Karanlık Çete

By Tilki-99

745K 38K 20.1K

"Her insanın kendi zevkleri vardır küçüğüm, benimki de cesetler. Ve unutma ki, katilini affedersen seni yenid... More

KARANLIK ÇETE- TANITIM
1.BÖLÜM: "KAÇAK"
2.BÖLÜM: "ÇETE"
3.BÖLÜM: "KATİL"
4.BÖLÜM: "BAŞARISIZ"
5.BÖLÜM: "ACI" ●
6.BÖLÜM: "GECENİN FARKLI YÜZÜ"
7.BÖLÜM: "ÇOK GÜZELSİN."
8.BÖLÜM: "KURTULUŞ."
9.BÖLÜM:"KÜÇÜK SAVAŞÇI"
10.BÖLÜM: "TEHDİT"
11.BÖLÜM: "İNTİHAR."
12.BÖLÜM: "AFFET."
13.BÖLÜM: "ANSIZIN GELİR ÖLÜM."
14.BÖLÜM: "Sadece sen."
15.BÖLÜM: HASTALIK
16.BÖLÜM: İTİRAF
17.BÖLÜM: KAN KOKUSU
18.BÖLÜM: "KARAR."
20.BÖLÜM: "AĞABEY."
21.BÖLÜM: "GERÇEKLER."
22.BÖLÜM: "BEKLENMEYEN."
23.BÖLÜM: "ALIŞILMADIK."
24.BÖLÜM: "ÇOCUK."
25.BÖLÜM: "BUNALIM."
KARAKTER TANITIM
26.BÖLÜM: "İTİRAF"
27.BÖLÜM: "SEÇİM."
28.BÖLÜM: "ANKA."
29. BÖLÜM : "PLANLAR."
Duyuru
DUYURUUU
30. BÖLÜM : "ANNE."
Yeni kitap yayında
Yeni başlangıç yeni video

19.BÖLÜM: "VAZGEÇMEK."

17.4K 1K 530
By Tilki-99

LÜTFEN BÖLÜM SONU NOTLARINI OKUYUN VE OY VERMEYİ UNUTMAYIN. TABİ BİRDE YORUM :) KİTAP FORMATINDA 22 SAYFA. İYİ OKUMALAR, SEVİLİYORSUNUZ.❤

Yaren'in bana bıraktığı notu okuduğumdan bu yana birkaç dakika geçti. Kendini büyük bir tehlikeye atmıştı. İlk seferde kaçmıştı. Umarım ona bir zarar gelmez diye düşündüm içimden. Evde Okan vardı ve o benim buradan kurtulmama eminim ki yardımcı olurdu. Ama ya Yaren'i bulurlarsa?

Bunu yapabilir miydim? Bu sefer gerçekten kaçabilir miydim? Elime notu alıp hızla aşağıya indim. Okan perdenin arasından camdan dışarıya bakıyordu ve oldukça gergin gözüküyordu.

"Okan?" Bakışları hızla bana döndü. Ona bunu nasıl söyleyebilirdim? Ona alışmıştım. Okan gerçekten çok iyi bir insandı ama yaşadıklarımı da unutamazdım. Ben buraya ait değildim.

Hiçbir şey söylemeden hızla yanıma geldi ve bana sarıldı. Sarılmasına karşılık vererek ona sarıldım. Geri çekilip elimdeki notu ona uzattım. Şaşkınlık serpilmiş meraklı bakışlarını bana çevirdi ve, "Bu ne?" diye sordu.

"Aç oku." dedim kısaca. Ne düşüneceğini gerçekten merak ediyordum. Meraklı gözlerle elimdeki notu aldı ve okumaya başladı. Önce kaşları çatıldı daha sonra ifadesini korudu ve bakışları kağıt ve benim aramda mekik dokudu.

"Nisan..." dedi ve duraksadı. Doğru kelimeyi arıyor gibiydi. Derin bir iç çektim ve ona dolu gözlerle baktım. "Bunu yapabilirsin." dedi burukça gülümseyerek. Anlık cesaretin yetkisiyle tekrardan ona sarıldım. O da karşılıksız bırakmadı. Onu çok özleyecektim.

"Ben, seni çok özleyeceğim." dedim titreyen sesimle. Onu bir daha görebilecek miydim?

"Bende seni çok özleyeceğim." dediğinde bir bıçağın kalbime derin bir çizik attığını hissettim.

Bakışlarımız birbirine kenetlendiğinde onunda gözlerinin dolduğunu gördüm. "Seni," dedim ve duraksadım. Kelimeler ağzımdan çok zor çıkıyordu. Boğazımda ki hiç gitmeyen yumru beni çok zorluyordu. "Bir daha görebilecek miyim?"

Gözlerini kaçırdı ve ellerine baktı. "Beni görmemen senin açından daha iyi." dedi daha sonra gözlerini gözlerimle buluşturdu. "Biliyorsun ben buraya aitim ve beni gördüğün an da bil ki onlar da yakınımdalardır."

"Ben çok üzgünüm." dedim göz yaşlarımı serbest bırakarak. "Bu kadar zor olmamalıydı. Böyle olacağını hiç düşünmemiştim."

"Alıştık." dedi aniden. "Ama doğrusu bu. Sen buraya ait olamayacak kadar temizsin."

Başımı onaylar anlamda salladım ve bir adım geri çekildim. "Kendine iyi bak. Sen, sen gerçekten çok iyi bir insansın. Kalbini hep şimdi ki gibi temiz tut."

"Sende öyle." dedi ve alnıma bir öpücük kondurdu.

"Şimdi ne yapmam lazım?" diye sordum etrafa bakarak.

"Notu al ve uzaklaşınca yırtıp at. Ben sana para vereceğim, taksiye bin ve evine git. Bugün evinizden uzaklaşın. Eminim Ares ve Batuhan peşine düşecektir. Uzaklaşın buradan. Hatta şehir değiştirin. Senin iyiliğin için seni görmemeye bile razıyım." dedi çatlayan sesiyle. Bu çok zordu. Bu kadar zor olmamalıydı.

"Polisler?" diye sordum endişeli bir tavırla.

"Onlara seni bir odada tuttuğumuzu ve yüzümüzü asla görmediğini söyle. Sürekli şapka takıp geziyorlardı dersin." Başımı olumlu anlamda salladım ve bir kez daha sıkı sıkı sarıldım ona.

