SUSKUN 1. (Tamamlandı)

De Nur-Sungmin

527K 25.5K 10.6K

Seni zihnime davet ediyorum. Bu kitabı açtığın an bir ruhun kesesinde büyümeye başlayacaksın. Seni acımla, gö... Mais

Suskun
1. Bölüm.
2. Bölüm.
3. Bölüm.
4. Bölüm.
5. Bölüm.
6. Bölüm.
7. Bölüm.
8. Bölüm.
9. Bölüm.
10. Bölüm.
11. Bölüm.
12. Bölüm.
-13. Bölüm-
14. Bölüm.
15. Bölüm.
16. Bölüm.
-17. Bölüm-
18. Bölüm.
19. Bölüm.
20. Bölüm.
21. Bölüm.
22. Bölüm
23. Bölüm.
24. Bölüm.
25. Bölüm.
26. bölüm.
27. Bölüm.
28. Bölüm.
29. Bölüm.
30. Bölüm.
31. Bölüm.
32. Bölüm.

33. Bölüm Final

13.9K 759 550
De Nur-Sungmin

-

"Bars?" dedim tekrarlayarak.

Bakışlarını benden kesti, yukarıya kaldırdığı mavileri eşliğinde, yapılı omuzlarını düşüren sesli bir nefes bıraktı.

"Neden soruyorsun?" dedi, sesine üflediği kırık bir dumanla. Bakışları bıkkınlığını yansıtırcasına beni yok saydığı boşluklarda dolanıyordu.

"Rahatlamaya mı ihtiyacın var?"

"Ne demek bu?" diye sordum. İçimde bir şeylerin devrildiğini hissediyordum. Sert sözleriyle beni yaralamaya mı çalışıyordu yoksa söylediklerinde ciddi miydi emin değildim fakat yaptığı her ne ise işe yarıyordu.

"Benden neden bir şeyler sakladığını anlayamıyorum. İnsanların yapmalarını istedikleri şeyi yerine getirmen için seni bir şeyle tehdit etmeleri yeterli." Sustu, alt dudağı gergince dişlerine takılırken çene kemiği içinde tuttuğu sinirin somut hali olarak üzerime yansıyordu.

"Niye?" dedi bir süre sonra. Gerçekten de cevabını öğrenmek isteyen bir hali var gibi görünüyordu. "O piçin elinde ne gibi bir zaafın var da ne derse yapacağını bildiğinden yarışta sana o seçenekleri sunabildi?"

"Beni suçluyorsun." diye fısıldadım.

Başımı yere eğecekken buna izin vermedi, parmakları çenemi sardı ve yüzümü yüzüne doğru kaldırdı.

"Güçlü olduğunu düşünüyordum. Her şeye rağmen. Onun sana yaşattıklarına rağmen, içtiğin o ilaçlara, benim sana yaptıklarıma rağmen kendine tutunduğunu görebiliyordum. Şimdi ise ona boyun eğdiğini görüyor olmam, bana senin hakkında yanıldığımı söylüyor."

"Bir şey bilmiyorsun." deyince, parmakları çenemden hissettiği hayal kırıklığıyla aramıza düştü, inanamıyormuşçasına sırıtmaya başlamıştı. "Sorunda bu ya zaten burslu." Devam etti. "Seninle ilgili bir şey bilecek olmam seni ürkütüyor. Neden?"

"Çünkü sende onlar gibi davrandın bana."

Kaşları hafiften çatılır gibi oldu, anlamadığını biliyordum. Belki de Kaner'leri kastettiğimi düşünmeye başlamıştı ama ona ne anlatmak istediğime dair yolu da kendim açmak istemiyordum. Bars kendi içinde bunu sorgulamaya başlamışken bana biraz daha yaklaşmıştı. Başımı sallayarak kendimi geriye verdim.

"Karaer'de ne yaşadım, duymak ister ister misin?" diye sordum.

Bars hiçbir tepki göstermedi. Sadece sustu ve konuşmamı beklercesine okyanus mavisi gözlerini, bulutlanan grilerimde tuttu.

"İstemezsin. Emin ol bilmemen daha iyi." Gözlerimi yavaşça kapatıp açarken sıktığım dişlerimi gevşetiverdim.

"Bir gün onlar gibi bakmaya son verirsen eğer, anlatırım Urağan."

Göğsüm sırtıma çöküyordu sanki. Ve ciğerlerim bir bebeğin ciğerleri kadar
küçük kalmıştı. Onun karşısında bir şeyleri itiraf etmenin ne kadar zor olduğunu düşündüm.

Bana kendimi bir çok kez Karaer'de gibi hissettirmişti. İnsanların içinde defalarca aşağılamıştı. Kendi çıkarları uğruna kullanmıştı. Bars'ın onlardan farkı neydi? Bana kendimi ezik hissettirmenin dışında farklı gelen ne yapmıştı?

"Ne yaşadığını bilmiyorum lakin öğrenmem uzun sürmez. Bir telefon yeterli, zor değil. Senden duymak istedim. Seni koruyabilmem için benden bir şeyler saklamamanı istedim fakat kendini kullandırtmaya o kadar çok bayılıyorsun ki etrafındakilere verdiğin hasarı görmüyorsun bile."

Duyduklarımı sindirmem uzun bir süreyi ardımda bıraktı. Gerçekten bunu söylemiş miydi? Gerçekten bunları inanarak mı söylemişti? Zihnim aynı cümleyi binlerce kez tekrar ederken boynumu saran damarların nefes borumu bir sarmaşık gibi sardığını anımsayıverdim. Ellerim ve ayaklarım buz kesmişti lakin içim alev alıyordu.

Bars'a yaklaştım. Bütün mesafeleri tek tek kırıp dibine girerken nefesinin içimde ki yangına ortak olduğunu biliyordum. Öfkeliydi, öfkeliydim. Ve bu saatten sonra birbirimizi anlamamız oldukça zordu.

"Sana canımı yakma fırsatını verdiğim için kendimden iğreniyorum." dedim. Ellerim göğsüne çıkıverdi ve onu hızla itmek adına hissettiğim acıdan güç bulan parmak uçlarım düşüncelerime kulak vermişler gibi onun buna değmeyeceğine karar verdi ardından ellerimi yanıma indirdim.

"Bırak." dedim alt dudağımı kıvırırken. "Beni korumak istiyormuş gibi davranmayı kes. Sen sadece vicdanını rahatlatmak istedin. Hepsi bu kadardı. Ve beni artık suçlu gördüğünden ortada sana kendini kötü hissettirecek bir şey kalmadı."

Sırtıma binen ağırlıkla kapıdan kapatmaya gerek duymadan çıktım. Dağılmıştım. Donuk bakan tenimin altında bir semt yıkılıvermişti sanki. Ayaklarım şahit olduğu enkazları tekmelemekten güçsüzce adımlar atarken söylediklerini düşünüyordum.

Koridoru geçtikten sonra salona girmeden hemen önce gözlerimi kırpıştırarak kendime gelmeye çalıştım. Bu yaşananların suçlusu olarak beni görüyordu. Belki de Sıraç'a her baktığında içinde ucunu sivrileştirdiği bir öfkeyi kazıyordu.

"Biraz daha kalalım ağabey."

İçeriye girdiğimde normal bir ifadeyle Ece'nin yanına oturdum. Uzun süren yokluğumun fark edilmemesine sevinmiştim. Miraç elinde ki telefonu oynadığı oyundan dolayı sağa sola yatırıyor, aynı zamanda sohbete dahil oluyordu. Ilgın Baha'nın yanına geçmiş, başını sevgilisinin göğsüne yaslarken aynı zamanda elini tutuyordu.

'Kendini kullandırtmaya o kadar çok bayılıyorsun ki etrafındakilere verdiğin hasarı görmüyorsun bile.'

Elimi boynuma götürerek tenimde gezdirdim. Bars'ın sözlerinin canımı acıtıyor olması beni daha çok huzursuz ediyordu.

"Gitmemiz lazım. Güney sabahtan beridir Piramit'te. Sıraç'ı ihmal etmeyelim." diyen Baha'ya bakışlarım dönerken parmaklarım boynumda ki hareketini yavaşlattı.

"Güney bugün okulda değil miydi?"

"Halletmemiz gereken işler vardı. Sıraç'ı da yalnız bırakmamaya çalışıyoruz. Tüm gün Piramit'teydi yani."

"Anladım." deyip önümde ki kahve kupasını kucağıma çektim. Baha'nın bakışlarını sürdürdüğünü görünce ekleme ihtiyacı hissederek "Okulda Güney'i gördüğümü sandım, benzettim herhalde." dedim.

Bu neydi şimdi?

Kafam karışmıştı.

Güney bugün okuldaydı. Kendisiyle yüz yüze konuşmuştum, hatta bana onları beklediğini söylemişti. Baha bir şeyler mi gizliyordu yoksa gerçekten de haberi yok muydu?

Ilgın "Bars?" dediğinde Baha kafasını koridora çevirdi.

"Çıkalım." diyen sesle içimde ki titremeye engel olamadım. Ona dönmedim lakin gözüme çarpan bedeni kimseye bakmadan kapıya yönelmişti. Baha onun bu tavrına anlam veremese de ayaklandı ve Miraç'ın yanına giderek omzundan çekiştirdi.

Bars'ın değişen ruh haline alışkın olanların başında sırayı o çekiyordu ne de olsa.

"Oğlum hadi."

