım.

"Haklı olabilirsin. Ama Ege'ye güvenemeyiz. Bir kaç kere Piramit'e gelip bizden yana olduğunu söylese de günün sonunda karşımıza Kaner'le birlikte çıktı. İlk piste geldiğin günü hatırlıyor musun?"

"Evet. Ege'de vardı."

"Bars izin verdiği için yanımızdaydı. Başta onu hırpalamamıza rağmen sürekli suçsuz olduğunu söyleyip durdu. Kendini savunuyordu lakin istediğimiz cevapları bize vermiyordu. Ardından uzun bir süre ortalıkta görünmedi. Ona ulaşmak istediğimizde ulaşamadık. Tekrardan kürkçü dükkanına dönmüştü. "

"Bu konudan vazgeç mi diyorsun yani?" diye sordum.

"Ege'nin gerçek hislerini öğrenmeden harekete geçemeyiz. Bunun içinde ona yakın olmamız gerekir. Lakin şimdilik zor."

"Okulda biri var, onlardan." dediğimde Baha'nın bana attığı bakışa takılmayarak ekledim. Bunu şimdi mi söylüyorsun der gibiydi.

"Kaner beni tehdit etmek için onu aracı olarak kullanıyordu. Neden size daha anlatmadığıma dair sorular duymak istemiyorum Baha." deyince aynı ifadeyle sürdürdüğü bakışlarını yumuşattı, omuzlarını indiren gergin bir nefes verdi.

"Ayza bu aramızda kalsın, olur mu? Şimdi gitmem gereken bir yer var lakin bu konu kapanmadı say. Bir ara yeniden konuşmamız lazım."

"Tamam." dedim ardından Baha'yı arkamda bırakıp Piramit'e girdim.

Sessizdi.

Etrafı gözlemlediğim kadarıyla kimse yoktu. L koltuğun etrafını sardığı orta masa da dışarıdan söylenmiş yemek kutuları vardı. Orta alana ilerledim, sırt çantamı koltuğa bıraktım. Şömine de ki ateşten geriye yalnızca külleri kalmış, hafiften gri, ince bir duman yükseliyordu.

Az sonra derinlerden bir ses duyduğumda kafam refleksi bir hareketle sağımda kalan ilk odaya çevrildi. O tarafa yürüyüp kapının koluna dokundum lakin açamadım. Sıraç'ın içeride olduğunu biliyordum.

Girip girmemek konusunda kararsızken kapı içeriden açıldı ve ben irkilerek parmaklarımı kapıdan çektiğim zaman diliminde Sıraç'ın bana tepeden bakan ela gözleriyle karşılaştım.

"Ayza?" dedi, kaşlarını burada ki varlığımı sorgularcasına kaldırarak.

"Ben."

Ona bakmayı kestim. Nesneler sanki bir cevap bulabilirmişcesine onlara göz gezdirirken aramızda uzattığım sessizliğin tuhaflaşacağını düşünerek göz göze geldim.

"Seni merak ettim."

Yüzüne bir deri yapışan o soğukluğun altında küçük bir gülümseme hisseder gibi oldum lakin bunu anlamak oldukça zordu. Belki de ben öyle düşünmek istemiştim.

Elini kapıdan çekti, bana bakarak geriye bir adım attı sonra sırtını dönüp içeriye girdi. Ayaklarım onu takip etti ve kendimi kahverengi tonlarının yoğun olduğu, penceresi olmayan odada buldum. Tam olarak kapatmadığım kapıdan içeriye dolan ışık, az da olsa buraya bir aydınlık kazandırıyordu.

Çift kişilik bir yatak, eskitme, büyük aynalı bir dolap ve gövdesi odundan yapılma ayaklı bir gece lambasından başka bir şey yoktu. Kahverengi parkeler çıplaktı ve bomboş olan duvarın bitiminde iplerden yapılma bir fotoğraf köşesi vardı.

Yatağın kenarında sırtı bana dönük olan Sıraç'ın fotoğraflara bakıyor olması dikkatimi çekmişti. Sessiz adımlarla yürüyüp önünde durdum ve bende oraya baktım.

Kardeşiyle çekildiği fotoğraflar tam gözlerimin ucundaydı. Bir karesinde birlikte motora binerken çekilen havalı bir pozları vardı, hemen bir sonrakinde Ilgın'la, Bars'la ve Baha ile ayrı ayrı çekilen fotoğraflar, sonrasında bütün grubun bir arada olduğu, yazdan kalma yurt dışında çekildikleri kareler yer alıyordu.

Ve Seren'in en farklı halini gördüm. Saçlarını çenesinin biraz altında kestirdiği fotoğrafına yaklaştım. Sıraç'ın yanağını ısırarak gözleri kısık bir şekilde gülümsemişti.