Okan cebime bir şey sıkıştırdığında bunun para olduğunu anlamıştım. Ondan ayrılıp yavaş yavaş kapıya doğru ilerledim ve kapının oraya gelince duraksadım. Arkama dönüp bakmalı mıydım? Eğer bakarsam gidebilir miydim?

Ne olacağını düşünmeden ardımda bıraktığım Okan'a baktım. O sırada onun da gözünden bir damla yaş düştü. Bir pişmanlık daha eklenmişti defterime. Keşke görmeseydim onu ağlarkan diye. Eliyle git işareti yaptığın da arkamı dönüp derin bir nefes aldım ve kapıyı açıp çıktım.

Soğuk rüzgar tenimi ısırıyor, yakıcı bir soğukla buluşturuyordu bedenimi. Ama bunu önemsemedim. Özgürdüm. Artık özgürdüm.

Birkaç adım daha attıktan sonra koşmaya başladım. Biraz koştuktan sonra ana caddeye çıktım. Arabaları ve insanları görmek hiç bu kadar sevindirmemişti beni. Yüzümde belli belirsiz bir tebessüm oluştu. Ortalıkta hiç taksi gözükmüyordu. Bir köşede bekleyip gözlerimle etrafı taradım. Nasıl gidecektim eve? Gerçekten artık evime gidebilecek miydim?

Yaklaşık dört beş defa kaçmaya çalışmış başarısız olmuştum. Bu sefer, kurtuluyor muydum sahiden? İçimde ki Nisan, 'Tam bir aptalsın.' diye fısıldadı bilinçaltıma.

Kaşlarımı çattım ve, "Neden?" diye sordum sesli bir şekilde. Dışardan izleyen biri beni eminim ki deli zannederdi. 'Gitme.' diye fısıldadı biri bilinçaltıma. Bu kesinlikle, benim sesim değildi. Dişlerimi sıktım ve derin bir nefes depoladım ciğerlerime. Aldığım her nefes boğazımı yakıyor, ciğerlerimi sızlatıyordu. Bu kadar zor olan neydi?

Onlar benim hayatımı mahvetmişlerdi. Sadece benim değil, ailemin de. Beni onlardan ayrı düşürüp onları da üzmüşlerdi. Ares'in hareketleri, Batuhan'ın hakaretleri, Ayaz'ın ve Cengiz'in başlarda ki umursamaz tavırları ve bana yardım etmeyişleri. Semih de onlardandı zaten. Sadece Okan yanımdaydı, ilk günden beri. Ama ne olursa olsun hepsini seviyordum. Bunu kendime bile itiraf etmek oldukça zordu ama bu su katılamaz bir gerçekti. Onları seviyordum, ne yaparlarsa yapsınlar. Onlara alışmıştım.

İç sesimle çatışmamı bölen bir arabanın korna sesi oldu. Hemen silkelenip kendime geldim ve önümde duran siyah lüks arabaya baktım. Arabanın kapısı açıldı ve uzun boylu bir adam görüş alanıma girdi. Bana doğru yaklaştığında biraz gerilmiştim ama yerimde sabit kalmak dışında hiçbir şey yapmıyordum.

"Merhaba." dedi birkaç adım önümde dikilerek. Oldukça uzun bir boya sahipti. Gerçi onlar da çok uzun boyluydu. Aklıma gelişleri rahatsızlık vermişti. Bu düşünceme içten içe güldüm. Hiç aklımdan çıkmıyorlardı ki...

"M-merhaba." dedim sesimin titremesine lanet ederken.

"Yolda oldukça savunmasız ve yardıma ihtiyaç duyar gibi gözüküyordun. Yardımcı olabilir miyim?" Cümlesinin altında bir alay aramıştım ama söyleyiş şekli ve surat ifadesi oldukça ciddiydi. Sezdiğim alay boşa çıkmıştı.

"Teşekkür ederim düşünceniz için. Ben sadece taksi arıyordum." dedim fazla samimiyet kurmadan. Bakışlarını kaldırım taşına dikti ve düşünceli bir hâl takındı. Gözleri tekrardan beni bulduğunda, koyu kestane gözleri siyaha bürünmüştü.

"Buralardan kolay kolay taksi geçmez, özellikle bu saatlerde. Dilerseniz sizi gideceğiniz yere kadar bırakabilirim?" Bu kesinlikle bana yöneltilen bir soruydu. Ona güvenip güvenmemek arasında gidip gelsem de bu düşünceyi umursamadım. Sonuçta kimseye güvenilmezdi lakin karşınıza illaki güvenilmeyen insanlarla birlikte bir sınav çıkıyordu.

"Gideceğim yere değil de, taksi bulabileceğim en yakın yere bırakırsanız çok sevinirim." dedim mesafeli bir sesle.

Memnun olmuşçasına dudakları kıvrıldı ve başını sallayıp eliyle geçmem için müsaade etti. Kapıyı tutup açacağım sırada kendisi de aynı hamleye yaptı ve ellerimiz birbirine değdi. Ruhsuz bakışlarımı ona çevirdiğim de en az benim kadar rahatsız gözüküyordu bu durumdan. Kapımı açıp binmem için müsaade etti. Ardından kapımı kapatıp kendi tarafına geçti. Bu kadarına gerek yoktu fakat bir şey diyemezdim de. Şuan şu durumdan dolayı oldukça gergin ve endişeliydim.

Sonuçta tanımadığım bir insanın arabasına binmiştim. Elbette buradan tanıdığım bir insanın geçmesini beklemiyordum ama yine de bu his kötüydü. Sanki doğru insan değildi ama bir yardımı dokunacak gibiydi. Bu hissi görmezden gelip önümüzden akan yolu izledim.

"Adınızı öğrenebilir miyim?" dedi nazik bir sesle. Sizli bizli konuşması benim lehime iyiydi ama niye adımı sormuştu ki? Başta söylememeyi düşündüm ama nedense şuan onu sinirlendirme düşüncesinden korkmuştum.

"Neden sordunuz acaba?" dedim onun kadar sakin bir sesle. Gözleri bir bana bir önümüzde ki yola bakarken oldukça gergin gözüküyordu. Alnına baktığımda ufak bir ter damlasının düşüp düşmeme savaşı verdiğini gördüm. Neden bu kadar gerilmişti?