Miraç "Tamam." deyip telefonu cebine attı, bakışları Ece'ye kaydığında sırıtmasına engel olamadı ve yanına geldi, yanağından makas aldı.

"N'apıyorsun be!"

Miraç'ın sırıtması yüzüne daha da yayılırken Ece ölümcül bakışlar eşliğinde Miraç'ın eline sertçe vurdu fakat Miraç umursamayıp göz kırparak salondan çıktı.

Ece homurdanmaya devam ediyordu.

Baha Ilgın'ı kendine çekip sarıldı, saçlarını geriye atarken yanağını hafifçe öptü. Ilgın tebessüm ettiği vakit sevgilisinin elini tuttu ve bize doğru döndürdü.

"Bars umursamaz böyle şeyleri ama senden bekliyorum." dediğinde Baha'nın kaşları bize bakarken havalanmıştı. Evet, Bars kadar olmasa da en az onun da insanlara karşı bariz bir soğukluğu vardı. Aslında bu Piramit'lilerin öne çıkan özelliği olmalıydı. Grupta ki üyeler birbirine olan sıcaklığı kadar dışarıya da o derece de soğuklardı.

Baha her ikimize "Kızlar görüşürüz." dediğinde bizden aldığı karşılık sonrası Ilgın onu geçirmeye gitti.

"Bu Miraç kendini ne sanıyor?"

Omuzlarımı yukarı kaldırarak bilmiyorum dedim. Ece'nin de öylesine söylendiği belliydi. Okul ceketini çıkarıp ayaklarını sırtımın gerisinde ki boşluktan geçirerek koltuğa tamamen uzandı.

Cebimden telefonumu çıkardım, Selin'in attığı mesajlara yeniden göz gezdirdim. Selin hakkında doğru bir karar veremiyordum. Kaner'i sevdiğini biliyordum, bu sevgi hastalıklı olsa da onun için yapacak bir şeyim yoktu. Kolye uğruna o adamın tehditlerine boyun eğmemem için bana yardım edeceğini söylüyordu lakin yarış günü Sıraç'ın videoyu izlemesine sebep oluşunu sindiremiyordum.

Beni neden kendine inandırmak için çabalıyordu? Gerçekten samimi miydi?

Ilgın'ın salona girmesiyle kafamın içinde ki düşünceleri dağıtmak adına telefonu masaya bırakıp arkama yaslandım.

"Ee... Ne yapalım? Önce bir şeyler yiyelim mi?"

"Olur. Birlikte hazırlayalım." dedim

"Üstümüzü değiştirmemiz lazım." dedi Ece.

Ilgın "Tamam benim odaya geçin oradan rahat bir şeyler giyinin sizi bekliyorum." diyerek elini uzatan Ece'nin kalkmasına yardım etti.

Ilgın'ın dolabından üstümüze bir şeyler giydikten sonra saçlarımızı topuz yaparak mutfağa geçtik.

"Ben çok açım ya. Hemen pişirebileceğimiz bir şey yapalım." diye mızmızlanan Ece dolabın kapağını araladı ve dirseğini yaslayarak içerisine göz attı.

"Imm...Pizza mı sipariş etsek?" diye öneride bulundu. Meyve tabağından aldığı muzu soymaya başlamıştı.

"Olmaz kendimiz yapalım." dediğimde Ilgın dolaptan et çıkardı.

"Domates soslu biftek. Varım diyen?"

Ece ile aynı anda el kaldırdık.

Hep birlikte yemek hazırlamaya koyulduğumuzda Ilgın biftekleri pişirmeye koyulmuş, ben salata malzemelerini doğrarken Ece de durmadan ikimizin işlerini baltalayıp sonunda domates sosunu halletmişti.

"İşte sanat." deyip sosu yemek masasına bırakırken eliyle kendini işaret etti. "İşte sanatçı."

"Seni tebrik ediyoruz Ece." diyerek güldü Ilgın. "Mutfakta ki ilk deneyimine rağmen harikaydın."

Ece masanın başına geçip oturduğunda elinde ki çatalla tabaklarımızı gösterdi. Küçümser bir bakış atmayı ihmal etmemişti tabii.

"Sizde fena sayılmazsınız."

"Ece bence Ayza bu işte ikimizden daha iyi gibi duruyor."

"Yurtta her zaman sevdiğimiz yemekler olmuyor. Bu yüzden isteyen kendine ayrı hazırlayabiliyor. Sonuç olarak biliyorum diyebilirim."

"Yurt demişken Ayza taşınıyor." dedi Ece.

"Neden?" diye kaşları hava da sordu Ilgın.

"Ev sistemine geçiyoruz."

Bakışları kısa bir süre üzerime takılı kaldı. Gözlerinin arkasında ki dolu tınıyı kancadan serbest bırakırken çatalını yavaşça tabağına bırakmıştı.

"Melih Bey hakkında bir kaç araştırma yaptım."

Ağzımda ki lokmayı yavaşça yutarken kendimi geriye verdim, hafiften bir sessizlik oluşmuştu.

"Ve?" diye gözlerinin içine bakarak sordum.

"Babamın tanıdıklarının aracılığıyla bir kaç bilgi edindim. Yurt müdürün daha önce ki çalıştığı kurumlarda da pürüzler yaşamış. Çevresinde ki güçlü dostları sayesinde koltuğunu sağlam tutmayı başarabilmiş lakin şuan da herhangi bir yerde çalıştığına dair bir iz yok. En son ne zaman gördüklerini bile hatırlamıyorlar."

"Bana neden o ilaçları vermek istedi anlam veremiyorum." derken istemsizce yüzümü eğdim. Akant'a geldiğimden beri yaşadığım olaylardan asıl çözülmesi gereken sorunlardan oldukça uzaklaşmıştım. Yurt müdürüm beni bir nevi zehirlemek istemişti. Nedenini anlayamıyordum. Benden nefret eder bir yanı yoktu hatta tam aksine beni sevdiğini bile düşünürdüm. Bana bu kötülüğü yapmasında ki etken neydi?

Ve en önemlisi o ilaçları içmeye devam etseydim ne olurdu?

"Şikayet edebiliriz o adamı. " dedi Ece.

Ilgın karşımda bana kafasını sallayarak Ece'yi onayladığını belirtti.

"Melih Bey'in önüme bıraktığı ilacı sorgusuz sualsiz içmem biraz da benim aptallığım. Doktor kontrolünde muayene olmadan ilaç içilmeyeceğinin elbette ki farkındaydım lakin yurttan gönderirim dediğinde fazlasıyla korkmuştum. Bunun anlamı bursumun düşmesi, yani Akant'tan da ayrılmaktı. Sanırım başıma gelebilecek en kötü şey bu olmalı."

"Bars'ı unuttun sanırım." diyen Ece'ye dudaklarımı kenetleyerek tebessüm ettim.

"Haklısın, Bars'ı atlamamak gerek."

"Bars'la konuştun mu?" diye sordu Ilgın.

"Öfkeli." deyip sustum. Kestirip atmamdan dolayı herhangi bir şey söylemediler. Fakat onun adının geçmesi bir saat önce ki konuşmalarımızı kafamın içinde sancılı bir şekilde anımsamama yetmişti.

Gergin geçen sohbeti farklı bir konuyla kapatarak yemeğimizi bitirmiş, masayı topladıktan sonra salona geçmiştik. Ece koltuğa uzanmıştı ve geri kalan boş yerinde ben vardım. Yurda haber vermediğimi fark ederek telefonuma uzandım, Nihal Abla'ya gelmeyeceğime dair mesaj attım. Muhtemelen itiraz edecekti lakin umursadığım pek söylenemezdi. Mesajı gönderdiğim an ekrana yeni bir bildirim düşünce gönderenin Selin'den olduğunu görmemle açtım.

'Ayza kötü bir niyetim yok senden hiçbir şey istemiyorum, sadece kolyeni aldığımda onu sana vermem için bir buluşma ayarlayalım."

Telefonun tuş kilidine basıp kucağıma koydum. Bu biraz da kafamın içinde ki umutlanan o düşünceleri bastırmak adına yaptığım bir hareketti. Kolyeyi vermekten söz ediyordu. Doğru mu anlamıştım? Ilgın birinin aramasıyla salondan ayrılırken Ece'nin dikkati hala aynı yerdeydi. Bakışlarım siyah ekrana geri düştü. Yanağımın içini dişlerken dayanamayarak mesajı bir kaç kez okudum.

"Ayza?"

"Efendim Ece?" diyerek döndüm. Çenesinden geriye çektiği telefonun yukarısından ifademe baktı, bende tuhaf bir şeyler olduğunu sezen kaşlarını inceden çatıverdi.

"Bir şey mi oldu?"

"Hayır yurda mesaj atıyordum, izin için." deyip saçımı kulağımın arkasına koydum. Ece uzandığı yerden tamamen doğruldu ve karşımda oturdu.

"Kızarlar mı? Ara istersen, gerekirse bizde konuşuruz. Yanımızda olduğuna dair onları ikna ederiz."

"Kızsalar da bir önemi yok."

Anladım dercesine kafa sallarken salona asık bir suratla giren Ilgın'a döndük. Oturduğumuz koltuğa çökerek başını geriye yasladı.

"Annem..." derken gözlerini yumdu. Kısa bir süre sonra araladığı kirpikleriyle göğsünü düşüren bir nefes bıraktı. Bakışlarını tavana dikmişti.

"Ne oldu?" dedi Ece.