Sıraç'a bakınca gözlerini benim gibi oradan ayırıp bana baktı ardından sesli bir nefes verip başını ellerinin arasından geçirdi.

Fotoğrafı iplerin arasından çekip aldım, tam Sıraç'ın oturmakta olduğu yatağın karşısına, yere çöküp bağdaş kurdum.

Bu fotoğraf diğerlerinden farklıydı. Seren, bu karesinde her zamankinden farklıydı. Zayıflamıştı, teninde ki solgunluğu loş odaya rağmen barizce seçebiliyordum. Yüzünde tek bir makyaj dahi yoktu ve bir yıl içinde binlerce yaş almış gibiydi.

"Bu." deyip parmaklarım arasında ki fotoğrafa bakarken Sıraç'ın da bana baktığını hissettim lakin gözlerimi odaklandığım yerden ayırmadım.

"Evet." dedi sadece.

Tek kelime etmedim.

Bir fotoğrafa olabildiğinden daha uzun bir süre baktım. Ela gözlerinde her ne kadar büyüyememiş bir çocuk olsa da, o çocuğun sırtına kapanan yaşlı, saçları omuzlarını geçen kadının ruhunu görebiliyordum.

Ve Seren'in gülümsemesi kesinlikle intihar etmek isteyen bir bedene ait değildi. İçinde ki çocuğu, ruhunda ki kadınla teselli etmeyi öğrenen ve karanlıktan beslenerek ışığını güçlendiren bir mumun inatçı gövdesini andırıyordu.

"Bende kalabilir mi?" diye sordum.

Başımı kaldırırken dizlerimi kendime çekip sırtımı duvara verdim. Fotoğrafı parmaklarımın arasında tutmaya devam ediyordum. 'Olur' dercesine kafa sallamıştı Sıraç.

"Bana kızgın mısın?" Konuşmasını beklemek yerine kısık sesimle ekledim. "CD'nin varlığını senden sakladım."

"Değilim."

Başını dikleştirdi,yüzünde ki morlukları seçebiliyordum.

"Kaner'le yarışa neden katıldın?"

Gözlerimi ondan kaçırdım.

Başını hafiften sola yatırıp bir yanıt beklerken "Biliyorsun..." diye fısıldadım.

"Biliyorum." diye tekrar etti.

"O şekilde karşılaşmanı istemezdim Sıraç. Bu...Bu senin için ağır farkındayım. Kafanın içinden gördüklerini silemiyorsun. Gözlerini açarken oradalar, gözlerini kapatırken de keza. Uyurken, uyandığında, oradalar. Teninde hissettiğin morlukların sızısı, kalbinde açılan yaraların yanında  bir hayli hafif kalıyor."

"Belki canını yakabilir, bunu fark ettiğimde benim yanmıştı." Gözlerinin tam içine baktım.

"Unutuyorsun."

Zorlukla bir nefes alırken göğsü titreyivermişti.

"O hissettiğin acı her geçen gün üzerine attığı toprakla kendini derinlere gömüyor. İlk gün ki gibi bedenine verdiği ağrıları da yanında götürüyor lakin orada hep bir ağırlık var. Hissediyorsun. Varlığı bir çok şeyden daha gerçek. Alıştırıyor. Sana orada yer edindiğini sen istemesen de kabul ettirmek zorunda bırakıyor ve onun sana tutunduğunu düşünürken zamanla o acıdan beslenir bir hale geldiğin gerçeğiyle yüzleşiveriyorsun. Kendini en güçlü ve en güçsüz hissettiğin an, o an."

"Ölmek istedim Ayza..." dedi koyu bir tınıyla. Çektiği acı, sesine kadar sıçramıştı.

"Ağlıyor, birinin onu kurtarmasını bekliyordu. Gözleri kapıdaydı. Benim onu kurtaracağımı düşünmüştü belki de. Dehşet içindeydi. Bu fotoğraflarda ki gibi bir daha gülmeyecekti. Farkındaydı. O bunları yaşarken elinden hiçbir şey gelmeyeceğini biliyorsun. O görüntüler yıllar öncesine ait, kardeşini toprağa vereli mevsimler olmuş. Ama yine de atılıp durdurmak istercesine bakıyorsun, zihnin engel olamayacağını bile bile deli gibi bağırıyor."

Bir süre konuşmadı, ikimizde sessiz kaldık. Ben fotoğrafa bakarken onun gözleri boşlukta kaybolup gidiyordu. Ne kadar bir zamanı geride bıraktık bilmiyorum. Yerimden kalktım ve Sıraç'ın tam önüne, dizlerim üzerine çöktüm.

Gözlerine bakarken kafamı arkamda kalan köşeye çevirdim. Refleks olarak o da bakmış, sonrasında göz göze gelmiştik.