"Sonuçta arabama tanımadığım bir insanı alıyorum. İsmini öğrenmek en doğal hakkım değil mi?" diye sordu hafiften güler gibi bir sesle.

Önümdeki yola kaşlarımı çatarak baktım ve gözlerimi yoldan çekmeden, "Sonuçta bende tanımadığım bir insanın arabasına biniyorum ama isminizi sormadım?" dedim imalı bir şekilde.

"Arabama binmeyi kabul eden sensin ama?" dedi imayı saklama gereksinimi duymadan. Sizli bizli konuşma biranda sen olunca daha çok gerilmiştim. İnsanlar neden bu kadar kolay samimiyet kuruyordu?

Haklıydı. Kabul etmiştim çünkü başka seçeneğim yoktu. "Nisan." dedim gözlerimi devirerek. Ona baktığımda başını salladığını gördüm.

"Ben de Koray." dedi sormamama rağmen. Sormamıştım ama demek isterdim fakat demedim ve sadece başımı sallamakla yetindim.

"Kaç yaşındasın?" dediğinde bulunduğum konumdan oldukça rahatsız olmuştum. Ne zaman bitecekti şu yol artık?

"21." dedim yalan söyleyerek. 17 yaşında olduğumu söyleseydim sanki bana zarar verebilirmiş gibi düşündüm. Ondan tarafa baktığımda bana baktığını ve dudaklarını titrediğini gördüm. Başını arkaya atıp ufak ama gür bir kahkaha attığında kaşlarım çatılmıştı.

"Problemin ne?" diye sordum rahatsız bir ifadeyle. Gözlerini tekrardan gözlerime çevirdiğinde tebessümü yerini hala koruyordu.

"Güldürme beni." dedi sırıtarak.

"Gülme o zaman?" dedim omuz silkerek. Akıllısı bizi bulmazdı ki.

"Güldürme o zaman." dedi gıcık bir sesle. "17'den fazla olamazsın sen. Maksimum 18." dediğinde dişlerimle birlikte yumruğumu da sıktım. Sana ne ki? Sana ne yani.

"Ne fark eder?" diye sordum umursamaz bir tavırla. "Önemli olan olgunluk değil mi?"

"Öyle tabi." dedi aniden ciddileşerek. Gözlerim tekrardan onu bulduğunda gür ama düzgün kaşlarını çatmış olduğun gördüm. Ruh hali gerçekten inanılmazdı. Gerçi daha inanılmaz ruh hali olan insanlara da şahit olmuştum şu birkaç ay boyunca. Kalbimde bir boşluk hissettim o an. Sanki ne olursa olsun yeri asla dolmayacak bir boşluk.

"Seni tanıyor gibiyim." dedi tuhaf bir sesle. Kaşlarım havalandı ve mavilerim tekrardan onu buldu.

"İnsan insana benzer." Bakışları yüzümün her bir metrekaresini hafızasını kaydetmek ister gibi yüzümde gezindiğinde benim de bakışlarım ona kitlenmişti.

"Bu öyle bir benzerlik değil," dedi tuhaf bir tınıyla. "Seni bir yerde gördüğüme eminim."

Konuyu değişmek için, "Ne zaman varırız gideceğimiz yere?" diye sordum endişeli bir sesle.

"Peki ya sen öyle hissediyor musun?" diye sorduğunda anlamamış gözlerle ona baktım.

"Nasıl hissediyor muyum?"

"Beni daha önce görmüş gibi hissediyor musun?" Ses tonu sanki korku filmi seslendirircesine esrarengiz çıkmıştı. Bu daha da gerilmeme sebep olmuştu.

"Hayır." dedim hiç düşünmeden. Bir an önce bu arabadan inmek, aileme kavuşmak, onlara sıkı sıkı sarılmak ve bu kâbustan uyanmak istiyordum.

"Henüz beni inceleme fırsatın olmadı. Bir bak belki sana da tanıdık gelirim." dedi ve arabayı sağa çekti. Arabanın aniden durmasıyla elimi torpido gözüne koydum ve sarsılmayı engelledim. Korkuyla bakan gözlerimi ona çevirdiğimde gözlerinin içine baktım birkaç saniye. Göz teması kurmaktan çekinen ve rahatsız olan bir kız olarak gerçekten bu gözlerde farklı bir şey aradım. Gözlerim yüzünün her bir metre karesini hızlıca birkaç defa taradığında yutkunmam zorlaşmıştı. Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum. Gerçekten bana da olmuştu o his. Bir tanıdıklık hissi.

"Şimdi ne düşünüyorsun?" diye sordu gözlerini gözlerimden çekmeden.

"B-ben bilmiyorum." dedim suratımı buruşturarak.

"Bazen bilmen gerekmez, hissetmen gerekir." dediğinde göz pınarlarım istemsiz yaşla doldu.

"Ben neyden bahsettiğini anlamıyorum. Sadece evime gitmek istiyorum, olur mu?" Gözyaşlarım kendini akıtmak için en ufak bir bahane ararken onları bastırmak çok zordu. Gözlerimin parladığına ve burnumun kızardığına emindim. Hemen de kızarıyordum. Elini bana doğru uzattı ve kirpiklerime dokundu. Gözlerim istem dışı kapandığında parmağı kirpiklerimde gezintisine devam ediyordu.

"Önce kirpik uçlarından kırılır kadın." diye fısıldadığında usulca geri çekilip gözlerimi açtım. Sıcak çikolata rengindeki gözleri daha koyu bir tona bürünmüş, daha ilgi çekici bir hâle gelmişti.

"Merak etme, seni ait olduğun yere götüreceğim." Ait olduğum yer ailemin yanıydı. Başka da bir yere ait olamazdım.

"Lütfen bir an önce gidelim." dedim sabırsız bir sesle. Hiçbir şey demeden arabayı tekrardan çalıştırdı ve sağa saptı. Yollar hiç tanıdık gelmiyordu. Sanki buraya ait değilmişim gibi. Sanki bu dünya için varolmamışım gibi.

Vücudum tüm bu yükü kaldıramıyormuşçasına yorgun ve bitkindi. Gözlerim yanıyor, kirpiklerim birbirine değmek için can atıyordu.