"Kocasıyla tartışmış yine."

Ece şaşırmamış gibi baktı. Bunu zaten bildiğini gözlerinden anlamıştım. Lakin benim için aynı durum pek söylenemezdi, o an Ilgın hakkında aslında ne kadar az şey bildiğimi düşünüyordum ve o da benim söylenenlerden haberdar olmadığımı fark ederek başını benden tarafa çevirdi.

"Annemle babam ben ortaokuldayken boşandılar Ayza. Bir kaç yıl sonra da annem evlendi lakin pek mutlu bir evlilik olduğu söylenemez. Kocasıyla sürekli bir tartışma içindeler. Haliyle yakındığı tarafta ben oluyorum."

"Ya baban?" diye sorduğumda yüzünde ki az önceye nazaran aydınlanan ifadeyle devam etti.

"Babam yalnızlığı tercih etti. Uzun yıllar evlenmemesine bakılırsa halinden oldukça memnun. Zaten başını işten kaldırdığı yok."

"Ama Ilgın'a mutlaka zaman ayırır arada da buraya uğrar." diye ekledi Ece. Bu onun için gözardı edilmeyecek kadar önemli bir ayrıntıydı.

"Peki ya bu ev?"

"Kendi evimiz oldukça büyük. Babamda sürekli geç geldiğinden tüm gün koca evde olmak oldukça sıkıcıydı. Hem arada toplantılar evde yapılıyordu. Babamın iş arkadaşları ile karşılaşmak zorunda kalıyordum."

Anladım dercesine kafamı salladım. Ilgın konuyu dağıtmak istercesine doğrularak ifadesini toparladı.

"Film gecesi yapmaya ne dersiniz? Elimde harika bir film var."

İlerleyen dakikalarda etrafımızı abur cuburlarla donatıp ışıkları söndürdük. Ilgın'ın bahsettiği fantastik kurgu korku filmini büyük bir heyecanla açmıştık. Duvarın büyük bir kısmını kaplayan ve sadece çok az boşluklar bırakan dev Lcd ekrana odaklanmışken arada önümüze aldığımız mısırdan ağzıma atıyordum. Üçümüzü de ekrana kilitleyen filmde gerilim oldukça yüksekti. Hiç beklenmeyen anlarda, derin sessizliği büyük bir gürültü yutuyor, korkutucu sahnelere şahit oluyorduk. Kendimi o kadar kaptırmıştım ki filmde ki karakterlerin sanki bir anda koridordan salona fırlayacaklarını hayal etmeye başlamıştım.

"Mutfakta ki tezgahın altında ki dolapta." diye söylendi Ece. Ben gerginlikten sanki bir balondan oksijeni çekiyormuşçasına küçük küçük nefesler alırken Ilgın içinde geçerliydi aynı durum. Ece ise filmin başından beri şaşırtıcı derecede rahattı.

Başını çevirdi. "Cips?"

"Alerjim." deyince bir şey demeden cipsi yemeye devam etti. Televizyonun tam karşısında ki koltukta üçümüz dip dibe oturmuştuk.

"Evin lanetli olduğunu bile bile girdiler." dedi Ilgın.

"Kapıyı neden kapatırlar anlam veremiyorum. İşte bu yüzden çizgi film." Ilgın'la ikimiz ortamızda duran Ece'ye dizimizi vurarak sırıttık. Film bittiğinde izlediğimiz sahnelere dair yorumlarda bulunup sabahtan beri zaten uykusuz olan Ece'nin söylenmesiyle uyumaya karar verdik.

Ilgın odasına geçerken ben ve Ece çift kişilik yataktaydık ve kafamı onun omzuna yaslamış tavanı izliyordum.

"Ece." diye mırıldandım.

"Hı?" dediğinde uyuduğunu düşündüğümden cevap vermesine şaşırıp kafamı kendi yastığıma çekerek ona döndüm.

"Çok değer verdiğin bir şey var mı?" Sorduğum soru ilgisini çekmiş olacak ki bakışları yüzüme kaydı. Yeşil gözleri karanlıkta simsiyahtı. Ellerini başının altına koyduğunu fark ettim.

"Mor kapaklı aynam sanırım. Anneannem hediye etmişti. Onun dışında değer verebileceğim kadar anlamlı bir hediye almadım."

"Kaybetseydin nasıl hissederdin?"

Sorduğum sorularının nedenini anlayamasa da yanıtladı.

"Eksik hissederdim. Anneannem beni çok severdi. Bana hediye ettiği aynamı kaybetmiş olsam, sanırım her kullandığımda bana anımsattığı duygularında kaybolduğunu düşündüğümden acı duyardım. "

Derin bir boşluğun kazıldığı gözlerim tavanı buldu. Kaybettiğim ne çok şey vardı. Yasını tuttuğum her acı her seferinde yeni bir ölüm yaşıyordu sanki. Ve ben daha önce hiç kayıp vermemişçesine o acıları yaşıyordum.

Enez'i kaybetmiştim, Enez'le olan hatıralarımı kaybetmiştim. Giderken geri döneceğine dair söz verip boynuma emanet ettiği kolyeyi kaybetmiştim.

Benim hissettiğim eksiklikten daha fazlası olmalıydı. Ruhum bir kağıt gibi ortadan ikiye ayrılmış birbirinin sırtını sıvazlayan kelimeler yeni bir kaderi yaşamaya zorunlu bırakılmıştı.

O gittiğinde benden giden şeyler de olmuştu...

Ne zaman uykuya daldığımı hatırlamıyorum. Göz kapaklarım içinde bulunduğum karanlığı daha koyu bir karanlıkla fırça çekerken son olarak gözlerimin ucunda tenimi nemlendiren o ıslaklığı hissetmiştim.

Sabahın erken saatlerinde Ece'nin alarmıyla uyandım. Bedenim sanki uykunun tadını tam olarak alamamıştı, yorgun hissediyordum. Aynı şey yanımda uyandırmak için üstün bir çaba harcadığım beden içinde geçerliydi.

Ece'yi zorlukla uyandırmıştım. Kalktığımızda Ilgın kahvaltıyı hazırlamıştı ve hızlıca bir şeyler atıştırdıktan sonra bizi bırakmış ardından Piramit'e gideceğini söyleyip yanımızdan ayrılmıştı.

Sabah ki sıkıcı derslerden sonra öğle arası kantinde, duvarla birleştirilen uzun koltuklu masalardan birindeydik.

"Saçım düzgün mü Ayza?"

"Evet..." dedim uzatarak. Belki de bininci kez soruşuydu. Rahat etmeyeceğini düşünerek saçlarını açtı, yukarıdan toplamaya çalışırken sadece omuzlarına gelecek kadar uzunlukta ki saçlarından tutamlar parmakları arasından tek tek kurtuldu. Ece sesli bir nefes verirken sırıttım.

"Olmuyor. Tel toka var mı sende? Kenarlardan tuttursam nasıl olur?" deyip başını yan çevirerek gösterdi.

"Bence de öyle yap. Tel toka çantamda olacaktı sanırım."

"Tamam alıp hemen geliyorum."

Ayaklandığı vakit oturttum.

"Getiririm ben, bekle burada."

"Kahve alacağım. Soğumadan gel." dedi yanından ayrılırken. Sınıfa çıkıp çantamdan tel tokalarını aldım. Koridora çıktığımda gördüğüm kişiyle aniden durdum. Kaner'in arkadaşı beni gördüğüne sevinmiş gibi baktı. Yanıma gelirken yüz ifadem onun tam aksineydi. Nedense ondan artık eskisi gibi korkmuyordum.

"N'aber?" dedi, sanki her şey çok normalmiş gibi.

"Ne var? Ne istiyorsun?"

Bana garipsercesine bir bakış attı. Sinirlenmemin gereksiz olduğunu anlatan bir bakıştı bu.

"Seni arıyordum bende. Hiçte zor olmadı. İyi görünüyorsun." deyip eliyle beni gösterdi. "Yarıştan sonra iyi toparlamışsın. Piramit'lilerle de arayı yaptın mı?" Başını salladı. Kendi kendine konuşuyor gibi bir tavrı vardı.

"Tabi kızmışlardır. Özellikle sevgilin, bu ihaneti kaldıramamış olmalı." dediği sıra da bakışlarım merdivenlerden çıkan bedene kaydı, başını kaldırdığında Bars'la göz göze geldik.

Bakışlarım telaşlı bir hal almadan önce gözleri yanımda ki erkeğe kaydı. Kaner'in arkadaşı baktığım yere döndüğünde önce ki sefere göre pek şanslı değildi. Bars onu tanımasa da şuanda yüzünün her hattını zihnine kazıdığından emindim.

Gözlerinin mavisine bir gölge çöktü sanki. Merdivenleri hiçbir şey olmamış gibi çıktı, göz hapsinde tuttuğu bedenden bakışlarını koparmadan yanımıza geldi. Ben gergince onu izlerken o özellikle bana bakmıyor gibiydi.

"Kimsin?" diye sordu doğrudan. Üzerinde ki deri ceketin fermuarı açık olduğundan gördüğüm beyaz gömleği dışında okulun kıyafet düzeniyle alakası yoktu. Altında kot bir pantolon ve siyah bir ayakkabı vardı. Bir eli cebindeydi.

"Arkadaşıyım." dedi az önceye nazaran ses tonu alçalan erkek.

"Değilsin." diye vurgularcasına konuştu Bars. Sonra başını yatırdı.