"Seni böyle görmek istemezdi."

Cümlemi desteklercesine başını salladı. "İstemezdi." diye tekrar etti.

"Bu karanlığı içine al Sıraç, lakin kendini buraya hapsetme. Savaşma, kabullen." Elimi göğsüne uzattım, parmaklarım kalbinde durdu.

"Kabullenilmeyen acılar, sahipleriyle  savaşmaya yeminlidir. Öksüz olmayı bilmezler. " Derin bir nefes aldım.

"Bırak." dedim, başımı kabul et dercesine eğerken.

"Kendi içinde ki bu savaşa bir son ver."

Ela gözleri tek bir saniye olsun grilerimden ayrılmadı. Morluklarla dolu olan yüzüne parça parça esen bir fırtına uğruyor, bir şeyler koparmadan gitmiyordu.

Elim kalbinden uzaklaştı ve ayaklarımı yere basarak doğruldum. Yavaş adımlarla önünden çekilip odadan sessizce çıktığımda, bir yanım hala orada, Sıraç'ın önünde diz çöküp onu izlemeye devam ediyor gibiydi.

Gözlerimi kısa bir süre yumup açtıktan sonra yukarıya, Bars'ın odasına baktım. Onu görmek istiyordum. Şuan neredeydi acaba? Beni düşünüyor muydu? Yüzünde ki yaralar iyileşmiş miydi merak ediyordum.

Piramit'ten ayrıldığımda Ece'nin mesajda belirttiği kafeye gittim.  İçeriye girdiğimde en son masa da elini çenesine yaslayarak etrafı somurtarak izlerken beni görmesiyle kocaman sırıttı ve ayağa kalktı.

Ona doğru yürürken gülümsemeye başlamıştım ve az sonra sıkıca birbirimize sarıldığımızda onu düşündüğümden çok daha özlediğimi fark ettim.

"Ayza!!" diye sevinirken sesi bütün kafeyi doldurmuştu. "Çok özledim seni."

"Biz bir daha ayrı kalmamalıyız." dedim Ece'ye. Kendini geriye çekti, büzdüğüm kaşlarıma, yüzünde ki tuhaf mimiklerle karşılık verdi. 'Ne' dercesine bakış attığımda ifadesini anlamaya çalışıyordum lakin çok tuhaflardı.

"Kızım sen bana yanıksın." dedi havalı bir şekilde. Tepeden attığı bakışın yanı sıra sesini erkeksileştirmesi de çabasıydı.

"Öyle mi dersin?" deyip oturduğumda bana sırıtarak bakan yeşil gözler tam karşımda yerini aldı.

"Seans nasıl geçti?"

"Kısa sürdü. Piramit'ten geliyorum."

Yüzümde ki ifadeye takılan sırıtması yavaşça kaybolurken bedenini masaya yaslayarak kafasını yaklaştırdı.

"Sıraç nasıl?" diye sordu.

Olaydan bir kaç gün sonra kendimi toparlayabildiğim de yaşananları onlara arayıp anlatmıştım.

"Aynı." dedim.

"Bars'ı gördün mü?"

Kafamı olumsuzca salladım.

"O tartışmadan sonra bir araya gelmedik."

"Ayza." deyip sustu.

Yanıt bekleyen gözlerime baktıktan sonra dudaklarını araladı.

"Kaner rahat bırakmayacak. Ben korkuyorum. Manyağın teki sonuçta. Başına her an bir şey getirebilir."

"Ben de korkuyorum." diye mırıldandım. "O kavgadan sonra nasıl bir halde olduğunu görmedim lakin toparlandığı vakit yeniden saldırmaya başlayacak."

"Ilgın'la bunu yolda konuştuk. Bizim evde kalabilirsin. Ya da Ilgın'a geçelim? Ne dersin? En azından güvende olursun. Okula beraber gelip gideriz."

"Şuan böyle bir şey yapabileceğimi sanmıyorum Ece. Yurt kapanıyor. Evlere taşınıyoruz." dedim.

"Anlamadım." derken tek kaşı kavislendi.

"Çocuk evi sistemi. Yakında Derince Merkeze taşınacağız. Kurallar yurda nazaran daha sıkı. Giriş çıkışlarda evde ki görevlilere bilgi vermek zorundayız."

"Adresini bulabilir mi?"

"Sıla." dediğimde kaşları hızla çatılıverdi.

"O kızın ne ilgisi var?"

"Kaner benden nefret edenleri bana karşı kullanmakta oldukça usta. Onun için zor olmasa gerek."

"O kız bulaşıyor mu hala sana?" diye sorduğunda korumacı tavrını görmemle gülümsedim.

"Merak etme, başa çıkabiliyorum onunla. Sen tatilden bahset. Nasıl geçti? Fotoğraflar çektin değil mi?"