Elini radyoya götürüp birkaç kanal atladı. En son bir şarkı kanalında karar kılmışçasına durdu ve şarkının sesini açtı. Arabayı Evanescence'nin Bring me to life şarkısı kaplayınca daha da içlendim. Çok sevdiğim şarkılardan biriydi. Ve tam anlamıyla ruhumu temsil ediyordu. Şarkı yarısından başlamış da olsa kafamı arkaya yaslayıp gözlerimi kapattım ve şarkıya odaklandım.

(Before I come undone)
(Tamamen mahvolmadan önce)

(Save me.)
(Kurtar beni.)

(Save me from the nothing I've become.)
(Dönüştüğüm bu hiçlikten kurtar beni.)

Gözlerimi sımsıkı yumup dişlerimi sıktım. Çok zordu. Yaşadıklarım çok zordu ve belki bunlar daha hiçbir şeydi. Gözlerim açıp şarkıyı mırıldandım.

(I've been living a lie. There's nothing inside.)
(Bir yalanı yaşıyormuşum. İçim bomboş.)

Araba sarsılarak durduğunda öne doğru atıldım ama Koray benden önce davrandı ve beni geriye itti. Gözlerimi ovuşturup camdan dışarı baktım. Etraf boştu, oldukça tenha gözüküyordu ve gelen geçen kimse yoktu.

"Burası neresi?" diye sordum yorgun bir sesle. Arabayı park ettikten sonra kapısını açıp indi ve benim tarafıma geçip benim kapımı da açtı. Cevap vermemişti.

"Neredeyiz?" diye sordum tekrardan korkmuş bir sesle.

"İn." dedi sadece. Allah'ım ne olur artık bir şey olmasın. Ne olur daha fazla zarar görmeyeyim. Dediğini yapıp arabadan indim ve kollarımı kendime sararak soğuğu engellemeye çalıştım. Soru sormaya bile çekiniyor ve korkuyordum. Birkaç adım sonra omuzlarıma sıcak bir şeyin değdiğini hissettiğimde irkildim. Ceketini çıkartıp beni örtmüştü.

Ceketi çıkarıp tekrardan ona uzattım. "Şey gerek yok ama yine de teşekkür ederim."

Kaşlarını çatıp, "Giy onu." dedi ve yürümeye devam etti.

"Biz neredeyiz acaba? Buralardan pek taksi geçecek gibi durmuyor da." dedim korkumu sesimi yansıtmamaya çalışarak. Ama pek başarılı olduğum söylenemezdi. Yansıtmaya çalışsam bu kadar belli olmazdı eminim.

"Bekle biraz." diye kestirip attı tüm merakımı ve korkumu.

"Neyi beklemem lazım?" diye sordum adımlarına yetişmeye çalışarak. Bacak boyu benim boyum kadar olduğu için o yürürken âdeta koşmam gerekiyordu. "Bir de koşmaz mısın lütfen, yetişemiyorum, yoruluyorum."

Gözlerini indirerek bana baktı ve güldü. "Koşmuyorum, koşsam herhalde ertesi gün yetişirsin bana." Ses tonundaki bariz alay, gıcık değil de komik duruyordu. Hayır yani ne bekliyordu ki, onun boyunda olmamı falan mı?

"Benim boyum gayet normal sen fazla uzunsun bence." dedim gözlerimi devirerek. Burnundan güler gibi bir ses çıkardı.

"Ben gayet iyiyim ama seni iyi besleyememişler." dedi sırıtarak. İstemsiz kıkırdadım. Gözleri gülüşüme düştü, daha sonra tekrardan gözlerime tırmandı.

"Bir kardeşin var mı?" diye sordu konumuzla alakasız olarak. Vardı ve çok az zaman kalmıştı ona kavuşmama.

"Var. Küçük bir kız kardeşim." dedim içten bir tebessümle.

"Başka?"

"Başka da yok." dedim sebepsiz tebessümüm yerini korurken. "Senin?"

"Kız kardeşlerim var." dedi tuhaf bir sesle. Gülümsedim. Kardeşinin olması çok güzel bir şeydi.

"Küçükler mi?" diye sordum yürümeye devam ederken. Nereye gittiğimizi hala bilmiyordum.

"Küçükler." dedi başını sallayarak. Bunu söylerken ses tonu biraz hüzünlü çıkmıştı.

Aniden duraksadığında bende duraksadım ve karşımızda duran iki katlı sevimli eve baktım. Korku tüm hücrelerimi ele geçirirken yapabildiğim tek şey sadece duraksamak oldu. "Burası neresi?"

"Ait olduğun yer."

"B-bu da ne demek?" diye sordum titreyen sesimle. Neyin içine girdiğimi yine neye bulaştığımı bilmiyordum.

"Gel," diye söylendi kısık bir sesle ve kolumu tutup beni de peşinden sürükledi.

"Bırakır mısın? Ne yapıyorsun?" dedim dehşet içinde. Beni nereye götürüyordu? Yoksa bir organ mafyası mıydı? Aklıma gelen kötü düşünceler beynimi ele geçirmişti.

"Yerinde dur iki dakika." dedi beni zapt etmeye çalışırken.

"Bırak." diye bağırdığımda aniden duraksadı ve kaşlarını hafiften çatarak düşünceli bir şekilde bana baktı. Sonra hızlı bir şekilde beni omzuna attı ve o şekilde yürümeye devam etti. Ağzımdan istemsiz tiz bir çığlık çıktığında korkum had safhadaydı.

"Bırak beni, bırak! İmdat!"

Kapıdan içeri girdiğimizde beni yere indirdi. İçeriden sesler geliyordu. Kapıyı kapatıp kilitledikten sonra belimden itti ve yürümemi sağladı. Büyük bir odaya girdiğimizde gördüğüm manzarayla ayaklarım yere çivilendi.

Eylül ve teyzem. Tam karşımdalardı. Sapasağlam bir şekilde.

Koray yanıma yaklaştı ve kulağıma, "İşte ait olduğun yer ve ait olduğun insanlar." diye fısıldadı.

Hiçbir şey düşünmeden bilinçsizce onlara doğru koştum. Eylül'ü hızla kucağıma alıp teyzemle ikisine de sarıldım. Gözlerimden bardaktan boşalırcasına akan yaşlara dur diyemiyordum. Aylar sonra, özgürdüm. Aylar sonra görebilmiştim onları. Çok özlemiştim.

"Kızım..." dedi teyzem sımsıkı sarılırken. O da ağlıyordu. Yanaklarına sayısız öpücükler kondurup kokusunu doya doya içime çektim. Annem gibi kokuyordu.