"Olsan tanırdım."

Yutkundum.

Şimdi Bars'a onun Kaner'in arkadaşı olduğunu söylesem ne yapardı? Muhtemelen yarıştan kalan öfkesini bu çocuğun üzerinden atar, okulda olduğumuza bakmadan türlü türlü işkenceler eder diyen iç sesimi duymazdan geldim.

"Arkadaşım Bars." diye araya girdim. Kaner'in arkadaşı, kurtarmak isteyeceğim son kişi bile değildi lakin yeni bir olayı göze alamazdım.

"Daha sonra görüşürüz." dedim karşımdakine. Adını dahi bilmiyordum. Yeşil gözlerini dik dik baktığı Urağan'dan çekerek bana çevirdi, bir şey demeden hafifçe başını salladı, sonra merdivenlere doğru yöneldi.

Tel tokaların olduğu avucumu gevşettim. O sırada Bars karşıma geçmişti.

"N'apmaya çalışıyorsun sen?"

"Hiç." dedi.

"Arkadaşlarıma karışamazsın."

"Arkadaşın değildi o."

"Olma ihtimali vardı."

"İyi ya." dedi kaşlarını kaldırarak. "O ihtimali ortadan kaldırdım."

Dişlerimi sıktım. Dün ki konuşmamız sanki hiç olmamış gibi davranıyordu. Ve düne nazaran oldukça sakindi. Ne değişmişti? Bana oldukça boş gözlerle bakarken o boşluğun gözlerime derin çukurlar açtığını hissettim. Uykusuz görünüyordu, mavi gözlerinin tuvali olan teninde sırtını dönmüş bir yorgunluk vardı. Aldığı morlukların rengi bugün daha bir koyulaşmıştı, yüzünde ki yaralara rağmen onun ne kadar güzel olduğunu düşündüm.

"Ece beni bekliyor." dedim. İçimde ki bu garip duygu da neydi böyle? Bars sessiz kaldı, bir şey demedi fakat yanından geçecekken durdurdu, eli bileğimi kavramıştı.

"Seni suçlamıyordum." diye itiraf etti.

Elini çekmişti. Ses tonu şimdi daha kısıktı. Devam etti.

"Sana yaptıklarımdan dolayı sana iyi davranmıyordum. Ben vicdanımı böyle temizlemem."

"Neden öfkelisin o zaman?" diye sordum.

"Kendi başına işler yapmaya kalktığından olabilir mi acaba?"

Sessiz kaldım. Evet haklıydı. Yarışı beklediğimiz sırada Kaner'den gelen mesajı Bars'a gösterseydim belki şuanda her şey çok daha farklı olacaktı. Sıraç böyle bir travma yaşamak zorunda kalmayacaktı. O kavga meydana gelmeyecekti.

Ceza almışlar mıydı?

Yarıştan bu yana hissettiğim pişmanlığı daha yoğun bir şekilde yaşadım. Yüzümü bu durumdan saklamak isterken bir an gözlerimden geçen o ifadeyi Bars yakalayıverdi. Artık çok geçti, ne düşündüğümü anlamıştı.

Gözlerimi kaçırdım.

"O piçe güvenmeyeceğini en iyi sen biliyorsun. O videoyu zaten hangi durumda olursak olalım Sıraç'ın gözüne sokmak için bir yol bulacaktı. Ve o hasta kafasından geçenleri çok iyi biliyorum. Sessizliğimiz onu huzursuz ediyor. Atağa geçecek."

"N'apacaksınız?" diye sordum. Korkuyordum. Yarış günü Piramit'lilerin ve Karaer'lilerin yaptığı o büyük kavga kafamdan çıkmazken Bars yeniden bir şeylerin olacağının sinyallerini veriyordu. İki tarafın da birbirine olan öfkesi yadsınamazdı.

"Sıraç'a engel olmalısın." dedim. "Kaner'in istediği bu zaten. Onu üzerine çekmeye çalışıyor. Sıraç'ı suçlu duruma düşürerek ondan kurtulacak."

"O soktuğumun herifinin adını anma." deyince 'cidden mi' dercesine ona inanamaz bir bakış attım. Gözlerini devirdi ve sesli bir nefes bıraktı.

"Bir kere olsun beni dinle. Ilgın'la konuştum. Birbirimizden pek haz etmediğimize bakılacak olursa seni evine o bırakacak. Okul çıkışları tek gitme. Yalnız kalmaman gerektiğini anlatmama gerek yok sanırım."

Başımı sallayarak "Tamam." dedim.

Korkumun hacmi artmış gibiydi. Tehlike de olduğunu bilmek tetikte olmaya fayda sağlasa da panik duygusu bu dengeyi bozuyordu.

"Bu arada, Sıraç okula geldi. Daha iyi."

Şaşırsam da bir yorumda bulunmadım. Aramızda ki konuşmada şuana kadar en olumlu cümleyi duymuştum. Sıraç dönmüştü demek. Gülümser gibi olunca onun karşımda ki varlığını fark etmemle kendime geldim.

Arkamı dönerek uzaklaşırken tel tokaların battığı avucumda minik sızlamalar vardı. Merdivenlerden inip gözden kaybolana dek beni izlediğinden emindim. Farkında olmamı sağladığı korkuya rağmen beni suçlamadığını bilmek hafifletmişti. Onun düşüncelerini bu kadar önemsemek beni rahatsız ediyordu evet, fakat bunu bastırmak artık alışkanlık haline gelmişti.

Kantine geldiğimde Ece uzaktan bana sitem edercesine baktı, elinde tuttuğu her iki kahveden de yudum aldı. Pekala, onu bekletmiştim. Kendimi azar işitmeye hazırlasam iyi olacaktı.

Karşısına geçip oturdum. Sağ elinde ki kahveyi sürükleyerek önüme bıraktı.

"Neredesin kızım?"

Tel tokaları masaya koyup kahvemden bir yudum aldım. Soğumuştu fakat tadı güzeldi.

"Bars'la karşılaştım." dediğimde azarlarcasına olan bakışlarını arka plana attı, bana dikkatle baktı fakat herhangi bir soru sormadı.

"O da sizin gibi dikkat etmem gerektiğini söylüyor Kaner'e karşı."

İç sesim 'adını anma şunun' deyiverince irkildim. Bars psikolojimin psikolojisini de bozmuştu. Pislik.

"Haklı."

Cevap vermek yerine kahvemden bir yudum daha aldım. Ece'nin başını çevirdiği yere baktığımda Miraç'ın kızlarla gülerek sohbet ettiğini gördüm. Bizi fark etmiş miydi bilmiyordum. Akant'ın kantini konser alanı genişliğindeydi.

"Gözüme çok batıyor."

Ece kahveyi tek bir dikişte bitirdikten sonra saçlarını toparladı ve kenarlarına tel tokaları tutturdu. Rahatlamış görünüyordu lakin Miraç'ın varlığı onu rahatsız ediyordu.

"Gidelim mi? Zil çalacak zaten birazdan." Miraç'a yeniden baktı.

"Bu uğursuzun varlığı benim tüm hevesimi aldı." derken ayaklanmıştı. Hafiften sırıtarak koluna girdim. Ece gülmeme ters bakış attıktan hemen sonra dayanamayıp o da güldü.

"Ondan neden rahatsız oluyorsun?"

"Piramitlilerin hepsinden rahatsız oluyorum. Pek hayırlı oldukları söylenemez." Kantinden çıkmış birinci katın koridorunda yürüyorduk. Aklıma Ece'nin evindeyken bilgisayarında tesadüfen gördüğüm mesajlaşmaları geldi.

Baha ile geçmişe dayanan bir tartışmaları vardı. Mesajı hatırlıyordum, zaten unutmam pek mümkün değildi. Ece'yi bir konuda susması için tehdit etmişlerdi. O gün o oda da ona ne olduğunu sorduğumda hızla gelip bilgisayarın kapağını kapatmış, geçiştirici cevaplarla konuyu dağıtmıştı.

Bars'ın o zaman tehditlerine kulak veren biri olarak açıkçası bende üzerine pek düşmemiştim.

Sınıfa geldiğimizde sınıf başkanı Beril elinde ki listeyle sınıfa bir duyuru yapıyordu. Kağıdı yoklama defterinin arasına koyup defteri yanına aldığında öğrenciler dağılmaya başlamıştı.

"Beril?" diye durumu sorgularcasına sordu Ece.

"Ah, geldiniz mi? Konferans salonuna iniyoruz. Üniversite sınavı ile ilgili bilgilendirme yapılacak. İsteyen katılabilir. İstemeyenler de evlere dağılıyor."

"Hayatta çekemem." dedi Ece. Beril sırıttı ardından elini onun omzuna koyduktan sonra sınıftan çıktı. Öğrencilerin çoğu katılmayacağına dair konuşmaya başlamışlardı bile.

"Ilgın okul çıkışı beni alacaktı. Çıkışa kadar konferans bitmiş olur."

"Ben bırakırım seni. Boşuna girme." dediğinde çantalarımızı alıp kolundan çekiştirdim.

"Derince sana oldukça ters kalıyor Ece. Hem bu konferans önemli."

Ağzından homurtular çıkarsa da dinlemedim. Ece'yle vedalaşıp konferans salonuna indiğimde çantamı bacaklarımın üstüne koyarak oturdum. Konuşma henüz başlamamıştı ve boş koltuklar çok yavaş sürede doluyordu. Sanırım burada ki öğrencilerin yarısından çoğu benim gibi burslu olanlardı.