"Tabi ki çektim sarışın."

Çantasından fotoğraf makinesini çıkardı, göz kırptı. Siparişi verip Ece'yle birlikte fotoğraflara bakmaya koyulduk. Kendisi kesinlikle harika bir fotoğrafçıydı. Uludağ'ın eşsiz doğası onun kadrajından daha farklı bir güzellikteydi.

Sipariş verdiğimiz pasta ve içecekler masa da yerini aldığı sıra Ilgın'la çekildikleri kareleri ve videoları izliyorduk.

"Bak o fare onu çektiğimden habersiz."

"Ece onun adı Miraç. Köstebek diyorlar."

"Umurumda değil. Fare ve köstebek birbirine benziyorsa konu kapanmıştır." dedi, pastasından bir dilim aldı. Gözlerimi kısarak onu izledim. Miraç'a gıcık olduğu belliydi.

"Ece, Miraç hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum. Onu ilk gördüğünde kahvesi boğazında kalmış, okuldayken şaka yaptığımda heyecanlanıp dışarı da Miraç'ı aramıştı.

Gözlerini yukarıya kaydırarak konuşmaya başladı. "Hiçbir şey düşünmemem gerektiğini düşünüyorum. Çocuk benden iğreniyor. Bende haliyle pislik gibi davranıyorum. Kimsenin beni sevmesi için çaba gösteremem."

"İyi biri lakin köstebek lakabının yanında çapkınlığıyla da biliniyor." dedim. Ece'nin Miraç'a takılı kalmaması iyi bir şeydi. Onun üzülmesini istemiyordum.

Muzlu pastadan bir dilim aldığımda istemsizce gülümsedim.

"Birileri pastayı seviyor ha?"

"Çocukluğumdan beri." dedim.

Bu tadı seviyordum. Lakin hiçbiri Enez'in yaptığı o şekilsiz, kremşantisi dağınık muzlu pastanın tadını veremezdi.

"Ayza yarın okuldan sonra kız gecesi yapalım mı? Bir gün izin alırsın sadece. Keyfimiz yerine gelir eğlenmiş oluruz."

Gözlerimi hafiften kısarak ona bakınca yüzünü bilerek masumlaştırdı, dayanamayıp sırıtınca Ece yerinden kalkarak "Helal be!" dedi ve kafamı kollarıyla kendine çekerek yanağımı öptü.

"Ece!!"

"Sus!" deyip yerine otururken pis pis sırıtıyordu.

"Yarın ablamızın evine çöküyoruz." dedi. Ilgın'ı kastediyordu. Pastasını yemeye devam etti.

Yarım saat kadar daha kafede zaman geçirip yurda döndüğümde odada ki kızlar hazırlık içindeydi. Songül ise onlara yardım ediyordu. Açıkçası bu ev sisteminin iyi yanlarının yanı uygulanacak olan kurallar can sıkıcıydı. Hafta sonu dışarıda olma süremiz altı saatti ve iki gün dışarı çıkabilmek için bu süreyi  ikiye bölüp üçer saat harcamalıydık.

Evden ve okuldan çıkış saatlerimizi bakıcılar kontrol edecekti ve geç gelme gibi durumlarda tolerans göstermezlerse evden sorumlu hocalara rapor edilecekti.

Kıyafetlerimi değiştirip eşofmanlarımla bazama geçtiğimde Sıla yatağında oturmuş elinde ki telefonla mesajlaşırken arada bana kaçamak bakışlar yolluyordu.

Onu umursamamaya çalışıp 'Paulo  Coelho Simyacı' kitabının kapağını araladım. İlerleyen saatlerde çizim yapmaya koyulmuş daha sonra ders çalışmıştım. Önümüzde büyük bir sınav vardı ve ben sadece elimdeki kaynaklarla iyi bir puan almak zorundaydım.

Kendimi bir mesleğin içinde hayal edince, karşısına oturduğum bir tuval, parmaklarımın arasında bir fırça olurdu. Resim çizmek beni mutlu ediyordu. Bu yüzden üniversitede güzel sanatlar bölümünü okumak istiyordum.

Uzun süre ders çalıştıktan sonra kulaklığımı takarak slow şarkılar eşliğinde okul kıyafetlerimi ütüledim daha sonra sabah erken uyanacağımdan dolayı fazla oyalanmayıp uyumaya koyuldum.

-

Sabahın erken saatlerinde uyandığımda mutfaktan kahvaltının hazırladığını belli eden sesler geliyordu. Muhtemelen bugün ki vardiya da Nihal abla vardı. Banyoya yol alıp yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçtim.

"Günaydın Nihal abla."

"Günaydın."