Eylül'ü yere indirdim ve onun boyuna yetişmek için diz çöküp, sımsıkı sarıldım ona. Kemiklerini kırarcasına. Ayların acısını çıkarırcasına. Birkaç dakika sonra onlardan ayrıldım. Teyzem yanıma yaklaşıp kendi gözyaşlarını es geçip benimkileri sildi. Bende onunkileri. Salona geçip üçlü koltuğa oturup sarılmaya devam ettik.

"Çok özlemişim kızım seni." dedi gözyaşları durmak bilmezken. "Çok zayıflamışsın, neler yaptılar sana?"

Gözlerimi teyzemden alıp Koray'a çevirdim. Beni tanıdığını söylerken ciddi miydi? Gerçekten de beni ve ailemi tanıyormuş. Bu bir tesadüf değil miydi?

Ona dik dik baktım ve, "Sen nereden tanıyorsun teyzemleri ve beni?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Gözleri teyzemle benim aramda gidip gelince biran duraksadı. Daha sonra karşımızdaki tekli koltuğa oturup, Eylül'ü kucağına aldı ve boş gözlerle bize baktı.

"Sana bir soru sordum." dedim sesimi yükselterek. Teyzem araya girdi ve, "Nisan sakin ol." dedi.

"Nasıl sakin kalabilirim teyze bu yaşadıklarımdan sonra? Kim bu herif?" diye sordum öfkeyle. "Nereden tanıyor bizi?!"

"Herif mi?" diye sordu kaşları alayla havalanırken. "Senin dilin fazla uzamış, küçük."

"Küçük mü?" Kaşlarım sanki olabildiğince daha çok çatıldı. "Kimsin oğlum sen?"

Cevap vermedi.

Aniden teyzeme çevirdim meraklı bakışlarımı. "Teyze kim bu?" Teyzem gözlerini Koray'a çevirdi ve şefkatle baktı. Daha sonra beni daha da sinirlendirerek, "Bir dost." dedi.

"Ne demek bir dost lan?" Dehşet içinde onlara baktım. "Yok bir tost anasını satayım."

"Çok ayıp kızım. Nereden öğreniyorsun böyle kötü sözleri? O orospu çocukları mı öğretti sana?" dedi onaylamaz bir sesle.

Güldüm. Samimiyetten uzak acı dolu bir gülüştü. "Diyene bak. Onların yaptığı şeyler yüzünden annelerine laf etme, teyze." Gözlerimi tekrardan Koray'a diktim. "Ayrıca bunun kim olduğunu hala söylemedin."

"Bu derken? Benim bir adım var güzelim." dedi imalı ve alaylı bir sesle. Gözlerimi devirip umursamaz bir tavır takındım. "Neyse ne. Ne fark eder? Kimsin?"

"Bunu öğrenmek isteyeceğine emin değilim. O yüzden sadece bir aile dostu olarak bil yeter."

Öfkeli bakışlarımı teyzeme döndürdüm. "Teyze ne zamandan beri birbirimizden bir şeyleri saklıyoruz?"

Teyzem derin bir iç çekti. "Nisan kızım lütfen. Şimdi bunun sırası değil. Çok özledim seni, sana ne yaptıklarını anlat." dedi burukça.

"Bir şey yapmadılar teyze, sadece bir odada kapalı tuttular beni. O kadar."

Koray güldü. "Aynı zamanda ağzını da kapalı tutmuşlar, belli." dedi gıcık bir ses tonu ile. Ona neydi ki? Kim oluyordu o?

"Sana ne? Sen kimsin ki benim dertlerim seni ilgilendiriyor? Hem tanıyor gibiyim diyorsun yalan söylüyorsun, hem de hayatıma müdahale etmeye çalışıyorsun." dedim tek nefeste.

"Elbette müdahale ederim. Senin her şeyin beni ilgilendiriyor ayrıca." Bunu söylerken en az benim kadar gergin ve sinirli gözüküyordu.

Eylül bana doğru geldi ve kucağıma oturup bana sarıldı. "Abla lütfen, kavga etmeyin ağabeyle. O iyi biri. Seni bulmamıza yardım etti."

Öfkeli bakışlarım Eylül'ü odağına alınca yumuşamıştı. Ona sarılıp saçlarını okşadım ve kucağıma alıp ayağa kalktım. "Ben Eylül'ü yatıracağım. Bu konu da burada kapanmadı."

Hızlıca odalardan birine girip Eylül'ü yatağa yatırdım ve bende yanına yattım. Saçlarını severken arada sırada onu öpüyor, hasret kaldığım kokusunu içime çekiyordum. "Eylül?" dedim meraklı bir sesle. Bakışları bana döndüğünde meraklı bir ifadeyle bana baktı. Şuan ne kadar sevimli gözüktüğünden bihaberdi. "Eniştem nerede, ablacım?"

Eylül'ün gözleri etrafta gezindi, daha sonra açık olan camda durdu ve işaret parmağıyla camdan dışarıyı gösterip, "Orada." dedi.

Anlamamış gibi kaşlarım havalandı. "Nerede ablacım?"

Eylül uykulu sesiyle mırıldandı ve, "Orada işte abla." dedi bir kez daha camdan dışarıyı göstererek. Onu zorlamadım ve saçlarını sevmeye devam ettim. Birkaç dakika sonra uyuyakalmıştı. Üstünü örtüp camı kapattım ve perdeyi çekip odadan çıktım.

Salona geçtiğimde Koray'ı ikili koltukta telefonuyla uğraşırken gördüm. Onu es geçip odaları gezdim ve teyzemi mutfakta görmemle mutfağa girdim.

"Teyze?"

Teyzem korkuyla sıçradı ve elini kalbine götürüp derin nefesler aldı. "Korkuttun kızım öyle aniden yaklaşılır mı?"

Gözaltları kızarık ve şişti. Oldukça yorgun ve bitkin gözüküyordu. En az benim kadar. "Özür dilerim." dedim geçiştirmek için. "Eniştem nerede teyze?"

Teyzemin gözleri aniden yaşla doldu ve göz yaşları onu hazırlıksız yakalamış gibi kendini özgür bıraktı. Sandalyelerden birini çekip oturdu ve başını öne eğip ağlamaya başladı.