Elimi çeneme yaslayıp beklerken yanıma bir bedenin oturduğunu hissettim, o tarafa dönmedim. Lakin ona bakmam için gözleri baskı yaptı. Duyacağını bilerek sesli bir nefes alıp göz göze geldim.

"Ne var Selin?"

"Biraz konuşabilir miyiz?" dedi.

Önüme dönüp onu yok saymaya çalıştım.

"Mesajlarıma cevap verirsin diye düşünüyordum."

"Öyle mi?" Hala ona bakmıyordum ama kafasını salladığını fark ettim.

"Beni aradın ama sonra vazgeçtin. Neden?"

"O videoyu bütün insanların içinde Sıraç'a izlettirdiniz. Ona ne yaptığınızın farkında mısınız?"

Evet, yarışta herkes öfkesini birinden çıkarmıştı. Hatta benden de çıkarılmıştı. Şimdi sıra benimdi.

"Benim fikrim değildi."

"Senin fikrin olup olmadığını tartışmıyorum. Seni gördüm. Videoyu başlattın, hem de hiç tereddüt etmeden. Bir insanın ne denli yıkılacağını zerre umursamadın."

Gözlerimi kıstım.

"Vicdanın yok mu senin?"

Bakışlarını etrafa çevirdi, bize bakışlar atanlara ters ters bakarak önlerine dönmelerine sebep oldu. Yüzünde ki o sert ifade bir an olsun geri çekilmiyordu.

"Ayza hiçbir şey bilmiyorsun. Sıraç için üzüldüğümü söylesem bana inanacak mısın? Gerçekten üzüldüm. Nasıl zor durumda olduğum hakkında tek bir fikrin yok. Ama beni anlayacağını düşünüyorum. Kaner'in seni kolye ve videoyla tehdit ederek yapacağından emin olduğu şeyler kadar benimde onun ne söylerse söylesin yapacağımı bildiği zaafları var."

Sessiz kaldım.

Söyledikleri samimiydi bilmiyordum Selin güvenilecek bir tip değildi. Hele ki yarıştan sonra bunu gayet net anlamıştım. Benimle neden uğraşıyordu?

"Kaner bir şey yapacak Ayza." dediğinde dikkatle ona baktım. İçimde ki huzursuzluk kanatlarını kaldırdı, tehlikeli bir sakinlikle kaburgalarıma değindi.

"Senden vazgeçmemesi sinir bozucu. Senle bunları konuşuyor olmak beni mutlu etmiyor. Fakat başka bir çarem yok. O kolye var oldukça sizi birbirinize yakınlaştırıyor."

Şaşırmama aldırmadan konuştu.

"Kolyeyi alırsan yarışa onunla katılma ihtimalimin olduğunu düşünmüştüm. Bu benim için ne demek bilmiyorsun. Ona bir adım atmak bile beni ne denli mutlu ediyor tahmin edemezsin. Sen videonun yayınlanmamasını istedin. Kolyenden vazgeçtin. Ama her iki seçenekte Kaner'in işine yaradı. O kolyeyi almak için ona yeniden geleceğinin farkında."

Onu dinlemeyi bırakıp yüzümü ellerime gömerek gözlerimi kapattım.

Zihnimin için hamur gibi yapış yapış olmuştu. Bütün düşüncelerim boğazına kadar bir çıkmaza batmışlardı. Ne yapacaktım ben? Selin'in dediği gibi her seferinde Kaner'in tehditlerine boyun mu eğecektim?

Hayatımı mahvetmişti, mahvetmeye de devam ediyordu. Buna bir son vermek istiyordum.

"Kolyeyi alabilir misin ondan?" dedim. Parmaklarım saçlarımın arasına girerek beynime baskı yaptı.

Kafa derim yanıyordu.

"Bugün toplanacağız. Kaner planları devreye sokacak. Bizi de bu yüzden çağırıyor. CD'yi almak için geldiğiniz barı hatırlıyor musun?" dediğinde yüzümü ona çevirerek başımı salladım.

Ne zamandan beri onların grubundaydı?

"Barın iki sokak arkasında yokuşun bittiği yerde terk edilmiş bir fabrika var. Kolyeyi aldığımda oraya gelebilirim. Fazla zamanım olmayabilir."

"Okulda veremez misin?" diye sordum. Ona hala şüpheyle baksam da yüzünde ki ifade korkuyor gibiydi. Ama aynı zamanda bunu yapmaya
kararlıydı.

"Okula pek uğramadığımı biliyorsun. Uzun bir süre geleceğimi de sanmıyorum."

"Dediğin adresi bulamayabilirim. Uzun zaman oldu. Geldiğimizde hava karanlıktı zaten."

"Adresi mesaj atacağım." Gitmek için ayağa kalkınca "Bekle." dedim.

"Orası çok tehlikeli."

"Hava kararmadan gelmeye çalışırım." deyip arkasını dönerek uzaklaştı. Kafamda ki sorularla arkama yaslandım. Buna cesaretim var mıydı? Oraya gidebilir miydim gerçekten?

Bars'la gittiğimde yanımda o olmasına rağmen ne kadar korktuğumu hatırladım. Tabii o zaman kendisi de bir yabancıdan farksız değildi gözümde.

Bir saat süren konferansın ardından Ilgın'a mesaj atmış, yarım saat içinde okula gelip beni almıştı. Normal şeylerden bahsederek ve yüzümü iyi tutmaya çalışarak altüst olmuş halimi yansıtmamaya çalıştım. Neyse ki bir şey fark etmemişti.

Yurda geldiğimde Songül, Nihal ablaya çektiğim mesajı söylenip gitmişti. Dinliyormuş gibi yapıp üstüne hak verdikten sonra yatağıma geçtim.

Selin konusunda şaşkınlığımı atamıyordum. Kaner gibi birinin sevgisini kazanmak için kendini tehlikeye atıyordu. Seren'e tecavüz eden bir adamın onu sevmeyişine içten içe üzülüyordu. Şaka gibiydi.

Anlam veremiyordum.

İlerleyen saatlerde gelen mesajı açıp adresi okudum. Tereddüt ediyordum. Gideceğim yer tehlikenin adresiydi. Ne yapacaklarını kestiremediğim gençlerle dolu bir sokaktı. Gitmek isteyen yanım ağır basarken aklıma Bars geliyordu.

Içimden ona söylemek geliyordu fakat daha bugün beni dikkatli olmam konusunda uyarmışken oraya gideceğimi bilse bana engel olurdu. Diğer üyeler zaten büyük bir kavgadan çıkmışlardı. Şimdi sırf ben istediğim için inlerine gireceğimi bilseler bu kontrolsüzlüğümü Bars'a bildirirlerdi.

Yardım alacağım kimse yoktu.

Evet, aptalca davranıyormuşum gibi görünüyordu. Ama benim başka çarem kalmamıştı. Kaner'in tehditlerinin sonucu hafife alınacak şeyler değildi. Yarış günü bunu çok iyi anlamıştım.

Ertesi gün alarmın gazabına uğradığımdan okula geç kaldım. Düşünmekten uyuyamamış, gecenin geç saatlerinde uykuya dalmıştım. Uyandığımda ise telefonum dibimdeydi. Son olarak adresi okuduğumu hatırlıyordum.

Başım fena halde zonkluyordu. Halsiz hissettiğim bedenimle günün yarısından çoğunu yatağımda geçirdim. Ece ve Ilgın aramışlardı, onlara geri dönmemiştim. Konuşursam ruhunu kaybetmiş sesimin cansızlığına şahit olmalarını istemiyordum.

Saate baktığımda dörde geliyordu. Karanlığa kalmadan orada olmalıydım. Kış olduğundan hava erken kararıyordu ve tehlikenin boyutu biraz daha büyüyordu. Altıma kışlık siyah bir tayt giydim. Kalın örme krem kazağımı kafamdan geçirip şişme montumun fermuarını yarıya kadar çektim. Son olarak hardal sarısı bağcıklı botlarımı alırken siyah sırt çantamı omzuma asıp yurttan çıktım.

Gökyüzü henüz aydınlıktı lakin kızıl damarların habercisi gibi duruyordu. Çenesuyu'da ki duraktan otobüse binip bir saat boyunca yol gittim. İçimde bir titreme baş göstermişti. Tırnaklarımı dişlerimle ısırıyor, haritadan sürekli olarak adresi kontrol ederken etrafımda gördüğüm binalardan daha önce geldiğim bu yeri hatırlamaya çalışıyordum.

Sonunda adreste ki yere geldim. Fakat ben otobüsten iner inmez cesaretim kollarımın arasından düşerek bir vazo gibi önümde paramparça oldu. Hava kararıyordu, siyahlık bu tabloya çöktükçe yürüdüğüm sokakta kasvetli bir esinti sırtıma tırmanıyor buz kesen parmaklarımı hissizleştiriyordu.

Tam göğsümün ortasına toplanan hislerden dolayı bedenimin geri kalan uzuvlarında, gücün sıfıra indiğini algılıyordum. Ayaklarım ağır çekimin içindeymişcesine yavaşlıyor, bir anda yürümekte olduğumu ayak tabanıma batan taşlardan anlıyordum. Etrafta pek insan yoktu. Bir kaç kişi dönüp bakmış sonrasında geçip gitmişlerdi.

Korkuyordum.