Tezgahın üstünde ki kahvaltı tabaklarını masaya koyup bardakları yerleştirdim. Demlenen çayın altını kapattığımda Nihal abla da diğer eksikleri dizmiş ardından karşıma oturmuştu.

"Sıla'yı görmemek için mi bu acele?"

"Rahat durmuyor. Bunu sende biliyorsun. Karşılaşmamak en iyisi."

"Sıla'yı biliyorsun Ayza. Sorun yaratmayı sever. Görmezden gelmek en iyisi değil mi?" dediğinde çatalımı tabağa bırakıp ayaklandım. Bütün iştahım kesilmişti.

"O kız kolyemi çaldı. Bana ne yaparsa yapsın görmezden geliyordum zaten ama bu saatten sonra en ufak bir tahammülüm yok. Beni değil onu uyar. Çünkü zarar gören o olur."

Yerimden kalkıp mutfaktan çıktığımda "Ayza." diye seslense de umursamadım. Okul kıyafetlerimi giyip dünden örülü saçlarımı açtım. Sarı saçlarım kıvırcıklaşmış, gri gözlerimi daha bir belirginleştirmişti.

Okula geldiğimde sınıfta henüz kimse yoktu. Ece gelmek üzere olduğuna dair bir mesaj atmıştı. Çantamı sıranın üzerine bırakıp her zaman ki yerime oturduğumda kısa bir süre sonra Beril ve Ekin içeriye girdi.

"Ayza?"

"Kızlar?" deyip gülümseyerek ayaklandım. Yanıma geldiklerinde birbirimize sarılmıştık.

Ekin neşeli bir sesle konuştu.

"Saçların harika olmuş."

"Teşekkür ederim."

"Kampta göremedik seni. Tatilin nasıl geçti?" dedi Beril.

"İdare eder." dedim.

"Bars'ta yoktu. Tatili birlikte mi geçirdiniz?" diye sordu Ekin.

O an afallayıverdim lakin bunu belli etmedim.

"Sevgililer sonuçta. Normal değil mi?" diyerek arkadaşının merakını gidermeye çalıştı Beril.  Sessiz kalıp gülümsemekle yetindim. Bu soruya verecek bir cevabım yoktu. Sınıfa giren kızlarla beraber Beril ve Ekin yanımdan ayrılırken kendimi huzursuz hissetmeye başlamıştım.

Kantine inmeye karar verip koridora çıktığımda benden uzakta olan Güney'i biriyle konuşurken gördüm. Yüz ifadesi gergindi, eli arada çenesine çıkıyor, sıvazlayıp çattığı kaşlarıyla dinlemeye devam ediyordu. Yürümeyi bıraktım. Konuştuğu kişinin sırtı bana inceden dönük olduğu için seçemedim, sonra tekrardan yürümeye başladığımda Güney beni fark etmesiyle elini karşında ki gencin omzuna koydu, bir şeyler söyledi.

Ne olduğunu anlamamıştım lakin arkadaşı harekete geçmiş zıt yöne doğru ilerlemeye başlamıştı ve ben Güney'in ona doğru gelişimi beklediği sırada giden kişinin yüzünü saniyelik bir zaman dilimi de olsa tanıyıvermiştim.

Kafam bir an durdu, ayaklarımın afallamasına izin vermedim. İfademi sıkı tutarak yaklaşırken şaşkınlığım büyüyordu. Güney, Kaner'in bu okulda beni tehdit etmek için kullandığı o erkekle konuşmuştu.

Onu nereden tanıyordu?

Bars okulda Kaner'in işini yapanların olduğunu biliyordu lakin öğrenmeye çalışıyordu. Ve ben dün Baha'ya bunu konuda itirafta bulunurken kim olduğuna dair bir hiçbir fikri olmadığını tavrından anlayıvermiştim.

"Güney? N'apıyorsun?" dedim.

"İyi. Takılıyorum öyle, bizimkilerin gelmesini bekliyorum. Sen?" dediğinde koridorun sağ tarafına anlık bakış attı ardından yüzünü bana çevirdi.

"Kantine iniyordum. Kahve alacaktım." deyip sağıma baktım.

"Arkadaşın mı..? Konuşmanızı bölmedim umarım."

"Yok gidiyordu zaten. Bir arkadaş." deyip geçiştirdi. Telefonunu çıkardı, tuş kilidini açıp ekranı kontrol ettikten sonra geri cebine koydu.

"Neyse benim gitmem lazım."

"Tamam." dememi beklemeden yanımdan uzaklaştı. Bu neydi şimdi? O çocuğun kim olduğunu bildiğinden adım kadar emindim. Acaba onu uyarmış mıydı? Belki de kim olduğunu öğrenmişti ve Bars'a haber verecekti.