Ona yaklaştım ve önünde diz çöküp, ellerimi dizlerine koydum. "Teyzem? İyi misin, neler oluyor?"

Teyzem saçlarını kulağının arkasına soktu ve, derin bir nefes alıp göz yaşlarını elinin tersiyle sildi. "O yok artık Nisan." dedi acı dolu bir sesle. "Öldü."

"N-ne demek öldü?" dedim sesimi yükselterek. "Ne demek öldü lan?" Hızla ayağa kalkıp su bardağını aldım ve yere fırlattım. Sandalyeye tekme atıp yere düşürdüm. O sırada Koray içeri girdi ve beni zapt etmeye çalıştı.

"Sakin ol Nisan. Sakinleş."

"Ne demek sakinleş?!" Gözyaşlarım saklandıkları yerden çıkmış, kendilerini özgür bırakmışlardı. "Nasıl ölebilir? Nasıl ölür o? Nasıl?!"

"Sakinleş!" diye bağırdı Koray. "Sakin ol, güzelim. Sakin ol, kardeşim." Aniden duraksadım ve yaşlı gözlerimle ona baktım. Teyzem endişeli gözlerle bana bakıyordu. Hep öyleydi o. Kendini değil de karşısındakileri düşünürdü en çok.

Saçlarımı kulağımın arkasına sokup, yüzümü avuçlarının arasına aldı ve konuşmama müsaade etmeden kendisi tekrardan konuştu: "Kardeşim..."

Suratımı buruşturup boş gözlerle ona baktım. "Ne?"

"Kardeşimsin." dedi içten bir gülümsemeyle. Gülümsemesinde hüzünde vardı.

Gözlerimi ağlamasına rağmen şefkatle gülümseyen teyzeme çevirdim, daha sonra tekrardan Koray'a ruhsuz bakışlarımı çevirdim. "Ne demem gerekiyor? Eyvallah sağ ol mu?"

Başını iki yana sallayıp kaşlarını hafiften çattı. "Saftiriğin teki olduğunu söylediklerinde inanmamıştım. Harbiden öyleymişsin."

"Ne diyorsun sen ya?" dedim kaşlarımı çatarak. Sanırım erken kırışacaktım.

"Kardeşim diyorum gerizekalı. Kardeş hani. Kardeşimsin. Ağabey hani. Ağabeyinim."

Boş boş baktım.

Gözlerini devirip teyzeme baktı. "Teyze bu harbiden tam saftirik." Teyzem elini Koray'ın omzuna koyduğunda Koray teyzemi kendine çekip, sarıldı.

"Nereden teyzen oluyor senin? Benim teyzem o!" dedim üstüne yürüyerek. Eliyle omzumdan itti.

"Hoop geri bas, ufaklık."

Başımı iki yana sallayıp yüzümü buruşturdum. "Bana böyle seslenme."

Bana bir adım atıp alnıma bir öpücük kondurdu. "Sana istediğim gibi seslenirim. Ayrıca o benim de teyzem."

"Teyze ne diyor bu mal?" diye sordum gözlerimi devirerek.

"Ağabeyine öyle deme kızım." dedi teyzem beni iyice çıkmaza sokarak.

"Lan ne ağabeyi? Dalga mı geçiyorsunuz benimle?" diye söylendim sesimi yükselterek. "Çattık ya!"

Teyzem Koray'ın kollarından çıkarak bana sarıldı. "Kızım, o senin ağabeyin. Uzun zaman sonra ilk defa karşılaştınız, ama inan. O senin ağabeyin."

Hızla teyzemin kolları arasından çıktım ve kaşlarımı çatarak Koray'a baktım. "Bu da ne demek? Benim bir tane kardeşim var. O da Eylül."

Koray'ın kaşları hafiften çatılır gibi oldu. "Bazı şeyleri istemesen de kabullenmek zorunda kalırsın, Nisan. Ben senin ve Eylül'ün ağabeyiyim. Senden ayrı büyüdüm, büyütüldüm. Mecbur kaldım, mecbur bırakıldım. Ama sizi hep sevdim. Sizden hiç nefret etmedim. Ve sende bunu kabullenmek zorundasın. Ben senin ağabeyinim."

"Kimliğini göster." dedim ciddi ifademi bozmadan. Gözlerini devirip arka cebinden siyah deri cüzdanını çıkardı. Ardından kimliğini çıkartıp bana uzattı. Kimliğini hızla elinden alıp inceledim.

'KORAY GÜNGÖR'
'ANNE ADI: ELİF'
'BABA ADI: ADNAN'

Bu da ne demek oluyordu? Eylül'ün haricinde bir kardeşim mi vardı? Hatta ağabeyim? Soyadımız ve baba isimlerimiz aynıydı. Anne ismi farklıydı. Kimliğini geri uzattım ve, "Sahte olmadığı ne malum?" diye sordum gözlerimi dikerek.

"Yok devenin nalı." dedi başını hafiften arkaya atarak.

"Teyze?" diye sordum ona dönerek. "Bundan haberin var mıydı? Ne demek oluyor bu?" Kafamın içindeki sesler bana bir şeyler fısıldıyordu ve bu başımı ağrıtıyordu.

Teyzem gözlerini benden kaçırdı. "Kızım rahmetli babanın yeminini taşıyordum üzerimde. Babanın annenden önce yaşadığı bir ilişkiden Koray. Evlilik falan yok ortada. Annesi kaçıp gitmiş, ortalıktan kaybolmuş. Sonra da ne baban ne de polisler, kimse bulamamış."

"Annemin haberi var mıydı?" diye sordum burukça.

Başını evet anlamında salladı. "Sana yansımasını istemediler, çünkü onlar da bilmiyor, tanımıyordu Koray'ı." Derin bir nefes aldı ve şefkatle bakan gözlerini Koray'a çevirdi. "Yaklaşık 5-6 yıldır tanıyoruz bizde. Annesi öldükten sonra bizi bulmuş. Annenle ve babanla tanıştı. Annen de çok sevdi Koray'ı. Senin de tanışmanı istedik ama hoş karşılamayacağını düşündük. Üzülmeni, kafanın karışmasını istemedik. Doğru zamanı bekliyorduk, on sekizine geldiğinde söyleriz diye düşünmüştük ama biliyorsun o lanet kaza oldu."