Bir an geri dönmeyi düşündüm hatta bu his o kadar ağır bastı ki adımlarım durdu ve yıkık dökük evlerin olduğu sokakta kendimi ufacık hissettim. Dünden beri ağzını kapattığım iç sesim duygularımın karmaşıklığından fırsat bularak 'geri dön' diye bağırmaya başladı.

Afalladım.

Elim telefonuma gitti ve 'Bars' ismini buldu. Onu arayıp aramamak arasında kalırken sokağın ucundan gelen bir grup erkek sesi yükseldi, sesleri giderek yaklaşıyordu ve saniyeler içinde onları gördüm. Hiç tekin tipler değillerdi. Ne yapacağımı şaşırdım, beni henüz görmemişlerdi fakat burada dikilirsem fark edeceklerdi. Panikle arkamı dönüp kendimi yakın olduğum ilk terk edilmiş binaya attım. Telefonu bastırdığım kalbimden küt küt sesler duyulurken gözlerimi kapatmıştım.

Bir ses duydum.

Fakat bu ses dışarıdan değil tam dibimden geliyordu.

"Alo?"

Ekrana baktığımda Bars'ın hattın diğer ucunda olduğunu görmemle gözlerim iri iri açıldı. Telefonu hızla kulağıma dayadım.

"Bars." dedim nefes nefese.

"Ayza? Bir sorun mu var?" Sesim berbat haldeydi. Kafamı bedenimi gizleyen duvardan uzatıp sokaktan geçen gençlere baktım. Küfür ederek yürüyorlardı. Adımları dengesizceydi. Kafalarının yerinde olmadığını anlamıştım. Bir tanesi elinde ki bıçağı gülerek sallıyordu.

"Ben." Elimi kalbime bastırdım.

"Sen iyi misin?"

"CD'yi almak için geldiğimiz barın oradayım." diyerek hızlıca konuştum. Hattın diğer tarafında fırtına öncesi kısa bir sessizlik oldu.

"Ne dedin sen?" derken sesi o kadar korkutucu çıkmıştı ki korkudan gevşeyen parmaklarımdan telefon düşecek gibi oldu. Bars'ın hareketlendiğini duyabiliyordum.

Ve hemen ardından telaşla çekilen bir kapı sesi.

Piramit'teydi.

"Bars gelmem gerekiyordu. Buna bir son vermem lazım. Kaner'in tehditlerine maruz kaldıkça birileri hep zarar görecek. " Yutkundum. "Benim yüzümden zarar görmenizi istemiyorum."

"Adresi ver!" diye adeta kükredi. Motoru çalıştırdığını duydum. Gazı öyle bir köklemişti ki motor sanki bu sokağın önünden geçmişti.

"Bir fabrika var. Barın iki sokak arkasındaymış. Yokuşun bittiği-"

Arama aniden sonlanınca telefonu kulağımdan çekerek ekrana bakakaldım.

Şarjı mı bitmişti?

Tekrar arayınca telefonun kapalı olduğunu belirten sinyal sesini işittim. Bütün umutlarım bir lav gibi ağzıma taşıp dilimi yaktı. Sırtım duvardan aşağıya kayarken yere çöktüm, dizlerimi kendimi korumak istercesine karnıma çekerken telefona kurtarıcımmış gibi sığındım.

Ay taşını almadan buradan gitmeye niyetim yoktu. Ben sahip olduğum tek şeyi kaybetmişken bugün onu geri alma şansını bu sokağa kadar gelerek yakalamışken tekrar iteleyemezdim.

Gözlerimi yumdum.

Kafamın içinde ki hatıralar binlerce rengi kursağında tutan okyanusa karışırken gözlerime yansıyan şeylerin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Zihnim bana oyun mu oynuyordu yoksa hatırlayacak olduğum şeylerin varlığını mı bildiriyordu emin değildim.

Nefeslerim düzene girmeye başladığında kendimi yaslandığım duvardan ayırdım. Sokak tenha görünüyordu. Az önce ki grup benim geldiğim yöne doğru gitmişlerdi. Bars ne zaman gelirdi bilmiyordum lakin Selin geldiği vakit orada olmam lazımdı ve dün bana hava kararmadan gelmeye çalışacağını söylemişti. Beni beklemek için pek şansı olmayabilirdi.

Bacağımı yavaşça tuğlalarının kırık olduğu pencereden diğer tarafa attım. Sürekli olarak sokağı kontrol ediyordum. Sessizce ayaklarımı yere bastığımda tek omzuma asılı çantamın kemerine parmaklarımı gömerek ilerledim. Sokağın çıkışına yakın sağ tarafta yeni bir sokağın ağzı vardı ve bahsettiği gibi yokuşluydu. Dikkatle incelediğimde fabrikayı gördüm.

"Az kaldı." diye fısıldadım. Şuanlık kimse yoktu ve ben yakın olduğumun farkındalığıyla adımlarıma güç kazandırmıştım. Yokuşu inip fabrikanın önüne geldiğimde etrafına baktım.

Beyaz olduğu belliydi lakin zamanla boyası giderek çürük bir yeşile dönmüştü. Büyük bir binaydı. Üç katlı olduğunu tahmin ediyordum ve giriş alanı kocamandı. Karanlığın giderek beslediği bu virane fabrikanın içerisi son derece ürkütücü görünüyordu.

Yaklaştım.

İç sesim söylenmeyi bırakmış, korkulu gözlerle olacakları bekliyordu. Fabrikanın açık olan kapısına gelince içeriden gelen ayak sesleriyle hızla geriye doğru kaçtım.

Selin'le karşılaşmanın beni rahatlatacağını asla düşünmezdim fakat öyle oldu. Etrafını aceleyle kontrol ettikten sonra dibime kadar geldi.

"Biri gördü mü seni?"

"Hayır." dedim kısmaya çabaladığım gözlerimi zorlayarak.

"Gel." dediğinde içeri girmeyeceğimi kesin bir gözle ona anlattım. Durdu, bana baktı. İkna edemeyeceğini anlamışcasına nefesini verdi.

"Birine haber vermedin değil mi?"

"Hayır." diyerek yalan söyledim. "A-aldın mı?" derken sesim ilk defa titremişti.

Gözlerimin içine bakarak başını salladı. Bakışları soğuktu, hatta kenarlarda bir yerde bulduğu çatlaklıklara bir takım gerçekleri sıkıştırmış gibiydi. Şüphe zehir gibi zihnime yayılırken düşüncelerimin kafatasıma vurarak çıkmak istediklerine şahit oldum.

Eli ikimiz arasında yükselip parmaklarını gömdüğü yumruğunu açarken avucunda, bu karanlığa rağmen hafiften ışık saçan kolyemle karşılaştım.

"Kolye senin." dedi garip bir sesle.

Gözlerimi ondan çekmeden sessizce kolyemi aldım ve avucuma kazımak istercesine parmaklarımı hapsettim. Ters giden bir şeyler vardı. Hissediyordum. Karşımda dün bana buluşmam için yalvaran Selin gitmiş, yerine başından beri nefretini belli eden Selin gelmişti.

Ve sonunda kafasını omzunun gerisinden fabrikanın içine çevirip baktığında bende oraya döndüm. Kaner karanlığın içinden ruhsuz, aynı zamanda bir o kadar iddialı bir ifadeyle çıkıverdi.

Selin dudağının ucunda ki gülümsemeyle bana döndü.

"Ve sende bizimsin." diyerek cümlesini tamamladı.

Bir kaç saniye öylece bakakaldım.

Hiçbir şey görmedim.

Sesler gitmişti.

Önümde bana bakan gözler bulanık bir camın ardındalardı.

Dehşet.

Sadece bir kelimelik bu duygunun bu sokakla birlikte bütün ruhumu tek bir eliyle kavrayarak esir almasına şahit oldum. Sadece bir kelimelik bu duygu, intikamını kendi içinde barındırdığı harflerin dışında ki harflerden alarak ruhumu bedenimden koparıp aldı.

En son ne zaman bu denli korktuğumu hatırlamaya çalıştım.

Daha üzerinden bir hafta geçen yarış günü mü?

Hayır.

Daha gerilere git diye bağırdı iç sesim.

Bars'la karşılaştığım ilk gün mü?

Hayır.

Kaner'in zorla bana sahip olmak istediği o lanet okul lavabosu mu?

Hayır. Hayır. Hayır.

Çok, çok uzaklarda bir yerdeydi. Kanımın ilaçlarla henüz tanışmadığı, bedenimin çok daha küçük, boyumun çok daha kısa olduğu bir zamanın kavlayan bir çığlığındaydı.

Kaybetme korkusunun ilk kez en derinlerime işlediği, buraya gelecek olmamın kaderinin satırlarıma kanata kanata yazıldığı yağmurlu gündeydi.

Sesler duydum.

Hemen sonra gözlerimin ucunda ki bulanıklık o yağmurun damlasıyla içime aktı.

Kaner gülümseyerek geldi. Selin'in dudaklarına yönelip onu öperken ben, yeniden kandırılmış olmamın verdiği döküntülerin arasında bir yerdeydim.

Kendini çekti, kahverengi gözlerinde ki o yırtıcı ifadeyle bana döndüğünde baştan aşağıya beni süzdü. Zafer elde etmiş bir hali vardı. Sarı saçlarını geriye yatırmış, bugüne özel simsiyah giyinmiş gibiydi. Beyaz teni Sıraç'tan aldığı darbelerin bedelini ödüyordu.

Her zaman alaycı olan dudağının üst tarafı patladığından şişkindi.