Piramit'liler Kaner'in kuklalarından birine daha ulaşırsa mesele giderek büyüyecekti. Yarışta ki büyük kavganın enkazı daha çok tazeydi ve bundan sonra birbirlerine karşı daha acımasız olmaları kaçınılmaz görünüyordu.

Kantine inip iki kahve aldıktan sonra sınıfa geri çıktım ve Ece'nin gelmiş olduğunu gördüm. Sırada mor kapaklı aynasına bakarak makyaj yapıyordu.

"Günaydın. İhtiyacın var mı sence böyle bir şeye?" dediğimde elimden kahvesini aldı.

"Günaydın sarışın. Tüm gece film izledim yine... Kötü görünüyorum."

Aynasını bırakıp bana bir bakış attığında sırıttı ve saçlarımı izledi.

"Vay Ateşli."

"Ece." deyip güldüm.

Yanına oturduğumda beni yine sarsıcı bir şekilde öpmüştü. Kesinlikle kibarca sevmeyi bilmiyordu.

"Kızlar?" diyerek neşeli bir şekilde gelen Can bir ön sıraya çantasını adeta fırlatarak oturdu. Elini yumruk yaptığında aynı şekilde karşılık vererek selamlaştık.

"N'aber çizim güzeli?" derken sırıtıyordu, ben yüzümü ekşittiğimde durdu, havaya bakarak düşündükten sonra dudaklarını araladı.

"O laf öyle değil miydi?"

"Batırdın." dedi Ece gülerek.  

Metehan hocanın gelmesiyle önüne döndü. Okulun ilk günü olduğundan pek kimse yoktu. Baha'yı da yerinde görememiştim. Metehan hoca ders işlemek yerine tatilde neler yaptığımıza dair ortaya bir sohbet açarken kampa gidenler anılarını anlatmaya başlamıştı. Ece'de çektiği fotoğrafların birkaçını hocanın isteğiyle sınıfa göstermişti.

Zil çaldığında uyuklayan Ece'ye baktım. Daha fazla dayanamamıştı. Telefonumu çıkarıp Ilgın'ı aradım lakin meşgule attı. Normalde aradığım gibi cevap verirdi fakat bu sefer fazla meşgul olmalıydı. Montumu sıranın üzerine kapanan Ece'ye örttüğüm sıra da içeriye giren kız öğrenci sınıfa adımı seslendi.

"Benim?" diyerek bakınca,

"Rehberlik odasından çağırıyorlar." deyip gitti.

Sınıftan ayrılıp üst katta ki rehberlik odasına çıktığımda kapıyı tıklatıp içeriye girdim.

"Ayza değil mi?"

"Evet." dedim masanın ardında ki gözlüklü, yaşlarının ortasında olan erkek hocaya.

"Ayza birinci dönem matematik kursuna yazılmışsın. Lakin bir kere katılmak dışında derslere hiç gelmemişsin. Kursa katılım hakkın otomatikman düşmüş. Bu yüzden ikici dönem aynı derse kaydını oluşturamayız. Eğer istiyorsan diğer derslerinden bir kursa kayıt yapabilirsin."

Matematikte zorlandığım için kursa kaydolmuştum lakin sonrasında yaşananlarla beraber gitmeye fırsatım olmamıştı. Ve şimdi ise bana yararı olsa bile katılmayı istemiyordum bu yüzden

"Hayır hocam. Teşekkür ederim." deyip çıktım.

Sınıfa döndüğümde sabah ki dersler aynı sıkıcılıkla geçmeye devam etti. İlk gün olduğundan hocalar sadece yoklama alıp ardından sohbet etmeye koyuluyordu ya da bazıları zil çalmadan önce çıkıyordu.

"Ayza bak sınıfta çok az kişi var. Öğleden sonra kaytarsak mı?"

"Ne yapalım?" diye sordum. Ben de oldukça sıkılmıştım ve Ece'nin bu uykusuz hali giderek ağırlaşıyordu.

"Ilgın'a geçelim. Yedek anahtar var bende. Şimdi eve gitsem bizimkiler neden erken döndüm diye tonla laf ederler."

"Ilgın'ı aradım ama açmadı. Haberi var mıydı bu gece ki planımızdan?"

"Ne gerek var kızım haber vermeye? mekan bizim." diyerek ayaklandığında kolundan tutarak dengesini korudum. Telefonundan kendisini her zaman okula bırakan şoförünü aradı ve gelmesini haber verdi.

Yaklaşık on beş dakikanın ardından Ece'in şoförü gelmiş ardından yola koyulmuştuk. Hafif tepelik yerde olan lüks sitelere giriş yaptığımızda inmeden hemen önce Ece şoföre ailesine bilgi vermemesi konusunda uyarmıştı.