Başımı tamam anlamında salladım ve bir sandalye çekip oturdum. Bu olanlar çok fazlaydı. Gerçekler canımı yakıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp boktan olan hayatımı düşündüm. Kuzenimin ve en yakın arkadaşımın ölmesi. Anne ve babamın ölmesi. Kaçırılmam. İşkencelere maruz kalmam. Eniştemin ölmesi. Bir ağabeyimin olduğunu öğrenmem. Bunlar çok fazlaydı. Kaldıramıyordum.

Acı dolu bir tebessüm belirdi dudaklarımda. Gözlerimi teyzeme çevirip, "Başka bilmediğim bir şey var mı?" diye sordum.

Teyzem başını hayır anlamında salladı ve o da bir sandalye çekip yanıma oturdu. "Başka bir şey yok kızım. Bunları senden saklamak zorunda kaldığımız için affet. Artık her şey düzelecek. Koray bize yardım ediyor. Bizi kimse bulamaz." dediğinde güldüm. Samimiyetsiz bir gülümsemeydi. Ağlamamak için güldüğüm gülümsemelerden biriydi.

Koray'a ruhsuz bakışlarımı çevirip bir süre ona baktım. "Yani tesadüf değildi." Güldüm. "Vay anasını be. Daha neler göreceğiz şu hayatta acaba?"

Koray önümde diz çöktü ve gülümsedi. "Birbirimizi tanımamıza, sana ağabeylik yapmama izin ver. Bu soktuğumun dünyasında kaybedecek bir şeyimiz kalmadı artık. Bırak da birbirimizi kazanalım. Şu paramparça olmuş ailemizi bir arada tutayım."

Kaybedecek neyim kalmıştı ki? Evet, hiçbir şeyim yoktu.

Başımı tamam anlamında salladım ve ayağa kalktım. "Son zamanlarda yaşadıklarım çok ağır geldi. İzin verirseniz uyumak istiyorum." Bir şey demelerine müsaade etmeden yanlarından ayrıldım ve Eylül'ün odasına girip yanına kıvrıldım.

Saçlarını okşarken gözlerimden bir damla yaş aktı. Titreyen sesimle ve düğüm düğüm olmuş boğazımla zor da olsa konuştum: "Babama benziyor değil mi, Eylül?"

Gözlerimi açtığımda odada kimse yoktu. Etrafa hızlı bir şekilde göz gezdirip Eylül'ü aradım. Sanırım uyanmıştı. Camdan dışarı baktığımda şafağın çoktan söktüğünü fark ettim. Avuçlarımı yatağa bastırıp doğruldum ve gerildim. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp bir süre öylece bekledim. Daha sonra ayaklarımın üstüne basıp zor da olsa ayakta durmaya çalıştım. O sırada 'gitme' diye bir ses duydum. Bu bilinçaltımın bir oyunu muydu bilmiyorum çünkü şu sıralar beynim çok doluydu ve doğru düzgün düşünemiyordum.

Kapıya doğru yürüyüp kapının kolunu tutup aşağıya doğru çekiştirdim. Kapı açılmamıştı. Tekrar denediğimde yine başarısız oldum. Kapı kilitlenmişti. Kapıya vurup, "Teyze!" diye bağırdım. Ses yoktu. Birkaç kez kapıya abandım, kolunu çekiştirdim ve uzun çabalarımın sonucunda kapı açıldı. Bu kadar güçlü olduğumu bilmiyordum. Kapı gıcırdayarak açıldığında biran kendimi korku filmlerindeki aptal kız gibi hissetmiştim. Gerçi ondan bir farkım yoktu ama neyse.

Holde ilerleyip salona doğru ilerlediğimde gördüğüm manzarayla donakaldım. Batuhan, Ares, Cengiz ve diğerleri hepsi buradaydı. Sıraya girmiş gibi dizilmişlerdi ve arkaları dönüktü. Önlerinde ne varsa ona bakıyorlardı. Usul ve korkak adımlarla yanlarına ilerledim ve baktıklara şeyi görmek için önlerine geçtim. Teyzemi ve Eylül'ü yerde kanlar içinde yerde yatarken gördüğüm an çığlığı bastım. Tam yanlarına gidip onlara yardım edecektim ki biri kolumdan tutup oraya gitmemi engelledi. Arkamı dönüp kolumu tutan elin sahibine baktığımda o kişinin Koray olduğunu gördüm. O da onlardandı. O da, yalancıydı.

"Hayır!!!" diye bağırdım çığlık çığlığa. Koray bacağımın arkasına tekme atıp beni yere düşürdü. O sırada görüş alanıma siyah botlar girdiğinde yüzüne bakmamıştım. Gözlerim hala yerde bilincini kaybetmiş gibi yatan Eylülde ve teyzemdeydi. Gözyaşlarım yanaklarımı sızlatıp geriyor, tuzlu tat boğazıma akıyordu.

Tam kafamı kaldırıp botların sahibine bakacaktım ki, bunu yapamadım. Çünkü yüzüme tekmeyi geçirdi ve kendimi yerde yatarken buldum. Gözlerim yavaşça kapanmaya başladığında görebildiğim tek şey Eylül'ün kanının bana doğru akışıydı. Eylül'ün kanı elime değdiğinde öyle bir çığlık attım ki yer sallandı ve siyah bir boşluk beni içine çekti.

Çığlık atarak gözlerimi açtığımda sadece rüyamda ağlamadığımı fark ettim. Bu nasıl bir kâbustu böyle? Ne zaman bitecekti kâbuslar? Ne zaman bitecekti kötü günler?

Kapımın açılmasıyla görüş alanıma Koray girdi. Yatağıma oturup beni kollarının arasına çekti. Ona engel olmadım. Başımı göğsüne yasladım ve hiç bilmediğim ve aşina olmadığım ağabey kokusunu içime çektim. Saçlarımın orasına bir öpücük bıraktı ve, "Geçecek." diye fısıldadı. "Korkma, ben yanınızdayım. Kötü günler geride kaldı."

"Geçecek mi gerçekten?" diye sordum dudaklarımı parçalarcasına ısırarak. Geçmiyordu. Bu lanet olasıca hisler yakama yapışmış bir şekilde beni mahvediyorlardı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Korkuyordum. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı, böyle hissediyordum.