Kaner bana doğru adım attığında küçük dilimi yutmak üzereydim.

"Takmama izin ver." dedi, kolyeyi işaret ederek.

Avucumu bütün kaslarımdan güç alarak sıktım. Ölsem de ona vermeyecektim. Arkamı dönüp kaçacakken sert bir şeye, nefes alan bir bedene çarpmamla gerileyip yüzüne baktım.

Tolga tek kaşını alay edercesine kaldırdı. Onun şaşkınlığını yaşamaya kalmadan Kaner kolumdan tutarak beni kendine çevirdiğinde sesim hava tiz bir çığlık bıraktı.

"Sesini kes!" diye uyardı. Beni kendine çekmeye çalışırken bense tam aksine geriye kaçmaya çabalıyordum. Bütün vücudum tir tir titriyordu.

"Bana bak!"

"Bırak beni!"

"Bana bak!!" diyerek yüzüme bağırdığında debelenmeyi bıraktım, göğsüm korkudan hızla inip yükseliyordu. Ciğerlerimin daha çok oksijene ihtiyacı vardı.

"Şimdi onlar gidecek." deyip Selin'le arkamda kalan Tolga'ya baktı. Gözleri daha gerilere düşünce istemsizce bakışlarını takip ettim. Samet ve Ege'de buradalardı.

Kaçış yoktu.

Buradan kurtulamayacaktım.

Ellerinden kaçmam imkansızdı.

"Rahat durursan canını yakmam. Söz." dediğinde ağzım yaşadığım şokla aralandı.

Ne demekti bu?

"Duydun mu beni?"

Başımı iki yana salladım.

Suratım bomboş bakıyordu.

Koluma sarılı parmaklarına baskı yaparak beni dibine daha çok çekti.

Nefesi yüzüme akıyordu.

Ateş olan nefesi gözlerime bir kibrit çakarken irislerim bir anda alev aldı. Etrafımdakileri umursamadan tam dibimde olan Kaner'in kasıklarına dizimi sertçe geçirdiğimde bir el saçlarımı kökünden kavrayarak kendine çekti.

"Bırak beni piç!"

Bedenim Tolga'ya çarparken Kaner'in aldığı darbeden hafifçe eğildiğini görebildim. Tolga saçımı bırakmıyordu. Ayaklarımı arkaya atarak bacaklarına vurmaya başladım. Madem kurtuluşum yoktu, öylece bana istediğini yapmalarına izin vermecektim.

Kaner hiç beklemediğim bir zamanlamayla beni tuttuğu gibi sert bir şekilde zemine fırlattı. Betonla buluşan bedenim bir kaç kez savrularak anca durduğunda, "Yapma." diyen Ege'nin sesini işittim. Fakat Kaner onu duymazdan geldi. Öfkesini hissediyordum. Ve karın boşluğuma tekmeyi yediğimde nefesim kesilmişti.

Bir tekme daha.

Bir tekme daha.

O vurdukça kasılan bedenim iki büklüm oluvermiş yüzümü kollarım arasına gömüvermiştim. Bir süre sonra darbelere uyuşan karnımda acıyı hissetmez oldum.

O an o hissizliğin ortasında kabuğunu kırıp zihnimde ki topraklara tutunmaya çalışan bir ses işittim.

'Seni üzen ne ufaklığım?'

Enez.

'Buradan gideceksin.' diyen sesim kafamın içine netçe akıyordu.

Gözümden bir damla yaş süzülüverdi.

'Bir ailen var. Gelecekler...'

'Neden diğer çocuklar gibi ağlamıyorsun?' diye sordu bana. Ve yıllar sonra Enez'in yüzü gözlerimin tüm renklerine düşüverdi.

Yüzü o kadar güzeldi ki.

'Nasıl?'

'Gözyaşlarını bu kadar sert silme. Unutma, akan damlalarında bir canı var. Onları hırpalıyorsun ufaklık.'

Gözleri okyanus mavisiydi.

Bars'ın gözleri gibi.

'Gerçekten mi?' deyip elimi yanağıma götürüşümü anımsadım.

'Neden ses çıkarmıyorlar peki?'

'Şimdilik susuyorlar... Kim bilir? Belki bir gün sana masal bile anlatırlar.'

Ellerimi yüzümden çekerken gözyaşlarım tozların kalktığı zemine hızla düşüyordu. Bir kaç kez öksürdüm fakat bedenim de öyle bir yanma meydana geldi ki gözlerimi yeniden yummak zorunda kalmıştım.

"Kaner kendine gel." dedi Ege yeniden. Hepsinin arasında karşı gelmeyi bilen tek oydu fakat bu da bir işe yaramıyordu. Önüme çöken beden saçlarımdan tutarak kafamı zeminden ayırdı ve öfkenin somut bulmuş hali olan kahvelerine bakmak zorunda bıraktı.

"Benden bu kadar nefret etmenden nefret ediyorum." Dişleri arasından tıslarken söylediklerini kabullenmenin acısı yüzüne yansımıştı.

"Her şey senin yüzünden. Kabullenseydin, ikimizde bu durumda olmayacaktık."

Kafasını arkadaşlarına doğru kaldırdı.

"Gidin." diye emir verdi.

Tüm nefretimle geriye sürünen bedenim aniden kolları arasında yükseldi.

"Benimle geliyorsun."

Darbeler alsam da bilincim yerindeydi. Karnıma yediğim tekmeler karnımı parçalıyordu lakin gücümü tüketmemiştim. Tam aksine, acıma rağmen Enez'in sesi bana güç vermişti.

Elimi kaldırıp yumruğumu Kaner'in suratına geçirdiğimde çenesiyle yanağının olduğu nokta canını yakmıştı.

"Senden tiksiniyorum bok herif!" diye tükürürcesine konuştum.

Henüz taşımaya başladığı beni bir anda sertçe bırakınca düşeceğimi zannediyordum ama bacak kaslarım bana sırtını dönmemişti. Kaner'in koluna tutunarak dengeyi bulurken sonrasında onu öfkeyle ittim.

"İğreniyorum senden." Arkadaşlarına döndüm. "Hepinizden iğreniyorum."

Sanırım en çok kanıma dokunan Selin'in kollarını göğsünün altında birleştirip, beni izleyen alaycı tavrı olmuştu. Ege çenesini sıvazlarken daha fazla dayanamayıp bu tarafa gelmeye başladı.

"Yeter." dedi sert bir dille.

Bileğime sarılıp beni kendine çekince Kaner buna izin vermedi. Kolumu koparırcasına tuttu.

"Karışma Ege." diyen Kaner'in sesi son derece netti. Ege onu dinlemeyerek kolunu benden uzaklaştırıp kendine çekti. Kaner şaşkınlıktan aralanan ağzıyla sahte bir sırıtma gönderdi.

"Dalga mı geçiyorsun Ege?"

Öldürecek gibi bakıyordu.

"Seren'e yaptığının aynısını bu kıza yapmana izin vermem."

İyice gerilen sabrın koptuğu an, bu an olmuştu.

"Siktir git!!" diye bağırdı Kaner. Bunu beklemediği belliydi, daha çok sinirlenmişti. Tolga'yla Samet'e işaret etti. "Alın şunu gözümün önünden! Ne dediğini bilmiyor pezevenk!!"

Ege beni kendine daha çok çektiğinde arkamızı Kaner'e dönecekken Tolga bizi ayırdı ve geriye savruldum. Ege'yi benden uzaklaştırmışlardı. Tam o anda bir motor sesi sokağı inletti.

Dengede durmaya çalışırken dikkat kesildim. Yanlış duymamıştım. İçinde bulunduğum duruma tezat olarak sesli olarak gülmeye başladım. Delirmeye başlıyordum herhalde. Bir anda telaşlanan gözler motorun nereden geldiğini çözmeye çalışırken aynı zamanda bana tuhaf bakışlar atıyorlardı.

"Ne bu?" Kaner'e yüzümde ki sırıtmayla döndüm. Kafasında çakan şimşekler durumu kavradığında az önce betonun gazabına uğramış yanağıma sağlam bir tokat attı. Ama bu sefer düşmeme izin vermeyerek ikinci tokadı geçirdi.

"Seni küçük fahişe!"

Adeta yuvalarından fırlarcasına açılan gözleri beni öldürecek gibi bakıyordu. Dudağımın kenarında sıcak bir şey hissettim. Yüzümde ki acıdan dudağımın kanadığını fark etmemiştim. Yüzüme düşen saçlarımı geriye çekemeden sırtımı göğsüne bastırdı, boynumu koluna kıstırarak bekledi.

Motor sesi sanki bütün sokaklardan geliyormuşçasına yankı ediyordu. İçimde bir umut yeşerdi. Urağan beni bulmuştu. Motor inlettiği yokuşu ortadan ikiye ayıracak bir güçle geçerek fabrikanın önünde durduğunda boğazıma sarılan canavardan kurtulmaya çalıyordum.

Bars'tan saniye olsun gözümü kırpmadım. Kaskını çıkardı ve yeri titretecek bir ifadeyle önünde duranlara baktı. Hepsi susmuş, bir atak bekliyorlardı. Okyanus mavisi gözleri bana kaydı, göz göze geldik.

Ağlamaya başladım. Küçük bir çocuk gibi sesli bir şekilde ağlıyordum.