Kapıda ezbere bildiği şifreyi girdi ardından asansörle sekizinci kata çıktık. Ece çantasından anahtarı çıkardı, anahtarı yuvasına koyarken tek bir kez çevirdiğinde kapı metalik bir sesle açıldı.

Ikimizde birbirimize baktık.

"Sadece çekmiş olmalı." diye fikrimi belirttim.

Umursamayıp hole adım attığımızda geniş salondan gelen seslerle karşılaştık, yüzler bu tarafa çevrildi. Bars, Baha, Miraç, Ilgın. Hepsi buradaydı ve her iki tarafta birbirini görmeyi beklemediğinden hafif bir şaşkınlık içindeydi.

Ilgın "Ece? Ayza?" diyerek ayaklandı.

Ben gözleri çoktan beni bulan Urağan'a bakmamak için kendimi kasarken Ilgın'ın bana doğru gelişine tebessüm etmeye çalıştım ve yanıma gelip sıkıca sarıldı.

"Okul çıkışı sizi almayı planlıyordum. Çok özlemişim..."

"Seni aradık ama ulaşamadık." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı.

"Haklısın, biraz yoğun bir gündü."

"Kız gecesi yaparız diyorduk." dedi Ece, suratını asarken. Ilgın sırıtıp onu yanağından öperken Miraç arkadan konuştu.

"Sen beni mi takip ediyorsun Ece?"

"Senin yer altında olman gerekmiyor mu?" diye misilleme yaptı Ece.

Ilgın'ın işaretiyle salona tamamen giriş yaptığımızda Bars'a bakmamak için kendimi zorluyordum. Bakışları üzerimdeydi. Ece'yle birlikte tam karşılarına oturduğumuz sırada benim varlığım ortamı giderek sessizleştirmişti.

"Bizimkiler az sonra Piramit'e geçerler. Yani gecemizi yapabiliriz." diyerek sessizliği bozdu Ilgın.

"Bizi kovuyor musun sevgilim?" diye tek kaşı havada sordu Baha.

Ilgın "Kızlar varsa öncelik onlar." diyerek bize bakarken Baha başını salladı. Dudağının ucunda ki şaşkınlıkla gülümsüyordu.

Ikisi arasında ki atışmaya gülümserken o anda Bars'la göz göze geldik. Kalbim aniden hızlandı. Gri gözlerimi okyanuslarından koparamadım ve o da bakışlarını benden çekmedi.

Şakağında koyulaşan bir morluk vardı, elmacık kemiğinde ki sarartı pek belli olmuyordu lakin dudağının ucunda ki minik yara bandını uzaktan seçebiliyordum.

Ne düşünüyordu?

Yarış günü olanları mı yoksa son konuşmamızı mı? Belki burada olmam onu rahatsız ediyordu. Beni görmek istemiyordu.

Gözlerimi ondan ayırdım, devam eden sohbeti dinliyormuş gibi yaptım.

Hayatım boyunca varlığım birilerini hep rahatsız etmişti lakin Bars'ın da benden rahatsız olduğunu düşünmek beni yaralıyordu. Umursamamam gerekirdi. Biz arkadaş bile değildik onunla. Birbirimizin hayatında herhangi bir yerde değildik lakin tuhaf hissediyordum.

"Ece senin uykun mu var?" diye sordu Baha. İkisinin arasında ki soğukluğa bakılacak olursa iyi bir başlangıçtı.

"Gece film izledim. "

Ilgın Ece'nin saçlarını geriye  atarak

"Ne filmi güzelim?" dedi.

"Çizgi film işte." dediğinde telefonla uğraşan Miraç bakışlarını ekrandan çekip Ece'ye noktalamıştı. Tek kaşı kavislenirken "Ciddi misin?" diye sordu.

Bars Baha'ya göz kırparak hafiften gülümsedi.

"Evet."

Miraç "Hangisini çok seversin?" dediğinde telefonunu kucağına koyup dikkatini tamamen Ece'ye vermişti.

"Marsupilami." dediğinde herkes sırıtmaya başladı. Baha sevgilisine bakarak gülerken Bars başını eğdi, diliyle yavaşça dudaklarını ıslattı.

Miraç'ın kaşları havalanmış sırıtırken

"Tüm bölümlerini bitirdim onun." dedi Ece'yi ve beni şaşırtarak. Salonda farklı tepki veren yalnızca ikimizdik.

"Sende tam bir Johnny Bravo izleyicisi tipi var? Yanılıyor muyum?" dedi.

Miraç arkadaşlarına sırıtarak baktıktan sonra kafa salladı. Gülümseyerek ikisini dinlerken okul ceketimin cebinde sürekli titreyen telefonumu çıkarmaya karar verip gelen mesajlara baktım.

Gözlerim hızla etrafa bakış attıktan sonra yeniden ekrana indi.

Mesajlar Selin'dendi.