Yaren'i bulamamıştı Ayaz. Bunu siniriyle içip sarhoş olmayı tercih etti. Ama vazgeçmeyecekti. O kızı bulup cezasını çektirecekti. O kız ona aitti. O da ona. Uzun zamandan sonra ilk defa kendini birine ait hissediyordu. Bu his onu paramparça ediyordu ama yine de vazgeçmeyecekti. Ya onun olacaktı yada gerçekten bir kelebek olacaktı.

Birkaç saatlik arayışlarından sonra herkes eve dönmesi gerektiğini düşünüyordu. Sonuçta zapt etmeleri gereken bir kız daha vardı evde. Ama bilmiyorlardı ki, o kız çoktan kuş olup uçmuştu. Eve girdiklerinde Okan'ın tedirginliği yüzünden okunuyordu. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.

Ares Okan'a dönüp, "Nisan nerede?" diye sordu sakince. "Uyudu mu?"

Okan gözlerini Ares'ten kaçırıp Batuhan'a çevirdi. Batuhan sanki bir şeyler sezmişcesine kaşları çatıktı ve gözleri öfkeyle bakıyordu. Birkaç adımda Okan'ın yanına vardı ve yakalarından tutup, "Nerede lan?" diye bağırdı.

Okan Batuhan'ı itip ondan uzaklaştı ve arkasını dönüp ellerini saçlarının arasından geçirdi. Daha sonra tekrardan onlara döndü ve, "Gitti." dedi aniden. "Ait olduğu yere." Duraksadı ve, "Ailesinin yanına." diye ekledi.

"Ne demek gitti lan?" dedi Ayaz dehşet içinde. Sanki bir kayıp daha eklemişti, gidenlere. "O da mı gitti lan?"

Batuhan Okan'ın üstüne atılıp tokat attı. Okan geriye doğru sendeleyip güldü. Bu gülümseme hiç de hayra alamet değildi. Semih'in de yüzünde aynı tebessüm baş göstermişti. Cengiz ise, ifadesizdi. Ama bu ifadesizliğin altında bir hüzün vardı. Hüznü ve mutluluğu aynı anda yaşıyordu.

Ares Batuhan'ı Okan'ın üzerinden çekip kendisi Okan'ın önüne geçti. "Bunu nasıl yaparsın Okan?" dedi sertçe. Bağırmıyordu ama öfkeliydi. Öfkeden daha çok hissettiği diğer duyguysa üzüntüydü. Kaybetmekti. Bir kez daha.

Okan burukça gülümsedi ve elini koltuğa koyarak ayakta durmak için destek aldı. Yorgundu. Sadece fiziksel olarak değilde ruhu da yorgundu. Diğer herkes gibi.

"Nasıl gider?" diye söylendi Ares kendi kendine. Sanki kendini sorguluyordu.

"Ait olmadığı bir yerde tutamazsın kimseyi." dedi Okan. "O burası için çok temizdi."

O sırada Ayaz'la göz göze geldi Okan. Ayaz da biliyordu yaptığı hatayı ama takıntıları ve hastalıklı duyguları doğruyu yanlışı ayırt etmesini engelliyordu. Elinden bir şey gelmiyordu. Kimi teselli edeceğini bilmiyordu.

Ares başını onaylar anlamda salladı ve gözlerini yere dikti. "Yokluğu hissediliyor." dedi sert bir fısıltıyla. "Fazlasıyla." Bunu söylerken kaşlarını çatmıştı. Batuhan sandalyeye tekme atıp yere düşürdü. Daha sonra masanın üstündeki içki şişesini alıp duvara fırlattı. Duvara çarpan cam şişe patladı ve etrafa saçıldı. Batuhan tavana bakarak derin nefesler aldı ve gözlerini kapattı. Dişlerini ve yumruğunu sıktı. Böyle olmaz diye düşündü içten içe. Daha sonra hiçbir şey söylemeden evin kapısını açıp çıktı. Herkes ne yapacağını düşünüyordu, onu engelleyemezlerdi.

Ares Ayaz'a dönüp, "Peşinden git, onun sağı solu belli olmaz." dedi, sesinin titrememesi için büyük bir çaba harcarken. Ayaz başını sallayıp Batuhan'ın arkasından koşarak gitti. Herkes birbiriyle ruhsuz bir şekilde bakışırken Okan'la göz göze geldi Ares.

"Vazgeçmelisin." dedi Okan sessizce. Bunu söylerken Ares'le göz temasını kesmemişti.

"Vazgeçmek unutmaya çare değil ki." Kalbinde bir bıçağın keskin ucunun baş harfini kazıdığını hissetti. Fiziksel acılara katlanmaktan daha zordu ruhun acıması. Çaresi yoktu.

"Unutmaya çare yok," dedi Okan bir kez daha. "Ama vazgeçmek lazım." Söylediği şeyler herkes kadar onunda canını yakıyordu.

Ares burukça gülümsedi. "Vazgeçmek de mümkündü. Ama vazgeçmek ne mümkündü?"

EVETTTT YAZDIĞIM EN UZUN BÖLÜM OLDU BU. VE SANIRIM EN EKŞINLI. APTAL KIZIMIZ SONUNDA KAÇABİLDİ. BAKALIM ONU NELER BEKLİYOR?

LÜTFEN GİTMEDEN ÖNCE YILDIZI DOLDURMAYI VE BOL BOL YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN. Bİ ÖNCEKİ BÖLÜM 3 GÜN ÖNCE YAYINLANDI VE BEN SİZİ DAHA ÇOK MUTLU ETMEK İÇİN HEMENCECİK YAZDIM.

SİZDE BENİ MUTLU EDİP BOL BOL YORUM YAPIN LÜTFEN.

SEVİLİYORSUNUZ.

SORULARINIZI YADA DÜŞÜNCELERİNİZİ BURAYA ALABİLİRİM... :)))

Birde Koray hakkındaki düşünceleriniz?

Continue Reading

You'll Also Like

66.5K 9.7K 32
"Gülüşüne yüreğini mi koymuştu bilmem ama kalbime kendisini koymuştu." ÇÜRÜK VİŞNE'nin bölümleri tekrardan, burada yayımlanmaktadır. Her akşam bir ye...
2M 118K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
YUVA By _twclr

Teen Fiction

870K 42.3K 50
Amelya 20 yıl sonra aslında ailesinin gerçek olmadığını intikam için bebeklerin karıştırılmasına nasıl bir tepki verecek gelin hep birlikte okuyup öğ...
805K 36.5K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...