"Sen her boka böyle karışacak mısın?" dedi Kaner ama Bars onu duymuyor gibiydi. Sadece bana bakıyordu. Tenimde ki her yarayı aramızda ki mesafeye rağmen seçebiliyordu. Ama ne düşündüğünü bilmiyordum. Kontrollü gibiydi. Bu sefer doğrudan bir öfkeyle patlamak yerine sessizliği tercih etmişti. Bu sessizlik ürkütücüydü.

Buz kütlelerini çatlatan gözleri arkama kaydı.

"Ne o?" dedi Kaner alay eder gibi.

"Dörde birsin. Yemedi mi?" Dişleri arasından 'cık'ladı. Tırnaklarımı kazağını saran koluna batırdığımda canı yanmasa da kolu boğazımı nefes almamı zorlayacak biçimde sıktı.

"Ona vurdun." dedi Bars, tehlikeli bir tınıyla. Sanki az önce söylenenlerin hiçbiri umurunda değildi.

"Beni şaşırtıyor. Karaer'de böyle değildi bu Suskun biliyor musun? İnsanlar ne yaparsa yapsın önemsemiyordu, karşı gelmiyordu. Onu küçük bir yırtıcı kaplana dönüştürmüşsün."

"Elini onun üzerinden çek Kaner Erge."

Onu azcık tanıyorsam damarlardan şuan kan yerine fokurdayan bir öfkenin aktığına yemin edebilirdim.

"Uzun bir süre benimle olacak. İşim bittiğinde hala istersen onu sana yollayabilirim Bars Urağan."

Bars kafasını iki yana salladı.

"Ona dokunmayacaksın. Şimdi kızı bırak gelsin, sonra da siktir git."

Kaner güldü. Nefesi kulağıma çarparken bütün tüylerim ürperdi. Bu bir kabus olmalıydı, kabus değilse bile yok olmak istiyordum. Bars'ın her ne kadar güçlü olduğunu bilsem de dört erkeğin karşısında şansı yoktu. Samet ve Tolga önüne duvar örmüştü Ege ise ortada duruyordu.

Bars bu düşüncelerimin tamamen zıttı şekilde harekete geçti. Ona engel olan Tolga'ya sağlam bir kafa geçirdiğinde Tolga geri düştü. Samet zaman kaybetmeden saldırıya geçti. Bars onu da kolaylıkla altedecekken duydukları onun afallamasına sebep olmuştu.

"Bu yetimhane kızı için yaptıkların ne kadar da etkileyici."

Bars'ın kaldırdığı yumruğu hava da donarken gözleri direk beni buldu. Ağlarken gözlerimi ondan ayırmıyordum. Bars Samet'i iterek kendinden uzaklaştırdı. Okyanusların da sanki bir şeyler kopuvermiş, kopan parçaların ruhları kirpiklerinin her tanesine mezar taşını dikmişti.

Başından beri güçlü olan ifadesi tepetaklak olmuştu.

Bars'ın şaşkınlığından faydalanarak ayağa kalkan Tolga'yı fark etmemle

"Bars." diye bağırdım.

Kendini toparlasa da geç kalmıştı. Tolga kolunu geri kıvırarak atik bir manevrayla arkasına geçti, Samet sol tarafından yumruk atarak onu yere çöktürdü.

"Bırak lan orospu çocuğu!" dedi Bars.

Kollarını kurtarmaya çalışıyordu ama ikisi de bariz güç uyguluyordu. Bir motor sesi daha duyuldu. Ve bu ses
bütün sokaklardan bir yılan gibi kıvrılmaya başladı. Sayamayacağım kadar gürültülüydü.

Arkamda kalan bedenin paniklediğini hissettim. "Siktir!" diye tısladı.

Bars bir an olsun bakışlarını benden alamazken okyanus mavisi gözlerinin kızardığına şahit oldum. Canı yanıyordu.

Kollarını fazla mı sıkıyorlardı?

"Yürü."

Kolu boynumu serbest bırakıp kolyemin olduğu bileğimden beni sürükledi.

"İstemiyorum!"

"Bırak onu piç." diye bağırdı Bars. Kaner'in çekiştirmelerine direnirken Bars'ın yüzüne bir yumruk daha yediğini görmüştüm. Yüzü zaten yaralarla doluyken iyileşmeden yenilerini yiyordu.

Yokuşun ağzına geldiğimiz anda etrafta ki bütün sokaklardan motorlar feryat edercesine fırladı. Bu motorları tanıyordum. Miraç, Baha, Sıraç.

Hemen arkalarından onları takip eden Piramit'e bağlı diğer motorcular...

Bizi nasıl bulmuşlardı bilmiyordum.

Bars haber vermiş olmalıydı.

Onları takip eden motorlar fabrikanın önünü kuşattığında Kaner'e bakarak

"Artık çok geç." dedim.

Gözlerim kararıyordu. Yediğim tekmelerden midem bulanıyordu ve ucu alev almış bir damar hızla yukarılara çıkıyordu.

Piramit'liler motorlarından adeta bir avcı gibi atlayıp avlarının üzerine çökerken bize doğru koşan Baha'nın elinde ki kask Kaner'in suratında fena bir halde patladı. Kolumda ki güç kaybolmuştu.

Bağrışmalar, küfürler birbirine kaynıyordu. Motor sesleri kesilmiyordu. Ayaklarımın altında kalan zeminde deprem oluyordu sanki. Gözlerimin önünde irili ufaklı karanlık bulutların hareket ettiğini anımsadım. Dengemi bulamıyordum.

Bars'a döndüm. Tolga ve Samet'ten Sıraç sayesinde kurtulmuştu. Kendimi daha fazla taşıyamadım. Dizlerimin bağı çözülüp yere düşerken gözlerimin hatırladığı son şey Urağan'ın bana doğru koşmakta olduğuydu.

Gözlerimden yaşlar akıyordu.

Kirpiklerim sırılsıklamdı.

Kolumu zorlukla kendime çekerek yumruğumu göğsüme bastırdım. Yerde cenin pozisyonu almış bir halde uğultuları dinlerken görüş açıma giren bedenler bir ağır çekimin içinde ki oyuncuları andırıyordu.

Bir el.

Boynumun altında ki boşluktan uzandı. Aynı zamanda bacaklarımın altından elini geçirip yere çökmüş halde olan kucağına beni çekti.

"Ayza." dedi güçlü, aynı zamanda güven veren ses, parmaklarıyla saçlarımın örtüldüğü yüzümü açığa çıkarırken.

"Bana bak."

Beni hafifçe sarstı.

"Güzelim bana bak!"

Tekrar sarstı.

"Hadi!"

Kirpiklerim zorlukla açılırken okyanus mavisi gözleri gördüm, Enez gibi bakıyordu. Enez'in mavileri vardı onda. Dudaklarım aralandı. Sonra ağzımdan bir hıçkırık yükseldi.

"Benim ışığım çok güçlü." dedim grilerimi onun gözlerinde tutmaya çalışırken. Sanki yüzünde bir perde vardı o perde de bana boynunda ki kolyeyi anlatan çocuğun cümlelerini sayıklıyordum.

"İkimizi de korur."

Bars'ın bana kanlanmış gözleriyle baktığını gözyaşlarımın izin verdiği kadarıyla izliyordum.

"Buradayım." dedi titreyen sesiyle.

Kucağında olduğum bedeni de titriyordu.

"Buradayım bak kendine gel..."

Aralıklı ağzımdan nefes almaya çalıştım. Göğsüme bastırdığım elimin parmaklarını açarken Bars anlamamış gibi bakıyordu. Avucumu göğsüme bastırarak tamamen açtım.

Gözleri avucumda ki Ay taşını gördü.

Donmuştu sanki.

Benim gibi onunda nefesi kesilmişti.

"Aldım." dedim fısıltıyla.

"Sonunda alabildim..."

Göz kapaklarım gözlerime örtülmeden hemen önce Bars'ın yanağından düşen bir damla yaşa şahit oldum. O bir damla, benim içimde bir okyanus doldurmuştu sanki, o bir damla ruhumu boğmaya yetmişti,

o bir damla, geçmişimde öldürdüğüm küçük Ayza'nın ruhuna yeni bir ruh üfleyivermişti;

Enez'in bırakıp gittiği Ayza'sına...

Kendimi karanlığa teslim ederken Bars'ın bana sarıldığını hissettim.

O kadar sıkı sarılıyordu ki,

yıllar sonra yeniden karşılaştığın birine sarılmak gibiydi.

Özlem doluydu.

-

1. Kitap Sonu.

Hoşçakal Suskun...

Nur ERGÜL.

Continue lendo

Você também vai gostar

80.8K 5K 26
Savcı ve asker hikayesidir aynı zamanda bir gerçek aile hikayesidir kitabıma bir şans verin lütfen
HERZ (Düzenlenecek) De Aynur

Ficção Adolescente

6.5K 721 32
Bu hikaye hayatlarının en ucundaki uçurum kısmında, aşağı atlamak isyeyenlere değil de, okyanusun maviliğine aşık olanlara gelsin :) "Hep böyle sarac...
1K 69 21
İstek kapak tasarımları, logo, afiş ve şerit tasarımları ile birlikte örnek tasarımları da paylaşıyorum. Sizler de yaptırmak isterseniz yazmanız yet...
404K 28.6K 36
Özlenen Şenyüz 22 yaşında iri gözleri ve gülen yüzüyle sevimli ve sempatik bir kızdır, Yekta Ateşoğlu ise 27 yaşında yeşil gözlü, yumuşak kalpli bir...