'Ayza Merhaba.'

'Konuşmamız lazım'

'Biliyorum şuan bana karşı büyük öfke duyuyorsun lakin ben yapmadım. Lütfen inan bana.'

'Bunu yapmaya zorlandım. Cevap verir misin bana? Sana anlatacaklarım var.'

Mesajları kaydırırken bir yenisi daha geldi.

'Konuşmamız lazım. Kestirip atma.'

İstemsizce alt dudağımı dişledim. Parmak uçlarım buz gibi olmuştu ve sık sık gözlerimi kırpıyordum. Ilgın getirdiği kahveleri ortada ki masaya bıraktığı sırada su içeceğimi söyleyerek salondan ayrıldım.

Koridorun sonunda ki daha önceden kaldığım yatak odasına girip kapıyı kapattım. Ne yapacaktım? Yatağın ucuna oturdum ve ayağımı sallamaya başladım. Selin'e baştan beri güvenmiyordum lakin haklı olabilirdi. Kaner'in ona yaptıklarına şahit olmuştum. Beni tehdit ettiği gibi onu da zorlamış olabilirdi.

Numarayı kaydırıp aradığımda bir anda odanın kapısı açıldı ve içeriye Bars girdi. Göz göze geldiğimizde elinde tuttuğu bardağı konsola bakışlarını benden koparmadan sesli bir şekilde bıraktı. Susmuş onu izliyordum. Daha sonra sırtını kapıya yasladı, soğuk bir şekilde beni izlemeye koyuldu.

Telefonu kulağımdan çektim, aramayı sonlandırıp elimi yanıma indirirken doğruldum. Bars bir kaç adım atarak karşıma geldi.

"Bars."

"Kim?" diye tok bir sesle sordu.

Aralanan gözlerimi kısmaya çalışıyordum lakin onun karşısında hislerimi kontrol etmek zorlaşıyordu.

"Kimse değ-"

"Ayza bana yalan söyleme." diye uyardı beni. Başını yüzüme eğmiş, aramızda ki mesafeyi azaltmıştı.

"Yapma bunu." dedi.

"Yalan söylemiyorum."

Okyanusları saniyelik olarak elimde tuttuğum telefona kayıverdi, sonra yine grilerimi buldu.

"Kaner'le konuşuyor musun?"

Başımı hızla iki yana salladım.

"Sana ulaştı mı o günden sonra?"

"Hayır..."

Birbirimize sessizce bakarken bana olan eski tavrını özlediğimi fark ettim. Evet hiçbir zaman yumuşak davranan biri değildi lakin böyle de değildi. Bars alt dudağını sakinleşmek istercesine dişledi. Yeni tıraş olduğundan kumral teni yaralarının dışında pürüzsüzdü. Uzayan saçlarını her zaman ki gibi geriye atmak yerine alnına düşmesine izin vermişti.

"Sana zarar verir biliyorsun değil mi?"

Yutkunurken başımı yine salladım.

"Bak." deyip boşluğu izledi, sesli bir nefes alarak grilerime yeniden baktı.

"Sana bir şey olmasını istemiyorum. Neden bilmiyorum lakin bunun olma düşüncesi beni endişelendiriyor."

Durdu, bekledi ve ifademi çözmeye çalıştı. Yüzüm ne haldeydi bilmiyordum. Hatlarımı bir arada tutan bütün ipler sanki bir anda kopmuştu.

"Benden bir şeyler gizleme."

"Yarış günü olanlar için." dedim, mavi gözlerinin yakınlığı dikkatimi dağıtıyordu.

Neden bu kadar tanıdıktı?

Başımı yere eğerken kendimi toparlamak adına gözlerimi birkaç kez kırptım, çenemi dikleştirirken sesimin güçlü çıktığına emin olarak sordum.

"Beni suçluyor musun?"

-  

SON BİR BÖLÜM.

-

Nur Ergül

Continue Reading

You'll Also Like

54.8K 3.7K 24
Güneşte yanabilir, ormanda kaybolabilir, gecenin karanlığına hapsolabilir, okyanusta boğulabilirdim ama ben bir çift kahverengi gözün toprağına gömül...
ESARET By 🌙

Teen Fiction

455K 6.7K 9
"Bedenim özgür, ruhum sana esir." ~ Eylül&Yiğit
1M 49.1K 59
(Bu isimle yazılmış ilk kitaptır.) Girdiği depresyon sonucu gittiği bir barda birlikte olduğu adamdan hamile kalan Hira, hayatında bir çocuğa yer ver...
4.5M 334K 58
"Bu kitap babası tarafından sevilmeyen ve hiç bir zaman sevilmeyeceğini düşünen kızlara ithafen yazılmıştır..." (Haziran-Temmuz ayları arasında kitap...